6 Aralık 2015 Pazar
"Toplu Taşıma Araçlarını Kullanacağım"
-Bir karar aldım.
-Hayırdır?
-Şerle işim olmaz. Bundan sonra işime özel aracımla gitmeyeceğim. Toplu taşıma araçlarını kullanacağım.
-Tebrik ederim. Yalnız bazı tavsiyelerim olacak
-Nedir?
-Otobüse binince eline, koluna, kulağına, gözüne, ayağına dikkat et.
-Niye ki?
-Ayakta durursan geçenler ayağına basabilir, oturabilirsen koridor tarafına oturma. Şayet oturduysan koridordan geçen bayanların ve öğrencilerin çantasından kafanı, kolunu koru.
-Başka?
-Gençler yer vermezse büyük olarak büyüklerine yer ver.
-Başka?
-Ayakta kalırsan kenara çekil. Sıkı sıkıya bir yere tutun; Eğer yüz üstü kapanmak istemiyorsan. Çünkü kaptanın ne zaman ani fren yapacağı belli olmaz.
-Başka?
-El kartın olsun. Zaman zaman kontrol et içerisinde kredin olup olmadığına. Eğer bakmazsan bir gün şoförün ve yolcuların bakışları arasında yetersiz bakiyeyle karşılaşırsın. Bundan sonra inisiyatif şoföre geçer. Seni ya indirir. Ya içeriden bul der. Ya da başka bir binişinde 2 kere tutarsın der. İçeriden bulmaya
kalkarsan "el kartı olan var mı" diye sesleneceksin. 65 yaşını doldurmuş, polis, zabıta, belediye personeli, muhtarlar dışındaki yolculardan -eğer varsa- el kart bulmaya çalışacaksın. Şimdi sıra el kartını kullandığın kişiye bozuk para vermende. Bunun için mutlaka cebinde bozuk para bulundur.
-Başka?
-İneceğin yere gelmeden önce kalkıp inecek düğmesine basacaksın. Bir de uyuyup kalma, kaldıran da olmaz. Soluğu son durakta alırsın.
-Başka?
-Evine gelebilirsen ya da işine gidebildiysen önce 2 rekât şükür namazı kıl. Sonra diğer işlerine koyul. 13/11/2015
Peygamber Mesleği (mi?)
-Ne iş yapıyorsun?
-Peygamberlik mesleği.
-Peygamber ne iş yapardı ki?
-İnsan eğitirdi.
-Eee...
-Sen ne yapıyorsun?
-Ben de öğrenci eğitiyorum.
-Öğrenci eğitmeyi ücretsiz mi yapıyorsun?
-Ücretsiz yapılır mı? Kim kime ücretsiz iş yapar bu devirde?
-Ama peygamber ücretsiz yapardı bu işi.
"Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” derdi.
-Yani ben şimdi ücret almayayım mı?
-Al da. Yaptığının en iyisini yap. Ama görevine peygamber mesleği deme.
Çünkü peygamberin yaptıklarından sadece bir tanesini yapıyorsun.
***
-Sen ne iş yapıyorsun?
-Peygamber makamı benimki de.
-O ne demek?
-Peygamber imamlık yapmış. Ben de namaz kıldırıyorum.
-Ama sen bu görevinden ücret alıyorsun. O mübarek almadı. Karşılığını Allah'tan bekledi.
-Olsun ne farkeder? Aynı şey değil mi?
-Aynı şey değil. Sadece namaz kıldırmada benzerlik var. Başka da benzerlik yok. O, namazın dışında başka görevlerde yapardı.
-Eee...
-Namazını kıldır, karşılığını al. Görevini en iyi şekilde icra et. 24/11/2015
Ön yargı
-Babacığım, ön yargı ne demektir?
-Şartlanma gibi bir şey.
-Şartlanma ne demek?
-Peşin hükümdür.
-Peşin hüküm ne demek?
-Her verdiğim cevaba "bu ne demek" diye soru sormaya devam edecek misin?
-Anlamayınca soracağım elbette.
