14 Mart 2024 Perşembe

Fecri Kazib ve Fecri Sadık

Oruçla ilgili kullanılan kavramlardan bir tanesi de imsakın başlama vaktidir. İmsak denilince de fecri kazib ile fecri sadık konusu akla gelir.

Önce tanımlara bir bakalım. 

İmsak, oruca başlama vakti. 

İmsak vakti, fecri sadıkın oluşması, yani tan yerinin ağarması. 

Güneşin doğmaya başlama vaktine fecr denir. İkiye ayrılır: fecri kazib, fecri sadık şeklinde.

Fecri kazib, "Birinci fecr. Sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi nedeniyle bu fecre yalancı fecr denir. Yani fecri kazibte ortaya çıkan aydınlık geçici aydınlıktır. Kısaca yalancı aydınlık demektir. 

Fecri sadık ise ikinci fecirdir ki sabaha doğru doğu ufkunda yayılmaya başlayan aydınlığa denir. 

Oruçla ilgili yaptığımız bu tanımlardan sonra fecri kazib ve fecri sadık konusuna gelelim. Bugün bu tabirler pek kullanılmasa da oruca başlama vakti olan imsak, bir zamanların rüyeti hilal konusu gibi gündemimizde. Üç beş yıl öncesinde üzerinde epey tartışmalar yapıldı. Televizyonlarda konuşuldu. İmsak vakti uygulamalı olarak canlı yayında gösterildi. Diyanet'in imsak vaktinin çok erken olduğu, gerçek fecir oluşmadığı gibi zifiri karanlıkta oruca başlandığı yazılıp çizildi. Bu işin başını da fecir üzerine epey kafa yoran, bu işin bilim uzmanlarıyla tespitini yaptıran Fıkıh Profösörü Abdulaziz Bayındır oldu. 

Oruca çok erken başlandığı ve haddinden fazla oruç tuturulduğu eleştirilerine, "Gerekirse bir iki saat fazla oruç tutarız" inatlaşması yapıldı. Fazla oruç tutmada sıkıntı olmaz elbette. Esas sıkıntı, Diyanet'in imsak vaktiyle birlikte sabah namazının kılınabileceği fetvasında idi. Çünkü Bayındır'a göre daha sabah namazı vakti girmemiş oluyordu. 

Bir zamanlar gerilimi yükselten bu tartışmalar geride kaldı. Ne zamandır Abdulaziz Bayındır Süleymaniye Vakfı adı altında  alternatif bir ramazan imsakiyesi yayımlar oldu. 

Diyanet

Hem Diyanet'in hem de Süleymaniye Vakfı’nın Konya merkez imsakiyesinden örnek vererek ne demek istediğimi anlatmış olayım. 15 Mart 2024 günü orucun beşinci gününü ele alalım. İki

Süleymaniye Vakfı
imsakiyedeki imsak ve sabah namazları vakitlerinin farkını ortaya koyalım. 
İki imsakiye incelendiğinde Diyanet, 15 Martta 05.34'te imsaka başlatırken Süleymaniye Vakfı imsakı 06.19'da başlatmaktadır. Arada 45 dakikalık bir fark söz konusudur. Belirtilen imsak vakitleri aynı zamanda sabah namazının girme vaktidir. 
İki imsakiyeyi karşılaştırdığımız zaman Diyanet imsakı yalancı aydınlık denilen fecri kazibte başlatırken Süleymaniye Vakfı ise fecri sadıkta oruca başlatmaktadır. Diyanet şimdilerde kaldırsa da eskiden bir de temkin vaktine yer verirdi. Temkin vakti de 15 dakika idi. Yani aradaki fark bir saate çıkıyordu. 

Bugünlerde pek dillendirilmese de fazla tutsak daha iyi olmaz mı, ha bir bir saat önce ha bir saat sonra denebilir. Buna bakarsak hiç sahur yapmayan daha fazla oruç tutmuş olur. Burada esas sorun sabah namazının girip girmemesi. Diyanet fecri kazibte oruca başlatıp aynı zamanda sabah namazı vakti girdiği için sabah namazı kılınabilir dediğine göre şayet vakit girmemişse insanımız sabah namazını vakti girmeden kılmış olur ki vakit, namazın farzlarındandır. Bayındır'ın imsak vaktini görenler ise hava iyice aydınlanmış oluyor. Böyle oruç olur mu eleştirisi getiriyor. Halbuki havanın aydınlanması imsak vaktinin girdiğine işarettir. Siyah iplik beyaz iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için ayetine daha uygundur. 

