22 Aralık 2018 Cumartesi

Aha Size Bir Namaz Kıldırma Memuru!

Bir kısım insanımız "Bunlar var ya bunlar, para vermesinler; camiye gelip bir vakit namaz kıldırmazlar. Bunlar namaz kıldırma memuru! Bir ay maaşlarını verme. Bak bakalım camiye gelirler mi? Hatta namazı da bırakırlar" şeklinde bazı imamları eleştirir dururlar. Böyle bir yargıya nasıl vardılar, gerçekten kıldırmazlar mı bilmiyorum. Zaten denemeden ve görmeden bilemezsin. Ama ardında bir müddet namaz kıldığım bir cami görevlisini görünce alın size bir namaz kıldırma memuru dedim içimden.

Cami havlusunda lojmanı ve arabası için oto garajı var bu görevlinin. Ne zaman bu camiye gitmeye kalksam çevre camiinin ezanları başlar, ezan yarılanır, camiye girerim. Cemaat içeride bekler. Ama imam yok orta yerde. Nice sonra hocamız gelir, ezan okunan yere girer, hızlı bir şekilde ezanını okur. Herkes namaza kalkar, hoca da ezan okuduğu yerin ön tarafında merdiven altına daha sonradan ahşaptan yapılmış imam odasına girer. Biri farz için kamet getirmeye başlayınca hocamız sarık ve cübbesi ile birlikte imam odasından çıkar ve mihraba geçer.

Ne var bunda? Öküzün altında buzağı arama dediğinizi duyar gibiyim. Herkes namazın sünnetini kılıyor iken o kılmıyor, imam odasında oturuyor desem herhalde durumun vahameti anlaşılmış olur. Burada kılıp kılmadığını nereden biliyorsun, yanında mıydın, diyebilirsiniz. Yanında değilim elbet. Zaten yanına girip "Sünneti burada kılmak çok sevap olsa gerek, izin verirsen ben de burada kılayım desem izin vermesi mümkün değil. Zira kendisi zor sığıyor içeriye.

Bir vesileyle cami görevlisiyle görüşmek için görmüştüm bu imam odasını. Dikdörtgen  şeklindeki küçücük kapalı yere bir masa, bir de sandalye atmış hocamız. Geriye namaz kılmak için secdeye varınca iki büklüm olman gereken kapı eşiği var. Işık yakmadığın zaman gündüz bile karanlık burası. Ki yanar görmedim hiç.

Bir an için hocamız sünneti burada kılıyor diyelim. Herkes koca camiye yayılmış bir şekilde sünnet kılarken bu kardeşimiz niçin dar, karanlık bir yerde namaz kılar? Bir insan kendine eziyet etmek istese bile herhalde böyle bir yer seçmez. Çünkü namaz kılınacak gibi değil burada. Geçen gün vakit dışında namazımı kılmak için bir arkadaşla bu camiye girdim. Namazdan sonra arkadaşıma "Gir şuraya! Sen burada bir namaz kıl, kılabilir misin" dedim. Benim gibi boyu kısa olan bu arkadaşımız kapısı açık olan imam odasına girdi. Namaza durur gibi yaptı, rükuya eğilince sırtını duvara vurarak öne doğru geldi. Güç bela secdeye yattı, sığmadı. Ya iki büklüm olup secde yapacak, ya da kafasını eşikten çıkarıp cami içine secde edecek.

Ben bu camide ne kadar namaz kılmışsam hocamız sünnet kılınırken hep içeride durdu, ne kendisi çıktı, ne de kafasını gördüm. Kamet getirecek kişi de hocamız sünneti kıldı mı diye tereddüde düşmeden kalkıp kamet getiriyor. Özellikle caminin gediklileri bu durumu biliyor olmalı ki sağına soluna bakmadan kamete kalkıyorlar. Geriye bir durum kalıyor, hoca sünnet kılınırken içeride oturuyor. Yani sünneti kılmıyor. Birkaç defa hocanın secdeye gitmiş halini görür müyüm diye o değilden imam odasının önünde namaza durdum. Namazı geciktirdim, hocayı namaza başlamış görür müyüm diye geriye dönüp baktım, hoca bir türlü namaza başlamadı. Bazı günler namazı erkenden bitirdim, hocanın kafasını veya secdeye gitmiş halini görür müyüm dedim. Bugüne kadar bir defa görebildim o açık kapıdan kafasının secdeye gittiğini.

Adama iftira etmeyeyim, zanda bulunmayayım ama sanırım sünnet kılmıyor, kılıyorsa da ima ile kılıyor. Değilse cami içinde cemaatin arasında rahat bir şekilde sere serpe namaz kılmak varken niçin o küçücük yeri seçsin?