-Sana başımdan geçen bir olayı anlatayım. Belki o zaman anlaşılır:
Milli Eğitim Bakanlığına Ömer DİNÇER geldiğinde, bünyesinde bulunan 35 Genel Müdürlüğü sayısını 17 ya da 18 'e indirerek teşkilatında radikal kararlar almıştı. Bir tanıdığımla bu durumu değerlendiriyorduk:
-Meb teşkilat yasası değişti. Genel müdürlük sayısı 35'den 17'ye indirildi. Ne dersin?
-Kadrolaşacaklar. Kendi adamlarını getirecek.
-Hocam bu nasıl kadrolaşma olur. Genel müdürlük 17'den 35'e çıkarılsa yeni elemana ihtiyaç duyulur. Bunda kadrolaşma olur. Fakat burada 35'den 17'ye inmiş. Eleman azalması olacak. Kadrolaşma bunun neresinde?
Görüldüğü gibi söylenen "kadrolaşacaklar" sözü tamamen şartlanmışlığı, önyargıyı ve peşin hükümlülüğü gösterir.
-Şimdi anladım önyargının ne demek olduğunu.
-Hele şükür... 11/02/2015
-Şartlanma gibi bir şey.
-Şartlanma ne demek?
-Peşin hükümdür.
-Peşin hüküm ne demek?
-Her verdiğim cevaba "bu ne demek" diye soru sormaya devam edecek misin?
-Anlamayınca soracağım elbette.
-Sana başımdan geçen bir olayı anlatayım. Belki o zaman anlaşılır:
Milli Eğitim Bakanlığına Ömer DİNÇER geldiğinde, bünyesinde bulunan 35 Genel Müdürlüğü sayısını 17 ya da 18 'e indirerek teşkilatında radikal kararlar almıştı. Bir tanıdığımla bu durumu değerlendiriyorduk:
-Meb teşkilat yasası değişti. Genel müdürlük sayısı 35'den 17'ye indirildi. Ne dersin?
-Kadrolaşacaklar. Kendi adamlarını getirecek.
-Hocam bu nasıl kadrolaşma olur. Genel müdürlük 17'den 35'e çıkarılsa yeni elemana ihtiyaç duyulur. Bunda kadrolaşma olur. Fakat burada 35'den 17'ye inmiş. Eleman azalması olacak. Kadrolaşma bunun neresinde?
Görüldüğü gibi söylenen "kadrolaşacaklar" sözü tamamen şartlanmışlığı, önyargıyı ve peşin hükümlülüğü gösterir.
-Şimdi anladım önyargının ne demek olduğunu.
-Hele şükür... 11/02/2015
Yetiştirme Kursları-1
Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda yetiştirme kursu açma konusunda çaba gösteriyor ve bu konuda samimi. Fakat bu kursların verimsizliği konusunda veli, öğrenci, yönetici hemfikir.
Kurslar açılacaksa öncelikle verim konusunun irdelenmesi gerekiyor. Bu konuda önce Nasrettin Hoca'yı dinleyerek işe başlamamız lazım:
Hoca bir köye gelir.Vatandaş vaaz vermesini ister. Hoca vermesine veririm ama parasız olmaz. Bir kese altınınızı alırım. Köylü olur mu öyle şey dese de mecburiyet karşısında bir kese altını toplar hocaya teslim ederler. Köylü pür dikkat vaazı dinledikten sonra hoca keseyi geri verir. Hocam niye istedin niye geri veriyorsun diye sorarlar. Hoca, "Paranızı alınca daha dikkatli dinlediniz vaazımı. Bir de insanın cebi paralı olunca daha bir emin konuşuyor. Alın paranızı. Ben amacıma ulaştım. Paranızla işim kalmadı." der ve ayrılır.
Bu fıkrayı okuyan hemen öğretmenler para istiyor, işleri-güçleri para diye hemen serzenişte bulunacaklar. Desinler, işin içine girmeden insanlar konuşabilirler. Onlar konuşa dursunlar biz konuya girelim. Verimli bir kurs için:
● Kurslar ücretli olmalıdır.
