11 Eylül 2024 Çarşamba

Noter Kur'ası

Toplum yararına programlar (TYP) çerçevesinde okullarda temizlik görevlisi olarak çalışmak için müracaat edenler içerisinde, şartları tutan 98 kişi içerisinden; 13 asıl, 5 yedek seçmek istiyorsunuz.

Bunun için kura çekmeniz gerekiyor. Bu kurayı da siz çekemezsiniz. Çünkü bir güvenilirliğiniz yok. Bunun için yanı başınızdaki notere müracaat ediyorsunuz.

Noter ortada siz de kenarda üç eşit insan gibi oturuyorsunuz.

Orta yere saklama kabı gibi iki kutu konuyor.

İçinde katlanmış bildiğimiz kağıtlar var.

Ama bu kağıtlar değerli kağıt kabul ediliyor.

Kuraya başlamadan önce kutuları bir güzel sallıyor ve karıştırıyor noter.

Birinden isim çekiliyor, diğerinden ya boş ya asıl ya da yedek.

Kimin bahtına ne çıkarsa artık.

Asıl çeken seviniyor, boş çeken ise kör talihine yanıyor. 

Asıl ve yedek çıkanların isimleri tutanağa geçiriliyor katip tarafından. Siz de tüm bu olup biteni izliyorsunuz.

Bir 40 dakikanın sonunda kura işlemi bitiyor. Tutanaklara imzalar atılıyor. Sandalyeden kalkılıyor. 

Ardından bu işlemi kayda geçirip sözleşme haline getirmek için noter, dairesine geçiyor ve sözleşmenin altına imza attırdıktan sonra önüne bu faturayı koyuyor.

Faturayı görünce içim cız etti. 

Vay anasına, noter olmak varmış dedim içimden. 

Benden geçti artık ama hukuk okudu iseniz; hakim, savcı, avukat olmaya falan kalkmayın. Size tavsiyem noter olun noter. Sonra demedi demeyin. 

İstenen meblağın da aynı anda yatırılması gerekiyor. 

Ödenek isteyelim. Gelinceye kadar bekler misin desen, zinhar olmaz. Parayı nereden bulursan artık. Cebinden mi verirsin, birinden emanet mi bulursun. 

Bu kura işini halletmek için haddi zatında notere para harcamaya da gerek yok aslında. Pekala kaymakamlık bünyesinde oluşturulan bir komisyon marifetiyle bu iş meccanen yapılır. 

Belli ki devlet bu işi noterlere havale ederek hem noteri kazandırıyor hem de kendisi. Çünkü fifty fifty çalışıyor zannımca. 11.09.2021

10 Eylül 2024 Salı

Ters Koltuk Fobisi

Selçuklu Ağız ve Diş Sağlığının önündeki durakta çarşıya giden 53 nolu otobüse bindim. Otobüs de doluymuş. Ağırlıklı olarak öğrenci. Belli ki bir okulun dağılma saati.

Güya oturup bir şeyler yazım çizecektim.

Oturacak yer olmayınca ortada bir köşeye kendimi verdim. Sırtımı camın önündeki korkuluğa dayadım. Bir elim yazarken diğer elim telefonu tutarken ne düştüm ne de sendeledim. Halbuki o kadar da dönmüştü otobüs. Buna da şükür. 

Elime telefonu alıp çarşı-otogar dolmuş seyahatimi otogarda otururken yazıp bitirmiştim. Sadece başlık, son rötuş ve yazıyı bağlamak kalmıştı. Ayakta dinelirken bunu hallettim. Başlığı da "Gençler ve İban" koydum.

Az sonra karşılıklı koltuklardan biri boşaldı. Geçip oturdum. Ben oturduktan sonra iki teyze bindi. Ben teyze diyorum ama belki de benden yaşça küçük bu kadınlar. Hoş, 61 yaşında olmama rağmen kendimi hala çocuk hissettiğim için her gördüğüm erkek amcamdır, kadın da teyzemdir. 

Karşımdaki genç, teyzenin birine yer verdi. Kadın teşekkür bile etmedi. "Ama ben ters oturamam ki" deyip boş koltuğa başkasının oturmasını da engelleyecek şekilde ayakta durmaya devam etti. Dolu otobüste boş koltuk buldu da ters diye beğenmiyor. Olacak şey değil. Olmadı denize nazır bir cephe verelim.

Otobüs boş olur da tercihin yönü şoföre doğru olan koltuklar olur, ters koltuğa oturmazsın. Tüm koltuklar dolu. Elde tek seçenek ters koltuk var. Onu da hanımefendi beğenmedi.