Bir insan sünneti kılar veya kılmaz. Bu, onun Allah ile kendisi arasında bir mesele. Ama bu kişi normal bir insan değil, bir cami görevlisi ise burada bir sorun var. Bu durumunu görünce namazda gözü olmayan bir insan bu görevi cemaatin karşısına geçerek yıllar yılı niçin sürdürür? Pekâlâ diğer kurumlara geçiş yapabilirdi bugüne kadar. Bu kişi niçin o daracık yerde durarak kendisine bu eziyeti reva görür? Aklıma "Kıldırır beşi, alırım maaşımı. Lojmanda da bedavaya veya yok pahasına oturur, kendi evimi de kiraya veririm. Diğer kurumlara geçiş yapsam bir defa lojmanı yok, kendi evime çıkmam gerekecek. Sonra günlük 8-5 mesaisi yapacağım, maaşım da düşecek, üstelik işe gidip gelmek için yol parası da vermiyorum. Çünkü zaten caminin avlusunda oturuyorum. Burada bu caminin kelek keseniyim. Başka kurumlara geçerek niye amirin ağız kokusunu çekeyim" düşüncesi geliyor.

Bu yazıyı yazmaya karar vermeden önce epey tereddüt yaşadım. Yazmasam mı dedim. Ama kalem oynatmaya başlarken kendi kendime "Neyi dert ediniyorsam onu yazacağım" demiştim. Bu mesele de beni üzmüş ve maalesef yazımın konusu olmuştur. Bu durum diyanet camiasının geneline teşmil edilemez elbet. Bireysel de olsa beni üzmüş, keşke görmeseydim dedim. Ama maalesef gördüm. Ne diyeyim? Allah beni affetsin, bu yazıyı yazmama sebep olan hocamızı da. İnşallah makamda oturan ve personelinin bu durumundan haberi olmayan makam sahibi müftümüz de görür. Ki görmesi ve duyması lazım! 

21 Aralık 2018 Cuma

Başka Bir İmam Bulamadınız mı?


Öğle namazını kılmak için camiye gittim. 10-15 kadar bir cemaat vardık. İlk sünneti kıldıktan sonra kametle beraber ilk safı oluşturduk. İmamın arkasında fatih görevi yapacak olan kişinin sol tarafında saf tuttum. Bu arada imamımız da öne geçti. İmam her zamanki namaz kıldıran değildi. Müezzin idi namaz kıldırmak için öne geçen.

Öğle namazının farzına niyetimi yaptım. Kulağım imamın iftitah tekbirini almasını beklerken ne zaman ellerini kaldıracak diye de gözümü imama kaydırdım. Nihayet tekbirle beraber elini kaldırdı. Elini diyorum. Çünkü tek elini kaldırdı.  Diğer el vücuduna paralel bir şekilde hazır ol vaziyetindeydi. Ardından ellerini bağladı. Az sonra rükuya, sonra secdeye vardı. Ayağa kalkarken sağa yaslanarak ve sağ eliyle yerden destek alarak kalktı. Tüm namaz boyunca sadece işini sağ eliyle yaptı.

Ezan okumaya giderken ve ezan dönüşü gördüğüm zaman ayağı aksıyor, sol elini ise işlevsiz görürdüm. Ama bu iki uzvunun bu kadar da iş yapmadığını bilmiyordum.

Eve gelince ilk işim bir imam-hatipte olması gereken özelliklere baktım yeniden. Önüme Diyanet’in bu yıl alacağı; içerisinde imam-hatip, müezzin kayyum ve Kur’an Kursu öğreticisi olmak üzere 9500 personel alım ilanı geldi. Müracaat edeceklerde aranan şartlardan bir tanesi de “Başvuru yapacağı unvanda görev yapmaya mani bir engeli bulunmamak” maddesi idi. Bu şart olmasına rağmen bu arkadaşa nasıl müezzinlik görevi verildi? Diyebiliriz ki bu arkadaşın görevi müezzin kayyumluk, imamlık değil. Buna bir diyeceğim yok. Ama müezzinlerin görevlerinden bir tanesi de imam olmadığı zaman onun yerine imamlık vazifesini yapmaktır. Nitekim kıldığım öğle namazında imam olmadığı için müezzinin namaz kıldırmasında olduğu gibi.

Namazım olmadı mı? Olup olmadığını Allah bilir ama namazım olmuştur. O zaman derdin ne diyebilirsiniz. Benim derdim bu arkadaşa niçin başka bir memurluk değil de müezzin kayyumluğun verildiği? Pekâlâ, bu arkadaşa memurluk görevi yapması için müftülüklerde masa başı bir görev verilebilirdi. Çünkü yaptığı görev olan imamlık şüphe götürmez, tereddüde mahal bırakmayacak bir görevdir. Camide o anda cemaat olarak namaz kılan o kadar sağlam insan varken engelli birinin namaz kıldırması uygun olmasa gerek.

