31 Mart 2023 Cuma

Nimetin Elden Çıkması

Hayat bir mücadeleden ibarettir. 

Bu mücadele uzun bir maratondur. 

Bu maraton tekdüze değildir. 

İnişi vardır, çıkışı vardır, zorluğu vardır, kolaylığı vardır.

Üzüntü ve keder, sevinç ve mutluluk iç içedir.

Kimseye her daim tozpembe değildir, hepten eza da değildir. Zira adı üzerinde imtihan dünyasıdır. 

Bu imtihandan yüzünün akıyla çıkmak da vardır, varlık gösterememe de vardır, rezil olmak da.

Bir hedefe ulaşmak için yola çıkanlar, çıktıkları bu hedefe ulaşmak için ibadet aşkı içerisinde çalışırlar, çalışırken şımarmazlar, çağın ve zamanın ruhuna uygun hareket ederler ise önlerine engeller çıksa da bu engelleri birer birer aşmasını bilirler. Karşılığını da alırlar. Çünkü her insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Allah da bunlara çalıştığının karşılığını verir ve zirveye çıkarır.

Kendilerinden ve yaptıklarından emin olarak ayakları yere sağlam basanlar zor veya kolay zirveye çıkar. Yeter ki bunda samimi olunsun, zirve azmi olsun, yapabilecek irade gösterilsin, bu konuda güven verilsin ve zirvenin bir menfaat elde etmek olmadığı hususunda halk ikna edilsin.

Zirveye çıkmak zor olsa da mümkündür. Çünkü çalışmak insandan, tevfik de Allah’tandır.  

Zirveye çıkılır çıkılmasına ama esas mesele zirvede tutunmak ve kalıcı olmaktır. Zira zirvede tutunmanın imtihanı daha bir başkadır. Burası hem nimet hem de ateşten kordur.

Burada kalite tesadüf değil demek de vardır, imkanların içerisinde kaybolmak da vardır.

Zirvede tutunmaya çalışmak zirveye çıkmaktan daha zordur. Çünkü bir şeyin zirvesi demek inişe yakın olmaktır. Bir bedel ödemeden zirveye çabucak çıkanların inişi çok kolaydır. Çıkmalarıyla inmeleri bir olur. Bedel ödeye ödeye zirveye çıkanlar ise zirvenin kıymetini bilir ve zirvede tutunmanın yollarını arar. Şımarmazlar, güç zehirlenmesi yaşamazlar, zirveden aşağıya tepeden bakmazlar, Zafer sarhoşu olmazlar, yol arkadaşlarına çalım atmazlar, birbirlerine empati yapar ve diğerkamlığı tercih ederler, en ufak bir şayiada teyakkuza geçerek içlerine giren virüsü temizlerler. Kısaca hem geldikleri yeri unutmazlar hem de en ufak bir sendelemede inişe geçeceklerini çok iyi bilirler ise zirve her daim onların olur ve buranın nimetlerinden halkı faydalandırırken kendileri de yararlanmış olurlar.

Böyle yapmazlar, hoşnutsuzluğa tedbir almazlar, çözüm üretmezler, ekip ruhuna önem vermezler, ehliyet ve liyakat yerine sadakati tercih ederler, gerçekleri görmemek için kafalarını kuma gömerler, halkın derdiyle dertlenmeyi bırakırlar, korku dağları salmaya yönelirler, gerçekleri gizlemek için olguları algı, algıları da olguya döndürmeye yeltenirler ise iniş er veya geç kaçınılmaz olur. Allah bu nimeti alır, bir başkasına verir. Çünkü toplumsal yasa gerçekleşmiş olur.

Bu durumda kimseye kızmaya hakları olamaz. Çünkü başa gelen her şey yapıp ettiklerimizin bir sonucudur.

Aşere-i Mübeşşere

“Hz Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Abdurrahman bin Avf, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm, Saîd b. Zeyd” isimli sahabeler halk arasında aşere-i mübeşşere (cennetle müjdelenen on kişi) olarak bilinir.

