29 Mayıs 2016 Pazar

Klimanın gözyaşları

Be kardeş, evine taktırdığın klima iyi serinletiyor mu bari? Rahatın nasıl? Mutlu olmanı temenni ederim. Kliman pek mutlu değil sanırım. Çünkü klimanın gözyaşları hep beni ıslatıyor. Ama önemli değil. Yeter ki sen mutlu ol. 11/09/2015
***

-Niye moralin bozuk kardeş?
-Aklımı kiralamak için piyasaya çıktım. "Bu akıl kullanılmış, almayız. Bize aklını kullanmayan gerek. O akıl ki; neden, niçin, niye, nasıl, acaba sorularını sormayacak, peşimiz sıra gelecek, asla sorgulamayacak." dediler.
-Ama efendim, dedim.
-Ama da olmayacak, dışarı hemen...dediler. 01/09/2015

"Utanmıyorum artık"


15 yaşlarında yatağa işeyen bir öğrenci, utana sıkıla uzman bir doktora müracaat eder. Doktor bütün tahlil ve tetkiklerden sonra tedavi uygulamak için  gerekli reçeteyi yazar.

Uzun süre değişik tedavi uygulamasına rağmen doktor başarılı olamaz. Bir de bir psikolojik danışmana gitmesinin faydalı olabileceğini söyler. Aylar sonra eski hastasıyla karşılaşan doktor:
 -Nasılsın iyi misin, hastalığın geçti mi?
 -İyiyim doktor iyiyim.
 -Peki nasıl oldu bu, nasıl tedavi etti psikolojik danışman.
 -Tedavi etmedi efendim, ben yine yatağa işiyorum ama utanmıyorum artık. 29.05.2015

Yaşlandım, ne yapacağım diyenler...

-YAŞLANANLARA-

YAŞ İLERLEDİKCE HASTALIKLAR ARTIYOR, SIKINTI EKSİK OLMUYOR, ARAÇ SÜRME REFLEKSİ AZALIYOR, GÖZ GÖRMÜYOR, KULAK AĞIR İŞİTİYOR...VS. AMA ÜZÜLMEYİN. ÇÜNKÜ:
1.Toplu ulaşım araçları bedava artık. Tabii kimliğini gösterebilirsen.
2.Küçükler, toplu ulaşım araçlarında hemen kalkıp yer verirler.
3.Otobüse binemiyorsan yeni model ulaşım araçlarını bekleyebilirsin, sanki mesaiye mi yetişeceksin. Aracın birinden in, diğerine bin, hem zaman da geçirmiş olursun böylece.
4.Koltuğa oturunca yanındaki gence soru sorup rahatsız etme. Zaten duymaz seni. Onun kulağında kulaklık vardır, müzik dinlemekte. Karşında oturana sormaya kalkarsan o da arkadaşı ile telefonda görüşme yapıyor, konuşmasının bitmesini bekleme, bitirmez çünkü. Arkandaki ile konuşmaya kalkarsan o da mesaj yazıyor akıllı telefonuyla. Senin konuşmaya ihtiyacın olabilir ama onun sohbete karnı tok. Bir yerin ağrısa da, bir yeri soracaksan sorma. Gençlerin yaptığı zoruna gidiyorsa merkezi bir camiye git, bir cenazeye katıl.
5.Cenazeyi kabre koyduktan sonra sevenlerinin toprak atmak için yarıştıklarını görünce, yaş ne kadar ilerlese de, ağrı-sızı da olsa, oğlan, kız pek gelmese de sen yine yaşamaya devam et, göster kimliğini bin otobüse, tut evinin yolunu, yaşamaya devam et.

HER NE OLURSA OLSUN HAYAT YAŞAMAYA DEĞER... 29.05.2016

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Konya semt pazarları

1.Her gün ayrı bir semtte belediyenin belirlediği yerlerde semt pazarları kurulur.

2.Pazar yerini belediye tertemiz teslim eder.

3.Pazarcı, 5 tl gibi bir işgaliye parası öder, akşama kadar ne kadar çöpü varsa yere atar, pazar yerinde her şey satilir, sadece çöp kutusu olmaz, olsa da çöpe atilmaz. Çünkü Pazarcı, isgaliye parasi vermiş. Aksam pazar yeri dagildiktan sonra belediye işçileri sabaha kadar temizlik yapar. Temizlikten önce pazar yeri, savaş alanindan beter bir durum arz eder. Toplam işgaliye parası ile pazarı temizlemek mümkün değildir.

