14 Eylül 2024 Cumartesi

Yemeksiz Düğün Salonlarının İkramlığı

Davetli olduğum bir düğüne gecikmeli olarak gittim. 

Kapalı bir alandaydı düğün. 

Girdim salona. Kulak patlatan cinsten bir müzik sesi vardı içeride. Birine hal hatır bile soramıyorsun. Sorsan bile herkes anlamadan kafasını sallıyor, elini göğsüne götürerek. 

Çoğunluk oturmuş. Pek az kişi ise misafirlerle aynı hizada dizayn edilmiş sahnede, müzik eşliğinde oynuyor. Hem sesten kurtulmak hem müzik eşliğinde içindeki kurtları dökmek için tam oynama zamanı ama o da bende yok. Çünkü sahne hep dar gelir bana.

En arka taraftayız beş altı arkadaşla beraber. Hiç sigara içmeyen, gelin bir sigara içelim diye bizi dışarı çıkardı bir ara. 

Sonra tekrar geldik. Az sonra önce çerez geldi. Altı kişiye üç adet gördüğünüz tabakta çerez vardı. Bu küçücük çerez tabağının içindeki kuruyemişin üstünde ikinci bir kuruyemiş yoktu. Tam taban doldurulmuş kabın. Saysan sayılır. Diğer üç kişiye az sonra gelir dedik gelmedi. Servis yapan kız çocuğuna, kızım, bizim masaya üç çerez eksik dedim. Eksiklik yok amca. Her masaya ikişer tane veriyoruz dedi. Bir masada on sandalye var. Biz varız masada 6 kişi. Hesap ettim. 6 kişi olmamıza rağmen bize bir fazla koymuş kızımız. Sağ olsun. Hemen fotoğrafladım ikramı. İçinden 5-6 âdet almışlığım var. 

Gördüğünüz kuruyemiş bir kişiye bile verilmez.

Az sonra pasta, kurabiye tabakları geldi. Bereket bunları her kişiye özel verdiler. 

Yine her masada iki adet birer litrelik meyve suyu ve boş bardaklar konmuş. Bir iki adet de 1,5 litrelik su var.

Pastayı yediğin zaman ne lezzet var ne tat. Midene oturup kalıyor yediğin. O güzelim mideni bozuyor.

Müzik gürültüsünün içinde bir saate yakın oturduktan sonra kendimizi dışarı artık. Ses kesilince dünya varmış dedik. 

Aslında mesele yiyip içmek, bol bol ikramlık geldi değil. Maksat düğün sahibinin iyi ve mutlu gününde bu sevincini paylaşmaktır. Ama ikram yaptın mı adam gibi ya da makul neyse onu yapacaksın.

Gören de düğün sahibi paradan kaçmış sanır. Öyle zannediyorum düğün sahibi bu düğün salonunu tutmak, ne ve ne kadar ikram edileceğine dair sözleşme de yapmıştır ve epey bir para bayılmıştır. 

Aylar öncesinde düğün sahibi salonu ne kadar tuttuğunu söylemişti. Telaffuz ettiği miktarı unuttum ama aklımda kaldığı kadarıyla yemekli ile yemeksiz hali arasında fazla uçurum yoktu. Hatta çerez ve pasta ikramı yerine madem yemek verseydin demiştik de o da ben de öyle dedim. Oğlum, biraz daha verip yemek verelim. En azından gelen karnını doyurmuş olur dedim fakat oğlanı ikna edemedim demişti.

Öyle zannediyorum, salon sahipleri yemeksiz düğünlerden daha fazla kâr ediniyordur.

Salonlarının ne kadar kâr ettiğini bilmem ama bildiğim, kına ve düğün gibi etkinlikler için salonlar düğün sahiplerinin cebini yakmaya devam ediyor.

Ne yapıp ne edip bu salon düğünlerinden kurtulmak gerek. Eskisi gibi kızı evinden alıp erkek evinin önünde düğünü bitirmek. Oynanacaksa evlerin önünde oynansın, ikram yapılacaksa yine hakeza. 

Gel de bunu taraflara anlat.

Şu var ki salonlara dökülen paralara yazık.

Bir İmamın İşgüzarlığı

13.09.2024 tarihli cuma hutbesi gittiğim camide Gazze üzerineydi. Dinlerken Gazze üzerine bir yılda bu kaçıncı hutbe. Diyanet sanırım konu sıkıntısı çekiyor. Gazze'yi ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor. Bir boşluk bulursam, "Hutbelerde Temcit Pilavı Dönemi" başlığıyla bir yazı yazayım dedim.