Maalesef bedava işlerde bizde kıymet bilinmiyor. Kursa başlayan öğrencilerin çoğu bir müddet sonra devamsızlık yapmaya başlıyor. Çünkü caydırıcılığı yok. Bu yüzden kursa katılacak beher öğrenci için caydırıcı olacak bir ücret belirlenmelidir. Mesela yıllık 500 TL olabilir.
Kursiyer öğrenci kurs bitimine kadar devam ettiği takdirde yatırdığı paranın % 80'i geri ödenebilir. Kesinti yapılan % 20'lik miktarı kursta kullanılan kırtasiye ve temizlik yapan hizmetli için mahsup edilebilir. Ayrıca kursta başarılı olan ilk 5 öğrenciye % 20'lik kesintiden ödül verilebilir. Para almamız yanlış anlaşılır denirse okul-veli arasında "öğrenci kursa devam etmediği takdirde veli, okul-aile birliği hesabına 500 TL yatırmakla yükümlüdür" şeklinde bir sözleşme yapılabilir.
● Müstakil eğitim bölgesi haricindeki merkez ilçelerde, müracaata göre yeterince okulda kurs açılmalıdır.
Her okulda kurs açılmamalıdır. Tek ve iki şubeli okullarda öğrencilerde yarışma sorunu yaşanmaktadır. Öğrenci sayısı fazla, ulaşımı kolay yerlerde açılmalıdır.
● Kurslarda görev almak isteyen öğretmenler dilekçelerini okulları aracılığıyla ilçe Milli Eğitim Müdürlüklerine ulaştırmalıdır. İlçe MEM'ler görev almak isteyen öğretmenleri elektronik ortama aktarmalıdır.
● Kursiyer olacak öğrenci, okul ve öğretmeni elektronik ortamda kendisi seçmelidir.
● Kursun verimine katkı etmeyen, huzur ve ahengini bozan öğrencinin kursla ilişiği kesilebilmelidir.
● Kurs merkezi okulun yönetici ve hizmetlileri ücret yönünden tatmin edilmelidir.
● Kurslarda dersler başlamadan önce kursiyer öğrenciler arasında seviye belirleme sınavı yapılmalı. Seviyeye göre sınıflar oluşturulmalıdır.
●Seviye tespit sınavına göre oluşturulan sınıfları mevcut durumlarından ileriye taşıyan ders öğretmeni başarı belgesi gibi taltifle veya maddi bir ücretle ödüllendirilebilir.
Açılacak yetiştirme kurslarının başarılı ve verimli olması temennisiyle... 31/08/2015
Yetiştirme kursları-2
02/09/2015 tarihinde yayınlanan yazımda okullarda açılacak
yetiştirme kurslarından verim alınması isteniyorsa ne şekilde yapılırsa verim
alınır konusunu değerlendirmişim. Aslında sınavlara hazırlık, derslere takviye
içerikli her türlü kursun açılmasına çok sıcak bakmıyorum.
2015-2016 öğretim yılının açılmasına ramak kaldı. Okulların
iç ve dış paydaşlarında yazdan beri bir hareketlenme başladı. Bildiğiniz gibi
dershaneler kapandı. Yeri nasıl doldurulmalıydı?
1.Çocuğumu etüt merkezine vermeliyim.
2.Çocuğuma özel ders aldırmalıyım.
3.Dershaneden dönüşen kurs merkezlerinden çocuğuma 3
dersten takviye aldırmalıyım.
4.Eğitim desteğine başvurup çocuğumu özel okula ya da özel
temel liseye almalıyım. Bir kısmını devlet karşılar bir kısmını da ben öderim.
5.Son çare okullarda açılacak olan kurslara gönderirim.
Veli gözüyle baktım olaya. Yazım uzamasın diye diğer
paydaşlara değinmeyeceğim. Bildiğim bir şey var. Bu işte iyi paraların
döndüğüdür. Durumun geldiği noktayı görmek bakımından Konya merkezde
iyi derecede eğitim ve öğretim yapan bir okulun lise müdür
yardımcısının "Devletin eğitim teşviğinden yararlanmak için
gelen velinin elinde fakirlik belgesi ile müracaat ettiğini"
anlatması vardı. Varın siz gerisini düşünün.
