1 Mayıs 2023 Pazartesi

Tercihli Oy Sistemi Niçin Düşünülmüyor?

Özal zamanı sanırım, 91 genel seçimleri olsa gerek. Tercihli oy pusulası vardı. Bir seçim bölgesinde kaç vekil çıkacaksa, partilerin üstte amblemi, alt tarafta iki katı vekil adayına yer verilmişti. Seçmen hangi partiye oy verecekse, listedeki adaylardan birine tercih mührünü bastı. O seçim bölgesinde en fazla oy alan kişiler seçmenin tercihiyle vekil seçilmişti. Bir de kontenjan adayı vardı ki o seçim bölgesinde en fazla toplam oy alan parti kontenjandan bir vekil çıkarmıştı. 

Bu tercihli oy sistemine göre listenin ilk sırasındaki adayla son sırada yer alan aday eşit şartlara sahipti. Listenin başındaki seçilemezken listenin orta veya sonundaki aday vekil seçilme ihtimali vardı. 

Bu tercihli oy sistemi bir defa uygulandı. Arkası gelmedi. 

Aslında bu tercihli oy sistemi devam etmeliydi. Çünkü bu sistemde aday tercih edildiği için liste daha bir önem kazanıyor ve bölgesinde sevilip sayılan kişi kendi bileğinin hakkıyla vekil seçilebiliyordu. Öyle zannediyorum, genel başkanların işine gelmedi ve bir daha uygulanmadı. Çünkü bizde hangi partide olursa olsun, aday adaylarını listeye almada ve liste sıralamasında genel başkanlar tek yetkili. Liderler istediği kişiye listesinde yer veriyor. Tercih ettikleri adayın vekil olup olamayacağını sıralamadaki yerinden de anlaşılabilir. Liderler bu inisiyatifi adaylara bırakmadı. Çünkü bu inisiyatifi vermek demek lider sultasının sallanması demekti. Değilse tepki çeken adaylara listenin başında nasıl yer verebilsinler.

Bir defa uygulanıp arkası gelmese de bu sistem liderlerin işine gelmese de Türkiye bu tercihli oy sistemini yeniden düşünüp aksayan yönleri giderdikten sonra siyasi hayatımıza yeniden kazandırmayı ve sürekli hale getirmelidir. 

Seçim sistemiyle ilgili bir yenilik daha yapmamız gerekiyor. Mevcut seçim sistemine göre ülke barajını aşamayan bir parti vekil çıkaramadığı gibi oyları da o bölgede en fazla oyu olan partiye gidiyor ve en fazla oy alan parti, kendisine verilmeyen oylarla vekil çıkarma imkanına kavuşuyor. Biz buna da demokrasi diyoruz.

Halkın tamamının verdiği oyun Meclise yansımaması demek olan bu sistem değiştirilmelidir. Hiçbir parti kendisine verilmeyen oyla bedavadan vekil çıkaramamalı. Halkın tamamının iradesi Meclise yansısın isteniyorsa, -ki öyle olmalıdır- seçim barajı, bir sınır olmadan tümden kaldırılmalıdır. Bu mümkün değilse, barajı aşamayan partinin oylarının hangi partiye gitmesi için baraj altı kalan partinin resmi tüzel kişiliğine sorulmalıdır. Hangi partiye diyorsa, oylar o partinin hanesine yazılmalıdır. Bu da mümkün değilse, baraj altı kalan parti kaç vekil çıkarıyorsa, Meclis o kadar eksik vekille açılmalı. Mesela 8 vekil kadar oy aldı. Mecliste 600 değil, 592 vekil olmalı. Bu da olmaz denirse, eksik vekiller için ilgili seçim bölgelerinde ara seçime benzer, kısmi bir seçim yapılmalıdır. İkinci seçimde en fazla oy alan partilerden vekil seçilmelidir. Anlatmak istediğim her parti aldığı oy oranına göre Mecliste o kadar vekil ile temsil edilsin.

Açık Lise Online Sınavları

Online sınavlarla pandemi ile birlikte tanıştık. Belli bir süre zorunluluktu diyelim. Pandemi geçmesine; maske ve mesafeler kalkmasına, artık bulaşı riski kalmamasına rağmen açık lise sınavları halen online yapılıyor.