Adı zikredilenlerin hepsi Kureyş kabilesine mensup ilk Müslümanlardan. Peygamberimizin hep yanında yer almış, İslam’a hizmetleri yadsınamaz sahabelerdir. Cennetle müjdelenmelerinin dayanağı da hadislerdir: “Ebu Bekr cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talha cennetliktir, Zübeyr cennetliktir, Sa'd İbnu Malik cennetliktir, Abdurrahman İbnu Avf cennetliktir, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah cennetliktir." (Ravi der ki: Zeyd) onuncu da sükut etti. Dinleyenler: "Onuncu kim?" diye sordular. (Bu taleb üzerine): "Said İbnu Zeyd!" dedi. (Ebu Davud, Sünnet 9)

Bu konuda farklı hadisler de mevcut. Hepsini buraya alma imkanım yok. Bu ve bu konuda gelen rivayetler sahihtir veya değildir üzerinde durmayacağım. Durmak istesem de müktesebatım el vermez ise de bu konuda şunları söylemek isterim:

Peygamberimizin şunları şunları yapan cennetliktir demesi başka, isim vererek şunlar cennetliktir demesi başka. İlkinde ameller ön plana çıkarılırken ikincide kişiler ön plana çıkarılmaktadır. Birinci İslam’a uygun iken ikinci anlayış İslam’a uymaz. Çünkü,

Sahabe de olsa, İslam’a katkıları çok olsa da daha yaşarken  İslam kimseye cennet garantisi veremez. Çünkü peygamber de olsa az sonra kimin ne yapacağını Allah’tan başka kimse bilemez. Zira bu konu gaybi bir konudur. Bunun bilgisi de sadece Allah’a aittir. Ki peygamber kızı Fatıma’ya bile cennet garantisi vermemiştir.

Bu sahabenin bir kısmı Cemel ve Sıffın gibi savaşlarda rol oynamış. Şu ya da bu şekilde Müslüman kanının akmasında dahli olmuştur. İslam dünyasının ayrışmasında ve ümmet arasına nifak tohumlarının ekilmesinde bu tür savaşların payı büyüktür. Bugünkü bölünmüşlüğün ve parçalanmışlığın izleri bu savaşlara kadar gider.

Peygamberden sonra vefat eden bu sahabeler tıpkı diğer sahabe ve tüm insanlar gibi hesap gününde yaptıklarından veya yapmadıklarından dolayı hesaba çekileceklerdir. Yargılamayı da Allah yapacaktır. Bu müjde anlayışı Hristiyanlardaki İsa peygamberin ahirette insanları yargılayacak düşüncesine benzer. Ne Hz İsa’nın ne de peygamberin böyle bir yetkisi vardır.

Hangi birimize daha ölmeden cennetle müjdelenen garantisi verilebilir? Cennet garantisi alan kimse ne derece kendisine çekidüzen verebilir? Sizleri tenzih ederim ama şayet şahsıma böyle bir garanti verilse, öyle zannediyorum, sorumluluklarımı yerine getirmem en hafifiyle. Her türlü olumsuzluğa imza atarım.

Bu tür hadislerin, Cemel ve Sıffın savaşlarının ardından geriye dönük üretildiğini, bunda amacın bu sahabenin koruma zırhına girdirilmeye çalışıldığını, Peygamberin yakın arkadaşları olan bu kimseler hakkında olur olmaz eleştiri yapılmasının önüne geçmek murat edildiğini düşünüyorum. Allah’ü a’lem. 

29 Mart 2023 Çarşamba

Milli Görüş

Milli Görüş, merhum Erbakan'ın 1969 yılında çıktığı siyasi yolculuğundan, vefatına kadar devam ettirdiği siyasi çizgisinin adıdır. Maddi ve manevi kalkınmanın, gelişimin, değişimin ve ilerlemenin milli duruşla mümkün olacağını savuna gelmiştir. Bu yüzden her çözümünde millilik demiştir. Taklitçiliğe ve özentiye hep uzak durmuştur. Ömrü boyunca bu çizgisini hiç değiştirmemiştir.