Olabilir. İnsanların zevkleri, renkleri tartışılmaz ise prensipleri de tartışılmaz. Bu durumda bu kadının ne yapması gerekir? Ayakta yolculuk yapacak. Tıpkı az önce benim dineldiğim gibi. Ama nerede? Kadının gözü sağda, solda. Acaba düz koltuklardan biri kalkar mı diye fırfır dönüyor. İki elini de düşmemek için sıkı sıkıya demirlere tutundu. Arkasındaki kadın arka taraftan bir genci kaldırmaya yeltendi. "Çocuk çocuk" diye seslendi. Arkada kim vardı. Genç duydu mu, duymazdan mı geldi bilmiyorum.

Olmayacak. Bu kadın bu haliyle az sonra üzerime de düşer. Bari oturmadığı ters koltuğa ben geçeyim. O da çok düzgün ki düzgün koltuğa otursun. Ama oturamadım. Çünkü arkasındaki kadın ters koltuğa göz dikmiş. Öbürü de benim koltuğa. Öyle ya biz erkeklerin görevi kalabalık saatlerde gezmeden gelen bu kadın teyzelere yer vermek. Yaşın isterse 61 olsun. Gerekirse yaşı benden küçük olsun. Erkek misin? Bu senin kaderin. Farzı ayın gibi bir şey bu. Özellikle Konyalı, gezmeden gelen bu teyzelere yer vermek, ters koltuk ise düzgününü vermek zorunda. Birileri bunlara özellikle kocaları, be kadın, otobüsün tenha saatinde gezmeye git, tenha saatinde dön dese. Diyemez. Çünkü aile saadeti bozulur. Üstelik gitmesiyle gelmesi bir olmuştur teyzelerin. Ta nereden nereye. Daha yorgunluğu atamadan geri dönüyorlar. Nasılsa birileri yer verecek. Ayakta duracak değiller ya. İşte, okulda yorulmuştur birileri. Hiç önemli değil. 

Ömrün büyüklerime hep yer vererek geçti. Artık yaşımı başımı aldım. Bundan sonra da oturayım diyorum ama bu yaşımda hala gezmeden gelenlere yer veriyorum. Zoruma giden de bu. Ah koltuğu da bir beğenseler. 

Yer verince bir de sen mi yer veriyorsun demez mi? Teşekkür hak getire. Lügatlerinde yok. Çünkü görevin zaten. Ayakta da yer yoksa sırtına alacaksın. Ah bir de memnun edebilsek. Bereket cam kenarını isterim demedi.

Kalkıp arka tarafa yöneldim. Kız öğrencinin biri kalkıp buyur amca dedi. Kızım, rahatsız olma lütfen dedim. Yok amca zaten ineceğim dedi. Ben de bana yer verdi diye sevinmiştim halbuki. Hoş, yer verdikleri zaman da rahatsız oluyorum. Lütfen oturun diye ısrar ediyorum bu yaşta torunum yaştaki çocuklara. 

Ama gel gör ki teyzelerde bu hassasiyet yok. Anlattığım gibi koltuk da beğenmiyorlar. Hepsini aynı kefeye koymayayım. İçlerinde az da olsa hassasiyet sahibi olanlar var. Teşekkür ede ede bitiremiyorlar.

Bu teyzeler, ehliyet alıp arabayla gezmeye gitmeyi niye düşünmüyorlar acaba?

Neyse teyzenin bana yapmadığı teşekkürü ben ona edeyim. Çünkü yer verip arkaya geçince bu teyzeyi yazmaya koyuldum. Bir baktım. Kültür parktayım. Sayelerinde vakit nasıl geçti bilemedim. 

İndiğime göre bu yazı da burada bitmeli. 

Gençler ve Iban

Ne zamandır şehir içi minibüslerine binmişliğim yok. Gideceğim yere çoğunlukla yürürüm. Yürümezsem otobüsleri tercih ederim ya da arabamla giderim.

Bir tanıdığımla görüşmek için Beyhekim'e gitmem gerek. Orası yürümek için uzun. En iyisi şeytanın bacağını kırayım deyip minibüse bindim. Minibüsün sağında kalan üç oturak dolu olduğu için mecburen sol tarafındaki tekli koltuklardan birine oturdum. Saat 15.00 suları idi. Haliyle güneş batıdan cama, camdan da bana geliyor. Minibüste klima yok. Varsa da çalışmıyor. Doğal klima olarak üst taraftaki havalandırma açık. Oradan gelen serinlik ise camdan vuran güneşin verdiği sıcaklığı engellemediği gibi bana mısın demedi. 