Online sınavlarda kamera yok, gözetmen yok, yapılacak sınavın belirli bir saati yok. Sınava kayıtlı aday mı giriyor, başkası mı onun yerine yapıyor, burası muamma. Bilinen bir gerçek var ki birçoğunun sınavını birkaç kişi birden birlikte yapıyor ya da hangi dersten kim daha başarılı ise o sınava o kimse giriyor.

Öyle zannediyorum, açık lisede okuyan öğrencilerin çoğu bu sınav şekliyle yani sınava başkasının girmesiyle başarılı olup dersleri  geçiyor ve mezun oluyor.

Çalışmadan, online sınava bir başkası girerek yapılan bu sınav türüyle olsa gerek, açık liseye örgün eğitimden çok sayıda geçiş var. Eskiden de vardı bu geçişler. Özellikle üniversite hedefi olup kurs veya etüt merkezlerine giderek daha fazla ders çalışma imkanı bulmak isteyen 11 ve 12. sınıf öğrencileri arasında kısmi bir geçiş olurdu.

Son üç yılda açık lise öğrenci sayısının 205 bin 88 arttığı, 2020-2021 öğretim yılında açık lise öğrenci sayısının 1 milyon 566'ya ulaştığı göz önüne alınırsa, hedefi olsun veya olmasın, kolay yoldan lise mezunu olmak isteyenler için online sınavı olan açık lise çok cazip geliyor.

Pandemi kalkmasına ve online sınavlarda kopya ayyuka çıkmasına rağmen devletin hala online sistem sınavından vazgeçmemesi, çocuklar mezun olsun, istatistiklerde lise mezun sayısı artsın da nasıl artarsa artsın mantığı güttüğü anlaşılıyor. Zira akla da başka bir şey gelmiyor. 

Nasıl ki mülakatlar demek torpil olarak anlaşılıyor ve bu tepkiden dolayı devlet mülakatı kaldırmaya hazırlanırken online sınav demek kopya çekmek anlamına gelmesine rağmen devletin bu sınav türünü ihmal etmesi, kurum ve kurallarıyla oturmuş olması gereken bir devlete yakışmıyor. 

Bu sınav türü bir zamanlar ortaokul ve lise sınavlarını dışarıdan bitirmeye benziyor. Hakkıyla dışarıdan ortaokul ve lise bitiren öğrencileri istisna edersek, bu dışarıdan bitirmelerde büyük paraların döndüğü, sınava giren öğrencilere soruların verildiği, nicelerinin para karşılığında diploma aldığı bir gerçektir. 

Burada çocuklarımız varsın mezun olsun denebilir. Kimsenin lise ve üniversite bitirmesine sözümüz olmaz. Hatta lise ve üniversite mezunu ne kadar artarsa, okumuş insan gücüyle ancak mutlu oluruz. Yalnız bu mezuniyetler hak ederek olmalı. Bugün örgün eğitimde okuyan çocukların hakkını korumak ve haksız rekabeti teşvik etmemek lazım. Bu durumu bilen bir örgün eğitim öğrencisinin adalete güveni kalmaz. Hiçbir çocuğun adalete olan güvenini sarsmaya hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca hak etmeden kopya yoluyla lise bitiren kişilerin adalet duygusuna ne derece güvenilir. Yarın biz bu çocuklara adalet duygusunu nasıl aşılayacağız, onlardan her konuda adil olmalarını nasıl isteyeceğiz.

İnanın, okumasını doğru dürüst bilmeyen nicelerinin, sınavlarını başkaları yaparak mezun olduklarını biliyorum ve bu duruma üzülüyorum.

Ne olur, bu yanlıştan ve ihmalden bir an evvel vazgeçelim. Ülkeye daha fazla kötülük yapmayalım. Örgün eğitimde okuyan çocukların haklarını koruyalım. Kendi ellerimizle kopyayı meşrulaştırmayalım.

