1 Eylül 2024 Pazar

Ciltli Kitap *

Lise son sınıfta bir sınıfın rehberliği verildi. Kimdir, necidir, öğrencileri tanıyayım diye rehber öğretmenden "Öğrenci tanıma fişi" istedim.

Öğrencilere dağıttım. Soruları okuyarak doldurun dedim. İlaveten, şiddet görüyor musun türünden bazı sorular yazdırarak kağıdın arka tarafına yazmalarını istedim. Ayrıca sorularda olmayan özel durumunuz varsa onu da yazın dedim.

Herkes yazdı. Topladım kağıtları. Bir tanesi yazmamış. Niye yazmadın dedim. Cevap vermeden yüzüme baktı. Sonra vereyim dedi. Şimdi yazalım dedim. Öğrenciler, hocam bu arkadaş BEP'li dedi. Yanına biri oturarak soruları okudu. Verdiği cevapları yazdı.

Bu sınıfın aynı zamanda kendi branşımdan dersine giriyorum. BEP'li öğrenciyi hiç dersimde görmedim. Çünkü dersimin olduğu öğleden sonra okula rehabilitasyon aracı gelerek rehabilitasyona gitti. Bereket ortak sınavları sabahtan yaptığımız için dersimden bir başka öğretmenin gözetiminde sınavlara girdi. 

Öğrencinin kağıdı anlamsız kelimelerle dolu. Çoğu soruya ise hiç cevap verilmediğini gördüm. Her sınav kağıdından sıfır aldı. BEP'li olduğu için elliden aşağı puan vermedim. 

Bir gün bu BEP'li öğrenci ile teneffüste özel görüştüm. Okuyup yazabiliyor musun dedim. Evet, ciltli kitap bile yazabilirim dedi. Bu cevabı alınca şaşırdım elbet. 

Nasıl şaşırmam ki. Sınavımdaki cevabı basit sorulara bile cevap yazmamış. Üstelik hazırlık soruları adı altında soracağım soruları bir hafta öncesinden gönderiyorum. Yazdığı anlamsız yerlere de verecek bir puan bulamadım. Öyle ya kitap yazacak kadar bilgi, birikim ve doküman olduğuna inanan bir şeyler yazardı. 

Kısaca ne yazdığını gördüm ne okuduğunu. Buna rağmen bu cahil cesaretinin nereden geldiğini anlayamadım. 

Ha kişi okuyamayabilir, yazamayabilir. Okuyabilir ama yazamayabilir. Adı üzerinde BEP'li. Çünkü zihinsel engelli. Kimsenin bu durumda olmasını istemesem de içimizde var böyleleri. 

Hayretime giden böyle birinin ciltli kitap bile yazarım demesi. Daha ayakları yere basmıyor deyip çok üzerinde durmadım. Öyle ya ciltli kitabını bile yazarım diyene ne diyeceksin? Belli ki kendini bilmiyor ya da kendini olduğundan farklı gösteriyor. 

Bu çocuğu masum kabul ederim. Çünkü lise son sınıf da olsa daha çocuktur. 

Bir de BEP'li olmadığı halde tıpkı BEP'li öğrenci gibi ben bunun kitabını yazdım diyenler var. Koca koca kelli felli adamlar bunlar. 

İşinin uzmanıdır, bilgi ve birikimi vardır. Kitap yazanlara bir şey demem. İlminin ve bilgisinin sadakasını veriyor. Ya bir de bir şeyden anlamadığı halde o şeyin kitabını yazdığına inananlara ne demeli? İşte asıl korktuğum tipler bu tipler. Çünkü özgüveni tavan yapmış, cahil cesaretini, kitabını yazdım diye gizleyenler, telafisi olmayan kırıp dökmekten başka bir şeye imza atamazlar. 

*25.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Futbol Neyine?

Zaman zaman futboldan yazıyorsun. Dini, siyasi ve güncel konulardan yazsan olmaz mı? Futbol senin neyine? Sonra futboldan ne anlarsın sen? Ayrıca futbol karın doyurmuyor ki.

Doğrudur, futboldan yazıyorum. Belki bazılarının garibine gitse de futboldan yazmanın bir maliyeti yok. Futboldan yazmak için bir bilgi ve birikime gerek yok. Biraz ilginin olması yeterli. (Bu arada futbola dair tüm ilgim ve bilgim, dakika, skor ve sonuçtan ibaret).

Ayrıca futboldan yazmanın bir maliyeti, bir masrafı yok. Kara listeye de alınmıyorsun. Futbolun fanatikleri olsa da diğer alanlara göre biraz centilmenlik var. Penaltıydı, değildi, iyi oynadı, kötü oynadı, maçı hak etti, etmedi, hakem maçı katletti, oyunun sonunu etkiledi veya etki etmedi gibi yazar durursun. Okuyucu katılır veya katılmaz. Ama en azından başın ağrımaz.

Halbuki dini konularda yazmak bedel ister. Çoğunluğun kabul ettiği dini görüşe, farklı bir perspektiften bakarsan, mimlenirsin, tekfir bile edilirsin. Çünkü toplumda kendisini şeyhülislam olarak gören sayısı çok.

Siyasi konularda zaten yazamazsın. Yazmaya kalkarsan, ucu kendi partisine dokunanlardan bir güzel şamar yersin. Ki siyasi alanda da toplumun her biri siyaset uzmanı.

