12 Ağustos 2020 Çarşamba

Görün Maharetimi ve Yazın Bir Kenara!

Bugün kendimle gurur duydum. İşte kabiliyet, işte yetenek dedim kendi kendime. Tamam, pek göstermiyorsun ama sende müthiş yetenek var. Tek eksiğin keşfedilmeyi beklemek dedim. İstedim ki bu gurur kendimde kalmasın, siz de haberdar olun ki kiminle sosyal medyada aşık attığınızı bilin.

Alışverişten çıkıp aldığım eşyaları bagaja koydum. Bagajı kapattıktan sonra aldığım yetmezmiş gibi bir başka markete uğramak için arabama bindim. Yola çıktım. Sağ, sol, geri geri derken ışıkta durdum. Belediyemizin hizmetlerinden kasislere çıkıp indim.  Dakikalar sonrasında yeni marketin parkına aracımı park ettim.
Araçtan inip markete yönelirken bagajın üzerinde simsiyah bir şey dikkatimi çekti. Bir telefondu. Bir an için biri aracımın üstüne bir telefon koymuş. Sanırım bana hediye etmiş olmalı dedim. Bir sevindim bir sevindim. Sonra cebime davrandım. Cebimde telefonum yoktu. Bagajın üstünde gördüğüm benim emektar telefondan başkası değildi.

Market çıkışı tuzlu ödemem aklımı başımdan almış olmalı ki telefonu bagajın üstünde bırakmışım. Yine bir sevindim bir sevindim sormayın. Nasıl sevinmem. Bir marketten diğer markete; sen kalk, o kadar yol tep. Telefonum bagajın üstünde düşmeden seyahat etsin benimle birlikte. Hareket edince düşse, arkadan gelen bir araba çiğnese yoktan başıma iş alacak, yeni bir masrafa girecektim. Tamam eski, pek işe yaramıyor, yeni bir telefon al, ben seni daha fazla çekemem diyor ama dövizin dalgalı günlerinde yeni bir telefon almak öyle market alışverişine falan benzemez. Adamı yere yıkar, hele beni. Hasılı eşeğini kaybeden Nasrettin Hocanın duyduğu üzüntüyü hissetmeden eşeğimi bulmanın sevincini yaşadım.

Markete girmeden şu bagaj üstündeki telefonumun fotoğrafını bir çekeyim, sonra paylaşayım, cümle alem maharetimi görsün dedim. Nasıl çekecektim? Çekmek için cep telefonumu almam gerekiyor. O zaman sadece bagajı çekmemin bir anlamı kalmazdı.

Market alışverişini yaptım, ardından bir başka markete gittim. Eve ne ihtiyaç varsa fazlasıyla aldım. Çünkü ne alırsam alayım hepsi bir telefona vereceğim paranın onda biri etmezdi.
İçimde hissettiğim tek üzüntü telefonumu çekip haber yapamamak.

Ama mutluluğum ve kendimle gurur duymam devam ediyor. Zira içim içime sığmıyor, nasıl bir iç ise. Artık kendi kendime konuşuyorum: Bravo Ramazan! Bir de kendini beğenmezsin. Tamam, unutmuşsun. Bu da bir kusur ama bu kadar kusur herkeste olur. (Sakarlığım aklınıza gelmesin. Zira çekemem.) Ama bu yaşta bu kabiliyet...helal olsun sana! Kolay mı arabanın üstündeki cep telefonunu düşürmeden seyahat etmek. Bir de şoförlüğünü beğenmezsin. Benim araba sürüşüm pek iyi değil dersin. Değme şoförler bu kabiliyeti gösteremezler. Kendini küçümsemeyi bırak, hatta kendinle gurur duy, dedim. Bu arada içimden size de bir taş attım: Bir de aracımı beğenmezler, muayeneden ilk defa da geçemedi derler dedim.

Sakın ola ki ne var bunda. Bunu ben de yaparım deyip moralimi sıfırlamayın. Benim için araç üstünde telefonu düşürmeden seyahat etmek, içi simit dolu tepsiyi düşürmeden başında götürmek gibidir.

Ne alaka demeyin. Siz başınızda simit tepsisi, düşürmeden yürüyebilir, bu şekilde simit satabilir misiniz? Ben bir ara düşündüm. Satma aşamasına geçmeden gözümün önüne sağa sola serpilmiş simitler geldi. Haliyle tangır tıngır düşen tepsi de. Sağdan soldan bakışmalar... Baktım rezil olacağım. Simit satma işine hiç girişmedim. Zira gözüm kesmedi.

Yıl 1987 veya 88 idi. Kayseri'de öğrenciyim. Cepte para suyunu çekti. Gelecek param da yok. Talas Öğrenci Yurdunda (Şimdiki adı Erciyes Öğrenci Yurdu) herkes okula gştmeye hazırlanırken ben de otobüse binip Kayseri amele pazarını boyladım. Pazarda benden başka çokça bekleşen vardı. En arkalarına geçip beklemeye koyuldum. Öndekiler iş bulup gidecek, sıra bana gelecekti. Saatlerce bekledik. Gelen giden olmadı. Az sonra biri geldi. Öndekilerle bir şeyler konuştu. Sonra çekip gitti. Öne geçip ne diyor bu amca dedim. Simit satacak birini arıyor dediler. 

