27 Temmuz 2023 Perşembe

Nass ve Nas

Kah nassa dönerim kah nasa

Zaten arada bir s fazlalığı var

Nass desem de yüzüm nasa dönük

Çünkü oyu onlardan alıyorum ben


Zor durumda kalınca nassa sığınırım

Zira Yaratanın kapısı her daim açık 

Açık kapıdan girer, kullanırım

İşin bitince de rafa kaldırırım. 


Bir elime alırım Kuran'ı,

Ondan okur, dilime dolarım. 

Onunla olan işim bitince de

Diğer elimdeki şaraba dönerim


Bir helal bir haram işim

Yapılır mı bu demeyin

Helal de benim haram da

Macera böyle bir şeydir işte


Severim macerayı 

Nass mı yoksa nas mı

Bir tercih yap dense

Nasa dönük yaşarım 

Mesele Soğan, Patates Değilmiş

Halkın gündeminde ne var?

Sorduğun soruya bak. Halkın tek ve değişmez gündemi bugünlerde aslına bakılırsa bu yıllarda hep ekonomidir. 

Ne diyor?

Demiyor. 

Ya ne yapıyor? 

Bakıyor sadece. 

Neye? 

Dolara bakıyor, gözü avroya kayıyor. Türk lirasının her gün değer kaybedişini görüyor. Market ve alışveriş yerine girince etiketlere bakıyor, akar yakıta günaşırı gelen zamma bakıyor, gelen ÖTV zammını düşünüyor, KDV'nin yüzde yirmiye yükselmesini görüyor, fahiş kiraları duyuyor. 7.500 lira emekli maaşı alanlar kara kara düşünüyor. Asgari ücretli bu maaşla ne yer ne içerim, nasıl kira veririm. Evi nasıl geçindiririm derdinde.

Tepkili mi?

Tepki gösteren de var ama çoğunluk sessiz. Yüzlerde bir tedirginlik hali var. Ne olacak, bu gidişatın sonu ne olacak tedirginliği sanırım.

Çoğunluk niye sessiz?

Çoğunluğun çoğunluğu, birileri gidişattan, hayat pahalılığından dert yandıkça soğan, patatese ülkeyi satmayız diyenler.

Birileri soğan ve patatese ülke mi sattı?

Satan yoktu da kim pahalılıktan bahsetmişse, sesi gür çıkan bu büyük koro, meseleyi soğan ve patatese indirgemişti. Kim ağzına pahalılığı almışsa ayıplamış, lafı ağza tıkamıştı. Gelmekte olanı görmedi daha doğrusu görmek istemedi. Demek ki mesele soğan, patates değilmiş.

Şimdi gördüler mi?

Çok görmüşe benzemiyorlar. Şunlar bunlar yapıldı, şunlar verildi. Deprem oldu. Ne olmuş yani vergilere biraz dokunulmuşsa diyorlar. Hep verecek, hiç almayacak mı diyorlar? İnan vergiyi koyup yürürlüğe koyan bunlar kadar rahat değil. Bunlardaki rahatlık bir başka ve tarifi yapılmaz bir rahatlık.

Bu tiplerin tuzu kuru olmalı.

Var içlerinde tuzu kuru olanlar ama hepsinin tuzu kuru değil. Tuzu kuru olanları anlarım da tuzu kuru olmayanların sessizliği ve olup biteni normal görmesi, olsa olsa savunma psikolojisi olur. Mazeret ve gerekçe üretmeleri de bundan. Hiç konuşmayıp sessiz kalsalar daha iyi olur. Hele bazılarının bu ekonomik buhranı depreme indirgemesi, zam ve vergileri deprem kaynaklı görmesi ayrı bir garabet.

Deprem oldu ama ve maliyeti de yüksek.

Depreme ve maliyetine amenna. Ama tüm bu zam ve vergiler deprem olduğu anda konsa bir anlamı olurdu. Depremin ardından beş ay geçtikten sonra deprem olmuştu denmesi ne kadar inandırıcı olur. İzlenen oportünist politikanın acı sonu deseler, eyvallah dersin.

Bu işin sonu nereye gider?

Bu zam ve vergilerle bu ekonomi döndürülür duruma gelse herkes bağrına taş basar, sonuca katlanır. Bilelim ki bu işin sonu felaket. Çünkü yaşadığımız ekonomik kriz falan değil, bir ekonomik buhrandır. Kriz gibi bugünden yarına çekip gitmeyecek bir buhran. Yıllar yılı sürer. Şimdi toplanan vergilerle kasım, aralığa kadar bütçeyi biraz doldururuz. Ocaktan itibaren marta kadar yine oportünist politika izleriz. Mahalli seçimler geçtikten sonra bu ekonomik buhranla baş başa kalacağız. Temenni ederim ki altından kalkarız, Sosyal patlamalara sebebiyet vermez.

