2 Aralık 2015 Çarşamba

Görsel Sanatlar


Namı diğer Resim dersi. Yeteneği olanlar için iple çekilen bir ders. Benim gibi kabiliyeti olmayanlar içinse çekilmez bir ders.
Hiç bir ders önem bakımından diğerinden geri değildir. Her birinin yeri ayrıdır.
Okulların çoğunda resim odasının olmaması, öğrencinin gerekli ilgiyi göstermemesi, malzeme getirmemesi, öğrencinin okul çantasının dışında ayrıca resim çantasını taşıması, resimle ilgili sürekli malzeme ve materyal istenmesi, ders saatinin haftada bir saat olup yeterli olmaması, öğrencilerin önceliğinin merkezi sınavlara önem vermesi, ders öğretmeninin zaman zaman notu silah gibi kullanması, resim çalışmasını çoğu zaman ailenin yapmak zorunda kalması...vb. durum/sıkıntılar göze çarpmaktadır.
Yukarıda bahsettiğim gibi resim dersiyle aram hiç iyi olmadı. Çizdiğim pazar yeri çalışmasını orta 2.sınıfta öğretmenimiz Naci EROL görünce "perspektifi iyi olmamış" demişti. Bu kelimeyi de ilk defa duymuştum. 3'er kişilik sıralarda resim yapmak da ayrı bir eziyetti gerçekten. Bu açıdan şimdiki öğrenciler çok şanslı. Çünkü 2'li oturuyorlar. Perspektifi beğenilmeyen pazar yeri resmimim ardından diğer çalışmalarım sayesinde onluk sisteme göre -şimdinin 1'i olan- 4 alarak 1.dönemin sonunda tek zayıfla evimin yolunu tutmuştum. Liseye başlayınca kurtulmuştum bu dersten. Çünkü ders yoktu. Yoksa daha neler çekerdim kim bilir. Müzik ve Beden Eğitimi derslerinden çektiğimi konumuz olmadığı için anlatmaya gerek yok.
Sanata meylim olmadığı için damarlarımdan biri eksik kalacaktı ama olsun. Vermeyince Yaratan, ne yapsın Ramazan. Hoş sadece ben çekmedim bu dersten öğretmenimiz de çekmiş. Evlenmek için bir kıza talip olmuş. Kayınpederi, "Ben boyacıya kız vermem demiş." Eskiden boyacı denilen bu meslek erbabına şimdilerde ressam diyoruz.
★★★
Her ders öğretmenine göre önemlidir mutlaka. Çünkü herkes kendi penceresinden bakar hayata... Kahta İmam Hatip Lisesinde görev yaparken Müdür Başyardımcısı Ali OLT anlatmıştı. Okula bakanlık müfettişleri gelmişti. Müfettiş ders denetimine girerken ders esnasında bahçedeki dolaşan öğrencileri görür, Ali OLT'a sorar:
-Bu çocuklar niye dışarıda?
-Dersleri boş.
-Hangi ders?
-Ivır zıvır dersler.
-Nasıl ıvır zıvır ders.Dersin adı ne?
-Resim dersi