Bütün bu olup bitenleri ibretle izlerken durumu özetleyen
şu fıkrayı paylaşmak isterim: Yaya yürüyüşle 40 günde gidilip gelinen bir
mesafeye Çin hükümeti tren yolu döşemek için fizibilite çalışması
yapmaları için mühendisleri görevlendirir. Bunları gören köylülerle mühendisler
arasında şu diyalog geçer:
-Ne yapacaksınız buraya?
-Tren yolu yapacağız.
-Ne işimize yarayacak bu?
-Efendim, gidiş gelişi 40 gün süren mesafeyi bundan sonra 4
günde gidip geleceksiniz.
-İyi güzel de... Geri kalan 36 gün biz ne iş yapacağız?
Çocuklarımızın öğretimi ve iyi bir geleceği konusunda
düştüğümüz durumu en iyi anlatan fıkra bu olsa gerek. Devlet "Okullarda,
Halk Eğim Merkezlerinde, "ben ücretsiz kurs açıp çocuklarımızı geleceğe
hazırlayacağım, paranızı gidin başka ihtiyaçlarınıza harcayın," diyor. Biz
ise, "Ne olacak çocuklarımızın hali? Hafta sonu çocuklarımız ne iş
yapacak? Dershane için ayırdığım parayı ne yapacağız?" diyoruz. Türkiye'de
2 milyon kişi YGS-LYS sınavına girer. 200000 kişi bitirdiği zaman iş
bulabileceği bir okula yerleşir. Bütün çaba, gayret, hırs ve kavga budur
aslında.
Bugün öğrencilerimiz ortaokullarda haftalık 35,
İmam-Hatip Ortaokullarında
36, liselerimizde 40 saat ders olmak üzere günlük ortalama
8 saat ders işlemektedirler. Biz ebeveynler hafta sonu tatilini -istirahat
edelim diye- iple çekerken hafta sonu dünyaya geldiğine pişman edecek şekilde
çocuklarımızı dershane, etüt merkezi, özel ders alma-aldırma, okul kursu vb.
yerlere ek ders görmesi için gönderiyoruz.
Devlet, millet olarak niçin çocuklarımızın pedagojisini
dikkate almıyoruz. Bu çocukları yarış atı gibi bu tür yarışlardan ne zaman
vazgeçeceğiz. Yahu bu çocuklara yüklerinin üzerinde yük veriyoruz. Gerçekten
çatlatacağız. Bu çocuklar tarihin en şanssız ve bahtsız çocukları olarak tarihe
geçeceklerdir. Bir defa bu çocuklar yarışa hazırlandıkları için çocukluğunu
yaşamıyor.
Bu nesil tıpkı hormonlu yetiştirdiğimiz besinlerimiz gibi
fast-foodla, cips ve kola ile beslenen hormonlu bir nesildir. Siz
boyuna, bosuna, gelişimine bakarak çocuk büyüttük diye övünmeyin.
Çocuğuma iyi bir ortam sağlayarak iyi bir geleceği olacak
diye çabalamayın. Çünkü bu neslin beyni, zihni doludur. Haftada 40 saat ders
gören bir öğrenci, hafta sonu da kursa gidecek ve okul ve kurslarda gördüğü
dersleri tekrarlayacak, ilgili konu ile ilgili soru çözecek, deneme
sınavı yapacak. Bu vücut çekerse buyurun yükleyin.
Biz eğitimcilerin, eğitime yön veren yetkililerimizin,
çocuğun gelişimini açacağı kurslarla ticarethane gören özel
müteşebbislerimizin, anne babalarımızın yani hepimizin çocuklarımıza iyi
niyetle yaptığı kötülüğü kimse yapamaz. Bir defa çocuğun analitik düşünebilmesi
için boş zamana ihtiyacı vardır, öğrendiği bilgiyi harmanlayabilmesi gerekir.
