4 Mayıs 2023 Perşembe

Adı Konmamış Kast Sistemi

Bir tarikat şeyhi vefat ediyor, yerine varsa oğlu yoksa damadı geçiyor. 

Siyasi bir genel başkan vefat ediyor, partinin başına oğlu geçiyor. 

Kendisi siyasi yasaklı olduğundan dolayı kurduğu partinin başına eşini getiriyor. 

Bir baba sayısını bilemeyecek kadar kaç dönem milletvekilliği yapıyor, kaç dönem kuralına takıldığı için vekil olamıyor. Bir bakmışsın oğlu seçilecek yerden vekil listesine girivermiş. Artık babasının ardından oğlu Mecliste bizi temsil ediyor. Babadan oğula geçen vekil sayısı da az değil. 

Bir partinin genel başkanı kaç dönem genel başkanlık yaptıktan sonra vefat ediyor. Yerine oğlu genel başkanlık yarışına giriyor. Seçildi ise babanın ardından genel başkanlığa devam ediyor. Seçilemediyse tüm referansları babası olan yeni bir parti kurup partinin başına geçiyor.

Bir baba ya da anne üniversitede akademisyen. Emekli olurken ya da halen çalışırken bir bakmışsın oğlu ya da kızı aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak göreve başlayarak beşik ulemalığı pardon soyad devam ediyor. 

Aynı ailenin biri bir partide vekil adayı, diğeri başka bir partide vekil adayı. 

Soylu ve köklü bir aileden biri, ünlü bir hocanın ailesinden çocuğu veya torunu kaç dönem liste başından vekil seçiliyor. 

Aşiret ağası ya da aşiret çocuğu Mecliste. 

Seçim ve Meclis çalışmasına katılamayacak kadar hasta olmasına rağmen vekil gösterilip Mecliste bizi temsil ediyor. 

İnsanoğlunun gözünü toprak doyurur dedikleri bu olsa gerek. Ki bunları toprak da doyurmuyor. Kendi giderken çocuğunu yerine bırakıp aile silsilesi devam ediyor. 

Görüleceği üzere vekil seçilmede hikmet kriterleri say say bitmiyor. Meclise kapağı bir atan ise Meclisin demirbaşı olup çıkıveriyor. Önemli bir kısmı da vekillikten emekli oluyor. Beşikten mezara vekillik yaparken ölenler de oluyor.

Her ülkede böyle midir, bize has mıdır yoksa normali bu mudur ya da Doğu toplumu olduğumuzdan mıdır, bilinmez ama bana bu fiili durum garip geliyor.

Bazı kişi ve ailelere özgü bu şekil vekil seçme fiili durumunu halkçılık ilkesinin neresine koymak gerekiyor bilmiyorum. Güya bu ülkede herkes eşit ve bu ülkede bir kast sistemi yok. Görünen o ki adı konmamış bir kast sistemi var bu ülkede. Şeyh de aynı aileden, vekillerin önemli bir kısmı da aynı aileden. 

Adına demokrasi, sandık ve seçim dedikleri şey, öyle zannediyorum, belli aileleri sırtımızda taşımak. Şu bir gerçek ki vekillik yapmak, bir partinin başına geçmek, bir tarikatın başına geçmek Anadolu insanının harcı değil. Zira bu yerler belirli soyadına ve belirli ailelere tahsis edilmiş vaziyette. 

Kimin Yaptığına Göre Değişen Tepkilerimiz

Kuytulculara mensup oldukları söylenen bir takım kişilerin, Gaziantep'te bir camide itikafa girmek istemeleri sonucunda, camideki kişilerin polis nezaretinde cami dışına çıkarılmaları görüntülerini hepimiz izledik.

Provokatif eylem peşinde deyip kızanlar ve camide biber gazı kullanır mı diyenler şeklinde toplum ikiye bölündü.

Şunu baştan söyleyeyim, salgın riski dolayısıyla devlet doğru-yanlış bir dizi kısıtlama getirdi. İtikafa girme de bu yasaklardan bir tanesi.