Ivır zıvırı duyan müfettiş derse girmekten vaz geçer. Ali Hoca'yı oturtur. Bir saat kadar resim dersinin önemini anlatır.Çünkü müfettişin branşı Resim'miş.
Resim dersinin önemini o an iyice kavrayan Ali Hoca beni görünce," Ramazan Hocam, müfettişi dinledikten sonra o an imkanım olsaydı bütün dersleri kaldırıp hepsini Resim dersi yapmak isterdim." Dedi. Kulakları çınlasın Ali Hocam belki de şimdilerde resim yapmaya başlamıştır, kim bilir?
★★★
Birinci bölümde bahsettiğim gibi yeteneğim olmadığından Resim dersinden pek hazzetmezdim. Bitmek bilmeyen o bir saatlik ders bana işkence gibi gelirdi. Yaptığım resmi kendim de beğenmediğimden not almak için öğretmene göstermek de ayrı bir çileydi benim için. Diğer derslerim iyiyken bu dersin zayıf olması da ayrı bir dertti gerçekten. Karneyi aldıktan sonra "Karnen nasıl" diye soranlara "Resim zayıf" deyince ayıplanmam ise ayrı bir dertti zaten.
Yıllar geçti. Resim derdim yine depreşti. Bu sefer resim ödevim yok. Benim derdim resim malzeme ve materyali almak şimdilerde. Bu sene başında çocuğum tarafından bana verilen alınacaklar listesinde neler yoktu ki...
İşte Liste:
Pastel boya,
Akrilik boya,
Mum jel boya,
Kuru boya,
Sulu boya,
Su kabı,
Resim kağıdı,
Fon kartonu,
Guaj boya,
Cetvel,
Tutkal,
Vernik,
50 adet ahşap mandal,
Karton,
Keçeli kalem,
Klasör,
Poşet dosya,
Peligom,
Palet,
maske,
Fırça,
Print,
Bant,
Parlak boya,(altın,gümüş,bronz)....
Bereket resim çantası geçen yıldan olduğu için alınmadı. Yukarıdaki listenin içerisinde Teknoloji Tasarım dersinin malzemeleri de var. Kırtasiyeye ne kadar verdiğimi ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim.
★★★
Sayın Görsel Sanatlar Öğretmenim!
Anladığım kadarıyla çok idealistsin. Fakat bir saatlik derste aldırttığın bu kadar malzemeyi nasıl kullanacaksın. Bir de bu çocuk bu yıl 8.sınıf. Yani TEOG sınavına girecek. Biliyorsun ki bu sınavda çıkacak derslere yoğunlaşacak bu çocuklar. Gel ısrar etme. Ben yaptığım masraftan geçtim. Aldırdığın malzemenin her birini bir derste kullandırsan malzemeler fazla gelir. Tatile gidecek derslerini, okulların geç açılmasını hesaba katmıyorum. Sonra bu sanattan anlamak ve başarı göstermek biraz genetiktir. Ben bu çocuğun babasını da tanıyorum. Bu alanda beceriksiz mi beceriksizdir. Çocuğumda da bir maharet yok. Gel yorma kendini. Bize de Çin işkencesi çektirme... 05/11/2015