4.Vatandaş pahalı diye manav ve markete gitmez. Pazar arabasını kapan pazara koşar.

5.Pazarda 3.sınıf sebze ve meyve satılır. Tezgahın önüne iyi, güzel ve albenili sebze ve meyve konur, arkasina ise en kötüleri konur..Sebze ve meyvenin önü tezgahlanır, ardından satış yapılır, gözün tezgahın arkasına kayarsa "Hepsi aynı" cevabı alınır ve poşet baglanirsa yandın demektir, sebze ve meyvenin en az % 25 i yenmez demektir.

6.Bağırarak satış kanunla yasaklanmasina rağmen pazarci avaz avaza bağırır.

7.Sebze ve meyvede patates dahil asla seçme yoktur. Eve götürdüğün sebzeyi gördüğünde bir daha pazara gitmemek üzere söz verir, ertesi hafta sadece pazarcı değiştirilir yeniden pazarin yolu tutulur.

8.Pazarcıyı asla elestiremezsin. İlla eleştirmek istiyorsan kiloyu yemeye razı olacaksın.

9.Pazarcıya göre tezgahindaki her şey iyi ve kalitelidir: kavun, karpuz bal gibi, domates yerli veya sera, portakal sulu, elma 1 numara, biber acı değil, kayısı zaten şekerpare. Yumurta taze ve günlük. Hormonlu mal katiyyen olmaz.

Haydin hayırlı alışverişler! 27.05.2014

27 Mayıs 2016 Cuma

İlahiyat Fakültesi mezunlarının alanla imtihanı

Bir zamanlar bakanlık durmadan alan değişikliğine imkan verirdi.  Önce branşı dışında bir başka yerde istihdam eder, sonra kendi branşına geçmesi için  alan değişikliği için duyuruya çıkardı. Kimi gerçek alanına geçmek için kimi de yer değişikliği için başvururdu bu alan değişikliğine.

Son bir kaç yıldır bakanlık alan değişikliği açmıyor. Belki de amacı dışında kullanıldığı için vazgeçmiş olmalı. Alan değişikliğinde  en büyük sıkıntıyı belki de öğrenciler çekti. Çünkü alanı dışında bir göreve atanan o işinde ne kadar başarılı oldu tartışılır. Belki de başarılı olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ya başarılı olamayanların yıllarca okuttuğu öğrenciler ne olacak? İhtisas alanına girmeyen bir alanda çalışan öğretmen ne kadar mutlu ve memnun oldu acaba bu işinde? Alan değiştirenlerden ziyade  bu değişikliğe imkan verilmesinin üzerinde durmak gerekir.

İnsan kaynakları planlaması yapanlar niçin daha önceden ihtiyaç olan alanda mezun vermesine imkan hazırlamadılar? Geçmişten günümüze  eğitim ve öğretim alanında uzun vadeli bir planımız olmadığı gibi öğretmen alımında da bir planımız olmadı maalesef. Bir zamanlar lise mezunları üç aylık kurs sonucunda öğretmen yapıldı bu ülkede. Süresi iki yıl olan sınıf öğretmenliği bölümünü hemen dört yıla çıkaran siyasilerimiz, bu okullar iki yıl mezun veremeyince ilkokul öğretmen ihtiyacını nasıl karşılayacaklarını niçin düşünmediler acaba? Sonunda ilkokul öğretmen ihtiyacını karşılamak için dört yıllık fakülteyi başka alanlarda bitirenlere öğretmenlik yolu açıldı. Yıllar yılı öğretmenlik yaptıktan sonra birçoğu kendi alanlarına geçtiler. Sonra öğretmen fazlalığını eritmek için yan alana geçme imkanı bile verildi bu ülkede. İşe adam bulmaktan ziyade adama iş bulundu. Olan da eğitime oldu maalesef. Alanı dışında çalışanlara, alan değiştirenlere asla bir serzenişim olmaz. Öfkem bu kapıyı açanlara. Yani günübirlik iş yapan plan düşmanlarınadır. İtibar sorunu yaşayan öğretmenlik atamaları maalesef bu şekilde olmamalıydı. Sonraları istemediği bölümde, istihdam alanı olmadan okuyanlarda hep bir beklenti hakim oldu: Okuduğum alanda iş bulamazsam öğretmen bari olurum şeklinde.