Ezcümle, Süleymaniye Vakfı'nın alternatif olarak çıkardığı imsakiye, ayetin ruhuna daha uygundur. Ama çoğu insanımız bu takvime göre oruca başlamaya ne olur ne olmaz, oruca halel gelir düşüncesiyle soğuk bakıyor. 

Hasılı insanımızın kafası karışık. Kimi Diyanet'in imsak ve sabah namazını uyguluyor kimi Diyanet'in imsakıyla oruca başlıyor, sabah namazını ezan okunur okunmaz kılmıyor, biraz geciktiriyor kimi de Süleymaniye Vakfı'nın takvimini baz alarak imsaka başlıyor. Ben de Bayındır'ın imsak vaktini doğru bulmakla beraber Diyanet'e göre imsaka başlıyor, Bayındır'a göre sabah namazını kılıyorum. Zaman zaman Fiyanet'in imsak vaktini biraz geçirdiğim olur. 

Bu mesele çözülmez mi? Çözülmeye çözülür. Yeter ki taraflar, özellikle Diyanet adım atabilsin. Zühri ahirin kaldırılması konusunda nasıl cesaretle adım atabilmişse bu meselede de cesaretle karar verebilir. Bildiğim kadarıyla bu meseleyi vuzuha kavuşturmak için Abdulaziz Bayındır çok adım attı. Fakat Diyanet Nuh dedi, peygamber demedi. Halbuki Diyanet'in varlık sebebi dini konulardaki sorunları çözmesidir. Hoş, bu mesele dini olmaktan ziyade bilimsel bir meseledir. Gerçek fecir vaktinin hangisi olduğunu pekala rasathane çözebilir. Sanırım bunun için siyasi iradenin bu konuya sıcak bakması yeterli. 

Şu var ki bu mesele bugünden yarına çözülecek görünmüyor. Diyanet'in, devletin, siyasi iradenin, vatandaşı oruç ve sabah namazı konusunda ikilem içerisinde bırakmaya hakkı yoktur. 

Ramazana Beraber Başlayamayan Bir Dünya

Eskiden ramazanlara başlarken rüyeti hilal adı verilen hilalin görülmesi tartışması yaşanırdı. Çünkü oruca başlamak için hilalin görülmesi ve yine hilalin görülmesi ile bayram yapılırdı. 

Teknolojinin gelimediği, bilimin ilerlemediği dönemlerde hilalin görülmesi çıplak gözle izlenir. Bunu görmek için hilalin net görüleceği yüksek tepelere çıkılır. Bir kişinin gördüm beyanıyla ramazan orucuna başlanırdı. Hz Muhammed de "Biz ümmi (okur yazar olmayan) bir toplumuz. Hilali görünce oruca başlar, hilali görünce orucu bozar, bayram ederiz" demiştir. 

Gel zaman git zaman teknoloji ve bilim gelişmiş. Rasathaneler kurulmuş. Buralarda astronominin diğer hareketleri izlendiği gibi hilalin hareketleri de izlenir oldu. Öyle ki bilim şu gün şu saat şu dakika güneş tutulması olacak şeklinde tespitler yapmış. Bu tespitler de bilimin dediği şekilde gerçekleşmiştir.