Aşırı Korumacılık ***


--Hocam, çocuğum söz dinlemiyor.
--Niçin?
--Bilmem ki!
--Ne yaptın ona da söz dinlemiyor?
--Dediği her şeyi yaptım. Kendimin görmediği her şeyin en iyisini ona aldım.
--Çocuğuna kötülük yapmışsın.
--Ahdım vardı. Çünkü ben geçmişte çok çektim, o çekmesin istedim. Her şeyimi ona iyi bir gelecek hazırlamak için dizayn ettim.
--Şuna saçımı süpürge ettim desene!
--Hay aklınla bin yaşa! Hem de fazlasını yaptım. Ondan hiçbir şey istemedim. Sadece okusun, iyi bir statü elde etsin, kendisini kurtarsın istedim.
--Hiç sorumluluk verdin mi ona?
--Tek sorumluluğu vardı: Ders çalışmak. Neredeyse uçan kuştan korudum onu.
--Hiç ekmek aldırttın mı ona?
--Hayır, ders çalışsın diye ben aldım.
--Odasını kendisi mi düzeltti?
--Annesi.
--Okula nasıl gidip geldi?
--Servisle.
--Cep telefonu var mı?
--Var, hem de en alası! Annesi de onunla bir oldu, en pahalısından aldım. Arkadaşlarının da varmış zaten.
--Çalışma odasında bilgisayar var mı?
--Var, ödev yapacakmış aldık onu da.
--Sosyal hayatı var mı çocuğunuzun?
--Ev-okul-etüt merkezi üçgeninde mekik dokudu.
--Maddi sıkıntısı var mı çocuğunun?
--Ne sıkıntısı olacak? Maddi olarak hiçbir şeyi eksik değil.
--Okudu mu bari?
--Okudu okumasına da. Ona da okuma denirse! Sanki o okumadı, ben okudum. Benim ona verdiğim imkânları babam bana verebilseydi allâmeyi cihan olurdum.
--Baban okuman için sana imkân sunmadı mı?
--Sunmadı sanıyordum. Ama en iyisini yapmış gerçekten. Beni hem okuttu hem de bana sorumluluk vermiş. Tatil ve hafta sonlarında işinde ona yardım ettim. Zaman zaman inşaatlarda çalıştım. Ellerim şişti, ayaklarıma kara sular indi çoğu zaman. Güneşin altında çalışırken yandım, susadım. Okumak en iyisi dedim hep ve dört elle okumaya sarıldım.
--Baban en iyisini yapmış bence. Sen niye öyle yapmadın?
--Ne bileyim ben? Her imkânı sunarsam daha iyi okur, kendisini kurtarır, iyi bir statü elde eder, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmez dedim. Şimdi okumasından geçtim. Ahlâkî zaafları var. Kişiliği tam oturmadı. Evlendirdim. Kendisine özgüveni yok. Kendi işini kendi yapamaz,  her şeyi yine benden bekliyor. Utanmasa içeceği suyu da benden isteyecek. Hep bir beklenti içerisinde benden! Hasılı büyümedi gitti. Küçüklüğünde ağlamasına dayanamazdım. Nazlanırdı ama hoşuma giderdi. Küçüklüğünü özledim. Keşke büyümeseydi diyorum şimdi. Çünkü büyüklüğünde yaptıkları, her şeye bir mazeret ve gerekçe bulması zoruma gidiyor. Bu yaşıma geldim. Hâlâ her şeyine ben koşuyorum.
--Kusura bakma kardeş. Hep iyi olsun diye çaba sarf etmişsin. Ama çocuğuna da kendine de kötülük yapmışsın. Senin çocuk küpe girmeden sirke olmuş. Maddi olarak her dediğini yapmışsın. İnsanoğlu emek sarf etmeden elde etmeyi sever ama kıymet bilmez. Daha küçük yaşta iken doyuma ulaşmış, hayattan zevk almaz hale gelmiş. İçinde huzursuzluk hissettikçe yeni isteklerle mutlu olurum belki umudunu taşıyor. Maalesef senin iyi olsun diye üzerinde titremen, kendisinin yapacaklarını da senin yapman aşırı korumacılık olmuş. El bebek, gül bebek yetişmiş, daha doğrusu yetiştirmişsin. Bol bol balık yedirmişsin, balık tutmayı öğretmemişsin ona. Aşırı korumacılık onu hazır yiyiciliğe itmiş, "Nasılsa babam yapar" düşüncesiyle tembelliğe yönelmiş, "Ben yapamam, babam yapar" diyerek özgüveni yok olmuş. Bu çocuk büyüse de baba da olsa her şeyi yine senden bekleyecek. Bu da senin eserin maalesef. Çocuğuna değil, kendine kız olmaz mı?
--Babamı özledim.
--Niye ki?
--Beni büyütürken aslında beni hayata hazırlamış, ama ben farkına varamamışım, nur içinde yatsın.
--Dua et. Çocuğun senden beklediğini/yaptığını bir başkasından beklemesin. Çünkü sen babasın/annesin, kahrını çekersin de başkası çekmez. O zaman hayat hiç çekilmez olur, ne çocuğun için ne de bir başkası için!



*** 24/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



Ders işlemeyelim (mi)

2000’li yıllarda bir liseye atamam yapılmıştı. Derslere girmeye başladım. 2 hafta ders işledikten sonra bir öğrenci parmak kaldırdı.

