16 Kasım 2019 Cumartesi

Gerilimden Beslenmek

Türkiye'de kutuplaşma eksik değildir. Zıt kutuplar birbirini besler ve destekler. Birbirlerinin varlık sebepleridir. Biri olmadan diğeri yaşayamaz. Kutuplaşma olacak ki savundukları değer ve görüşleri gündemde kalmaya devam etsin. Bundandır ki değişik prokovatif eylemler eksik olmaz bu ülkede. Bu tür olan veya yapılan her eylem vasıtasıyla bir kutba ait olanlar daha bir kenetlenirler ve karşı tarafa bilenirler. Bir kesim saldırıya geçerken diğer kesim savunmaya geçer. Atışma bir müddet devam eder. Hayat tam normale dönmeye başlarken başka bir olay patlak verir. Bu sefer saldırı diğer taraftandır. Taraflar teyakkuza geçer yeniden. 

Başörtüsü, dindar ve mütedeyyin insanların kırmızıçizgisidir. Toplum başörtülüleri benimsedi artık derken biri, başörtülü birine saldırır. Dindar ve mütedeyyin kesim vurmaya başlar. Bir başka zaman biri, açık giyimli birine bir söz söyler. Diğer kesim ayağa kalkar. Bir kesimde bir taciz olayı oldu mu diğer kesim asar keser, aslan kesilir ve yargılar. Bir başka zaman öbür kesimden bir taciz olayı olur. Bu sefer diğer kesim atışlara başlar. Orta yerde gündem olacak bir vaka olmazsa geçmiş defterler açılır, kopyala-yapıştır yapılarak suni bir gündem oluşturulur. Tüm bu olaylar olurken kimse, suçun ferdiliği üzerinde durmaz. Suçu işleyen kimsenin kimliğinden hareketle "Bunlar böyledir" denilerek tüm o kesim suçlanır. 

Durum o kadar vahim ki tarihi şahsiyetler bile mahalleler tarafından paylaşılmıştır. Onların övdüğünü biz yereceğiz, bizim yerdiğimizi onlar övüp göklere çıkaracaklardır. Onların andığına biz bir başkasını anarak cevap vereceğiz. 

Hasılı inandığımız davanın devamı ve bizimle birlikte hareket edenlerin kenetlenmesi gerilim çıkmasına bağlıdır. Yeter ki karşı tarafa malzeme verelim, karşı taraf kullanabileceği bir malzeme bulsun. Pireyi deve yaparız.

Sonuç olarak Türkiye'de gerilimden beslenen tüm kesimler karşıt kulvarlarda olsalar da birbirinin kopyasıdır. Soğukkanlılık yoktur. Aklın önüne duygularını geçirirler. Taraftarlarını bilemek için karşı tarafın zaaf göstermesini pusuda bekler dururlar. Ne zaman zayıf noktasını buldu, akbabalar gibi üşüşür. Taraflar birbiriyle çarpışırken gerilimden beslenenler de perde gerisinde keyif çatar ve karınlarını doyurmaya devam ederler. Ekmek teknesi ne de olsa...

Dokunabilmek

Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım" demiştim. Dört yıldır da yaptığım, dilimin döndüğünce  dağarcığımda olanı boşaltmak oldu. 

Zaman zaman yazılarımı okuyanlarla karşılaşıp birkaç kelam ettikten sonra konu döner dolaşır, yazılarıma gelir. Ayaküstü yazılarım üzerine dönütler alırım. İşte onlardan bazıları:
—"Çok sitemkâr yazıyorsun."
—"Yazılarını takip ediyorum. Ama iyi dokunduruyorsun."
—"Çok sert yazıyorsun."
—Çok kapalı yazıyorsun. Biraz açık yazsan olmaz mı?"
 —"Hem nalına hem mıhına vuruyorsun." şeklinde.

Önce geri bildirimlerdeki kelimelere bakalım. Sonra üzerinde birkaç kelam edelim. 
Sitem: Bir kimseye, yaptığı bir hareketin veya söylediği sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme.
Dokundurmak: Bir şeyi üstü kapalı ve sitem yollu hatırlatmak, tariz etmek.

Tariz etmek: Kapalı bir biçimde, dolaylı olarak söz söyleme, taş.


Hem nalına hem mıhına vurmak: 1.Hem bu yanı hem de öbür yanı desteklemek.



2.Tutarsız davranmak.


Konusuna göre ve o anki haleti ruhiyem gereği zaman zaman sitemli yazdığım, dokundurduğum, kapalı yazdığım doğrudur. Yazarken eleştirdiğim kişi veya kesimin de koruması gereken bir onuru olduğunu düşünür; kırmadan, dökmeden cümle arasında dokundururum. Alınsın ve gereğini yapsın isterim. Kolay kolay isimlere yer vermem. Çünkü işim kişilerle değil, yaptıklarıyladır. Bir nevi yapıcı eleştiri benimkisi. 

