6 Haziran 2023 Salı

Yeni Kabineye Dair

Yapılan yeni seçimlerin ardından iki bakanın dışında kabine de yenilendi. Öncelikle yeni hükümetin ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Yeni hükümet sistemine göre bakanlar çok önemli olmasa da açıklanan listeye dair kanaatim olumlu. Düşünülmüş ve özenle seçilmiş bir liste izlenimi edindim. Kabinenin yeni simalarının çoğunluğu yeni yüzlerden oluşuyor. İçimde başarılı olacaklarına dair kuvvetli bir kanaat var. İş üzerinde bakanları icraatlarıyla görünce daha iyi tanımış olacağım ama onlara dair olumlu izlenimimin doğru çıkması en büyük temennimdir. Çünkü başarılı olmaları ülkenin hayrınadır.

Yeni atanan bakanların çoğunu tanımasam da yüzlerinden devlet adamı ciddiyeti edindim. Hepsinin siyasi bir görüşü var ve iktidardaki parti ile organik ve inorganik bağlarının olmasında bir sakınca yok. Mevcut yeni sistemin bakanları önceki sistemin bakanları gibi değil, dışarıdan atanıyorlar. Siyasetle uğraşmaktan ziyade icraatlarıyla öne çıkmalarında fayda var. Çünkü bu yeni sistemde bakanlar teknokrat işlevi görüyor. Temennim odur ki bir önceki İçişleri Bakanı gibi siyasetin içine dalmazlar. Dillerinden ziyade elleri ve eserleri konuşulur.

Birkaç örnek vermek istersem, İç İşleri Bakanlığına getirilen kişi, bugüne kadar şaibeden uzak başarılı bir valimizdir. Yüzünden devlet adamı ciddiyeti okunuyor. İsabetli bir seçim. Hem başarılı olacağına inanıyorum hem de daha önce tartışmanın odağı haline getirilen bakanlığını şaibelerden uzak tutacağını düşünüyorum. Emniyet, huzur ve güvenden sorumlu bakanlığa sükunet getirecektir.

Devir teslim esnasında bir oh çeken Hazine ve Maliye Bakan’ının yerine atanan Mehmet Şimşek’in de bakanlığına bir ciddiyet getireceğine, müdahale edilmediği takdirde ekonomiye çekidüzen vereceğini düşünüyorum. Sayın Şimşek işini seven, işini yapan, çok konuşmayıp işine yoğunlaşan ve işini genel geçer kurallarla olması gerektiği gibi yapan bir imajı var. Mali disiplinden ödün verilmediği zamanlarda ekonomiye yön vermesi yönüyle toplum ve iş çevreleri yönünden herkesin güvenini kazanmış biri ve çok isabetli bir seçimdir.

Uzun yıllar MİT müsteşarlığının ardından Hakan Fidan’ın da Dış İşleri Bakanlığına atanması olumlu. MİT’te epey tecrübe kazandı ve eskimişti. Yeni göreve getirilmesinde, yer değişikliğinde ve alternatifinin olmasında hayır vardır. Hiç kimse bir yerde uzun soluklu kalmamalıdır.

Kabinenin geneline olumlu bakmakla beraber iki bakanlığa yapılan atamalara dair çekincelerimi dile getirmek istiyorum. Bunlar Çevre ve Şehircilik ile MEB’dir. Bu iki bakanlığa atananlar atandıkları yere yabancı değiller ve tecrübeliler. Atanmaları isabetli olmakla beraber Çevre Bakanlığına atanan Sayın Mehmet Özhaseki ciddiyeti, donanımı ve başarılarıyla sevdiğim bir siyasi olsa da partisine Ankara belediye başkanlığını kaybettiren kişidir. Bir insanın bir başarısızlığından dolayı üzerinin çizilmesi doğru değilse de ben olsam, seçimin ardından onu mahalli idarelerden sorumlu genel başkan yardımcılığına getirmezdim. Aynı şekilde daha önce de yaptığı Çevre Bakanlığına yeniden getirmezdim. Yeni yüzlere imkan verirdim.

Bir diğer kişi de MEB’e atanan Sayın Yusuf Tekin için rezervim var. Sayın Tekin müsteşarlığı döneminde bakanlığı salladı. Yeri geldi bakanını dinlemedi. Tasarruflarıyla mağduriyetler oluşturdu. Bir zaman yaptıklarıyla tartışmaların odağı olan Tekin, umarım yeni tartışmalara zemin hazırlamaz. Bakanlığına huzur ve barış getirir. Alacağı kararlarda yeni mağduriyetlere yol açmaz.

Kendisini Sorgulaması Gereken Parti

Bir parti herhalde çeşitlilik olsun diye değil, iktidar olup ülkeyi yönetmek için kurulur.

Diyelim ki bir partini iktidar olacak tabanı yok. Ama tabanını Mecliste temsil etmek, onların ve memleketin sorunlarını dile getirmek ve çözüme kavuşturmak için seçimlere girip Meclisteki yerini alabilir. Demokrasilerde buna da ihtiyaç var.

