25 Nisan 2024 Perşembe

Siz Hangi Mahallenin Muhtarı ya da Azasısınız?

Ama işte ama işim yokken evde fırsat buldukça yürüyüşe çıkarım. Bir çay ocağı bulunca da çay içmek için otururum. Otururken bloğumu açıp bir şeyler yazmaya başlarım. 

Yine rutin günlerimden birinde yürüyüşün ortasında bir çay ocağına oturdum. Yazmaya başladım. 

Bir başına otururken yan masada oturanların sesi de ister istemez bana kadar ulaştı. 

Ben falan mahallenin muhtarıyım dedi biri. 

Öbür masada oturan da ben de falan mahallenin muhtarıyım dedi. 

Bir diğeri ben iki dönem muhtarlık yaptıktan sonra bu dönem muhtar olmadım dedi. Niye dedi beriki? Biri, iki dönemdir yapıyorsun, bu dönem ben muhtar olacağım dedi. Ondan dolayı aday olmadım dedi. 

Bir diğeri de muhtar olmasa da iki dönemdir muhtar azasıydım. Bu dönem beni değil, oğlumu yazdı aza olarak dedi. 

Hasılı yan iki masa karşılıklı konuşmaya başladı. Konuşmaları da bahsettiğim gibi muhtarlık üzerine. İki ayrı masada iki ayrı muhtar, yanında eski aza ve bu dönemki azanın babası ile yan yan masalarda oturduk. 

İki dönem yaptıktan sonra bir başkası yeter senin yaptığın. Sıra ben de demesini garipsedim. Sanki sıraya koymuşlar gibi. Belli ki mahallede güçlü biri. İki dönem birini desteklemiş, sonra kendisi ortaya çıkmış ve muhtar olmuş.

Mevcut muhtarları ve eski muhtarları anlarım. Adı üzerinde eski ve yeni muhtar. Muhtarlığı bıraktıktan sonra bile ölünceye kadar eski muhtar diye anılacak. Çocukları da eski muhtarın çocukları diye tanınacak. 

Onlar oturmaya ve koyu muhabbete devam ederken azalar ne iş? Bunlar da muhtar gibi para alıyorlar mı diye düşündüm. Google'la yazdım. Meccanen çalışıyorlarmış. Yani bir ücret yok kendilerine. Ücreti de yoksa insanlar niye aza olur dedim. Adam kendisini tanıtırken iki dönem azalık yaptım dediğine göre getirisi olmasa da tanışmalarda demek ki ayrı bir havası var. Seçimde görev yaparken bile mahallemde tanıdığım bir çay ocağını işleten, dışarıda ve koridorda bir muhtar adayının pusulalarını dağıtıyor ve ne hayır dedim. Falan muhtar adayının pusulası. Babam da aza, amcam da aza dedi. Azaların çocuğu da babam ve amcam aza olsun diye pazar pazar çalıştı. 

Eski ve yeni muhtar, eski aza ve yeni azanın babası olmasam da onların yan masasında olduğum için bende de bir hava oluşur gibi oldu. Bir de muhtar ya da aza olsam, kim bilir daha dün ben de şunlar gibiydim diyeceğim. 

Yan masamda bu kadar muhtar ve aza olduğuna göre diğer çay ocaklarında ne kadar muhtar ve aza var, kim bilir. 

Yandaki masaların konuşmalarına bu kadar kulak misafiri olmuşsun. Anladık. Bir de muhtar ve aza olarak ne yaptıklarını anlat derseniz, inan bir iş yaptıklarını anlatmadılar. Muhtarım ve yazayım dediler o kadar. Kısaca işlerinin yoğunluğunu anlattılar da ben mi anlatmıyorum.

Tüm bunlar son yıllarda özellikle bu seçim öncesi ve sonrası sosyal medya paylaşımlarında, şu kadar muhtar var. Bunlar bu kadar maaş alıyor. Zaten bir iş yapmıyorlar. Bu ekonomik krizde muhtarlıklar kaldırılmalı şeklinde yazılıp çizildiği zaman oluyor. 

Gerçi birileri muhtarlıklar kaldırılsın dese de gördüğüm kadarıyla muhtarların keyfi yerinde. Biz maaşımızı almaya, işimizi yapmaya devam ederiz modundalar. 