Eve gelince Diyanet'in bu tarihli hutbesini aradım. Böyle bir hutbe bulamadım. Aynı tarihli hutbe Mevlidi Nebi üzerineymiş. 

Bu caminin imamı farklı konu irat ettiğine göre imamlar Diyanet'in belirlediği hutbeye rağmen kendileri farklı hutbe irat edebiliyor mu? Anlaşılan o ki farklı hutbe tercihi, gittiğim bu cami imamının işgüzarlığından başka bir şey değil. 

Gerçi imam caminin her zamanki görevlisi değildi. Daha önce bir defa daha görmüştüm bu hutbe okuyanı. Ya müezzin ya da imamın, yerine bıraktığı mahalleden biri olmalı. Öyle de olsa kafasına göre hutbe okumaması lazım. 

İmam madem farklı konu seçti. Bari bir haftadır Türkiye gündeminde olan ve büyük tepkilere sebep olan Narin kızımız ve Sıla bebek içerikli bir konu seçseydi dedim. Öyle ya böyle dramlar da konu edilmeyecek de hangi konu ele alınacaktı. Gel gör ki imamın böyle bir derdinin olmadığı anlaşılıyor. 

Diyanet'in aynı tarihli hutbesi Mevlidi Nebi başlığını taşıyordu. Bu konu da peygamberin doğum günü münasebetiyle hutbelerde yılda bir yer bulur. Diyanet peygamberin doğumundan bahsederken Narin ve Sıla'dan bahsetseydi. Hatta bu dramları konu edinir. Hutbenin bitiminde de peygamberin doğumuna işaret etmesi daha uygun düşer dedim. 

Hutbeyi okudum. Gördüm ki Diyanet bu hutbe de Mevlid-i Nebi'yi işlerken, "Ne hazindir ki her geçen gün, insani değerlerin ayaklar altına alındığı, masum çocukların acımasızca katledildiği, her türlü kötülüğün açıkça işlendiği bir zamanda yaşıyoruz. Kalpleri kararmış, vicdanları körelmiş zalimlerin kurbanı, nazik ve narin bedenler oluyor. Başka Narinlerin canice katledilmemesi, başta Gazze olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki masumların canlarına kıyılmaması için Peygamberimizin güzel ahlakını ve çağlar üstü mesajlarını insanlıkla buluşturmaktır’’ şeklinde Narin kızımıza da yer vermiş.

Diyanet'i bu duyarlılığından dolayı tebrik etmek lazım. 

Aynı duyarlılığı diğer haftalarda okuyacağı hutbelerde de bekliyoruz. Çünkü cumaya giden farklı konular dinlemek ve duymak istiyor.

Farklı konular hem ilgi çeker hem dinletir.

Diyanet hep gündem ve günceli takip etmeli, bu konulara dair dini görüşünü ve alınması gereken tavrı ortaya koymalı.

Temcit pilavı gibi aynı konuları ısıtıp önümüze koymamalı.

Belirli gün ve haftaları yazı konusu edinmekten vazgeçmeli.

Haftanın önemine işaret etmek isterse, ele aldığı konunun bitiminde gün ve haftaya dair bir paragraflık hatırlatma ile yetinmeli.

Kısaca insanımızın derdi ile dertlenmeli hutbeler ve Diyanet.

13 Eylül 2024 Cuma

Allah Korkusu Eğitimi Yeterli Olur mu? *

Zaman zaman bir şeyden dert yandığımızda, "Allah korkusu yok bunlarda, vicdansız bunlar, Allah'tan korkmadığı gibi kuldan da utanmıyor. Bu tiplerin ar damarı çatlamış" deriz.

Yine başımıza gelen olumsuzluklar karşısında, "Tüm bu başımıza gelenler İslam'ı yaşamadığımızdan. İslam'ı yaşasak, İslam kanunları geçerli olsa bunlar başımıza gelmez" deriz.

Daha neler deriz neler... 

Bu kervana etkili ve de yetkili bir büyüğümüz de katılmış. Bir topluluğa yaptığı konuşmada mealen şöyle demiş: "Derdimiz bilgi değil. Bilgi meslekte ve üniversitede öğrenilir. Eğitim şart. 4-6 yaştan itibaren çocuklarımıza Allah korkusunu, kuldan utanmasını, milli ve manevi değerleri öğretmemiz, bunların eğitimini vermemiz; vatan, millet ve bayrak sevgisini vermemiz lazım. Bunları verdik mi ondan sonra nereye giderse gitsin, ondan korkma. Burada en büyük sorumluluk annelerindir. Sonra okul, sonra çevre gelir. Anneler tam görevini yapmıyor. Baba çocuğunu sabah namazına kaldırıyor, anne yatsın diyor. Olmaz böyle. Sonra çocuğu 10 yaşına gelince, bu çocuk niye böyle diye dert yanıyor...".