Ama bir parti hep iktidar olmak ve iktidar alternatifi olarak seçimlere katılıyor, alternatif ve iktidar olamadığı gibi her seçimde yüzde yirmi beşin üzerine çıkamıyorsa, bu parti iktidara geleceğim, alternatif olacağım diye niye ortaya çıkar?

Alternatif olarak ortaya çıkan parti; bir, üç, beş defa seçime girer. Her seçimin sonu mağlubiyet ve iktidar olmaktan çok uzaksa, bu parti kaç defa, sürekli niye seçimlere girer? Sayısız seçime girip hepsini kaybeden bir partinin kendini sorgulaması, benimle olmuyor deyip kenara çekilmesi, bükemediği eli öpmesi, alternatif olacaklara takoz olmaması, onlara yol açması daha uygun olmaz mı?

Diyelim ki iktidar ve iktidar alternatifi olamasa da Türkiye’nin ikinci büyük partisi. Bir şekil Mecliste yer alıyor. Seçimlere giderken benimle olmuyor deyip partisinden yeni yüzlerle seçimlere katılması daha mantıklı olmaz mı? Hep kazanan partinin liderini değiştirmemesini anlarım. Çünkü kazanıyor. Hep kazanan bir adayı parti niye değiştirsin? Kazananın değiştirilmemesi anlaşılır. İşin garibi hep kaybeden de değişmiyor. Bu normal mi sizce?

Diyelim ki yenilen güreşçi, güreşe doymaz misali, hep kaybeden kaybedeceği seçimlere tekrar girmek istiyor. O partinin yetkili kurulları, delegeleri seçime niçin yeni bir adayla gidelim demezler?

Görüyorum ki hep kazanan hal ve gidişattan memnun. Kim memnun olmaz ki. İşin ilginci, bir değişikliğe gitmediğine göre hep kaybeden de halinden ve pozisyonundan memnun.

Kaybeden de kendini yenilemeyip siyaset arenasında boy gösterdiğine göre acaba bu ülkeye biçilen rol bu mudur? Alternatif diye çıkarılan partinin görevi ve misyonu iktidarı iktidarda tutmak mıdır? Bulundukları pozisyon itibariyle iktidara çalışmak denir buna. Bu partinin ve liderinin böyle bir niyeti olmasa da sonuç iktidarı değiştiriyor mu? Değiştirmiyor.

Belli ki bu parti bu ülkede alternatif olacak çapta değil.

Belli ki bu parti halka güven vermiyor.

Belli ki bu parti halkı tanımıyor ve halkına yabancı. Halka rağmen halkçılık yapıyor.

Belli ki bu partiye yön verenler sırça köşklerde oturuyor.

Belli ki bu partinin etkili ve yetkili kişileri halkı okuyamıyor, halkı ikna edemiyor.

Belli ki bu parti ülke siyasetinin önünü tıkıyor.

Belli ki bu parti demokrasinin önündeki en büyük engeldir.

Belli ki bu partinin ilk ve son misyonu ve siyasette yer almasının nedeni, bir başkasını iktidar yapmak içindir.

Belli ki bu parti müzmin muhalifliği misyon edinmiş, küçük olsun, benim olsun felsefesini benimsemiş.

Belli ki bu parti ne uzayan ne de kısalan mutlu bir azınlığın partisidir.

Belli ki bu parti bir oyunun önemli bir parçası ve oyunun figüranıdır. 

Hasılı, bu parti ya alternatif olmalı ya da siyasetin önünü açmalı. En azından gölge etmemeli.

5 Haziran 2023 Pazartesi

Ülkenin Alternatif Sorunu

90’lı yıllar Türkiye’de siyasi istikrarın olmadığı yıllar.

Ülke birbirine yakın oy alan merkez sağı temsil eden ANAP, DYP, Milli Görüşü temsil eden RP-FP, Türk milliyetçilerini temsil eden MHP, merkez solu temsil eden, sonra CHP ismini alacak SHP ve DSP gibi partilerden oluşuyordu.

Bu zaman aralığında ülke; ikili, üçlü, bazen dörtlü koalisyon hükümetleri tarafından yönetildi. Paylaşma ve asgari müştereklerde buluşma kültürü olmadığından, kurulan koalisyon hükümetleri uzun ömürlü olmadı.

2001 yılında, 94 krizinin ardından gelen ekonomik kriz her şeyin tuzu biberi oldu.

Krizin müsebbibi koalisyon hükümeti 2002 Kasım ayında yapılacak bir erken seçim kararı aldı. 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AK Parti de bu seçime katıldı.