Müftülük bu engelli görevliyi biliyor olmalıdır. Ne yapıp ne edip bu kişiyi geçici görevli olarak büro işi yapması için müftülük bünyesine almalıdır.

Not: Bu görevliyi yaptığı bu görevden dolayı kınamıyorum. Allah kimseye bir engel vermesin. Burada sözüm engelli olmasına rağmen bu arkadaşa görev veren sorumlularadır. 


20 Aralık 2018 Perşembe

Ölmüş Gitmişlerle İmtihanımız

Her sene olduğu gibi bu sene Mustafa Kemal'i vefatının 80.yılında, Celalettin Rumi'yi ise 745.yılında devlet töreniyle andık. İsmini zikrettiklerim veya zikretmediklerim tarihe bir iz bırakmış olmalı ki bugüne kadar andık, anıyoruz ve bu gidişle anmaya devam edeceğiz.

Anılmalı/gerekli veya anılmamalı/gereksiz demeyeceğim, anmalar çok abartılı veya sönük geçiyor da demeyeceğim, anmalar bir amaca hizmet ediyor veya hizmet etmiyor da demeyeceğim. Anana niçin anıyorsun, anmayana niçin anmıyorsun da demeyeceğim.

Niçin anıyoruz sorusuna çok büyük hizmetleri olduğu için bir vefa diyebiliriz, unutmamak ve gelecek kuşaklara bu tür önemli şahsiyetleri daha iyi tanıtmak için anıyoruz veya yeterince anlayamadık/anlatamadık; her yıl andıkça daha iyi anlayacağız/anlatacağız ya da o kadar çok seviyoruz ki elimizde değil, anmadan edemiyoruz diyebiliriz.

Bana göre bir insana vefa, onu her yıl aynı veya benzer cümlelerle hatırlamak, rutin etkinlik ve formalitelerle anmak değildir. Sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kimsenin yaptığı iyi şeyler var ve halen geçerliyse yapmaya devam etmektir, koyduğu hedef olup da gerçekleştiremedi ise onun ideallerini gerçekleştirmeye çalışmaktır. Hatta sevdiğimizin yaptıklarının ve hedeflediklerinin üzerine daha fazlasını yaparak onları geçmeye çalışmaktır ve onlar gibi insanlar yetiştirmeye ve hizmet etmeye çabalamaktır. Bence olması gereken budur. Yoksa her yıl anmak bir rutini tekrarlamak olur. Her yıl sürekli anmak demek biz sizin gibi olamadık, içimizden kimseyi çıkaramadık, bu yüzden anmaya devam ediyoruz demektir. Bu yaptığımız aynı zamanda sevdiğimize gösterdiğimiz kuru bir sevgiden ibaret olur. Yine bu kimseleri yıllar yılı anmakla hala tanıyamamış veya tanıtamamışsak bundan sonra da anlayamayacağız veya tanıtamayacağız demektir.

Her yıl andığımız kişileri çok sevdiğimiz için bu anma programlarını düzenliyorsak sevdiğimize sevgimizi göstermemiz için illaki ölüm yıl dönümlerini beklemek gerekmez. Ne zaman hatırımıza gelir, kalkar anar, hayırla yâd ederiz. Siz anne veya babanızı anmak istediğiniz zaman ölüm yıl dönümünü beklemezsiniz herhalde. Gece-gündüz veya herhangi bir olay nedeniyle hatırlar, duygulanırsınız. Baba-anne! Şimdi zamanı değil, daha ölüm yıl dönümün gelmedi demezsiniz.

Bu tür anmalar bir sektör haline geldi, bizi aştı derseniz -görünen öyle sanki- bu demektir ki birileri bundan maddi veya manevi olarak faydalanmaya devam edecektir veya adettendir derseniz nice adetleri unuttuk. Bu adet nereye kadar devam edecek?

Bence ölenle ölünmez. Ölen sevdiklerimiz görevlerini yaptı gitti. Yaptıklarının karşılığını hem bu dünyada iken aldılar, öbür dünyada da alacaklardır veya hesap vereceklerdir. Yaşayan olarak bizler bu dünyada ne yapabiliriz, yarın biz de hesap vereceğiz diye düşünmemiz ve yapmamız gerekeni yapmalıyız. Ölmüş gitmişi övmekle veya yermekle bir yere varamayız. Övdüğümüz ve andığımız için bize sevap verilmeyecek, anmadığımız için günah da yazılmayacaktır.