Bir an için dolmuşta mıyım, saunada mıyım diye düşündüm. Çünkü hem yandım hem piştim hem de terledim.

Düşmüştüm bir kere. Çekeceğim artık. Ama ne zaman bitecek bu çileli yolculuk. Çünkü indi bindi çok oluyor. 

Ama bir iyiliği var. 20 liraya sauna hizmeti. Bu paraya saunanın kapısından içeri almazlar.

Yine dolmuş durdu mutat olarak. Bu sefer elinde valizle bir genç bindi. Otogara gidiyor musun dedi. Evet dedi şoför. Genç, abi askerim, param yok. İban atayım dedi cep telefonunu göstererek. Kaptan İban olmaz. Askersen seni götürürüm, geç otur dedi. Genç teşekkür ederek arka tarafa geçip oturdu. 

Gençlikte bir İban furyası var. İban olunca cepte para taşıma ihtiyacı da hissetmiyorlar. Bende de var bu tür yeni nesil. Onda da pek para olmaz. Zaman zaman paran var mı derim. Nakit yok ama İban var der hep. Yani hesaplarında harcayacak paraları var gençlerin ama nakit taşıyacak takatleri yok. Siz buna üşengeçlik mi dersiniz, vurdumduymazlık mı dersiniz, buna güven mi dersiniz ya da ne derseniz deyin. Şu var ki gençler nakit taşımayı sevmiyor. Gerçi taşışalar ne olacak. Nakit çekseler, cep kabarık oluyor. Zaten dar giydikleri için cepleri de pek kullanıma uygun değil. Haydi kabarık da olsa taşısalar diyelim. İyi de hazıra dağ dayanmaz dedikleri gibi nakit de dayanmıyor ki. Haliyle durmadan ATM'ye gitmektense ibana başvurmak gençlerin işine geliyor.

Bu arada yakıcı ve boğucu sıcak yine vurmaya devam ediyor. Derken görüşeceğim kişi, sanayideyim. Gelmem beşi bulur mesajı gönderdi. Cevabımı beklemeden, parça geldi, tamam dörtte olurum mesajını yazdı. Zaten dörtte buluşacaktık.

Otogara yaklaşırken görüşeceğim kişiyi aradım. Sanayi tarafında isen otogarda buluşalım, uygun mu dedim. Uygun ama sanayide daha işim bitmedi dedi. Problem değil, ben seni otogarda beklerim dedim, anlaştık. 

Ardından şoföre ben otogarda ineceğim dedim, indim. 

Dolmuştan inince yine yakıcı güneşe rağmen dünya varmış dedim. Ne de olsa kapalı yerden açık havaya çıkmıştım.

Bu yazıyı da otogarın bekleme salonunda gölgede otururken yazmaya başladım. 

Kısa günün kârı. Hem Beyhekim'e kadar gitmedim hem dolmuşun saunasından kurtuldum hem nice sonra otogarı görmüş oldum hem de tanıdığımı beklerken bu yazıyı kaleme alınca vaktin ne zaman geçtiğini anlayamadım. En iyi tarafı da dolmuştan kurtulmaktı. Otogarı da en son Yaka-Otogar yürüyüşünde içine girmeden ışıkların oradan görmüştüm. Pandemi zamanıydı sanırım. Kanal boyundan 12 km idi. Dönüşte ise tramvay yolunu takip ettim 10 km idi. Kısaca gidiş dönüşüm 22 km tutmuştu yürüyerek.

Tekrar askerin yol ücreti olarak İban atayım demesine geleyim. Asker doğru mu söylüyor yalan mı bilemem ama pek yalan söyleyecek birine benzemiyordu. Sonra 15 lira için yalan söylemeye değmezdi. Yalnız genç elinde valiz otogara geldiğine göre askere gidiyor. İyi de askere gidenin cebinde hiç nakit olmaz mı? Bu genci askere uğurlayanlar cebine harçlık koymadı mı yoksa harçlıklar da mı ibana döndü? Mübarek, dolmuşa da İban teklif edilmez ki. Bir de teslim olacağı şehre varsa teslim olmadan önce şurada bir bardak çay içeyim dese onlara da mı İban atmaya kalkacak? Bu kadar rahatlığa da pes doğrusu. Ha genç askerden gelse, sıfırı ya da nakdi tüketmiş dersin.

Artık gencin vebali boynuna. Bu arada para almadan otogara kadar götüren şoförü de tebrik etmek lazım. Herkes yapmaz bunu. Gerçi bizim milletimizin askere karşı ayrı bir sevgisi var. Askeri gördü mü yağları eriyiverir. Gerekirse karnını da doyurur.