Seçim sonuçları açıklandığında, koalisyonu oluşturan partiler dahil, Mecliste yer alan ANAP, DYP, DSP, MHP gibi partiler yüzde 10 barajını aşamayarak baraj altı kaldı. Meclise, 14 ay önce kurulan AK Parti ile daha önce baraj altında kalan CHP girerek iki partili bir Meclis oluştu. Yüzde 34 ile birinci parti olan AK Parti Meclisin % 66’sına sahip oldu, hükümeti tek başına kurdu. Böylece 90’lı yıllardaki koalisyon hükümetleri devri sona ermiş oldu.

2002 seçimleri milletin şakasının olmadığı, sorumlu tuttuklarını sandığa gömdüğü, bir önceki seçimde yüzde 24 ile koalisyon hükümetini kurma görevi verdiği partiye yüzde 1 oy vererek cezalandırdığı görüldü.

Yine bu seçim gösterdi ki merkez sağ ve merkez sol ikişer parti ile temsil edilirken daha önce aşırı uç görülen Milli Görüş çizgisinden gelen bir parti merkez sağdaki partileri yok ederek merkez sağa oturdu.

2002 yılında, taşradan merkeze yürüyen bu parti; 2007, 2011, 2015, seçimlerini de kazanarak tek başına hükümet kurdu. 2018 ve 2023 seçimlerini de ittifakla kazandı. 2028 yılına kadar bu ülkeyi yönetecek. Aynı partinin genel seçimler dışında mahalli seçimlerde de açık ara başarı elde ettiği ve belediyelerin çoğunu yönetmeye devam ettiği de bir vakıa.

Türkiye’nin 2002 yılından 2028 yılına kadar aynı zihniyet ve parti tarafından kesintisiz ve tek başına yönetiliyor olması, dünyada benzeri olmayan ve kırılması zor bir rekor olsa gerek.

Türkiye’nin 2002’den bu yana aynı zihniyet, aynı parti ve aynı kişi tarafından yönetilmesi bu parti ve bu partiye destek verenler açısından önemli bir başarı olduğunu kabul etmek gerek. Bu başarıda, iktidar alternatifi bir partinin ortaya çıkmaması ve ülkenin en önemli sorununun muhalefet olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Çünkü bir parti ne kadar çalışırsa çalışsın, uzun süre iktidarda kalması, yıpranmayı beraberinde getirir. Tüm bu yıpranmışlığa rağmen kendisini her defasında alternatif olarak öne süren veya alternatif gösterilen partinin yüzde 25’den fazla oy alamaması da bunu gösteriyor.

Bu durum, kim ne derse desin, yani ülkenin 26 yıl kesintisiz bir parti tarafından yönetilmesi, başta her seçime alternatif diye ortaya çıkan ve her defasında alternatif olamayan partinin bir ayıbıdır.

Her seçime girerek ikinci parti olan ve yüzde yirmi beşten fazla oy alamayan bu parti, görünen o ki bu ülkede sittin sene iktidar olamamış, bundan sonra da bir sittin sene daha iktidar olamayacak. Bu alternatifsizlik durumu, bu partinin ayıbı kadar Türkiye’nin de ayıbıdır. Aynı zamanda muhalefetin nefesini arkasında hissetmeyen iktidara da yapılan en büyük kötülüktür. Çünkü nefes nefese geçmeyen, daima çantada keklik olan seçimler o ülkenin daha da gelişmesini engeller, geciktirir. Yönetimde tekel, rehaveti beraberinde getirir. Bunun da ülkeye hayrı olmaz.

Burada bir partinin veya zihniyetin lehinde veya aleyhinde olma durumum yok. Sevelim veya sevmeyelim, demokrasiyle yönetilen ve her beş yılda seçime giden bir ülkede 26 yıl aynı kişi aynı zihniyet ve aynı partinin kesintisiz bir ülkeyi yönetmesi demokrasinin ruh ve mantığına uygun olmasa gerek.

Bir hükümet, sandık yoluyla defalarca yenilmiyor, en yakın rakiplerinin toplamından fazla oy alıyor ve seçim sonuçlarında hükümet değişmiyorsa, seçimin galibi seçimden önce belliyse o zaman boşu boşuna sandığa gitmeye, boşu boşuna seçim masrafı yapmaya gerek yok.

Türkiye seçim yapmaya devam edecekse -ki başka seçenek olmadığına göre- ne yapıp ne edip güçlü iktidar adayları çıkarmak, iktidar olan partiyi zorlayacak, iktidar olan hata yaptığı zaman kaybedeceği endişesini taşıyacak alternatiflere ihtiyacı var. Mevcut alternatif olan sol partinin alternatif olmadığı, olamayacağı bu son seçimle birlikte iyice belirginleşti. Şu da iyice anlaşıldı ki Türkiye seçmeni  milliyetçi, muhafazakar ağırlıklı. Mevcut iktidarın alternatifi de sol değil, ancak yine bir muhafazakar partidir. Çünkü alternatifin sol olduğu seçimlere muhafazakar partiler seçime üç sıfır önde başlıyor. Bu durumda galibi baştan belli her seçim bir oyundan ibarettir.