Size muhtarların icraatları hakkında bilgi veremesem de aldıkları maaş ve ülkedeki muhtar sayısını söyleyebilirim. En düşüğü 17.002 TL, en yükseği, 18.500 TL alıyormuş 2024 itibariyle. Sayıları da 50.370’miş.

E devletin yaygınlaştığı, tüm işlerin nüfus müdürlükleri eliyle giderildiği ve geriye bir şeyin kalmadığı günümüzde bu kadar muhtara her ay bu kadar para gerçekten yazık. Çoğu muhtarın ikinci işi olan muhtarlar aktarılan bu para keşke başka ihtiyaçlarda kullanılsa. Muhtarlıklar da nahiye ve bucaklar gibi tarihteki yerini alsa.

Sadaka Ülkesiyiz Vesselam

Ne zaman bir camiye gitsem, çıkışta para isteyen bir veya birden fazla dilenciyle karşılaşırım.

Ne zaman bir cumaya gitsem, Diyanet İşleri Başkanlığının, din görevlileri eliyle hutbede yardım talebinde bulunduğunu ve çıkışta sergi açıldığını görürüm. 

Ne zaman bir esnafın yanına gitsem, otururken kapıdan Allah rızası için diyerek yardım talebinde bulunan dilencinin kapıda belirdiğine şahit olurum.

Ne zaman bir çay ocağına otursam, hemen birinin veya birden fazlasının geldiği ve yardım talebinde bulunduğu olur.

Ne zaman bir markete girsem, marketin çıkışında ve elimde alışveriş poşetiyle ilerlerken ha bana da bir şeyler alıver diyene rastlarım.

Esnafın kasasının önünde, fırında, marketlerde kasiyerin ön tarafında yardım isteyen olmasa da değişik yardım kuruluşlarına ait yardım kutusu eksik değil.

Caminin içinde her daim sabit yardım sandığı zaten var. 

İnşaat halindeki camilerin görünür tarafında yardım levhası dikkat çeker. 

Okullarda farklı yardım kuruluşlarına ait yetimlere kantin desteği adı altında yardım kutuları sınıf sınıf dolaştırılıyor. 

Lise öğrencilerinin sosyal sorumluluk programı çerçevesinde yapmakla yükümlü olduğu saatlere bakıyorum. Ağırlıklı olarak bir şeyler toplayalım. Bunları ihtiyaç sahiplerine verelim yönünde. 

Okullar, öğretmenlerden kendi okulundaki ihtiyaç sahibi öğrenciler için öğretmenlerden yardım talebinde bulunuyor. 

Çarşı, pazarda ve insan yoğunluğunun olduğu çoğu yerlerde yardım stantları çokça var. 

Belediyeler ihtiyaç sahiplerine yardım ediyor.

Kaymakamlıklar bünyesinde bulunan yardım vakfı için haftalık toplantı yapar. Yardım talebinde bulunanlardan kaç kişiye ne kadar yardım yapalım kararı alır.

Gezip dolaşırken caddede durdurup yanlış anlamayın, dilenci değilim diyenleri saymıyorum. 

Yardım kuruluşlarının yardım toplamasını ve yardım dağıtmasını da saymaya gerek yok.

Bu görüntümüzün hali nedir böyle? Çoğumuz ülkede fakir yok. Alışveriş merkezleri dolu. Millet deli gibi harcıyor. Para var ki alıyor. Tatil merkezleri dolu. Cadde ve sokaklar son model arabadan geçilmiyor türünden bir şeyler yazıp çiziyor. Bütün bunları görenler nedense hemen yanında bitiveren dilenci yoğunluğunu görmüyorlar.

Bu dilenciler ihtiyaç sahibi oldukları için mi her yerde varlar? Eğer öyle ise sosyal devlet anlayışı nerede kaldı? Devlet niçin bunların cadde ve sokaklarda dilenmesine izin veriyor? Şayet bu dilenenlerin çoğu ihtiyacından toplamıyor, bu işi meslek haline getirmişse devlet niçin tedbirini almıyor?