Göz Bebeğimiz Yerli ve Milli Üretim

Mili araba TOGG'un yapılıp sınırlı sayıda da olsa piyasaya sürülmesi, 

Teknofest etkinlik ve yarışmalarının yapılması, 

Her seviyeden öğrencilerin bu yarışmalara katılması, 

Savunma sanayii alanında son yıllardaki gelişmeler, 

Liseyi derece ile bitiren gençlerin eskiye oranla mühendislik bölümlerini tercih etmesi, 

Mühendis gençlerin savunma sanayii alanında istihdam edilmesi ve her mühendislikte okumakta olan gençlerin buralarda çalışırım umudunu taşıması, bu gençlerin boşta kalırım endişesi taşımaması,

Türkiye'nin övünç duyması gereken ve göğsünü kabartan olumlu gelişmelerdir. Çünkü Türkiye’nin gelişmesi mühendislik alanındaki gelişmelere ve bu alana başarılı gençlerin yönelmesiyle olacaktır.

Teknoloji alanındaki bu gelişmeler artarak devam etmelidir. Bu alanda üretim yapmak isteyen ciddi her türlü müteşebbis, düşüncesi ne olursa olsun, desteklenmeli, maddi ve manevi destek verilmelidir. Köstek olunmamalıdır. Birileri ön plana çıkarılıp diğerleri geri plana itilmemelidir. Köstek olmaya kalkan olursa, vatana ihanetle eş değer görülmelidir.

Teknoloji alanında yapılacak her türlü girişim ve yerli üretim teşvik edilmeli, bürokratik engeller konmamalı. Hatta bürokratik muameleler kolaylaştırılmalıdır.

Marka olmaya yüz tutmuş, kendisini ispatlamış firmalar göz bebeğimiz gibi korunup kollanmalı.

Ülke yöneten ve ülke yönetimine talip partiler bu tür firmaları ziyaret ederek yapılan çalışma ve hedefler hakkında brifing almalı. Firmalarla ilgili tüm kamuoyu bilecek şekilde destek açıklaması yapmalı.

Bazı firmaları geri plana itecek, bazılarını ön plana çıkaracak ve sahiplenecek söz ve eylemlerden siyasilerimiz kaçınmalıdır.

Hiçbir firma iktidarla, iktidar da firma ile kendini özdeşleştirmemeli.

Hiçbir firma kendini öz veya üvey evlat hissetmemeli.

Firmalar iktidar ve muhalefetin ne yanında yer almalı ne de karşısında olmalı. Kısaca siyaset yapmamalı. Siyasilere malzeme olmamalı. Her türlü tartışmalardan uzak kalmalı. Tamamen kendilerini işlerine vermeli, işlerini ibadet aşkı ile yapmalı.

Bu alanda çalışan hiçbir firma, bir iktidar değişiminde çalışmalarına çomak sokulacak endişesi taşımamalıdır. Aynı şekilde bir iktidar değişiminde ihya olacağım hayali görmemelidir. Bu mesele milli bir mesele kabul edilmelidir. Unutmayalım ki siyasiler bugün var, yarın yoklar. Ama firmalar bu ülke durdukça var olacaktır. 

Firmalarımıza bakış açımız bir annenin evladına gösterdiği sevgi gibi olmamalı. Biliyorsunuz, anneler çocuklarına olan sevgisini açık ederler hatta şımartırlar. Annesinin kendisini çok sevdiğini gören veya hisseden çocuk bunu zamanla kötüye kullanabilir. Firmalara bakış açımız bir babanın gösterdiği sevgi gibi olmalıdır. Biliyorsunuz, babalar da en az anneler kadar çocuklarını severler. Bu sevgilerini çocuk hissetse de babalar pek belli etmezler.

Annenin sevgisinden mesafeler aradan kalkarken babanın sevgisinde hep mesafe vardır. Anne-çocuk arasında zamanla bu sevgi senli benliye dönerken babaların sevgisi saygıya dayalı bir sevgi ya da korkuya dayalı bir sevgi üzerine devam eder. Anneler çocuğunun bir dediğini iki etmez, saçını süpürge ederken babalar zaman zaman hayır demeyi bilir. Bu aşırı sevgi sebebiyledir ki anneler zamanla çocuğuna söz dinletemez noktaya gelebiliyor ve bu durumu babasına söylemekle çocuğunu terbiye etmeye çalışabiliyor.

Hasılı geleceğimiz ve göz bebeğimiz firmalara bir anne sevgisiyle bakmaktan ziyade bir baba sevgisiyle bakmayı bilelim. Sonunda kazanan tüm aile, tüm ülke olur. Unutmayalım ki bu ülkenin geleceği mühendisliktedir, bu alana dair üretimdedir.