7 Aralık 2015 Pazartesi

Araca vurup kaçanlara gelsin!

Araca vurup kaçana...

Kardeş, park halinde vurup kaçtığın aracımın görüntüsünü paylaşıyorum. (Buraya eklediğim görüntü maalesef kaybolmuş). Kaçarken "Ne oldu" diye merak ettiysen gör işte eserini. Bilesin ki bu görüntü, çamura saplandığın, iyice görünmesin diye yıkanmış ve temizlenmiş hali.
Bazı cinsler vurduğu aracın sahibini bekler ya da "aracına vurdum, numaram şu" diye not bırakır. Halbuki en iyisi seninki. Çünkü beklersen cebinden 3-5 kuruş para çıkar. Hiç olmazsa paran cebinde kaldı, kötü mü oldu? Seni tebrik ederim. Kazancın bol olsun.
Sen yine de sağda-solda dürüstlüğü kimseye bırakma. Nasılsa kimse görmedi.

Kaportacıya gidince, kendini ve dürüstlüğünü kaç paraya sattığın ortaya çıkacak.
İyi ki, paran parama karışmadı. 17/09/2015
*
Kendini bulunmaz Hint kumaşı sanmak

Park halindeyken vurup kaçtığın arabayı kaportacı 40 TL'ye düzeltti. İyi de bunu niye anlatıyorsun dersen değerini bil diye paylaşıyorum. 

Anladığım kadarıyla sen kendini bilmiyor ve tanımıyorsun. Çünkü insanın kendini bilmesi önemli. Kişi kendini bilirse Rabb'ini de bilmiş olur. 

Bu piyasada senin gibisi çoktur. Alıcın çıkmaz da olur ya aklını peynir ekmekle yemiş biri döner şaşar seni satın almak isterse değerin 40 liradır. Pazarlığını buna göre yap olmaz mı? Bu kıyağımı da unutma!...

Ha bu arada unutmadan söyleyeyim, bu 40 lira sadece çarptığın yerin bedeli değil. Daha önce arka arkaya gelirken çarpanın çarptığı yer de yaptırıldı. Yani kendini fasulyeden nimet sanma. Hele bulunmaz Hint kumaşı hiç bilme. Seninki öncekinin bonusu oldu, haberin olsun. 22/09/2015
*

"Senin arabaya çarpan senin takipçilerinden biri mi?"

1.Kim olduğunu bilmiyorum. Ama sen dahil en yakınlarımdan biri olabilir, arabası olan herkesten şüpheleniyorum. Hatta arabası olmayanlar da araba kiralayıp bu işi yapmış olabilir.
2.Vurup kaçan benim takipçim değildir. Vurup kaçma bir sektör haline geldi. Adını bilmediğim kahramanımın özellik, şahsiyet, karekter, değerini ve yüzsüzlüğünü sanal alemde deşifre ederek başka yapacakların önüne geçmektir. Millet bu tipi tanısın. Benim bana vuranla bir derdim yok bilesin. Burada toplumsal bir olayı, patolojik bir vakayı irdeliyoruz. Bugün bana yarın temenni etmem ama belki de sana.

3.Aslında olması gereken arabanın vurulduğu yerdeki kameraları incelemek. Ama kim gidecek oraya. Yatarak probleme çözüm aramak varken. Sonra yerinde çözüm aramayan ilk kişi ben değilim: 

"Nasrettin Hoca bir gece, sokak lambasının altında bir şeyler aramaktadır. Hocanın bu halini gören komşuları, “Hayırdır Hoca Efendi, ne arıyorsun?” diye sorar. Hoca da “Evdeyken anahtarımı kaybettim, onu arıyorum” der. Bu cevaba şaşıran komşular, “Ama Hoca, sen anahtarı evde kaybettim dedin; niye sokakta arıyorsun?” Bunun üzerine Hoca, “E, burası daha aydınlık!” der.

4.Yazılarımı muhatabım karşımdaymış gibi yazarım. Kişi, yer ve şahıslarla işim olmaz. Sanal cesaret başka bir şey. İnsanın kendisine güveni artıyor. Belki gerçek muhatabımla karşılaşsam, Hocanın fil şikayetiyle gittiği Timur'dan ikinci fil istediği gibi ben de adamdan belki de aracımın soluna da vur diyeceğim.