Dolu beyin yeni bilgi almaz.Tok insanı zorla doyurmak istemek
gibidir.
Bunları yazarken okullarda, eğitim ve öğretimde hiç sorun
yok demiyorum. Sorun var ki, çözümünü başka yollarla halletmeye çalışıyoruz.
Yalnız yanlış metot doğru sonuç vermez.
Yazıyı uzattım biliyorum. Ama kısaca ne yapılmalıdır,
sorusuna değinip yazımı noktalamak istiyorum. Okul dersi dışında
öğrenciye okullarda dahil hiçbir takviye ders yapılmamalıdır. Peki, başarı
nasıl gelecek diyorsanız:
1.İlkokulu bitiren bir çocuk kayıt alanındaki ortaokula 1
Temmuz'a kadar yazdırılır.
2.Okullardaki öğretmen-yönetici nakli,
gelecek-gidecek 1 Temmuz'a kadar çözülür.
3.Derslerin, haftalık ders saatlerinin ve ders konularının
kesinlikle azaltılması gerekir. Haftalık 25 saat idealdir.
4.Eylül ayının ilk haftasında 1 Temmuz'a kadar kaydı
yapılan 5.sınıf öğrencilerine MEB tarafından merkezi olarak seviye
tespit ya da seviye belirleme sınavı yapar. Her okulun yapılan derslerden neti
ya da puanı belirlenir. Belirlenen bu netler okulun taban puanı olur. Hepsi
olmasa da soruların bir kısmı kesinlikle klasik sınav olmalıdır.
5.Eğitim ve öğretim başlamadan öğretmen gireceği sınıfın
net ve puanını dikkate alarak derslere başlar. Öğretmenin görevi sadece
bakanlık tarafından belirlenen kazanım ve amaçları öğretmektir. Ayrıca sınav
yapmaz. Sınavları bakanlık TEOG'da olduğu gibi yılda en az 2 defa olmak üzere
kendisi yapar. Sene sonunda elde edilen not ve puanlar öğrencinin sınıf geçme
ve 4 yılın sonunda liseye yerleşme puanı olarak belirlenir. TEOG'da sınavı
yapılan 6 dersin dışındaki derslerden öğrenci başarılı-başarısız olarak sınıfı
geçer ya da kalır. Ayrıca notla değerlendirilmez.
6.Sınıfında SBS-STS'ye göre başarılı olan öğretmenin maaşı
yıl sonu başarısına göre artırılır. Başarı derece ve kriterine göre öğretmenin
hizmet puanı artırılır. Maaş artışı ve hizmet puan artışı mutlaka öğretmeni
motive edecektir. Öğretmen bir okula atandığı zaman 4 yıl kalır. 4 yıl öncesinde
hiç bir şekilde yer değiştirme yoluna gidilmez. Sadece belirlenen başarı
kriterini yakalayamayan öğretmenin 1 yılın sonunda yeri değiştirilir, maaşında
artış yapılmaz. Yeni gittiği yerde de başarı performansını yakalayamayan
öğretmen bir defaya mahsus hizmet içi eğitimine alınır.
8.Başarı için okul yönetiminin, öğretmenin veli ve öğrenci
üzerinde belirli yaptırımları olmalıdır.
9.Eğitimde tam gün eğitim uygulaması başlatılmalıdır.
Burada eğitimin en önemli faktörü öğretmen üzerinde de
durmak isterdim.Yazım uzadığı için öğretmen konusunu da -kısmet olursa- bir
başka yazımda ele almak istiyorum. 06.09.2015
Amme adına iş yapanların keyfi ziyaretleri
-Duydum
ki benim muhitime gelip gitmişsiniz.
-Evet
geldik. Özel bir durum vardı.
-Peki,
bana niye uğramadınız?
-Efendim
zamanımız kalmadı.
-Planınızda
var mıydım?
-Elbette.
-Efendim
zamanımız kalmadı.
-Şuna
plansızım. Ya da ihtiyaç hissetmedik desenize.
-Olur mu
öyle şey? Seviyoruz elbette de...
-Peki, o "de" ne demek?