Ben olsam, devletin koyduğu bu yasağı çiğnemezdim.

İtikafa gireceksem evimde veya devletin yasak getirmediği bir yerde itikafa girerdim. Hiç imkan yoksa itikafa girmezdim. Çünkü farz bir ibadet değil.

Ki farz olmasına rağmen bu ülkede iki ay cuma kılınmadı. Haliyle ben de kılmadım.

Camide itikafa girmek isteyen bu kişiler, itikafa girmede ne kadar samimiler, şov mu yapıyorlar, toplumu germeye ve gündem olmaya mı çalışıyorlar? Bunları bilemem. Zira insanların içini bilme imkanım yok.

Gördüğüm kadarıyla yasağa rağmen geçen yıl teravih kılma teşebbüsünde de bulundu aynı grup.

Bunlar kimdir, necidir, amaçları nelerdir, İslami görüşleri nedir bilmiyorum. Bugüne kadar bu grupla dolaylı veya dolaysız bir temasım olmadı.

Basından izlediğim kadarıyla ve ortamı germe görüntüleriyle bu kimselerin görüşlerine yabancı olduğumu söyleyebilirim. Bundan sonra da diğer gruplara olduğu gibi bu gruba bir yakınlığım söz konusu olamaz.

Sözlerimi uzatmadan burada bir soru sormak isterim. Sorum şu: Camiden çıkarma eylemi şimdi değil de 28 Şubat sürecinde veya bir başka iktidar döneminde olsaydı, bugünkü gösterdiğimiz tepkiyi aynı şekil gösterir miydik?

Tepki göstereceksek, kimin yanında yer alırdık? Devletin mi yoksa itikafa girmek isteyenlerin yanında mı olurduk?

Oh, devlet iyi yaptı mı derdik yoksa kafir devlet mi derdik?

Tamam, devlet koyduğu yasağın gereğini yapacak. Buna sözüm olmaz. Ama ne ara devletin, devlet refleksiyle yaptığı her şeyi savunur hale geldik? Bence sorgulanması gereken bu.

Yarın bir başka hükümet, bir şeyleri bahane ederek namazı, camiyi yasaklasa tavrımız nasıl olurdu? 04.05.2021

3 Mayıs 2023 Çarşamba

Oy Tercihinde Kriter

Sandığa gidip oy vermek bir vatandaşlık görevidir. Dini bir vecibe değil. Ülkenin beş yıllığına yönetimine en uygun adayı seçmekten ibarettir.

Seçim zamanı geldiğinde seçmen ülkeyi en iyi yöneteceğine inandığı Cumhurbaşkanı adayına, kendisini en iyi temsil edeceğine inandığı vekil listesine, şehrini en iyi yöneteceği belediye başkanına oyunu verir.

Oy verirken seçmen değişik sebeplerle oyunu kullanır. Oyunu kullanırken adayları gözünün önüne getirir. Ölçer, artar. Şu daha iyi yapar diyerek tercih mührüne basar.

Sonuçta bizim istediğimiz veya istemediğimiz değil, seçmenin çoğunluğunun kararı ne ise ülkeyi o yönetir, Mecliste o parti çoğunluğu elde eder, şehri de seçilen başkan yönetir.

Yönetim ve temsilden vatandaş memnun ise sandıkta tekrar devam der. Gidişat ve yönetimden memnun değilse tercihini değiştirir. Bir başkasını getirir. Yani seçtiklerimiz ebet müddet yönetim ve temsilde söz sahibi olmaz. Demokrasinin iyi yönü de budur.

Seçimler ve ülke yönetimi önemli olsa da her seçimi ölüm kalım savaşına getirmek, farklı anlamlar yüklemek, seçimi kazanmak için har vurup savunmak, son kurşunu atmak, absürt vaatlerde bulunmak, yapacaklarından ziyade seçmeni başkasıyla korkutmak demokratik yarışa sığmaz. Seçimi kazanmak ebeden ihya olmak ya da ebeden yok olmak değildir. Dünyanın sonu hiç değildir. Asıl olan seviyeli ve centilmen bir propaganda dönemi geçirmektir. Seçimden sonra yüzüne bakamayacağın şeyleri rakiplere söylememektir. Kazanmak için her yolu mubah görmek tasvip edilecek bir durum değildir. Acizane her seçimin, kimsenin kimseyi kırıp dökmeden iyi olanın kazanacağı bir fazilet ve erdem yarışı olmasını temenni ederim.