Önceleri bu çizgi ciddiye alınmamış, dalga geçilmiş. Biraz taban bulunca bir bölen olarak görülmüş, irticanın odağı ve dinî siyasete alet ediyor denmiş. 

80 öncesinde hep MC hükümetlerinde yer almış. Maddi kalkınmayı ağır sanayi ve milli sanayi hamlesinde görmüş ve memleketin her bir yerine fabrika temelleri atmış. Manevi kalkınma için de imam hatip okullarının sayısının artırılmasına öncülük etmiştir. 

80 öncesinde kurduğu Milli Nizam Partisi, irticanın odağı gerekçesiyle kapatılmıştır. Yerine kurduğu Milli Selamet Partisi ise tüm partiler gibi 80 ihtilaliyle birlikte sonlandırılmıştır.

Yerine kurulan Refah Partisi, 91 genel seçimlerine kadar yüzde 10 barajını aşamadığı için Meclis dışında kalmış, 91 seçimlerine ittifakla girerek Meclisteki yerini almıştır. 94 mahalli seçimlerinde bir sıçrama yaparak çoğu belediyelerde iktidar olmuştur.

95 genel seçimlerinde en büyük parti olarak Meclise girmiş ve kurulan koalisyonun büyük ortağı olmuştur ama bu hükumetin ömrü fazla uzun sürmemiştir. İktidarda iken irticanın odağı olduğu gerekçesiyle parti hakkında kapatma davası açılmış, 28 Şubat süreciyle birlikte bu parti kapatılarak yerine Fazilet Partisi kurulmuştur. 

Yeni kurulan bu parti girdiği seçime pek asılmamış ise de 2000 öncesi Mecliste yine temsil edilmiştir. Bu partinin ömrü de uzun sürmemiş, tıpkı RP gibi aynı gerekçe ile kapatılmıştır.

Tabanı olan bir partiyi kapatmak çözüm değil. Yerine Saadet Partisi kuruldu. FP’ndeki vekillerin yarısı kurulan bu yeni partiye geçerken yarısı geçmedi. Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık diyerek kurdukları AK Partiye geçtiler. Parti kapatmakla bir zihniyeti yok edemeyenler partiyi ve yol arkadaşlarını tam ortadan ikiye bölmeyi başarabilmişlerdi.

Arkasında Erbakan’ın olduğu SP yerinde sayıp hatta gerilerken gömleği çıkaran talebeleri ise 2002 yılında yapılan ilk seçimde ve sonrasında defalarca tek başına iktidar oldu.

Ana gövdeden Milli Görüş çizgisini terk ettiğini söyleyerek iktidar olan bu görüşün talebeleri, zamanla Milli Görüşü biz temsil ediyoruz diyerek bu görüşü sahiplenmeye başladı. Bu görüşün ana gövdesi ise büyüyemediği gibi esas Milli Görüş biziz demek suretiyle bölünmeye devam etti. SP’den ayrılanlar önce Has Partiyi kurdu, ardından AK Partiye katıldı. SP’de siyaset yapan oğul Erbakan, genel başkanlık yarışını kaybedince Yenidenrefah Partisini kurdu. Zaman ne gösterir bilinmez ama halihazırda Milli Görüşü temsil ettiğini söyleyen üç parti var: SP, AK Parti ve YRP. Her biri de esas Milli Görüş biziz diyor.

Bilinen bir gerçek var ki baba Erbakan’ın tedrisinde yetişen talebelerinin ne derece hocalarının ardından gittiği su götürse de bir zamanlar vebalı ve sakıncalı piyade görülen ve dışlanan bu zihniyet, günümüzün geçer akçesi. Hoca Erbakan’ın kavuşamadığı imkanlara talebeleri kavuştu. Bölünüyor ama bitmediği gibi ülke siyasetinde söz sahibi olmaya devam ediyor.