Söz verdim kendisine. “Hocam bu ders üniversitede çıkıyor mu?” “Hayır” derken “ne oldu, hayırdır” dedim. Hocam, “Madem üniversitede çıkmıyor. O zaman niye bu dersi işliyorsunuz? Bizi serbest bıraksanız da biz, dersinizde bizim için hayat memat meselesi olan üniversiteye çalışalım, test çözelim” “Başka zamanınız yok mu?” diye sordum. “Zamanımız yok, bu ders zaten sınavda çıkmıyor. Üstelik diğer okulların Din Kültürü öğretmenleri bu dersi işlemiyor.” Diğer okulların öğretmenleri işlemiyor deyince şaşırdım. “Olur mu ? Öyle şey, işlerler. Size yanlış bilgi verilmiş” dedim. Ardından sınıfa sordum, “siz de mi böyle düşünüyorsunuz? Diye sordum. Sınıf hep birlikte “ Evet” korosu tuttular. “Mubarekler! Zamanımız yok diyorsunuz. Az önce öğle arasında top oynuyordunuz. Zamanı olmayan biri top oynar mı? Dedim. “ Ama hocam o top. O ayrı, bu ayrı” dediler. Sonra başladık sınıfla diyaloğa:
-Tamam dersi işlemeyelim. Peki bu davranış doğru mu?
-Evet, doğru. Çünkü bu ders üniversitede çıkmıyor.
-Bir devlet dairesine gitseniz. Oradaki memur o anda yapabileceği işi ertesi gün gel dese, hoşunuza gider mi?
-Gitmez. Yaptığı doğru değil.
-Peki ben ders işlemeyip kürsüde otursam doğru yapmış olur muyum?
-Ama aynı şey değil ki.
-Sonuçta o da görevini yapmayacak, ben de… Bu ders ihtiyaç ya da değil devlet koymuş, işlenmesi gerekmez mi? Görevimi yapmamı istemeyerek bana kötülük yapmış olmuyor musunuz? Peki ben bu parayı nasıl helal ettireceğim.
-Ama hocam.
-İşlenmeyen yerden nasıl soru soracağım?
-Ya soru verin, ya da kitabın belirli yerinden sorumlu tutun.
-O zaman sınavdan düşük alan arkadaşımız “ Hocam zaten ders işlemediniz” dese ben ne diyeceğim?
-Sizin için her şey menfaat mı?
-Evet
-Şu anda geçiminizi kim sağlıyor?
-Babamız
-Doğru babanız harçlığınızı veriyor, bakımınızı üstleniyor. Siz göreve başladıktan sonra babanıza ihtiyacınız kalmadığı bir ortamda babanız yatalak olsa, artık size faydalı olmasa, onu alıp dışarı koymak gerekir. Çünkü babanızın artık yük olmaktan başka faydası yok. Öyle değil mi?
-Ama hocam aynı şey değil ki.
Ön sıralarda oturan bir kız öğrenci söz aldı. “Hocam teşekkür ederim . Aynı şey. Biz hoşa gitmese de dersimizi işlemeye devam edelim” dedi. Kaldığımız yerden derse koyulduk. Öğrenciler sesini çıkarmadı ama çok da hoşlarına gitmedi.


Dersten çıktıktan sonra öğretmenler odasına gittim. Durumu, odada olan öğretmenlerle paylaştım. Çocukların düştüğü durumu ve değer yargılarını anlatmaya çalışırken farklı branştan öğretmenin bir tanesi, “ Hocam lise 2’nin ikinci döneminden itibaren hiçbir konu üniversite sınavında çıkmıyor. Ben de işlemiyorum. Bence öğrenciler haklı. Yapacak bir şey yok. ” Deyince şaşırıp kaldım.


Şimdi lisenin her kademesinde soru çıkıyor hele şükür… 10/11/2015

2019 ve sonrası seçimler

Bildiğiniz gibi Türkiye 30 Mart 2014'den bu yana 4 tane seçim yaptı:
- 30/03/2014: Mahalli İdareler Genel Seçimleri,
-03/07/2014: Cumhurbaşkanlığı Seçimi,
-07/06/2015: Genel Seçimler,
-01/11/2015: Genel Seçimleri.
Görüldüğü gibi 20 ayda 4 seçim yani ortalama 5 ayda bir seçim yapmışız. Bir seçimi bitirip diğerine geçmişiz. Neredeyse siyasilerimiz alanlardan sahalarına dönememişlerdir. Seçim çalışması yapmaktan ülke meselelerine eğilmeye vakitleri olmamıştır. Maalesef bizde her seçim hayat-memat olarak görülür. Siyasilerin öncülük ettiği her seçim bizi birbirimizden daha da uzaklaştırmaktadır. Aşırı fanatik hale geliyoruz. Her seçim öncesi başlayan kutuplaşma onulmaz yaralar açarak seçim sonuna da sirayet etmektedir. Taraflar ve muhalifler aşırılıkta Filistin-İsrail gibiler. Hoş Filistin-İsrail zaman zaman bir araya gelebiliyor artık. Bu şekil kutuplaşma birliğimize ve dirliğimize dinamit koymaktadır.

