17 Ocak 2025 Cuma

Düşünme Kapasitesini Artırmanın Yolu ve Sonuçları

"Düşündükçe; itiraz etme, uyumsuz olma, huzursuz olma ve huzursuz etme kapasiteniz de artar. Kendi başınıza kararlar almanız, kendi başınıza düşünmeniz; kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır."
Bu söz Dücane Cündioğlu'na ait. Bu söze katılır veya katılmazsınız, bu sizin bileceğiniz bir iş. Hatta sözün içeriğine bakmadan, sözün kim tarafından söylediğine bakarak ben bu adamı sevmem ve görüşlerine katılmam, benim için güvenilmez biridir de diyebilirsiniz. Burada bize düşen hikmetinden sual olmaz demektir. Öyle ya sevmek bir gönül işidir. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Aynı şekilde görüşüne de katılmak zorunda değil.
Şimdilik sizi bir tarafa bırakarak ben kendime bakayım. Çünkü söz ortada kalmasın. Bakalım bu sözün neresindeyim. İçinde miyim, dışında mıyım?
Şu bir gerçek ki bu cümlede kapasite artışından bahsediyor. Bakalım bende bu kapasite ve potansiyel kapasite artışı var mı?
Müsaadenizle kendimi test edeyim. Sanki bende bu kapasite var gibi. Çünkü itiraz yönüm olduğunu eş dost söylüyor. Aristo mantığından hareket edersek, itiraz ettiğime göre sanki düşünüyorum. O halde varım.
İtiraz yönüm olduğuna göre uyumsuz olduğum, nevi şahsına münhasır biri olduğum da doğrudur. Zaten fiziki rengime de vurmuş bu uyumsuzluğum. Çoğunluğun saç rengi siyah iken bendenizde turuncu renk hakim. Bakmayın şimdi ağardığına.
Uyumsuz olunca, haliyle huzursuz olduğum ve huzursuz edildiğim de doğrudur. Çünkü zannımca huzursuz ettiğim bir gerçek. Huzursuz etmek derken birilerinin suyunu bulandırma, kuyruğuna basma, fincancı katırlarını ürkütme gibi bir yönüm var. Haliyle huzursuz edince huzursuz olmam doğaldır.
Hasılı, sonuçları itibariyle bakarsak, bende itiraz etmek, uyumsuz olmak, huzursuz olmak ve huzursuz etmek olduğuna göre sanki bende düşünme kapasitesi var gibi.
Şayet böyle isem -sonucunu düşünmeden- kararlar almam, kendi başıma ve bir başıma düşünmem de olası. Bu olası durum kendi başına karar alma kabiliyeti olmayanları, bu kabiliyetleri varsa da bu potansiyeli kullanmayanları çileden çıkarırmış. Çok da tın. Birileri bu kapasitesini kullanmadığı için çileden çıkacak diye yarım yamalak da olsa tüm bu özelliklerimi kullanmayayım mı?
Varsın, birileri hesap kitap yaparak itiraz etmesin. Uyumsuzluk yolunu seçmesin. Kimseyi huzursuz etmediği için kendisi de huzurlu olsun. Ne huzursuz etsin ne de huzursuz olsun. Kendi başına kararlar almasın. Kendi başına düşünmesin. Yani birey olmasın. Sürü olmayı, sürüden ayrılmamayı, ağrımaz başını ağrıtmamayı seçsin. Böylece huzur bulsunlar.
Ama hep mi huzur bulsunlar? Tamam sürünün içinde yer alarak huzur bulsunlar da akıllarının bir köşesinde birey olmadıkları bir ukde olarak kalsın. Bu da onları huzursuz etmek için yeter de artar bile.
Olur mu demeyin. O kadar huzurun içinde biraz da lütfen huzursuz olsunlar.
Bir de itiraz etmedikleri ve uyumsuz olmadıkları için huzursuz olmadıklarından, huzur bozmadıklarından, bir başına karar almadıklarından ve düşünmediklerinden dolayı düşünüyorum, o halde varım demesinler. Çünkü hiç yakışık almıyor ve üzerlerinde sırıtıyor.

Tutkularımız

Resimde tutku kelimesine TDK'nin verdiği anlamlar ve tutkunun cümle içerisinde kullanılışı yer almaktadır.

Buna göre kısaca tutku güçlü bir coşku, ihtiras, güçlü istek, aşırı düşkünlük anlamlarına geliyor.

Başka milletlerin tutkusu var mı, varsa da ne kadardır bilmem ama millet olarak bizim tutkularımız çoktur. Bu tutkulara öyle bir bağlanırız hatta kendimizi öyle bir kaptırırız ki bu tutkulardan bizi ancak ölüm ayırır.

Mesela herhangi bir kişi, alan, düşünce, fikir ve görüş vs. hususlarında tarafgirliğimiz, fanatikliğimiz, kutuplaşmamız, ölümüne savunmamız, rekabet ve husumetimiz bir nevi tutku ve bağımlılıktır. Her ne olursa olsun bu tutkularımızdan vazgeçmeyi, vazgeçemeyiz. Tutkularımızı eleştirenlerle tartışmaktan, kavga etmekten, gerekirse küsmekten geri kalmayız. Kısaca tutkularımızın hepsi olmasa da çoğu bizim için kırmızı çizgidir.

Ne demek isteğimin anlaşılması için tutkumuz olan bazı örneklere yer vereyim:

Siyasi partiye tutkunluğumuz. Bu tutkunluğumuz tuttuğumuz futbol takımı gibidir. Kolay kolay değiştirmeyiz.