Bu tür dert yanmaları değerlendirmeye geçmeden önce bazı sorular sormak istiyorum. İnsanların kötülük yapmasının önüne geçmede en etkili yöntem nedir? Bence önce bunu tespit etmek lazım. Kötülüğü önlemede ve çocuk yetiştirmede en etkili yöntem;

Allah korkusunu ve kuldan utanmayı ta küçüklükten çocuğa yerleştirmek mi? 

Milli ve manevi değerleri, vatan ve bayrak sevgisini küçüklükte aşılamak mı? 

Çocuklara ahiret korkusunu vermek mi? 

Yoksa her şeyin en iyisini ve güzelini yapma konusunda büyüklerin küçüklere örnek olması mı? 

Ya da her şeyin kuralının olduğu, bu kuralların işlediği, kurallara uymayanların denetlenip takip edildiği, aykırı hareket edenler hakkında caydırıcı cezaların verildiği, kimsenin yaptığının yanına kâr kalmadığı işleyen bir sistemi kurmak mı daha etkili? 

İnsanların yerleşik hayata geçmediği, devlet yapısının olmadığı zamanlarda, kişileri kötülüklerden alıkoymak ve kötülükleri önlemek için Allah korkusu, vicdan, ahirette hesaba çekilme, cennet ve cehennem, milli ve manevi değerler, ahlak eğitiminin verilmesi, örf ve adetler gibi hususlar etkili ve caydırıcı olabilir. 

İnsanlar, topluluklar ve milletler bir devlet çatısı altında yerleşik hayata geçmiş, kurdukları bu devlet, kanun ve anayasasını yazmış ve uygulamaya başlamışsa, aksi davrananlara yaptırım ve caydırıcı cezalar uygulanıyorsa, vatandaş devletin nefesini arkasında her daim hissediyorsa, bu devletin kanun, kural ve anayasası Allah korkusundan, vicdandan, kuldan utanmadan, milli ve manevi değerler eğitiminden daha etkili olur. 

Mesela bugün kamera, mobese gibi teknolojiler, dinden de ahlaktan da ahiret inancından da milli ve manevi değerler eğitiminden de daha etkilidir. Çünkü bir yerde mobese varsa herkes kendisine çekidüzen veriyor. Suçlu bile mobese ve kameraya rağmen suçuna devam etmez. Bir kör noktayı arar. 

Bu demek değildir ki insanlara ve çocuklara din, iman, milli ve manevi değerler, Allah korkusu verilmesin. Verilsin verilmeye. Ki Anadolu insanı olarak bu ülkede yaşayan çoğu kimse çocuğuna milli ve manevi değerleri aldırıyor. Sonuç, çoğumuz  Allah'tan korkarım dememize rağmen bu ülkede yediden yetmişe kötülük yapmaya ve suç işlemeye devam ediyoruz. Gün geçmiyor ki bu ülkenin her sokak, cadde, köy, belde, ilçe ve ilinde kötülük işlenmemiş olsun. Adeta suç makinesi gibiyiz. Bunun yerine suç işleyen yakalansa, cezası adaletli bir şekilde verilse, bu ceza caydırıcı olsa, yapanın yanına kâr kalmasa suç oranlarında çok büyük düşüş olacaktır. 

Ne demek istediğimi, işleyen devlet yapısı ve kuralları oturmuş olan ülkelere bakalım, bir de her şeyin kuralı ve cezası olduğu halde doğru dürüst uygulanmayan ülkelere bakalım. Örnek Avrupa insanı çok mu Allah'tan korkuyor da kurallara uyuyor? Biz Allah'tan korkmuyor muyuz ki kurallara uymuyoruz? Avrupa devletlerinde yaşayan bilir ki kanun ve kurala uymazsa bedeli ağırdır. Biz de biliriz ki kurala uymazsak bir yolunu bulur kurtuluruz. 

Son olarak, kurallara, milli ve manevi değerlere uymada, vatan ve millet sevgisi aşılamada, Allah korkusu, kuldan utanma ve vicdan sahibi olmada biz büyükler küçüklere iyi örnek olursak, küçükler de bizi takip eder ve örnek alır. Çünkü çocuklar bizim ileriye attığımız oklardır ve gördüğünü yapar. Değilse, değil 12 yıl eğitim ve öğretim vermeyi, sittin sene eğitsek bir arpa boyu mesafe alamayız. Unutmayalım ki çocuklar biz büyüklerin eseridir. Biz büyükler her haltı işleyelim, çocuklarımız iyi olsun. Maalesef yok böyle bir dünya.

*16.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.