1992 yılında Nizip’de görev yaparken binsinler diye
çocuklarıma 450 liradan 3 taksite bir bisiklet almıştım. Sevincimize diyecek
yoktu. Çünkü ailenin ilk aracı idi.
Yaşları yaşıt ve birbirine yakın 3 çocuğum bu bisikletle
büyüdü. Her yaz tatil için Konya’ya gelirken bile bisikleti, arasındaki kırma
yerinden ikiye bölerek getirirdik. 1994 yılında tayinim Kahta’ya çıktı. Bizimle
beraber bisiklet de taşındı. 9 yıl geçmesine rağmen bisikletin özellikleri,
görüntüsü, sağlamlığı, rengi ve temizliği görenlerin dikkatini çeker. “Yeni mi
aldınız diye sorarlardı.
7 yıl sonrasında Kahta’dan Adana’ya tayinim çıkmış, biz bir
taraftan toparlanma hazırlıkları yaparken çocuklar da bisiklete biniyorlardı. Heveslerini
aldıktan sonra bisikleti evin girişindeki
uygun olan yere bırakırlardı. Bir gün bindikleri bisikleti yukarı çıkarmayıp
duvarları yüksek olan bahçemize bırakmışlar. Ertesi günü baktığımızda gözümüz
gibi koruduğumuz, yağmur, kar bile görmeyen bisikletimizin yerinde yeller
esiyordu.
Bir-iki gün geçtikten sonra karakola gidip bisikletimizin
çalındığını söyledim. Bisikletin
özelliğinden; şekline, şemailine
varıncaya kadar tutanağa geçirdiler. Ahiret sorusu gibi sorular sordular. Verdiğim
her cevabı kayıt altına aldılar. Ben söyledim onlar yazdı. Polislerin
gösterdiği ilgi, alaka 10 numaraydı gerçekten. Bisikletim çalınmıştı ama gösterilen
hassasiyet beni fazlasıyla memnun etmişti.
Öyle de tarif etmiştim ki, ailenin ilk göz ağrısı bisikleti, bu
özellikleriyle; nerede görülürse, kim görürse görsün gözü kapalı bulurdu. İfadeyi çıkarıp bana imzalattılar. İçten içe “Ramazan,
polis şimdi Kahta’da benzeri bulunmayan bu bisikleti şıp diye bulur. Bisikleti
cebinde bil, İyi ki akıl edip gelmişsin buraya. Vatandaşlık da bunu
gerektiriyor” dedim. Kalktım giderken
görevli bana: “Hocam, bisikleti görürsen kendin almaya kalkma. Bize haber ver
biz alalım. Kimseyle tartışma” dedi.
O gündür bugündür bisikletten hiç ses seda çıkmadı.
Bisikletin üzerine ailecek bir bardak su içtik. Bisikleti emniyet aradı mı
aramadı mı bilmem ama görevlilerin ilgisi mükemmeldi. En azından bisikletimizin
çalındığı kayıt altına alınmış oldu.
***
2001 yılında Adana’ya nakil geldim. Belediye Evleri Mahallesinde önü, ekili arazi olan bir eve taşındım. Arazinin hasadı yapıldı. Her yıl anızı ateşe
verilirmiş. Etrafa duman, is, koku yayılırmış.
Bu sene haber vereyim,
vatandaşlık görevini yapayım, tedbir alsınlar, sahibini uyarsınlar diye 155 polis imdadı aradım. Adresi aldılar.
Ardından: “Yaktıkları zaman haber ver” dediler.
Günler geçti. Okuldan eve etrafıma bakmadan girdim. Kapı, pencere
kapalı. Niye kapalı, nasıl duruyorsunuz bu şekilde dedim. “Yangını görmüyor musun? Etraf is,
duman” dedi. Pencereden dışarıya baktım.
Koca arazi baştan başa ateşe verilmiş. Yanmış, kül olmuş. Bir ucunda sönmeye
yüz tutmuş az bir yer kalmış. Aradım polisi. Anızı yakmışlar dedim. Hemen
adresi aldılar. Adresi aldıktan sonra: filmlerdeki Türk Polisi gibi yine geç
kaldınız deyince memur: “Beyefendi ne yapmamız lazım” dedi. Kardeşim ben size
daha önce haber verdim. Mahalleyi duman kapladı. Kapıyı pencereyi açamıyoruz
dedim . Ben böyle konuşunca polis de “Bu görev aslında bizim görevimiz değil. Anızlara
valilik bakıyor” dedi. Biraz da kızarak. Ardından ben telefonu kapattım. Az
sonra sönmeye yüz tutmuş köşedeki ateşi söndürmek için 2 itfaiye, bir ambulans,
bir polis arabası görev başına geldi. Görevlerini layıkıyla yaptılar.
Olan bize oldu tabii. Adana gibi bir yerde pencere kapalı
nasıl durulacaktı. O gün kapı, pencereyi hep kapalı tuttuk. Polisin önceden
tedbir almaması beni üzmüşse de bana ilk defa “Beyefendi” diye telefonda hitap
edenin polis olması beni fazlasıyla memnun etti tabii.
***
2005 yılında bir Ramazan günü Pazar yerinde şahsımın üzerine
yürüyüp bıçak çeken birinin elinden kurtulduktan sonra “Adama haddini bildirip,
eline kelepçe taktırayım, yanına kar kalmasın diye 155 polis imdadı aradım.
Durumumu anlattım. “Karakola gelip şikayet dilekçesi vereceksin” dedi görevli
memur. Ben de kendisine “Sağ kalırsam gelir veririm” dedim kapattım telefonu.
***
Yıl 2016. İki haftadır apartmanın hemen girişine yamuk bir
şekilde park edilmiş bir araç var. 2 hafta boyunca hiç hareket ettirilmedi. Sahibinin
de kim olduğunu bilmiyoruz. Apartmana ancak kenardan dolaşarak girebiliyoruz. Kimindir, necidir, hırlı mıdır,
hırsız mıdır, acaba çalıntı bir araç mı diye endişelendim. Yine vatandaşlık görevimi hatırlayarak 155
polis imdadı aradım. Aracın plakasını verdim. “Çalıntı görünmüyor, biz bir
araştıralım efendim” dediler. 5 dakika sonra 155’den arandım. “Beyefendi , araç
…isimli şahsa ait. Apartmanınızın birkaç apartman ilerisinde oturuyormuş. Aracın
aküsü bittiğinden kaldıramamış. Bu gün akşama kadar aracını kaldıracak” dendi.
Bu defa şahsıma “Efendi”, “beyefendi” denmesine falan sevinmedim. Akşam baktım.
Araç yerinden çekilmiş. Polisimiz dört dörtlük görevini yapmış ve şahsımı da
bilgilendirdiler. Kendi kendime 155 polis imdadımız iyi ki var. 2001 yılından
günümüze epey gelişmiş, sağ olsunlar dedim.
***
Bütün bunları niye anlattın be kardeş dersen. İçimde hiçbir şey kalmasın istedim.