29 Ağustos 2020 Cumartesi

Kapalı Camiler ve Seccade Meselesi *

Bazı zamanlar namaz vakti dışında vakit namazımı kılmak için gördüğüm bir camiye yönelirim. Ya geldiğim gibi geri dönerim ya da cami girişinde ayakkabıların konduğu, gelip geçenin ayağını bastığı yerde namazımı kılar, çıkar giderim. Çarşı merkezindeki tarihi camiler ne durumda bilmiyorum ama kenar-köşe ve mahalle aralarında bulunan camiler, görevli imam nezaretinde cemaatle kılınan namazdan sonra kapatılıyor. Yani camilerimiz kilitli. Bu fiili durum nice zamandır böyleydi. Koronavirüs tedbirleri çerçevesinde de aynı tasarruf devam ediyor.

Merak ettiğim, camilerimiz vakit namazları dışında niçin kapalı? Bu kadar caminin tüm mesaisi ve tüm işlevi namaz vakitlerinden  mi ibarettir? Görevli eşliğinde kıldırılan vakit namazı dışında camilerde namaz kılmaz caiz değil mi? Namaz kılanların çoğu, okunan ezanla birlikte cemaate katılamadığına göre bu kimseler ev ve işyerlerinde de değiller ise namazlarını nerede kılacaklar? Namaz kılacak açık cami bulamadığı için namazını geciktirenin ya da kılamayanın sorumluluğunu böyle bir tasarrufa imza atanlar "Vebali bize ait" diyebiliyorlar mı? Cemaate katılmayanın kıldığı namazdan zaten hayır gelmez diye mi düşünülüyor? Gerçekten camiler niçin kapalı? Vakit namazı dışında camiye gelenler camilere zarar verir diye mi düşünülüyor? Böyle bir şeyi düşünmek bile akıllara ziyandır. Çünkü düşüncesi ne olursa olsun bu millet camilere zarar vermez. Hırsızlık olaylarının önüne geçmek için mi yapılıyor ya da camiye gelenler, camileri namaz kılmanın dışında başka amaçlarla kullanabilir endişesi mi taşınıyor? Sebep veya hassasiyet ne ise bunu önlemenin yolu camileri kapatmak değildir. İnsanları mağdur etmeye ve camileri mahzun bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. 
***
Camilerle ilgili değinmek istediğim bir başka husus da vakit ve cuma namazlarına seccade ile gelinmesi. Seccade ile camiye gelinmesi uygulamasına da bir son verilmeli artık. Camilerin ibadete açılmasının ardından açık havalarda cuma kılınmaya başladığında namaza seccade ile gelinmesini anlarım. Çünkü dışarıda uygun bir yere seccade serilerek namaz kılınması gerekiyordu. Aynı uygulamanın cami içindeki halılara seccade sermek şeklinde devam etmesini anlamıyorum. Bildiğim kadarıyla cami halıları, pandemi ortamına uygun bir şekilde temizlendi. Yani halılar tertemiz. Temiz halı üzerine ayrıca seccade serilmesi garip. Çünkü cami halıları zaten seccade görevi görüyor. Böyle yapmakla, seccade üzerine seccade seriyoruz. Halılar kirleniyorsa ancak evden getirip serdiğimiz seccade ile kirlenebilir. Çünkü aynı seccade bir hafta önce veya az önce bahçedeki beton veya çimin üzerine serilmiş, az sonra o seccade kaldırılıp cami içindeki halı üzerine serilmiş olabiliyor. Ayrıca herkes vakit ve Cuma namazına evinden gitmiyor. Çoğu insan, dışarıda ezanın okunduğu camiye gidip namazını kılabiliyor. Bu durumda olan insanlar seccadeyi nereden bulacaklar? Herkes yanında seccade taşımayabilir. 

Neyin hassasiyeti taşınıyorsa artık bu hassasiyetten vazgeçilmeli. İnsanımız camiye seccadesiz gidebilmeli.