5.Bu yaptığın vurup kaçana ibret olsun. Belki de adam "Keşke kaçmasaydım da adamın borcunu ödeseydim. Ödediğimin acısı bir müddet sonra geçerdi. Adam bu pireyi deve yaparak ömür boyu sürdürecek anlaşılan" diyecek. Olmayan vicdanı ömür boyu azap çekecek. Belki de bana sıfır km araç alacak.

6.Belki de sanal alemde paylaşarak pasif iyilerin "Hocam getir ben yaptırayım, bu da benden olsun" demelerini beklemekti. Ama heyhat! Şimdi tırnak büyütüyorum başımı kaşımak için.

Uzun soruna verdiğim bu kısa cevap umarım yeterli olmuştur.

Meraklısına not: "Çarpık yeri düzeltmek için bir kova kaynar su dök" diyen dostlar! Dediğinizi uyguladım, olmadı ya da beceremedim. Ya da o dediğiniz benim arabanın tamponu için geçerli değil... 06/12/2015

Takım Elbiselilerin Kurban Kesme Macerası*

96-97 yılları olsa gerek. Kasap-marketten et alıp yemenin dışında hayvanın etinden ve budundan anlamayan 7 gurbet adamı kurban kesmek için ortak olduk. "Arkadaşlar, 7 yabancıyız, hayvandan ve kesiminden anlamayız, hepimiz kiracıyız, gelin bir kaçınız başka gruba dahil olsun, içimize bir-iki Kahtalı alalım" dedimse de "Endişeye gerek yok, hallederiz" cevabı aldım ortaklarımdan. Elim durduysa da dilim durmadı. Yine, "Bakın arkadaşlar! Bayram günü hayvanı kaçırıp Kahta sokaklarında bu hayvanın peşinden koşacağımızı şimdiden görür gibiyim" dedim. Ortaklarım gülmekle yetindiler.

Bayramdan önce kasap ayarlandı. Hayvan tartıya çıkarıldı. Kasabı ayarlayan ortağım, "Kasap 10.00'da gelecek, o zamana kadar bir ahır buldum" deyince arabanın üzerindeki kurbanlığı ahırın önüne getirdik. Arabadan hayvanı indirirken mübarek zıplamasıyla birlikte dörtnala koşmaya başladı. Baktım beni sürükleyecek. Yuları bıraktım. Kurbanlık önden, 7 ortak ardından koşmaya başladık. Felaket tellalının günler öncesi söylediği biraz fazlasıyla gerçekleşmişti. Sokakta kovalayacaktık güya. Bizim kovalamaca caddelere taştı. Neyse olan oldu. Lokman eczanesi sağımızda, solumuzdaki parkı geçtik. Hayvan kırmızı ışıkta da durmadı tıpkı insanlar gibi geçip gitti. Hastanenin önünde satılığa çıkarılmış kurbanlıkların arasına daldı ve durdu. Hayret ki hayret!

Zayıf ve cılız ortağımız kurbanlığı çekti götürdü Köy Hizmetleri ya da Kara yollarının bahçesine. Bizse bayrama giden takım elbiseli ortaklar misali ardından eşlik ettik. Hayvanı bir ağaca bağladık. Felaket tellalının dili yine durmadı. "Bu hayvan bu ağacı kırar" dedi.

Söz veren kasap maalesef gelmedi. Beklemekten usanan bizim maceracı kurbanlık, ağacı kırmasıyla birlikte yine koşmaya başladı. Bayramlıklarımız kirlenecekti ama olsun. Bugün bu hayvan kesilecekti. Yüksek olmasa da ihata duvarı işimize yaramıştı. Yakaladık ama ortada kasap yoktu. Yoldan geçen amatör bir amca ile kellesini kesmek üzere pazarlık yapıldı. Nihayet kelle kesildi. Gerisi, "Hallederiz" diyen takım elbiselilerde idi.

Giriştik hep beraber. Deri deri olalı öyle bir eziyet görmedi. İş, içini deşmeye geldi. Hangisi yenir, hangisi yenmez bilinmeden ekip, kopardığını attı kovaların içerisine.