Dünyanın hiç bir ülkesi bu kadar sıklıkta bir seçim yapmamıştır. Bu kadar seçime, ekonomisi en iyi olan bir ülke bile dayanamaz. Çünkü her seçim için bütçeden çıkan para ülke ekonomisine yeni bir kara delik açar. Ekonomist değilim ama her seçimde harcanan para ile işsizliğe kesin çözüm bulunur. Hiç bir hükümet seçim öncesi radikal tedbirler alamaz. Pansuman tedbirlerle günü kurtarmaya ve uzatmaya çalışır. Hasılı her seçim ekonomiyi felç etmektedir. Kardeşi kardeşe hasım yapmaktadır. Yatırımlar durmakta. İnsanlar önlerini görmek için bekle-gör taktiği uygulamaktadır. Piyasalarda ve bürokraside yaprak kıpırdamamaktadır.

Amacım seçimin olumlu-olumsuz yönlerine değinmek değil. Yazımdan seçimlere karşı olduğum anlamı çıkarılmamalıdır. Demokrasinin gereği seçimler yapılmalıdır. Bize özgü demokrasi anlayışımızla maalesef siyasetin de cılkını çıkardık. 2019'un Mart, Haziran ve Kasım'ında 3 tane seçim bizi beklemektedir.

Peki o zaman ne yapmalıyız?
-3 seçim birleştirilmeli. Aynı gün yeterince sandık konarak yapılmalıdır.
-2019 seçiminden sonra yapılacak tüm seçimler yine aynı şekilde yapılmalıdır.
-Genel seçimler de tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Mahalli İdareler seçimi gibi 5 yılda bir yapılacak şekilde şimdiden anayasa değişikliği yapılmalıdır.
-Uzlaşma kültürünün tam olarak yerleşmediği ülkemizde koalisyon, azınlık hükümeti, seçim hükümeti gibi durumlara düşmemek için iki turlu seçim yapılmalıdır. İlk turda % 51 oy alan parti, belediye başkanı ve Cumhurbaşkanı seçilmelidir. Şayet ilk turda % 51 çoğunluğa ulaşılamadığı takdirde 2-4 hafta arasında en yüksek oyu alan 2 parti 2.tur seçime girmelidir.
Seçimden yeni çıktığımız bir ortamda şimdiden bu önerileri getirmek istedim ki, kamuoyu oluşsun. Yetkililerimiz şimdiden tedbir alabilsin. Eğer bu şekilde yapıldığı takdirde zaman kaybı olmaz. Ekonomide gelişme meydana gelebilir. Yatırıma gitmeyen seçim masrafının ülke ekonomisine yatırım olarak dönüştürülmesi sağlanabilir. Miting ve toplantı gibi sebeplerle meydanlara inilmez. 5 yıllığına gelen bir siyasi partinin ülkenin inşası için çaba sarf edecek zamanı olacaktır.
İyi de kardeşim seçim olmazsa geri kalan zamanlarda biz ne iş yapacağız diye düşünenler çıkabilir. Bu soru ilk defa sorulmadı.

Vaktiyle Pekin-Şanghay arasına hükümet tren yolu döşemeye karar verir. Mühendisler çalışırken köylüler gelir ve sorarlar:
-Burada ne iş yapıyorsunuz?
-Şanghay’a kadar tren yolu döşeyeceğiz?
-Ne işimize yarayacak bu?
-40 günde gidip geldiğiniz yolu 4 günde gidip geleceksiniz.
-Peki! Geri kalan 36 günde biz ne iş yapacağız? Şeklinde cevap verirler.
“Seçimler toplu olarak 5 yılda bir yapılırsa uzun kış gecelerinde, kahvehane köşelerinde, dost sohbetlerinde geriye kalan 4,5 yılda biz ne iş yapacağız? Siyaset konuşmazsak çatlar ölürüz.” diyenler çıkabilir. Bu şekilde ölmektense o şekilde ölmek daha iyidir. Benden söylemesi. 11/11/2015


Bana biraz güvenebilir misin/Bana biraz güven verebilir misin?**



Konuştuğumuz zaman "Gerçek mi söylüyorsun?", bir şey söylerken "İnan bana, doğru söylüyorum", "Söylediğine kendin inanıyor musun?", "Ben senin Allah bir dediğinden başkasına inanmam", "Bana güven vermiyor/sun", “Ben o adama itimat etmem" sözlerine şahit oluruz.