-Yani
şey.
-Özel
durum neydi?
-Bir
dostumuzun başına gelen sıkıntıya destek olmak için gitmiştik.
-Dostunuzun
sıkıntısına destek olmak güzel. Tebrik ederim sizi. Fakat muhitimdeki falan ve
falan kimseyi de ziyaret etmişsiniz. Onların da mı sıkıntıları vardı?
-Onların
efendim bir sıkıntısı yoktu. Onlar yol üstündeydi
-Peki ben
yol kenarında mıydım?
-Ama
hocam.
-Aması
ne? Bu yaptığınıza ne denir? Kardeşler arasında ayrımcılık değil mi?
-Hocam
biz hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindir.
-Öyleyse
bu yaptığınız dışlama değil de nedir, söyleyin Allah aşkına. Yaptığınız özel
bir ziyaretse eyvallah. Yok, ait olduğunuz topluluk adına yani amme hizmeti ise
bu neyin nesi?
-Hocam
sana da geliriz merak etme.
-Ne
zaman?
-Fırsat
bulduğunuz zaman mı? Başıma bir şey gelirse o zaman mı?
-Hocam
Allah göstermesin!
-O zaman
ben başıma dert olacak bir mesele bulayım, belki o zaman teşrif edersiniz.
-Yok,
hocam olur mu öyle şey?
-Yahu mübarekler,
iyi günde destek olmayan kötü günde nasıl destek olabilir?
-Şuna biz
istediğimize gider, istemediğimize gitmeyiz desenize. Allah hayrınızı vere...22/11/2015
Arabama Vuran Beni Buldu
Bugün park halindeki aracıma vurup kaçana serzenişte bulunurken kaza kazayı açtı. 2001 yılında aracıma çarptığı halde kaçmayan bir sürücü aklıma geldi.
-Sanırım- Mustafa Kemal Bulvarında seyir halindeyken arka arka gelen birisi vurdu aracıma. İndim baktım arka sağ teker üstü kaporta ve boya darbe yemişti. Kalabalık hep birden anlaşmışçasına, "bir şey yok, bir şey yok" diye seslendi. "Bir şey yok mu gerçekten" dedim. Kalabalık tekrar bir şey olmadığını teyit etti. Hele şükür, vuran da kaçıp gitmemişti.
Bir şeyin olduğu belli olan aracıma, bir şey yokmuş muamelesi yapılarak bindim ayrıldım. Araba yıkatmaktan vaz geçip evin yolunu tuttum. Tıraş olmam lazım. En iyisi tabanvay diyerek yürümeye başladım. Akşam karanlığında biri beni durdurdu.
—Beni tanıdın mı?
—Hayır.
—Senin arabaya vuran benim, kaportacıya göster, neyse masrafını ödeyeyim. Ben belediyede zabıtayım. Bir ara uğra.
—Eyvallah kardeş, teşekkür ederim.
Gündüz meydana gelen moral bozukluğunun yerini akşam huzura bırakmıştı. İçten içe, "helal olsun be adama, insanlık ölmemiş hâlâ. Adamı tanımıyordum. Ama adam geldi beni buldu" şeklinde konuşmaya başladım.
Nice günler sonra zabıtayla tanış olan birisi ile belediyeye giderek bizim zabıtayı bulduk. Selam kelâmdan sonra:
—Arabayı gösterdin mi?
—Evet.
—Ne kadar?
—30 TL
—Öyle mi, bir dakika ben şu çocuğumu eve bırakıp geleyim, siz bekleyin, hallederiz.
Adamı bekledik epeyce, hem de yaya olarak Kahta'yı bir kaç defa tur atacak şekilde. Ne gelen oldu ne de giden.
Bir bardak soğuk su ile birlikte geri döndük.
Anlayacağınız, arabama vurup kaçandan da bana hayır gelmedi vurup kaçmayandan da. Gelen vurdu giden vurdu. Canları sağ olsun. Ancak durup kaçmayana çok da gönül koymadım. Belki de imkanı yoktu. Kim bilir? 18/09/2015
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)