Paylarımızı aldık. Vedalaşmadan önce "Arkadaşlar, önümüzdeki bayrama çıkarsak ekibimiz 7 ayrı gruba dağıtılacak, bilginize" dedim, ayrıldık.

Evde et tasnif işiyle uğraşırken payımın içinde et mi desem; değil, yağ mı desem; değil, yağ bezi hiç değil. Hiçbirine benzemiyordu. Sonunda hayvanın hayasının yarısı olduğunu tespit ettim.

Ertesi gün tüm ortaklarıma "Hayvanın hayasının yarısı bende, diğer yarısı kimde" diye sordum. Bende diyen çıkmadı. Aradan 22 yıl geçmiş, ortaklarımdan hiçbiri, diğer yarısı da benim payımdan çıkmıştı demedi. Bu haya sahibi ortaklar oldukça anlaşılan sahibi ortaya çıkmayacak. Ben yine de iyi niyetimi koruyayım. Belki de hayvanın hayası -kim bilir?-yarımdı.

Bu olayın geçtiği Kahta'ya ve güzel insanlarına kucak dolusu selam…

Bayramınız mübarek ola... 24/09/2015

*10/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

*Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Okul mu o da ne?


Biz onun defterini Haziran ayının ikinci haftasında dürmüştük.Demek ölmemiş ha.Yine geldi çattı.Ne kadar da alışmıştık yokluğuna.Şurada Şubat tatiline ne kaldı. Kapatıversek arayı ne güzel olurdu.Anne-baba,kantinci ve servisçinin dışında herkes durumundan memnun.Önemli olan müşteri memnuniyeti değil miydi? Tatiller içerisinde eğitim ve öğretim yapacak günleri aramanın zor olduğunu hâlâ öğrenemedik gitti.Hani kolaylaştıracaktık. O halde bu zorluk da neyin nesi?Halbuki okulları tümden kapatsak tüm problemler bitecekti.Eğitim-öğretimin sorunları diye bir problemimiz kalmayacaktı.Benden söylemesi,madem istedin.Kendi düşen ağlamaz.Size iyi eğitim ve öğretimler...27/09/2015

Sevgisini Vermediğimiz Din Bizim midir? *

Hizbullah olaylarının ve operasyonlarının olduğu, suçlu-suçsuzun karıştırıldığı, mütedeyyin insanların da töhmet altında olduğu 2002'li yıllardı. Dinden ve diyanetten bahsetmek yasak olmasa da yayılan korku-baskı ve yıldırma sonucunda kabuğuna çekilmişti birçok insan.

Adana'da çalışırken çalıştığım okulun etrafında cennet tasvirleriyle dolu bir broşürü okulumuzun fizik öğretmeninin eline tutuşturmuşlar. Elindeki broşürle birlikte yanıma geldi. Broşürü bana gösterdi. "Şu propagandaya bak, ne güzel çalışıyorlar. Okulun etrafında Yehova Şahitleri cirit atıyor. Siz ne yapıyorsunuz?" dedi. "Hocam onlar rahat çalışırlar. Halen 1000 yıl süreceği iddia edilen bir süreç yaşıyoruz. Dini anlatmaya kalkan, böyle broşür bastıran biri her an için ‘Hizbullahcı' damgası yiyebilir." şeklinde cevap verdim.

Broşürü elime aldım. Üzerinde yazılı İstanbul merkezli numarayı aradım. "Adana'daki temsilcimiz sizi arayacak" dendi ve bir saat sonra "bizimle görüşmek istemişsiniz, nasıl görüşebiliriz" diye temsilcileri beni aradı. Evimde buluşmak üzere anlaştık. Belirlenen günde eşiyle birlikte ellerinde bir çanta olduğu halde geldiler. Giyimleri gayet güzel, konuşmaları cana yakındı. Aramızda şu meyanda konuşma geçti:

Merhaba, ismim Davut, eşim Emine.

Hoş geldiniz. Ne iş yaparsınız?

Sigortacıyım.
Adınız Emine. Daha önce Müslüman olmalısınız?

Evet. Küçükken çok oruç tutup namaz kıldım.

Niçin Yehova Şahidi oldunuz?

Öyle gerekti.

Kabul ettiğiniz Kitabı Mukaddes'te Hz Lut'un kızlarıyla ilişkiye girdiği iftirası var. İlahi bir kitapta böyle bir şey nasıl olur? Bir peygamber içki içer mi?