Bu kadar dilenci aç ve acından dileniyorsa bu bizim ayıbımız ve devletin sosyal devlet görevini yapamadığının bir göstergesidir. Yok, keyfi ve meslek edindiğinden bu kadar kişi dileniyorsa, bu da devletin görevini yapmadığını bir göstergesidir.

Hasılı, ülkemiz için sosyal devlet demekten ziyade sadaka ve dilenci devleti veya ülkesi dense herhalde yanlış olmaz.

Gerçekten bu ülke sosyal devlet mi ya da halkının önemli bir kesimi geçimini dilenerek mi temin ediyor?

Her iki halde de vah bize!

Savunma ve Suç Bastırma Psikolojisi

"Kendi cenahımızdan birilerinin, savunulamayacak bazı yaptıklarını örtbas etmek adına, karşı cenahın yaptıklarını gündeme getirmek, bir savunma ve suç bastırma psikolojisidir.

Biz onlara göre daha iyiyiz ya da bizim bu yaptığımızı herkes yapıyor. Eğer bu kötü bir şey ise niçin onlara bir şey demiyorsun demektir.

Bu savunma psikolojisinin maalesef bir tedavisi yoktur."

Yukarıdaki yazıyı yazıp yıllar öncesi sosyal medyada paylaşmıştım. Yazım, anılar bölümünde karşıma çıkınca, baktım bu yazı güncelliğini koruyor. Sosyal medyada yeniden paylaştım. Beğeni ve olumlu tepkilerin yanında şöyle bir yorum da yazıldı: "Karşı tarafa şirin görünmek için ha bire bu tarafın eksiğini, yanlışını dile getirmek de bir yanlıştır. Biz zannediyoruz ki böyle yapınca onlar yola gelecek". 

Bu yorum bile yazdığım yazının doğruluğunu ispatlıyor. Tipik bir savunma refleksi. Bu kişiye “Herkes kendi evinin önünü temizlemekle yükümlü” yazdım. Öyle ya her camianın içinde aklı selim insanlar var. Herkes düzelsin ve giderilsin diye kendi mahallesindeki eksiklik ve aksaklıkları eleştirip dile getirse mahalleler temizlenir gider.

Bu savunma refleksini ortaya koyan yazıda, karşı tarafa şirin görünmekten bahsediyor. Karşı taraf güç olsa, elindeki gücü dağıtsa, kendisini destekleyeni makam, mevki ve mansıba boğsa, dersin ki bu adamın onlardan bir beklentisi var. Esas şirin gözükmek ne olur ne olmaz deyip gücü elinde bulunduran mahallesine ses çıkarmamaktır. Hatta utanmayı bırakıp desteklemektir. Hızını alamayıp karşı tarafın hatalarını ortaya dökmeye kalkmaktır. Herkes yapıyor demektir.

Yine bu yazı, kopyada yakalanan bir öğrencinin “Herkes kopya çekiyor. Niçin beni görüyorsun” demeye benzer. Güya suçunu başkasına atarak suç bastırmaya çalışıyor.

Yine sınıfta konuşan bir öğrenciyi, konuşma diye öğretmen uyarınca, öğrencinin tepkisi, sadece ben mi konuşuyorum. Niye onları susturmuyorsun demeye benzer.

Bu, polisin suç üstü yakaladığı suçlunun sadece ben mi yapıyorum, o kadar yapan var, haydi onları da yakala demesi ile aynıdır.

İster kopya ister konuşarak başkasını rahatsız etme ister herhangi bir suç hali ile yakalanma durumunda, başkasını da emsal gösterip kendi yaptığını makul göstermeye çalışıyor. Halbuki suç bireyseldir ve kişiyi bağlar. Kişilerin yaptıkları da camiayı bağlamaz.

Her camia, bünyelerine giren, kendilerine zarar veren kişileri sahiplenmese, hatta hakkında suç duyurusunda bulunsa, senin bu yaptığın ayıp, savunulacak bir halin yok, temizlenmeden ve kendine çekidüzen vermeden benden ve bizden uzak dur dese, üzerindeki yumurta küfesini atmış ve rahatlamış olacaktır. Böyle yaptıkça her mahalle, içindeki irinlerden temizlenecektir ve her mahalle tertemiz olacaktır.