            Markası, kalitesi ve satış yerleri belli bir malı almak için dükkan dükkan dolaşır, fiyat araştırması yaparız. Herhangi bir kurumda işimiz mi var. Gitmeden önce işimizi yaptırabilmek için mutlaka referans bulur, sözü geçen birini aracı olması için ararız. Oy vermediğimiz bir politikacı konuşma yapsa, söyledikleri hoşumuza  gitse, hatta ağzıyla kuş tutsa da dinlemeyiz. Dinlersek de -yapacağımız eleştiriye- malzeme bulmak için yarım yamalak dinleriz.

            Öğrenci öğretmenine, amir memuruna, toplumun bir kesimi diğerine karşı hep mesafelidir. Garantisi bitmiş bir elektronik eşyamız arızalanmışsa düzgün bir tamirci ararız. Tamirci: "İşim yoğun, bugün kalsın, yarın al" dese çoğu zaman bırakmayız. "Adam içini açar, parçamızı alır, başka bir parça takar" diye. Başka gazete okumayız kendi gazetemizden başka.

 Güvendiğimiz kişiler, medya, hoca, şeyhten başkasına karşı kulağımız kapalıdır. Evlenecek adaylar sorulur, soruşturulur. Hiç kimseden kimin ne olduğu tam öğrenilmez. Ne başkası söyler. Ne de adaylar kendilerini doğruca ifade ederler.

            Pazarcı ya da seyyar satıcı sattığı sebze ve meyvenin en güzel ve iyisini tezgahın en önüne koyar. Müşteri alıp almamaya karar vermek için tezgahın arka tarafına göz atmak istediğinde satıcı, " Hepsi aynı, hepsi aynı" diye seslenir. 2013 yılında pazarcılık yapan bir esnafın evine  misafir oldum. Ev sahibi ne iş yaptığımı sordu. Öğretmen olduğumu söyleyince, " Hiç sevmem öğretmenleri" dedi. Niçin demeye kalmadan "Bir de polisleri". Niçin dediğimde " Ne iş yapıyorlar ki" dedi.
            Eğlenmek için gittiğimiz bir futbol maçında bile hakemin herkesin gözü önünde verdiği karara hep beraber doğru ya da yanlış diye ortak kanaat ortaya koyamıyoruz.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tüm örnekleri yazıp kitap haline getirsek ciltlerle dolu kitaplar Türkiye'nin yüz ölçümüne sığmaz.

            Sorun nedir öyleyse? Bu ülkenin en büyük sorunu güven sorunudur. Verdiğimiz örneklere bir göz atarsak en büyük sorunumuz birbirimize güvenmemektir. Aşırı kutuplaşmamızın temelinde de bu problem yatıyor. Herkes birbirinden bu ülkeyi kurtarmaya çalışıyor. Hiçbir kesim, hiçbir kimse burnundan kıl aldırmıyor. Herkes kendini ve camiasını dev aynasında görüyor. Her kişi, zümre;  kendisini iyi, karşı tarafı kötü görüyor. Bu kadar birbirine karşı güven duygusu zedelenen insanlar nasıl aynı ülkede aynı havayı teneffüs edebiliyorlar? Gerçekten anlamak zor.

            Kaybettiğimiz güven duygusunu yeniden tesis etmeden bu ülkede birlikten ve dirlikten bahsedilemez. Millet aya gitti, biz ise hâlâ yayayız.  Bu millet özü, mayası itibariyle temiz bir millettir. Yeniden fıtratına ve fabrika ayarlarına dönmekten başka çaresi yoktur.