Sitemli yazmak, dokundurmak ve tarize eyvallah derim. Ama "Hem nalına hem mıhına" eleştirisini asla kabul etmem. Zira benim mizacıma ve yetişme tarzıma ters bir durumdur. Yazılarımda bir tarafım ben. Ama kimsenin tarafında değilim. Zira kişilerle değil benim işim. Yazarken objektif olmaya gayret ederim. Önce bir durum tespiti yapar, ardından eleştirir, sonra olması ve yapılması gerekeni işlemeye çalışırım. Bir o yanı bir bu yanı asla desteklemem. Bir sözü, davranışı veya tasarrufu methederken söyleyene bakmam. Olması gereken budur derim. Yine bir söz veya davranışı eleştirirken söz ve davranışın sahibine bakmam. Yapılan hareketin yanlışlığını işlerim. Çünkü doğru tek tarafa ait değildir, evrenseldir. Doğru yerde duranın yanlışları olabileceği gibi yanlış yerde duranın da doğruları ve doğru söyledikleri olabilir. Hasılı benim yolum doğru olanın yanıdır. Bunda da bir çelişki ve tutarsızlık görmem. Olması gereken budur düşüncesindeyim. Benden istenen dün eleştirdiğini bugün övme veya dün övdüğünü bugün tenkit etme isteniyorsa ben bu tutarlılıkta(!) yokum. Çünkü benim işim, yolum tarafgirlik değil. Tarafını tuttuğum kişilerin yanlışlarını ortaya koymak, onları herkesten önce eleştirmek benim temel prensibimdir. Ötesi bana yabancıdır.

Bir diğer yaptığım husus yanlış diye eleştirilen husus ve konuyu irdeleyerek yanlış yapanı bu yanlışa iten psikolojiyi ele almaya daha doğrusu anlamaya çalışırım.

Hasılı yolun ortasında durmaya çalışan birisiyim. Birilerinin tarafı, adamı olma gibi bir niyetim, birilerine yaranma düşüncem hiç olmadı. Bundan sonra da olma niyetim yok. Şahıs merkezli değil, düşünce ve prensip merkezli olma gayretindeyim. Düşüncesi, fikri, zikri ne olursa olsun doğrunun yanındayım. Doğruları yazabilirsem ve dokunabiliyorsam ne mutlu bana!




Ara Tatilin Altını Doldurabilseydik Keşke! *

İlk, orta ve lise talebeleri bugün ilk defa ara tatil ile tanıştı. Bu karar alındığı zaman içi doldurulduğu takdirde bu tür ara tatillere sıcak baktığımı söylemiştim. Gelin görün ki her dönemde birer haftalık tatilin ötesinde herhangi bir yenilik yok. Olmasını istediğim uygulamalar olmadığına ve sorun olarak gördüklerim devam ettiğine göre hazır öğrenciler ara tatile başlamışken biz büyükler özellikle sorumlu insanlar, bu uygulama üzerine bir kez daha düşünelim isterim. 

Ara tatilin ne getirip götüreceğini, olumlu olup olmayacağını bir eğitim ve öğretim sonunu bitirdiğimiz zaman daha iyi anlayacağız. Şu kadarını söyleyeyim ki 19 Mayıs itibariyle uzatmalara oynayan, okuldan kopan çocuklar, haziran sonunu nasıl getirecekler? Bekleyip göreceğiz.

Şimdi gelelim tekrar bu ara tatil konusuna. Eğitim ve öğretimde yeni bir uygulama olan bu ara tatil ile birlikte bir takım yenilikler de uygulamaya konabilirdi. Bunlar neler olabilir? Kısaca değinmek isterim:
1.Ortaokul ve liselerde her branş öğretmeninin her dönemde yapmak zorunda olduğu sınavlar kaldırılmalıdır. Çünkü bu sınavlar herhangi bir amaca hizmet etmemektedir. Yapılan bu sınavlara ilave olarak öğretmenlerin verdiği sınıf içi performans(eskinin sözlü yerine geçen puan) ve -varsa- proje ödevi puanlarının aritmetik ortalaması alınarak öğrencinin sınıf geçme puanı ve teşekkür veya takdir almasına yaramaktadır. Başka da bir yararı yoktur. Bu sınavların öğrencinin başarısını ölçen gerçek bir sınav olmadığını MEB biliyor olmalı ki liseye gitmek için 8.sınıfın, üniversitede bir bölüm kazanmak için 12.sınıfın sonunda merkezi sınavlar yapmaktadır.)
2.MEB, 5. ve 9. sınıf haricindeki diğer sınıflardaki genel derslerin sınavlarını merkezi yapmalıdır. 6. 7.  ve 8. sınıfın her döneminde birer merkezi sınav yapılmalıdır. Toplam 6 sınavın ortalaması ile öğrenci, lise tercihi yapabilmelidir. Yine aynı şekilde 10. 11. ve 12. sınıfın her döneminde birer kez yapılan merkezi sınav ortalaması ile öğrenci üniversite tercihi yapabilmelidir. 
3.Merkezi sınavda alınan puan, aynı zamanda öğrencinin hem sınıf geçme puanı hem de teşekkür ve takdir hesaplanmasında kullanılmalıdır.
4.Öğretmen, merkezi sınavlarda öğrencinin sorumlu olduğu konuları anlatmakla yükümlü olmalıdır.
5.Merkezi sınavlarda soru çıkmayan derslerin değerlendirilmesi puanla olmamalıdır. Başarı kriteri olarak "başarılı" ve "başarısız" şeklinde bir değerlendirme yapılmalıdır.
6.Merkezi sınavlar, ara tatillerden önce yapılıp sınav sonrası öğrenciler birer haftalık tatil yapmalıdır.
7.Beşinci ve dokuzuncu sınıfın sonunda yapılacak yerel bir sınav ile öğrencilerin seviyeleri belirlenmelidir. Öğretmen bir üst sınıfta gireceği sınıfın seviyesini bilmelidir. Merkezi sınavlarda öğrencilerin aldığı puan ortalaması aynı zamanda öğretmenin performansı olmalıdır. Öğretmenin nakli ve özlük haklarının iyileştirilmesi bu kriterlere göre olmalıdır. Bu sistemin oturması ve uygulanabilmesi için ders öğretmeninin öğrenci ve veli üzerinde bir yaptırımı olmalıdır...

* 18/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.