Benim derdim başka idi. Şimdi gelelim sadede. Bakanlık birçok alandaki sorunu temelli  ya da geçici çözdü. Çözmeye çalıştı da. İlahiyat Fakültesi mezunu olanların alan derdini yıllardır maalesef çözmedi, çözemedi, ya da çözmek istemedi. İşin içini bilmeyenlere garip gelebilir bu durum. Bizim durumumuz evlere şenlik. Kısaca değineyim isterseniz: İlahiyat mezunları İmam Hatip Liselerinde görev yaptıkları zaman branşı İHL Meslek Dersleri Öğretmeni, diğer okullarda ise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak görev yapmaktaydı. Bu okullardan mezun olanlar istediği okulda çalışabiliyordu. Hikmetini bir türlü anlayamadığım şekilde kaç yıldır bu iki branş ayrıldı. Üstelik kimseye sorulmadan. Aynı okuldan, aynı sıradan aynı yıl mezun olana Bakanlık birine  İHL Meslek Dersleri Öğretmeni, diğerine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi branşı adını verdi. Her iki branş öğretmeni, hangi okul türlerinde çalışırlarsa çalışsın din eğitimiyle ilgili dersler maaş karşılığı girmeleri gereken dersler olarak bilinmesine rağmen kaç yıldır Din Kültürü branşından olanlar maalesef İmam Hatip Liselerine tayin isteyemiyorlar. Bu kota eğitim fakültelerinin Din Kültürü bölümünden mezun olanlara yapılsa anlarım, hatta mantıklı bile bulurum. Garibime giden  de bu. Anladıysam harap olayım. Anlayan varsa ne olur, bana bunu bir anlatsın. Fen öğretmeninin Fiziğe, Türkçecinin Edebiyata geçmek için alan değiştirmesini anlarım da İlahiyat fakültesi mezunlarının İHL ve diğer okullar şeklinde aralarına duvar örülmesini, set çekilmesini hiç anlayamadım. Ne olur bunu benim almayan kapasiteme bir anlatın olmaz mı?

Bu garipliği diğer branşlar bilmez. Bakanlığın diğer birimleri de bilmez. Din öğretimi Genel Müdürlüğü bu işi en iyi siz bilirsiniz. Çözüme kavuşturacak olan da sizsiniz. Lütfen bir başkasının bu meseleyi çözmesini beklemeyin.  Haydin iş başına... 27/05/2016

Denize nazır bir koltuğa ne dersiniz efendim!

Belediyelere ait toplu taşıma araçlarına binmişseniz, birbirine bakan karşılıklı oturaklar dikkatinizi çekmiştir. İki kişi düzgün oturmuşsa diğer ikisi otobüsün gidiş istikametine ters bir şekilde oturmak zorundadır.

Hangi akla hizmetle  bu oturaklar ters bir şekilde dizayn edildi bilinmez. Çünkü bu oturaklar binenler tarafından tercih edilmeyen yerlerdir. Yüz yüze bakmak zorunda kalan birbirlerini tanımayan insanların karşılıklı oturmaları da uygun olmuyor zaten.  Kafanı kaldırıp karşıya baktın mı karşıda oturanla göz göze geliyorsun, ya pencereden dışarıyı seyrediyorsun, ya da içe doğru bakıyorsun.  Yaşlıları bu tür ters koltuklara oturtmak zaten mümkün değil. " Ben ters oturamam, başım döner, içim bulanır" serzenişlerini duyarsınız devamlı.  Kazara mecburiyetten oturmak zorunda kalırlarsa gözü düz koltuk oturanlardadır." Kalk ben oraya oturayım" der gibi. Karşılıklı oturakların tek iyi yönü dört kafadarın  karşılıklı oturup muhabbet edebilmeleridir.