Hasılı din ve siyasi alanda bu ülkede herkes üstat. Bu yüzden bize laf düşmez. Bunun için de başını belaya sokmaya hiç gerek yok.

Güncel meseleler denince akla Filistin geliyor. Elden bir şey gelmeden konuşmanın ve gündemde tutmanın bir faydasına inanmıyorum.

O yüzden bir faydası ve getirisi olmasa da futboldan gayrısı cıs görünüyor. Futbol yorumunda anlaşamasan bile bir orta yol bulursun.  Halbuki dini ve siyasi konularda kimse kimseye Nuh dedirtip peygamber dedirtemez.

Hasılı futbolda;

En azından dışlanmıyorsun.

Mimlenmiyorsun.

Kara listeye alınmıyorsun.

Tu kaka yapılmıyorsun.

Düşman bellenmiyorsun.

Vebalı muamelesi görmüyorsun.

Kısaca başın ağrımıyor. Önemli olan da bu değil mi? Azıcık aşım, ağrısız başım. Nemelazım ötesi.

Beni Ayakta Alkışlayan Pazarcı *

Tatil dönüşü eve baktım, atılacak çöp bile yok. Çöp yoksa çöpün ham maddesi de yoktur deyip bir pazar listesi hazırlayarak soluğu pazarda aldım.

Girdim pazarın bir köşesinden. Sebze ve meyve alacağım. Piyasa günbegün değişiyor pazar ve marketlerde. Önce şöyle bir tur atayım, fiyatlar hakkında bilgi sahibi olayım istedim.

Evden çıkarken bir de kışlık sarımsağa bak denmişti. Gözüme ilk sarımsak ilişti. Kaç lira delikanlı dedim irilerini göstererek. 250 TL dedi. Küçükleri de 150 olur dedi. Kastamonu sarımsağı imiş. Hayırlı işler deyip giderken gel 230 olsun, hatta 200 olsun, küçükler de 130 olsun dedi. Sağ ol, kalsın diye ilerlemeye çalışırken arka arkaya fiyat indirmeye devam ediyordu pazarcı.

250'den 200'e indiren esnaf olur mu? Demek ki 200 liradan bile ekmek yiyor bu pazarcı. Ne diye önce fiyatı abartıp sonra yelkenleri indiriyor anlamadım. Sarımsak satan pazarcı güven vermediği için ondan sarımsak almadım. Başkasına da sormadım.

Az ilerleyip salatalığın fiyatını sordum. Gel 20 olsun dedi. Eyvallah dedim, alıcı olmayan gözle dolaşmaya devam ettim. Neyini beğenmedin bu salatalığın, sana 20 liraya salatalık veriyorum. Almıyorsun. 20 lira para mı? Helal olsun, seni ayakta alkışlıyorum dedi. 

Ne muhatap oldum ne durdum. Çekip gittim yanından. 

Almıştım başa belayı sabah sabah diyeceğim. Ama öğle vakti idi pazara gittiğim. Belli ki pazarcı sabahtan beri yorulmamış, pek satamamış, çeneye vermiş. Akşama kadar çenesi iyice düşer. 

Gözümü kestirdiğim başka yerlerden domates, biber, salatalık, meyve aldım. Bu arada salatalığa da 20 verdim. 

Başka ne alayım diye turlarken, biri salatalık 10 lira diye bağırıyordu önünden geçerken. Hiç geriye dönüp bakmadım. Herhalde az önce beni ayakta alkışlayan olmalı. Şakasına, acaba 10'a alır mı diye bağırıyor sandım. Az ileriye gittikten sonra kim bu diye geriye dönüp baktım. Bana az önce 20'den salatalık vermeye çalışandan başkası değildi. Ne ara indirdi anlamadım.

Merak ettiğim bu adam sabah saatlerinde salatalığa kaç fiyat çekti acaba? Daha öğle vaktinde 20'ye indirmişse akşama kaça indirir bilemiyorum.

Bir malın bir ederi bir maliyeti bir piyasası olur. Bir ürün daha öğle vakti yüzde yüz indirilir mi? Herhalde ya tutarsa deyip öylesine fiyat belirliyor çoğu pazarcı. Akşam vakti olsa, eve götürmektense elden çıkarayım deyip fiyatı indirebilir. Daha öğle vakti millet yeni yeni pazara geliyor. Merak ediyorum bunların kar marjı ne kadar? 

Benim anlamadığım, pazarcıların bağırması, gürültü çıkarması kanunla yasaklanmadı mı? Bu kanun hala yürürlükte olduğuna göre bu pazarcılar niye bağırıyor? Kanun uygulanmıyorsa, pazarcı iplemiyorsa, denetim ve müeyyidesi de yoksa bu kanun niye duruyor?

Fiyat soran her müşteri o pazarcıdan almak zorunda mı?

Sonra niye fiyat soruyoruz? Müşteri her ürünün fiyatını öğrenmek için pazarcıya fiyat sormak zorunda mı? Niçin sebze ve meyvelerin önünde etiket yok?

Lokanta ve kafelerin girişlerinde fiyat zorunluluğu var da niçin pazar tezgahlarında satılan ürünlerde fiyat yok? Pazarcılar her fiyat sorana cevap vermekten yorulmuyor mu?

Bence pazar tezgahında satılan ürünlerde fiyat yazma zorunluluğu getirilmeli ve bu kurala uyulup uyulmadığının kontrolü yapılmalı.

*04.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.