Dini veya siyasi lidere bağlılığımız. Bağlandıklarımızın her yaptığında hikmet aramamız. Onları ölümüne savunmamız. Eleştirenleri düşman bellememiz. Kendimizi Atatürkçü, Menderesci, Demirelci, Özalcı, Erbakancı, Türkeşçi, Baykalcı, Erdoğancı; solcu, sağcı, milliyetçi, İslamcı, milli görüşçü, Kemalist, sosyalist vs. görmemiz. Dinî yapılara bağlılığımız varsa, Nakşi, Kadiri, Nurcu, Süleymancı, İskenderpaşa, Menzilci, İsmailağa vs. gruplarından birine mensup görmemiz.

FB, GS, BJK ve TS gibi büyük takımlara olan tutkunluğumuz. Maç öncesi ve sonrası maç kritiklerimiz, hakem değerlendirmelerimiz, maça gitmemiz, ekrandan maç seyretmemiz, futbolcularının hepsinin isim ve mevkilerini bilmemiz vs. gibi durumlar da tutkumuzun bir göstergesidir.

Aynı şekilde tarihi şahsiyetlerde de bir tutkumuz söz konusu. Fatih, Yavuz, 2. Abdülhamit gibi.

Sigara, alkol veya uyuşturucu bağımlılığını da tutkumuz olarak görebiliriz.

Tutkumuza dair örnekleri çoğaltabiliriz. Fazlasına da gerek yok.

Şu var ki hangi alan olursa olsun tutkularda bir seviye tutturulamazsa bu tür tutku aşırılıktır, fanatikliktir, bağnazlıktır.

Bu tutkuya yakalanan kişiden, objektif olması ve davranması beklenemez. Hayata çok yönlü değil, tek yönlü bakar. Çünkü taraftır. Maçtaki taraftarda duygu ve coşku hakim olunca nasıl ki bu taraftar grubunda akıl değil, duygular hakim olduğu gibi diğer tutkularda da akıl ön planda olmaz. Duygular aklı bastırır. Farkına varmadan bu tutkuların esiri oluruz.

Bu tutkularda sevgi vardır, aşırı sevgi vardır. Hem de ölümüne sevgi. Bir yerde aşırı sevgi varsa aşırı nefret de vardır. Bu yönüyle aşk derecesinde olan bu aşırı sevgi gözleri kör eder. Bu aşırı sevginin oluşmasında, aşırı nefretin payı büyüktür. Çünkü bir taraftan nefret eden, diğer tarafa yani zıddına bağlanmada bulur kurtuluşu. Birinden kaçar, diğerine sığınır.

Bilelim ki bu tutku kendimiz için esarettir, sağlıksız düşünmektir, aklımızı başımızdan almaktır, birey olmaktan ziyade sürünün içinde yer almaktır, kendimizi ve özgürlüğümüzü sınırlamaktır, sırtımızda yumurta küfesi taşımaktır, kendimize güvenmediğimiz için kendimizi bir yere ait hissetmektir, bir özgüven eksikliğidir; kişinin beynini, aklını, fikrini kullanmamasıdır, tüm bunları kiraya vermesidir. Çünkü nasıl ki aşk gözü kör ederse, bu tutkular da bizi bizden eder, bizi esir alır. Tutkularla yatar, tutkularla kalkarız. Tutkular için yaşar, tutkular için ölürüz. Çünkü sürünün görevi budur. Bireycilik ve bireyselleşme mi? Ruhuna Fatiha.

15 Ocak 2025 Çarşamba

Hep Devletini Düşünmüş Meğer

Esed ve ailesine ait milyon dolarlık araç galerisi görüntülendi. Hepsi de yepyeni.

Hepsine özene bezene bakmış ya da baktırmış.

Hepsi de tamirciye gitmesine ihtiyaç olmayacak şekilde kullanıma hazır.

Bize de Esed şöyle böyle dediler, kötünün kötüsü dediler. Tek adam ve diktatör dediler. Haliyle biz de yanlış tanıdık.

Halbuki o ben gidiyorum, ne haliniz varsa görün dememiş, bana yar olmayacak araçları kimseye yar etmem dememiş.

Her tek adam ve diktatör gibi ülkesine hizmet etmiş. Bu arabalar da bunun bir örneği.

Belki de zamanında bu araçları aldığı zaman kendine şu kadar araç aldı dediler. Halbuki giderken götürmediğine göre hepsini devleti ve devletin kullanımı için almış. Şayet kendisi için almış olsaydı, giderken bunları da götürürdü. Bu demektir ki kendisi için değil, devleti ve milletine adamış kendisini. 

O kadar aracı nasıl götürsün diyebilirsiniz. Pekala yok fiyatına satıp paraya tahvil edebilirdi. Çünkü yetim malıydı. Bunda tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardı. Hasılı emanet bilmiş.

Giderken de HTŞ liderine bırakmış. Alın tepe tepe kullanın demiş.

Halbuki Esed bize anlatıldığı gibi olsaydı, madem beni baştan indirdiniz, size iyilik yaramaz derdi, hepsini kırar, dökerdi, balyozla kırdırırdı. Hiçbir şey yapamasa, o kadar vakti olmasa, pekala ateşe verdirebilirdi.

Elhasıl diktatör ve tek adam deyip de geçmeyin. Bilin ki her tek adam ve diktatör kötü değildir. Belki de hiçbiri kötü değildir. Ülkesi için çalışıp didinmişlerdir. Biraz veya çok zararları olmuşsa, ülkesini sevdiklerinden, ülkesine hizmet etme aşklarından dolayı olsa gerek.

Sonradan ah vah etmektense, biz ne yaptık demektense, diktatörlerin kıymetini bilmek lazım.

Uzatmayayım, son sözüm budur.