İsa dışında tüm peygamberler günahkardır.

Başka çelişkilerle ilgili sorular sordum. Benimle tartışmaya girmeden kısa, net ve kendinden emin bir şekilde cevaplar verdi bana temsilci. Sonra benden müsaade alarak Kitabı Mukaddesten bölümler okumak istediğini söyledi. "Okuyabilirsin" dedim. Kitabı açtı. Fosforlu kalemle çizdiği yerleri bana okudu ve bir müddet sonra da müsaade isteyerek ayrıldılar. Giderken de bazı kitap ve broşürler bıraktılar.

Onlar gitti. Beni bir düşüncedir aldı: Adam sigortacı ama kendisi misyonerlik yapıyordu, işini bırakıp gelmişti. Üstelik ilahiyatçı olduğumu bile bile. Dilimizi de iyice öğrenmişti. Eşi Müslüman iken Yehova'yı seçmişti. Bu kadını İslam dairesinde acaba, niçin tutamadık?

Adam dersine hazırlanıp gelmişti. Ben sorular sordukça kızıp sinirlenmeden cevaplar veriyordu. Davasına kendisini adamış ve samimi görünüyordu.

*

Ertesi yıl ders tamamlamaya gittiğim Ticaret Borsası Lisesinde oruç tuttuğunu bildiğim, sorduğum sorularla dini bilen, dindar bir öğrencim Kadir Gecesi günü yanıma geldi:
Hocam, ben Hristiyan olmaya karar verdim.

Çok mu beğendin?

Hayır hocam.

Eee?
Ben Güneydoğu'danım (ilini söylemişti ama hatırlayamadım). Burada abimin yanında kalıyorum. Abim bana bundan sonra sana bakamayacağım. Başının çaresine bak dedi. Kalacak yerim yok. Geçen gün kiliseye arkadaşımla gittik, Hristiyan olması karşılığında kendisine pasaport çıkartıldı. Ben de olursam yurtdışına gönderecekler, başka da çarem yok.

*

Geçen gün bir meslektaşım anlatmıştı: Çocuğunu döven bir eğitimciyi babası mahkemeye verir. İfade verirken çocuk pek şikayetçi olmak istemez fakat babasının korkusu ile çocuk zoraki şikayetçi oluyor. İfadeler verildikten sonra dışarı çıktıklarında baba," Okul hayatımda x branşlı kişi beni okuldan soğuttu. Sen de benim çocuğumu döverek dinden soğutacaksın, buna fırsat vermeyeceğim, senin meslek hayatını bitireceğim." der.

*

Geçen gün bir veli benimle görüşmek istediğini söyledi. Ayaküstü biraz lafladık. Orta kısmını İHL’de okumuş bu velimiz öp öz Konyalı, bir ilçenin köyünden. Biz ailecek Bahai’yiz dedi. Çocuğunun da şu anda Bahai olduğunu 15 yaşına gelince, inancını seçmede serbest olacağını, seçmeli Kur’an dersi aldığını ifade etti. Ben de varsın alsın. Çocuğunuz Kur’an’ı öğrenir, belki siz de ailecek yeniden eski dininize dönersiniz dedim. Ardından nasıl Bahai oldun dediğimde, Antalya’da Bahai biriyle tanıştığını ve sonunda Bahailiği seçtiğini söyledi. Bana cep numaranı verir misin, uygun bir zamanda sizinle konuşmak istiyorum, dedim. Karşılıklı numaramızı aldık. İnşallah uygun bir zamanda sizinle Bahailik üzerine konuşuruz dedim. Olur dedi. Ayrılırken şunu söyledi: “Kur’an öğrenmek için … Kur’an kursunda çok dayak yedim” dedi. Dayak ve Kur’an eğitimi denince ikisinin bir arada olmaması gerekirdi. Belki de beyefendinin Bahailiği seçmesinde yediği dayakların psikolojisi vardır.