            Müntesibi olmakla övündüğümüz Hz Muhammed'in kısa zamanda davasında başarılı olmasının tek sebebi var: Dürüstlüğü ve güvenilirliği. Hiç kimse Peygamberin hitabetinin ve yakışıklılığının peşinden koşmadı. İnansa da inanmasa da, dostu, düşmanı herkes: " O konuşuyorsa doğru söylemiştir" diyerek hakkını teslim etmiştir. O ki, düşmanları tarafından güvenilir diye teslim ettikleri eşyalarını hicretinden önce sahiplerine vermesi için Hz Ali'yi görevlendirmiştir. Üstelik o kıymetli eşyalar kendisini öldürmeye gelen insanlara aitti. Emin lakabını da düşmanları vermiştir. O zaman fazla söze gerek yok. Buhrandan çıkmamızın çözümü birbirimizin güvenini kazanmaktır. Bu da ne alınır ne de satılır.

            Güven: İnsanlık kadar eski bir melekedir. Hepimiz kendi evinizin önünü süpürmekle başlayabiliriz. Geçmişi çöpe atmalıyız. Şunu bilelim ki sen ne isen karşındaki de odur.


            Son söz: Bana biraz güvenebilir misin/ Bana biraz güven verebilir misin?  12/11/2015
29/02/2016 tarihinde kahsasoz.com.tr gazetesinde "En büyük sorunumuz" ismiyle yayınlanmıştır.

Farklı sorulara farklı cevaplar


-Ne zaman adam oluruz?
-Kendimiz adam olmaya karar verdiğimiz zaman.
***
-Hocam, biliyor musun?  Bizim sınıfta iki tane geri zekalı var.
-Öbürü kim kızım?
***
-Müdürüm! Şuna bak.(1. Sınıf öğrencisi)
-Ne yapıyor?
-Kulağıma meyve suyu fışkırtıyor.
***
- What is your name?
-My name is Kedi.( Sınavda önündeki Kadir isimli öğrencinin kağıdına bakmış)
***
-Hocam şu bana vurdu.
-Bırak yavrum kendi haline.
-Ama hocam bana tekme vurdu.
-Vursun yavrum. Sen ilişme.
-Ama hocam...
-Anası maması yok yavruuum! Dışarıda sana bir hayvan çitme atsa sen ona tekme atar mısın?
-Atmam hocam.
-Ha şöyle. Bırak yavrum hayvan hayvanlığını yapsın. (Rahmetli Hasan KIVRAK hocam kavga edenler için söylerdi.)
***
-Bu okul müdürleriyle bu sınavları nasıl yapacağız diye düşünüyordum. Korktuğum başıma gelmedi.
-Efendim biz okul müdürleri olarak bu işleri bu şube müdürleriyle nasıl götüreceğiz diye hiç aklımıza gelmedi. Çünkü biz onlara güvendik.
***
-Efendim, öküz hakkında ne düşünürsün?
-Allah'ın yarattığı bir hayvan. İnsanlar onu biliyor da o, ne olduğunu bilmiyor.
-Niye?
-İnsanoğlu; çifte sürecek, kamçı yiyecek, tarla sürecek, kağnıyı çekecek biri olarak en uygunu öküz demiş. Öküzü ikna etmek için de "Dünya senin iki boynuzunun arasında"  demiş. Dünyayı ben sırtlıyorum diye diye iş yükünün altına girmiş farkına varmadan. Böyle öküz işe yarar. Bir de insan öküzleri var. Kendini dünyanın merkezi sanan. Bu tip öküzler kendinden başka herkese ve her şeye zarar verir. Burnu havada olduğu için kırdığı yumurtaların bile farkına varmaz. Çünkü öküz oğlu öküzdür. Eti yenmez bu tipleri görünce gerçek öküze rahmet okursun.
***
Abbasilere gelinceye kadar hutbeleri devlet başkanı i'rad ederdi. Her türlü konu hutbenin konusu olabiliyordu. Abbasilerle beraber hutbeleri kadılar okumaya başlayınca konusu da tamamen dini hüviyete bürünmüştür.
-Abbasilerle birlikte kadıların hutbe okumasıyla hutbelerin içeriği hakkında ne gibi değişiklik olmuştur?
Hocam, kadınlar hutbe okumaz ki hutbenin hüviyetinde değişiklik olsun. 01/12/2015


Haini bol ülke

Haini Bol Ülke

Küçükken Alamanya'dan bir cavur gelmiş derlerdi. Kimdir, nasıldır merak ederdim. Aynı zaman da korkardım. Gidip görünce onların da  bizim gibi insanlar olduğunu anlardım. 