Birçok ülke gibi Türkiye de rasathanenin verdiği hilalin görülmesi bilgisiyle oruca başlar ve orucu bozar kervanına katıldı. Rasathanenin verdiği bilgi kesin ve doğru olmasına rağmen yukarıda yer verdiğim hadisten hareketle birileri yüksek tepelere çıkarak çıplak gözle hilalin görülmesini izledi. Diyanet, rasathanenin verdiği bilgiyle oruca başlarken bazılarımız, çıplak gözle görülmediğinden ve Diyanet'e olan güvensizlikten dolayı ramazan orucuna bir gün önce veya bir gün sonra başladı. Zaman zaman hilal görüldü denerek arife günü oruç bozarak bayram etti. Bundan İslam dünyası da nasibini aldı. Bazısı bir gün, bazısı iki gün veya sonra oruca başladı. Haliyle koca İslam dünyası hiçbir ramazana aynı gün başlamadı, aynı gün bayram yapmadı. Halbuki peygamber bugün yaşasa, çıplak göze değil, rasathane bilgisine göre oruç tutar, bayram yapardı. Zaten hadiste de biz ümmi bir toplumuz demek suretiyle buna işaret edilmiştir. Ama gel de bunu Müslümanlara anlat. Hala bu mesele İslam dünyası arasında çözülebilmiş değil. Türkiye Müslümanları arasında laik ve seküler devlet yapısına güvenmeyen nice Müslüman, 90'lı yıllarda oruca başlamayı ve bayram etmeyi kulaktan kulağa telefonla yayılan hilal görüldü haberiyle yaptı. Hatta bazıları yevmi şek (şüpheli gün) dolayısıyla peygamberin de ramazanı bir iki gün kala karşılamayın sözünden hareketle ramazana üç gün önceden başladı. Halbuki küçük bir mantık yürütülse ramazanı bir iki gün önce karşılamayın sözünün ramazana üç gün kala da başlamayın anlamına geldiğini bilebilirdi. 

Maalesef Müslümanlar için bu hilalin görülmesi kötü bir tecrübeydi. İslam dünyası hala aynı gün oruca başlayamasa da Türkiye Müslümanları bu sorunu aştı. Bildiğim kadarıyla herkes aynı gün oruca başlıyor, aynı gün bayram ediyor. Farklı tutup farklı bayram edenler varsa da bilmiyoruz. Çünkü sesleri çıkmıyor. 

90'lı yıllarda genç biri olarak bu kervana ben de katılmıştım. Hatta fakültede sözü dinlenen bir hocanın tavsiyesiyle ramazana üç gün önceden başladım. Samimiyetle tuttuğum bu oruçlar bir cehaletin ve Diyanet’e olan güvensizliğimin bir sonucu olduğunu öğrenince de bundan vazgeçtim. Nicedir Diyanet’le başlıyor, Diyanet’le bitiriyorum.

Şimdi benim ve Türkiye Müslümanlarının böyle bir sorunu kalmasa da bu yılda (2024) bile oruca aynı gün başlayamayan İslam dünyası haberlerini izleyince, bir oruca bile beraber başlayamayıp birlikte bayram yapamayan İslam dünyası bu görüntüsüyle birlik ve beraberlikten çok uzak ve çağ ve bilim dışı kalmış, çağı okuyamayan bir görüntü vermektedir. Bu dünyanın içinde yaşadığı bu dünyaya verebileceği bir şey yoktur.

Allah iflah olmaz bu İslam dünyasını bildiği gibi yapsın. 

Bir sonraki yazımda da oruçla ilgili fecri kazib ve fecri sadık olayına değineceğim.

Çağ Dışı Kalmış Bazı Uygulamalarımız

Sayfamda zaman zaman alıntılara yer veririm. Yer verdiğim alıntıların çoğu da noktası virgülüne katıldığım hususlar. Aşağıda Rıza Bozdağ tarafından yerinde tespit ile yazılmış; bir zamanlar önemli bir işlev görmüş, günümüzde ise işlevini yitirmiş, külfet, masraf ve angarya olan çağ dışı kalmış bazı uygulamaların kaldırılması gerektiğine dair bir yazıyı bulacaksınız:

Biliyorum, aşağıda saydığım ve kaldırılmasını istediğim bu uygulamaları meslek olarak icra eden kişiler bana çok kızacak ama gerçekten de bu uygulamalar çağ dışı ve ilkel kaldıkları için kesinlikle kaldırılmalıdır. Üstelik toplum olarak bunların bazılarının kaldırılması sonucu güvenlik ve ekonomik açısından da rahatlık yaşarız.