Sonuç olarak verdiğim örneklerin üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyorum. Maalesef biz gençliğimize sahip çıkamıyoruz. Gençlik ve insanımız kim, nasıl ilgi gösteriyorsa o tarafa kayıyor. Sahipsiz vatanın batması haksa, elinden tutulmayan neslimiz de şu ya da bu gerekçeyle elimizden uçup gidiyor. Celalettin Rumi için anlatılır: "İdam edilmiş birinin yanından geçerken cesede sarılır ve biz sana daha önce ulaşsa idik belki de idam edilmezdin. Affet bizi kardeşim”. Evet bizler bir yerlerde hata yapıyoruz ama nerede? Vakit kaybetmeden bu hatalar üzerine kafa yormamızda fayda var.

Bildiğim bir şey var. Elimizi uzat-a-madığımız insan bizim değildir. Maalesef uçup gidiyor. Sevgi ve samimiyetimizi ver-e-mediğimiz, yüreğimizi ortaya koy-a-madığımız hiçbir şey bize ait değil, bize özgü olmuyor. Sevgimizi ver-e-mediğimiz, sevdir-e-mediğimiz din de bizim değildir maalesef. 29/09/2015

*18/07/2022 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yeni yetme

“Benim o iş ne oldu?”
Öğrenciler ve öğretmenler geldi.Tören yapıldı. Öğrencilere kitapları dağıtıldı. Ders programları verildi.Nakil için gelenler,nakil gitmek isteyenlerin biri girdi diğeri çıktı."Okul forması ne olacak,nereden alacağım. Çocuğuma kırtasiye ne alacağım" vb sorularla muhatap olduk.Sabahtan itibaren tatlı bir telaş vardı.Ne var bunda? Her okulun açık olduğu ilk gün olan rutin olan şeyler bunlar.Doğru dersin. Ama az sabretsen arkası gelecek mübarek!
Öğleden önce odama 12 yaşlarında bir öğrenci geldi ders programı istemeye. Öğretmenin verir az sonra dedim.Son saat öğrenci yine geldi.Bu sefer kendinden emin bir şekilde kapıdan girdi, koltukları geçti ellerini masaya koydu:
-“Benim o iş ne oldu?”
-Hangi iş?
-Ders programı işi?
-Öğretmen vermedi mi oğlum?
-Hayır vermedi?
-Arkadaşların da mı almadı programı?
-Bilmiyorum.
Benim kafamda hala öğrencinin söylediği “Benim o iş ne oldu?”sözü vardı?Güler misin?Ağlar mısın?
Çocuğu yanıma aldım,sınıfının dersi Beden Eğitimi idi.Dışarı çıktım.Sınıfını yanıma çağırdım. Çocuklara sordum “ders programını aldınız mı”diye.Tüm sınıf “aldık” diye seslendi.”Arkadaşların almış ya oğlum”deyince “ama ben almadım”dedi.
Baktım çocuk konuşmasında samimi.Arkadaşlarına sorma gereksinimi duymadan direk bana gelip soru sormasını görünce içimden "yeni yetme,ne olacak" dedim.(Çocukluğuma gittim.)"Ders programını istemek için müdür odasına gittin mi be oğlum" dedim yine kendi kendime.
Sahi siz öğrencilik hayatınız boyunca hiç müdür odasına girdiniz mi? 28/09/2015

Denize düşenler....


Dün aracımla giderken yol kenarında hem telefonuyla konuşup-yürüyen hem de ardına bakan birini gördüm. Anlaşılan acelesi vardı. Durdum yanına. "Gideceğin yere götüreyim" dedim. "Olur" dedi, bindi. Bir müddet yok aldıktan sonra hasbihale başladık:
-Kulesitenin yanına gidiyorum.
-Hayırdır?
-Orada bir otelde çalışıyorum.
-Vardiya usulü mü?
-Sabah 8.00-akşam 8.00,ya da akşam 8.00-sabah 8.00 çalışıyorum.
-Evli misin?
-Evet.
-Ücretin nasıl,dolgun mu?
-Nerde? Çıkacağım işten.
-Niye?
-Yetmiyor. Kartlar dolu, ödeyemiyorum.
-Asgarisini mi ödüyorsun?
-He valla. Döndürmeye çalışıyorum. Ama bu gidişle zor. Ben şurada ineyim. Allah razı olsun...Dedi ve indi.
Gencin ardından yoluma devam ettim. Üzüldüm haline onun ve onun gibilerinin. Ayıplamadım onları. Keşke imkanım olsaydı da onun ve diğerlerinin kredi kartı ve kredilerini ödeyebilseydim.