Bu ülkede yaşayan bazı insanlar vardır. Sayıları da epeyce çoktur. Nerede önemli köşe başları var onlarla dolu. Rengi, tipi, boyu postu bize benzeyen insanlar bunlar. Tıpkı küçüklüğümdeki gerçek yabancılar gibi. Fakat esas korkulasılar küçüklüğümdeki dilimi bilmeyen cavur ismi verilen kimseler değil, içimizdeki bizim dili konuşan kimselermiş. Çünkü bunlar pirincin içindeki beyaz taş gibiler.
Bu ülkenin ekmeğini yerler, suyunu içerler, bu ülkenin bütün nimetlerinden faydalanırlar. Fakat gel gör ki, bu ülkenin kültürüne, dinine, örfüne, yaşayış kurallarına aykırı bir duruşları var. Bedenen bize ait; fikren ve zikren, duygu ve düşünce olarak bu ülkeye yabancı. Kendilerini bu ülkenin sahibi görürler. Halkı cahil kabul ederler, hep tepeden bakarlar halka ve değerlerine. Aydın geçinirler.


İnkılap Tarihi dersinde İngiliz mandacılığını isteyen İngiliz Muhipler Cemiyeti vardı bildiğim. Zaman zaman yabancı hayranlığını gizleyememiş açığa çıkaran insanlar gördüm. 2000'li yıllarda Mustafa DENİZLİ İrlanda ile yapılacak olan  bir milli maç öncesi kendisini ve takımını eleştirenlere karşı "İçimizdeki İrlandalılar" tabirini kullandı. Son zamanlarda bakıyorum da İngiliz mandacılığını isteyenlere ve İrlanda Milli takımının Türkiye milli takımına karşı galip gelmesi için uğraşanlara taş çıkartırcasına yabancı ülkelerin Türkiye'ye karşı başarılı olmasını isteyen şeklen bu ülkeli ama ruhen Rus,  İngiliz, Fransız, İrlandalı, Suriyeli insan müsveddeleri arttı. Rusya Türkiye'yi bir tökezletse nerdeyse zil takıp oynayacaklar. Belki de  savaş çıksa Rusya yanında yer alacaklar. Türkiye'deki bazı insanlara düşmanlıkları o kadar gözlerini kör etmiş olmalı ki, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" muvacehesinde olaylara dar bir çerçeveden bakıyorlar.


Ülkesine, ülkesinin değerlerine yabancı hatta düşman olan bu çoğunlukta bir insan topluluğu hangi ülkede olsa o ülkenin ayakta kalması mümkün değildir. Fabrikanın seri üretimi gibi bu ülke hep hain üretiyor. 


Hain sayısının azalmadan münbit bir şekilde artması neyle izah edilir. Bir milli meselede bile bir araya gelemeyen, birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, özgül ağırlığı fazla olan bu azınlık güruh, Tv'lerde  her zaman arz-ı endam ediyorlar. Gazetelerde yazı yazıyorlar, belli odaları, belli makamları işgal etmişler, her yerde boy gösteriyorlar. Terör örgütlerinin şakşakcılığını yapıyorlar. Ellerine bir silah almadıkları kaldı. Bizimle tek ortak noktaları aynı dili konuşmak. Konuşmalarına bakıyorum, her şeyleriyle bu toprağa yabancı. 


Bu içimizdeki İrlandalılar, sanmasınlar ki bu millet meseleyi çakmadı. Bu millet her şeyi affeder ama haini asla. Susup bir şey yapmıyorsa asaletindendir. Halihazırda sabır küpü olmuştur. Çatlatmayın. Eğer çatlarsa ağa babalarınız bile karşısında duramaz bilesiniz. Benden söylemesi. 01/12/2015