İşte benim, çağ dışı ve ilkel kabul ettiğim ve bazılarının güvenlik ve ekonomik açıdan topluma yük olduğu için kaldırılmasını uygun gördüğüm uygulamalardan bazıları ve benim gerekçelerim:

1- Mahalle muhtarlığı: Eskiden çok önemli olan ve mahalle ya da köy sakinleri ile devlet arasında aracılık yapan muhtarlık, artık çok gereksiz bir kurum oldu. Çünkü vatandaş, eskiden muhtarlar tarafından karşılanan hizmetlerden bir çoğunu bugün e-devlet uygulaması ile rahatlıkla karşılıyor. Güvenlik ve ekonomik açıdan da muhtarlığın topluma bir yük olduğunu düşünüyorum. Çünkü muhtar olmak isteyenlerin büyük çoğunluğu, bellerinde taşıyacakları bir tabanca ruhsatı alabilmek ve asgarî ücretli bir iş sahibi olmak maksadıyla muhtar oluyorlar. Ülkemizde ne kadar muhtar varsa o kadar da beli tabancalı ve fazladan asgarî ücretli kişi var. İlla da bu kurum kalacaksa bırakın önceki muhtar devam etsin. Hiç olmazsa bir kişi daha az tabancalı ve asgarî ücretli çalışan eksik olur. Muhtarlıktan daha önemli iş yapan nahiye müdürlükleri bile uzun zaman önce kaldırılmışken, muhtarlıkların hâlâ yaşıyor olması gerçekten çok tuhaf bir durumdur.

2- Ramazan davulculuğu: Eskiden, her evde çalar saatin olmadığı dönemlerde gerçekten önemli bir görev icra eden Ramazan davulculuğu, artık zamanımızda topluma sıkıntı, hatta işkence vermekten başka hiç bir işe yaramıyor. Çünkü günümüzde insanlar artık saat bile kullanmaz oldu. Herkesin evinde yaşayan fert sayısı kadar cep telefonu mevcut ve hepsinin de alarmı var. İstenilen saate kurulup çaldırılabilir. Üstelik davul, bütün mahalleyi gürültüye boğarken saatin alarmı, sadece çaldığı odada uyuyan kişiyi uyandırır.

3- Cenaze selâsı: Eskiden iletişim imkanları şimdiki kadar çok kolay ve rahat değildi. Özellikle köylerde yaşayan insanların, köylerinde vefat eden kişilerden haberdar olması maksadıyla geliştirilen cenaze selâsı ya da halk arasındaki söylenişiyle "Su selâsı" oldukça önemli bir ihtiyacı karşılıyordu. Hatta bu yüzden su selâsı, mahalle veya köy sakinleri tarlalarına veya işlerine gitmeden, hemen sabah namazı kılındıktan sonra verilirdi ki insanlar erkenden haberdar olurdu. Ancak günümüzde hemen hemen her köyün dernekleri var ve köyün cenazesi olduğunda hemen cep telefonlarına mesaj gönderilerek herkes haberdar ediliyor. Kayserililer bilir, uzun zamandan beri Kayseri'nin köyleri hariç, şehir merkezinde su selâsı verilmez ve bu iş eskiden tellâl marifeti ile halledilirdi. Artık zamanımızda tellâle bile gerek kalmadan cep telefonlarının mesajları ile her şey hallediliyor. Ama bazı mahallelerde hâlâ sabah namazının ardından selâ verilip insanlara hiç tanımadıkları kişilerin selâsını dinleterek resmen zulmediliyor.

4- Düğün davetiyeleri: Önceden, yine haberleşme imkânlarının kısıtlı olduğu yıllarda insanlar tüm sevdiklerini "Sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız" diye biten düğün davetiyeleri gönderirdi. O zamanlar için gerçekten çok önemli ve gerekli olan düğün davetiyeleri de bugün gereksiz ve boşuna masraf olan şeyler arasına katıldı. Çünkü bugün insanlar yine cep telefonları ile herkese, hatta dünyanın öbür ucundaki tanıdıklarına bile düğünlerini haber verebilmektedirler. Ancak her şeye rağmen "El âlem ne der?" kaygısıyla hem telefonlarla haber verip hem de davetiye bastırmaktadırlar. Bastırılan davetiyelerin neredeyse yarısı belki dağıtılamıyor. Çünkü her biri şehrin bir ucunda oturan eş, dost ve akrabalara dağıtımı tamamen zaman kaybı ve masraflı olan dağıtım işi yerine, davetiyenin fotoğrafı çekilip insanlara ulaştırılıyor.

Rıza Bozdağ

13 Mart 2024 Çarşamba

Kayseri