*31/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Ağustos 2020 Cuma

Sıradaki Görev Gelsin! *

—Efendim! Bu süreçte Sağlık Bakanı olmak ister miydiniz?
—İsterdim elbet!
—Ama efendim, bu süreci yönetmek zor değil mi?
—Zorluk derken
—Mesela her akşam covit 19 sonuçlarını açıklamak bile başlı başına zor bir iş.
—Neresi zor bunun?
—81 ilde yapılan test sayısını, testi pozitif çıkan hasta sayısını, yoğun bakım ve entübe hasta sayısını, iyileşen hasta sayısını ve ölen sayısını kastediyorum.
—Ne var bunda?
—Ne demek ne var bunda? Kolay mı bu istatistikleri toplamak ve açıklamak?
—Tutturduğun rakamlar üzerinde her gün biraz değişiklik yapacaksın.
—Neye göre değişiklik yapacaksın?
—Belli bir yüzdeyi geçmeyecek şekilde rakamlarda bir ileri iki geri ya da iki ileri bir geri yapacaksın.
—Yani?
—Verdiğin bilgileri izleyenler hayretinden şaşırıp kalacak.
—Ama efendim olur mu?
—Niye olmasın? Bal gibi olur hem de...
***
—Diyanet İşleri Başkanlığına ne dersin? Buna da kolay demezsin herhalde?
—DİB başkanlığı en kolayı. Kebap kebap!
—Sana göre de her şey kolay maşallah! Sanırım zor görev yok. Mesela her hafta hutbe konusu belirlemek bile zorun zoru. Bunu kolay mı sanırsın sen?
—Mübarek! Bundan kolay ne var?
—Nasıl?
—Yılda 52 hafta var. Her haftada birden fazla belirli gün ve haftalar var.
—Eee?
—Eeesi, bu günlerden istediğini seçip hazırlatacaksın. İşte sana hutbe.
—Haydi bir yıl böyle yaptın ya ertesi yıl ve sonrası.
—Be kardeşim! Bu belirli gün ve haftalar her yıl tekrarlanır. Sen de önemine binaen tekrar edersin.
—Olur mu öyle şey?
—Niye olmasın kardeş? Böyle olmuyor mu zaten?
—Ama millet sıkılır, dinlemez.
—Dinleyen kim zaten. Zaten dinlenilsin diye okunmuyor ki...Çoğu, sessiz bir şekilde dinler gibi yapıyor. Kazara dinlemeye kalkan çıkarsa biraz homurdanır. Bu da problem değil. Varsın homurdansın. Ateş olsa cürümü kadar yer yakar. Kim dinler onu.
—Bazı cumalarda belirli gün ve haftalar takip edilmiyor ama...
—O zaman da namaz, oruç, hac, zekat, sünnet/hadis, mübarek geceler gibi rutin konulara değinirsin, olur biter.
—Teşekkür ediyorum.
—Ben teşekkür ediyorum. Var mı bana tevdi edeceğin başka görev? Gördüğün gibi hepsine hazırım.

*04/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Ağustos 2020 Perşembe

“Allah taksiratını affetsin!” *

Bir sala duyduğumuzda cenazeyi tanımasak bile “Allah’tan geldik, yine ona döneceğiz” anlamına gelen “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” ayetini dilimizden düşürmeyiz. Bir yakın ve tanıdığımızın cenazesine katıldığımızda veya bir taziyeye gittiğimizde “Allah rahmet eylesin”, “Mekanını cennet eylesin”, “Allah sabırlar versin”, “Başınız sağ olsun” şeklinde taziyelerimizi bildiririz.
Bugünlerde bu duaları daha çok yapıyoruz. Çünkü salgın nedeniyle bugünlerde ebedi aleme daha fazla kişi gönderiyoruz.
Cenaze ve taziyelerde yaptığımız bu dualara ilaveten dilimizden düşürmediğimiz bir dua daha var: “Allah taksiratını affetsin!”
Kusurlar, suçlar anlamına gelen; taksir kelimesinin çoğulu olan taksirat, vefat edenin ardından halkımız tarafından dua niyetine sıkça söylenir. “Allah kusurlarını/hatalarını/günahlarını affetsin” anlamına gelir.
Vefat edenin ardından yapılan ve yazılan duaların en güzeli belki de. Çünkü duada kullanılan taksirat kelimesinde aynı zamanda bir incelik var. Taksir, “Bir işi eksik yapma, kusurda bulunma ve kusur işleme” demektir. Kusur ise eksiklik, noksan, hata, özür gibi anlamlara gelir. İşlenen kusur, kasıt olmadan, istemeyerek yapılan hata demektir. Bildiğiniz gibi hata/kusur ile yanlış arasında fark vardır. Kusur, bilmeden yapılan iken yanlışta kasıt vardır. Halkımız bu duayı yaparken “Yaşarken bilmeden ve farkına varmadan hatalar işlemiş olabilirsin. Allah bunları inşallah affeder” demek istemektedir. İncelik de buradadır. Gerçekten hangi birimiz, hiç suç işlemese bile hata ve kusur işlemeden bu dünyadan çeker gider. Her birimizin sayısız kusurları vardır. Hatta kasten işlediğimiz suçlarımıza göre taksirli suçların lafı bile olmaz.
Konumuz maden kusurlarımız. Çok uzağa gitmeden taksirat kelimesini kullanırken de maalesef çoğumuz, bilmeden ölenin ardından yapılan bu güzel duada kusurlar işlemektedir. Çünkü taksirat kelimesini doğru telaffuz eden bir elin parmaklarını geçmiyor. İşittiğim ve gördüğüm taksirat yazılışı ve söylenişleri şöyle:
"...tahsilatını..."
"...taksilatını..."
"...tahsiratını..." vs.
Sanırım, taksirat kelimesi dile gelse "Ne ya, sizden benim bu çektiğim. Benim adım şu. Lütfen doğru kullanın" der herhalde.
Kelime genellikle yanlış yazılmak ve söylenmekle beraber ne kastedildiği anlaşılmış olsa da en güzeli, kelimeyi doğru kullanmaktır. Çünkü bu şekilde yanlış kullanımlar, bilenler nezdinde kulakları tırmalamakta ve dikkat çekmektedir. Bu vesileyle bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Doğrusu, "Allah taksiratını affetsin" şeklinde olacaktır.

*05/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.