Mal ve Mülk Bırakmada Aranan Kriterler

80 ihtilalinin ardından birçok il ve ilçedeki okullara darbenin kudretli komutanının ismi verilirken Güneydoğu illerinden bir ilçe de bu furyaya katılır. Yeni yapılan bir okula "... Kenan Evren İlköğretim Okulu" adı konur. 

Yeni açılan bu okula hem ilk müdür hem de kurucu müdür olarak atanan çiçeği burnundaki müdür; acemilik, kalfalık ve ustalık dönemlerini bu okulda müdürlük yaparak geçirir. 

Yirmi yıl civarında aynı okulda kesintisiz görev yapan müdürün sağlığı el vermez. Haftada üç gün diyalize gider. Geri kalan iki gününü de okula hasreder.

Okulun tüm işlerini yapan müdür yardımcısı öğretmen ders programını hazırlarken hem ders programında hem de nöbet günü tercihinde öğretmenlerin görüşünü sorar. Öğretmenler bilaistisna nöbetlerinin diyaliz günü olmasını ister. Çünkü üç gün diyalizde olan müdür, okulda olduğu iki günde öğretmenlerin burnundan getirir. Terör estiriyormuş, orada çalışan bir öğretmenin anlattığına göre.

Sağlığı el vermeyen müdür emekliliği gelip geçtiği halde emekli olmayı da düşünmez. Emekli ol diyenlere de "Emekli olayım olmaya da. Okulu kime bırakacağım. Kimseye güvenmiyorum. Güvendiğim biri olsa emeklilik dilekçesini bugün vereceğim" dermiş. 

Ben 2002 yılında o ilçeden ayrıldığımda bu müdür diyaliz günlerinden geriye kalan zaman diliminde hala müdürlük yapmaya devam ediyordu. Sonrasında ne kadar görev yaptı, zorunlu emeklilik yaşına kadar müdürlük yaptı mı, emekli olurken okulu bırakacak güvenilir birini buldu mu bilmiyorum. Bildiğim vefat ettiği. Allah kendisine rahmet eylesin.

Öyle ya bu devirde kime, nasıl güvenip de mülkünü teslim edebilirsin. Yarın biri gelecek o güzelim okulu yönetimiyle berbat edecekti. Mülkü dedim. Normalde devletin kurumu kimsenin mülkü olamaz. Yalnız şu bir gerçektir ki devlet kurumu da olsa bir yerde bir koltukta uzun süre duran orayı kendi mülkü gibi görmeye başlıyor.

*

Girdiği tüm rekabeti kaybeden, kaybettiği yarışların toplamı uzun bir liste oluşturan, tüm kayıpları aynı rakibe karşı kaybeden, ömrü hayatında oturduğu koltuktan başka başarısı olmayan, bu sefer olacak denen rekabeti de kaybeden kaybetme şampiyonuna içeriden “Artık çekil, seninle olmuyor, yerini bir başkasına, yeni bir yüze bırak...” eleştirileri dile getirilmeye başlayınca, tüm ömrünü kaybetmeye adamış muhterem, “Geçmişi temiz biri olursa koltuğu bırakmaya hazırım” cevabını verir.

Öyle ya geçmişi kirli birine hangi selef koltuğunu bırakır? O koltuğa ancak kendisi gibi geçmişi temiz biri oturmalı. Yoksa yok, benden bu kadar denebilir mi? Böyle bir şey ilmek ilmek işlediği ve rutin haline getirdiği başarısızlığına ihanet gibi bir şey. Etrafında koltuğunu bırakacak geçmişi temiz biri yoksa bu onun suçu mu? Temizlik doğuştan gelir. Kişinin mayası temiz olmalı. Hiç şaibesi olmamalı. Tıpkı kendisi gibi sütten çıkmış ak kaşık olmalı.

Sonra tutturmuşlar bir başarısızlık diye. Bir defa başarısızlık görecelidir. Başa baş rekabet başarısızlık değildir. Rakibi önceki rekabetlere göre zorlamak da bir başarıdır. Bir rekabetin başarısız sayılabilmesi için o rekabetin 60’a 40 şeklinde olması lazım. Gerisi başarısızlık değildir.

Ayrıca başarı ve başarısızlıkta bardağa dolu tarafından da bakmayı bilmek lazım. Hep boş tarafından bakmak iyi niyetle bağdaşmaz. Sorarım size, tüm yarışları kaybettiği halde koltuğunu kaybetmeyen, hala dimdik ayaktayım diyen ve de yıkılmayan kaç kişi var bu dünyada? Niçin diğer başarısızlıklar görülürken bu başarı görülmüyor. Dedik ya etrafı geçmişi kirli insanlarla dolu.

Bu rekabetçinin görmek istemediğimiz bir başarısı daha var: Etrafı ve beraber çalıştığı o kadar kirli insanın içinde kendisinin temiz kalabilmesi. Var mı dünyada bunun örneği...

O yüzden bırakın herkes kendi işini yapsın. Bu tipler de mülküne son günlerini huzurlu ve mutlu bir şekilde geçirsin.