Yukarıda seçimle ilgili bir vatandaşlık görevidir, dini bir vecibe değildir dedim. Burayı biraz açmak istiyorum. Seçimler dini bir vecibe olmadığı gibi dinin kendisi de değildir. Aynı şekilde herkesin ortak değeri olan dini, milli ve manevi değerleri seçimlerde siyasilerin malzeme yapması, dini silah olarak kullanması edebe, örfe, dine ve siyasetin genel geçer kurallarına aykırıdır. Dini ve dince kutsal değerleri istismar etmektir.

Aynı şekilde dini referans alıp siyasette dini argümanları kullananlara oy vermek dini bir gerekliliktir, aksi vebaldir şeklinde seçmene manevi baskı uygulamak, siyasi rakipleri dine mesafeli şeklinde lanse etmek hiç yakışık almaz. Kimse unutmasın ki camiye imam ve müezzin, şehre müftü, ülkeye Diyanet İşleri Başkanı seçmiyoruz. Böyle olsa buralara yaşantısıyla en uygun din görevlilerini seçmek gerek. Seçeceğimiz kişi ya da kişiler ülkeyi, şehri yönetecekler. Ehil olsun varsın ateist olsun. Çünkü herkesin dini, inancı kendisine aittir. 

Din veya zihniyetimize uygun ya da yakın insanlar eşitler arasında tercih sebebi olabilir. Ehliyet ve liyakat yönünden iki aday eşit ise o zaman dersin ki kafa yapıma ve zihniyetime uygun olana oy vereyim dersin.

Bu konuda Hz Muhammed’in hayatında örneklere rastlarız. Hicret esnasında kendisini Medine’ye en kestirme ve tehlikesiz şekilde götürecek kılavuz seçiminde Abdullah b. Uraykıt isimli birini seçiyor. İlgili kişi Peygamberimizin mücadele ettiği şirk toplumunun bir ferdi. Mekke’de Medine yolunu bilecek Müslüman yok muydu? Vardır elbet. Peygamber bunu seçiyor. Niçin? Çünkü yolu en iyi o biliyor. En ehli bu. Bu örnekte görüldüğü gibi peygamberimiz Müslümanla iş yapayım, gerekirse öleyim dememiştir.

Aynı şekilde Taif dönüşü Mekke’ye girebilmek için Mutim b. Adiy isimli bir müşriğe haber göndererek himayesine almasını istiyor. O da gelip peygamberi himayesine alıyor. Mekke’de himayesini isteyecek güçlü Müslüman yok muydu? Vardı elbet. Ama peygamberimiz müşriklere karşı kendisini koruyacak Mutim’i tercih ediyor. Demek ki en uygunu o idi.

Yine 25 yaşlarında bir genç iken Hılfül Fudül adı verilen Erdemliler anlaşmasına imza atıyor. Bu anlaşmaya göre Mekke’ye dışarıdan gelenlerin yeme, içme, barınma ve korunması hedeflenmekteydi. Peygamberin imza attığı bu anlaşmanın diğer muhatapları müşrik idi. Peygamber bundan hiç gocunmadı. Peygamberlik döneminde bile bugün olsa yine imza atardım dediği anlaşma, bir nevi şehrin yönetimi ve şehre sahip çıkmak idi.

Hasılı seçmen kimi ülkeyi daha iyi yöneteceğine kani olmuşsa gidip ona oyunu vermesinin önünde dini bir engel ve vebal yoktur. Aksine ehline vermemek vebaldir. Yine bu ülkede oy vermek şirktir diyenler de var. Bunun da dini bir delili yoktur.