Bugün karşımda ikili ters koltuk olan tekli bir düz oturağa oturdum. İki yaşlı teyze bindi otobüse. Arka tarafta düz koltuklar olmasına rağmen karşımdaki ters koltuğa geldiler oturmak için. Biri oturdu, diğeri ise sırtı bana dönük ayakta bekliyor, bir taraftan da: " Ben ters oturamam, başım döner" diye duyacağım şekilde mırıldanmaya başladı. Arka taraftaki düz koltuklara da gitmedi. Anlaşılan benim oturduğum yere göz dikti. Geç de olsa anladım, kalkmaya davrandım. " Hay Allah razı olsun senden" dedi. Bana ters bir şekilde ayakta durmasına rağmen kalktığımı nasıl gördü bilmem. Ya arka tarafı da gören iki gözü var, ya da yan yan benim kalkmamı  gözetlemiş göz ucuyla. Ya da keramet ehli. Düz koltuğumu vererek duasını da aldım teyzenin. Kısa günün karı bu olsa gerek. Keşke elimde imkan olsaydı da teyzeye denize nazır bir koltuk ayarlayabilseydim…  Be teyze! Otobüse binince yer bulduğumuza şükretmek lazım. Otobüs bu.  Binince  sallar, frenlerde öne arkaya doğru savruluruz, çukur ve tümsekler geldi mi havaya doğru hoplar, içimiz dışımıza çıkar zaten. Çoğu zaman da bu vasıtalar ayakta duracak yer olmayacak şekilde tıka basa dolar. Bu yolculukta konfor aranmaz.

Ters binince bir gariplik oluyor insanda. Başka bir yere gidiyormuş gibi hissediyor insan kendini. Bunu biliyorum. Ama baş dönüyor mu, dönmüyor mu bilmem. Sakın bu baş dönmesi psikolojik olmasın. Ben de uzun süre yürüyen merdivene binmedim, ayağımı kaptırırım diye. Millet dikildiği yerden yukarı çıkarken ben tabana kuvvet der, merdivenlerden çıkardım. Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş zaten.  Sonunda baktım olmayacak, korkunun ecele faydası yok binmeye başladım o yürüyen merdivene.  Ayakta dururken üstelik sağı solu da seyrederek çıkıyorsun yukarıya. Bu nasıl bir psikoloji demeyin. Unutmayın ki bir siyasimiz de yürüyen merdivenin ters gidenine binmeye kalkmıştı da medyanın diline düşmüştü.

Gelelim yeniden ters koltuklara. Haydi bu koltuk düzenini  otobüslere veren verdi. Yetkililerimiz de aldı. Vatandaş  karşılıklı koltuklardan bu kadar dertli iken  bu tür otobüsler niçin hala alınmaya ve kullanıma sürülmeye devam ediliyor. Bizim yetkililer zaman zaman yeni otobüs alınacağında gruplar halinde yurt dışına gider, otobüs beğenir, siparişi verir, gezer, tozar gelirler. Vatandaşın bu derdini niye dikkate almazlar. Firmaya biz şu özellikte otobüs istiyoruz diyemezler mi? Anlaşılan demiyorlar. Çünkü böyle bir dertleri yok. Çünkü bu otobüsleri beğenen, satın alan yetkililerimiz maalesef bu otobüslerle yolculuk yapmıyor. Bu yüzden vatandaşın özellikle yaşlılarımızın feryadını işitmiyorlar. Neyse bütün işlerimizdeki terslik varsın bu karşılıklı otobüslerle sınırlı olsun. Ne diyelim? 

Teyze! Sen de otobüse binince sızlanma. Çünkü seni sadece ben duyuyorum. Oğluna, eşine, torununa söyle de bu senin derdini yukarıdaki yetkililere dilek ve şikayet olarak bildirsinler. Bak bir daha karşılaşırsak koltuğumu vermem sonra. Çünkü fazla naz  beni de usandırır bir gün. 27/05/2016

26 Mayıs 2016 Perşembe

Bir zamanlar ben/sen/o, biz/siz/onlar **

Bir zamanlar bende bazı duyarlılıklar vardı; kimi doğru, kimi yanlış. Kendi çapımda yaşamaya çalışırdım. Şartlar mı değişti, zaman mı? Yoksa zaman bana uymadı da  ben mi zamana uydum bilinmez. Belki de benim duyarlılıklarım  kayboldu ya da köreldi. Dün bildiğimi yaşamaya çalışırdım. Yaşayamadığımın da pişmanlığını duyardım. Bugün  yapamadıklarıma mazeretler buluyor, hayatın bir gerçeği diyorum artık. Nereden nereye? Savruldum da savruldum iyice.