Karşılaştığım bu konu öyle zannediyorum size hiç yabancı gelmedi. Hepsi şu ya da bu gerekçe ile kendini mecbur hissettiğinden ve çevresinden borç bulamadığından içine düştüğü dar boğaz ve sıkıntıdan kurtulmak için bu yola başvurdular. Çıkmaya çalışıyorlar, debelendikçe debeleniyorlar, maalesef düşmeye de devam ediyorlar. Böyleleri önce kredi kartının asgarisini ödeyerek başlıyorlar bu faiz sarmalının içine. Bir müddet sonra döndürülemez hale gelince ek hesaptan çekmeye, ardından kredi kartından nakit çekmeye başlıyorlar. Sonra borçlarını toparlamak için kredi çekiyorlar. Krediyi ödemek için bir başka bankadan yapılandırma yoluna gidiyorlar. Artık bankalardan kredi çekme yolunu bitirince de tefeciye gidiyorlar. Her geçen gün içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Ben bunlara "denize düşüp yılana sarılan insanlar" diyorum. Allah yardımcıları olsun böylelerinin. Bu durumda olan insanlar maalesef mutlu değildirler. Bunlardan mutlu olan tek kesim: Bankacılar. Bu fırsatçıların nefret ettiği tek kesim ise; kredi çekmeyen, kredi kartı kullanmayan, kullanıyorsa da dönem borcunu tam ödeyen tiplerdir. Milletin parasını yine millete kaşıkla verip kazanla alan bu paradan para kazanan sektör, ülkemizde her yıl en fazla kazananlar içerisinde ilk üçü kimseye kaptırmayanlardır. Bu sektör maalesef tefecilikle hem milleti hem de devletin geleceğini borç sarmalına bağlamışlardır. Sağdıkca sağmaktadırlar. Kendi yarınlarımızı sattığımız gibi gelecek nesillere de miras olarak borç bırakıyoruz.
Günü kurtarmak için yarınlarımızı yok ettiğimiz bu zihniyet devam ettikçe "Allah ve Rasûlüne savaş açmaya" devam edeceğiz demektir”.
Gelin kazanamayacağımız bu savaşı devam ettirmeyelim.
Sonucu belli böylesi hezimetlere daha ne kadar dayanırız bunun muhasebesini yapalım. Unutulmamalı ki, her hezimet insan onurunu zedeler. Aramızda karz-ı haseni yayalım. Denize düşeni çıkaralım, bir tekmede biz vurmayalım. Varken harcayalım. Yoksa ayağınızı yorganımıza göre uzatalım. Küpe girmeden sirke olmayalım.04/10/2015

Camilerin -En Gerisini Mesken Edinen -Tapulu Müşterileri

Camide cemaatle namazı kılmak için ip gibi saf tutarız.
Farz bitince sünneti kılmak için tespih tanelerinin saçılması gibi caminin içerisine dağılırız.
Buraya kadar her şey normaldir.
Her camide bir-iki kişi camiye saç-baş yoldurmak için gelirler.
Bunlar caminin en sonunda namaza durur.
Kazara erken çıkman gerekti mi yandın. Çünkü bizim muhterem kimseyi geçirmeyecek ve çıkarmayacak şekilde sırtını duvara vermiş ve namaza durmuştur. Artık ne rükû ne secde. Çünkü adam kıyamdadır. Sanırsın ki kıyamda Kur'an-ı hatmediyor. 
Kalkmış bulundun artık. Beklersin beklersin beklersin.
Kalktığına kalkacağına pişman olursun. Sen pişman ola dur.
Bey Amca mutlu mu mutlu? Çünkü amacına ulaşmıştır.
Bir de seni göz ucuyla süzer, yanlışlıkla önünden geçmeye kalkarsan "geçme" dercesine eliyle işaret eder.
Sen amcayı anlamasan da amca görevini yapmanın mutluluğu içerisinde evinin yolunu tutar, diğer vakitte oltaya yeni müşteriler yakalamak için.
Bu da senin kulağına küpe olsun. Oturur bir daha cemaatle beraber çıkarsın. 05/10/2015