Hz Ömer'e atfedilen bir sözde: "İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadığı gibi inanmaya başlarlar." Belki de bu sözde gizli benim aradığım cevaplar...

Ben kim idim  o zaman? Dün 'Savm-ı Davut' adı verilen bir oruç tutmaya çalışırdım zaman zaman; bir gün imsak, bir gün iftar şeklinde. Şimdi daha Ramazan gelmeden nasıl bitecek bu bir ay, hem de yaz günü demeye başladım. Pazartesi, perşembe oruçlarını tutmaya çalışırdım. Ramazan başladı, başlamadı şüphesinden  dolayı her ihtimale karşı oruca üç gün öncesinden başlardım, Peygamberimiz Ramazan'ı bir gün, iki gün önceden oruçla karşılamayınız buyurduğu için. Şimdi Ramazan yeter demeye başladım.

Oyun oynanan kahvehaneye gitmezdim, gidersem de fazla oturmazdım. Oyun oynayanlara selam vermez, yanlarına uğramazdım, çaylarını zaten içmezdim. Şimdi biraz yeteneğim olsa oyun bile oynayacağım. Hatta oyun oynamanın cevazına dair fetva bile aldım.

Bankalara uğramazdım, yanlarından geçerken buralar faizle alışveriş yapıyorlar diye adımlarımı hızlandırırdım. Şimdi bankalara girip çaylarını içiyorum, promosyon anlaşması yapıyorum, ev-bark, araba almak için kredi çekiyorum. Daha dün devletin zorunlu tasarruf adı altında kestiği adına 'nema' adı verilen parayı almam caiz mi değil mi tartışmalarını yapıyordum.

Bir zamanlar vergi iadesi adı altında çalışanların topladığı fişler vardı. Her ay yaptığımız alışveriş fişlerini doldurur, zarf içerisinde kurumumuza verirdik. Bir çok fatura, fiş vergi iadede geçerli olmadığı için yaptığımız harcamalarla zarfı dolduramazdık. Kendi aramızda başkasının yaptığı alışverişin fişini kullansak olur mu derdik. Sonraları doldurmak için naylon faturalar koymaya başladık.

Dün devlet dairesinde mumunu yakmış, işini yaparken yanına ziyaret için gelenlerin selamını almayıp devlete ait mumu söndürüp kendi şahsına ait mumu yaktıktan sonra gelenlerin selamını alan bir Ömer'i anlatır, devlet malını yetim malı bilirdik. Bugün ise "Devletin malı deniz, yemeyen keriz/domuz" demeye başladık. Devlette çalışırken cebimi ne kadar doldurursam kendimi açıkgöz olarak görüyorum. Çeşme akarken suyumu dolduruyorum artık. Gerekçem de hazır, ben bunu hak ettim.

Dün önce memleket derdim, bugün önce can diyorum. Dün önce eş-dost diyordum, bugün önce nefsim diyorum. Dün az ile yetinirdim, bugün çoklar az oldu gayri. Dün ölümü hatırlardım hep. Bugün ölümü düşünmüyorum bile. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorum artık. Dün yaptığım alışverişi alamayanlar görmesin, hakkı kalmasın diye kese kağıdında getirirdim eve. Bugün içinde ne olduğu, ne aldığım belli olan şeffaf poşetler elimde. Dün evimden sağa-sola, öne-arkaya 40 evi komşu bilir, "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" düşüncesiyle bir sorumluluk almaya çalışırdım, bugün aynı apartmanda karşı dairede oturanı tanımıyorum.

Sen neymişsin be abi! Hep de dünyalık yaşamışsın dersen, Allah beni affetsin. Buradaki ben; ben, sen, o, biz, siz, onlar… Yani hepimiz olabiliriz. Allah samimiyetten ayırmasın. Sıratı müstakimden ayırmasın. 26/05/2016

** 01/06/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.