Amele pazarında iş çıkacak gibi değil. Zira bana para lazım. Neye niyet neye kısmet. Gerekirse simit de satarım, şu amcayı kaçırmayayım bari dedim. Amca önde, ben arkada epey bir yürüdük. Cesaret edip amca simidini ben satayım diyemedim. Çünkü ya amca bana, içinde simit dolu bir tepsi verip bu tepsiyi başına koy, çarşı-pazar dolaş, simitçiii diye bağır ve sat gel dese -ki der- nasıl bağıracaktım. Haydi bağırdım. Tepsiyi başımda nasıl tutacaktım. Haydi tuttum. Biri simit alacağında başımı eğince tüm simitler düşerse işte o zaman ne yapacaktım. Baktım simit satmak, öyle göründüğü gibi kolay değil. Vazgeçtim. Gerisin geriye dönüp o gün okula mı gittim yoksa iş bulmak için Talas ilçesine mi gittim. Şimdi hatırlamıyorum. 

Gençliğimde cesaret edip satamadığım simit satışına bugün cesaretim geldi. Araba üzerinde düşürmeden cep telefonu dolaştırdığıma göre simidi hayli hayli satardım. 

Hasılı, gençliğimde -gerçi hala gencim- keşfedemediğim yeteneğimi 58 yaşımda keşfettim ve dedim, sen neymişsin be Ramazan...(Kendimi övmeseydim çatlayıp ölürdüm. Zira sizin göreceğiniz yok. Düşünün bir kere, bu yazıyı yazıncaya kadar kaç simit satardım, paraya para demezdim.) Ama yasağa takılırım şimdi de. Çünkü bugün simit satmaya kalksam dışarıda simit satmak, hele başa konan tepsi içinde simit satmak belediyece yasak. 

Not:Bagaj üstündeki cep telefon resmini görünce telefonun yokken bu resmi nasıl çektin derseniz, eve gelip alışverişi eve çektikten sonra evden bir telefon istedim. Telefonumu bagaj üstüne koyup çektim efendim.

11 Ağustos 2020 Salı

Rektöre Altın Öğütler

Bir rektörümüz daha sistem kurbanı oldu diyeceğim ama sistem işliyor. Sayın rektör, sistemden ziyade acemiliğinin kurbanı oldu. Gördüğüm kadarıyla rektör, eşini işe yerleştirmede acemilik yaptı. Benim rektörlük tecrübem yok ama hayat tecrübem var. Eş ve akraba yahut bir tanıdığını bir yere atamanın kurallarını çok iyi bilirim. Arasaydı "Abi, şu bizimkine bir iş ayarlayacağım, bu işler nasıl oluyor" deseydi yaşça bir büyüğü olarak kendisine yardımcı olmak isterdim. 

Eşekten düştükten sonra akıl veren çok olur ama atama kıstaslarını buraya yazacağım. Her ne kadar iş işten geçmiş olsa da rektörün önü açık. Bugün düştü, yarın tekrar ayağa kalkabilir. Önerilerim işte o zaman işe yarar. Yaptığım sadece rektöre yardımcı olmak değil, diğer üst görevde bulunan insanımıza da bir yol gösterici niteliğindedir. Zira böyle basit şeyler için yetişmiş değerlerimizin düşmesine gönlüm razı olmaz. Çünkü kolay yetişmiyor böyleleri. 

Şimdi rektör oğlumuz nezdinde oğlumuza, kızımıza, eşimize, gelin ve damadımıza, diğer akraba ve tanıdıklarımıza atamalar nasıl yapılır, bunu anlatacağım ki kızımız da dinlesin. Benim de ülkeme katkım bu olsun.

Sayın rektörüm!
Koltukta oturmak ve ikinci dönemi garantilemek ve sonrasında daha da yükselmek için ya yardan vazgeçeceksin ya da serden. Burada ser koltuğu ifade etmekte. Koltuk yardan önce gelir. Ölüm iksiri içip eşine iş vermeyip o koltukta oturmaya devam edecektin. Eşin zaten üniversitenin 'first lady'isi. Senin makamını o da temsil ediyor. Böyle bir temsil varken ne diye daire başkanı yapmaya çalışarak eşinin değerini düşürüyorsun? Ama görüyorum ki aşk senin gözünü kör etmiş. Üniversite yönetiminde duygulara yer yoktur.

Belki de eşine iş vermek suretiyle eve çift maaş girsin istedin. Bunu anlıyorum. Bir rektörlük maaşıyla geçinmek zordur. Ama bunun yolu, yanında eşine iş vermek değil. Tamam, taşıdığı şartlar dolayısıyla eşinizin evde ev hanımlığı yaparak eriyip gitmesine gönlünüz razı olmadı. Onu yanınıza alarak ülkeye bir katma değer üretsin ve ülke faydalansın istedin. Seni anlıyorum ama bunun yolu bu değil ki...

Yahu sen, koskoca bir ilin üniversitesinin bir numaralı adamısın. Protokolde en üst seviyedesin. Eşine üniversitende değil, başka kurumlarda iş ayarlayacaksın. Anladığım kadarıyla eşiniz Arapçayı sular seller gibi biliyor, çatır çatır Arapça konuşuyor. Eşinin, çoğu kimsede olmayan özelliklerine bakınca Göçler İdaresi Müdürlüğü eşin için biçilmiş kaftandır. Çünkü Göçler İdaresi denince bu ülkede Suriyeliler akla gelir. Sizin ilinizde de ikamet eden Suriyeliler vardır. Onların dilinden anlayan, onların sorunlarına çözüm üretmede eşiniz çok faydalı olabilirdi. Hemen Göçler İdaresi bana bağlı değil, hem orada bir müdür var deme. Dinle biraz. Bu durumu bir yemekli toplantıda ilin valisine o değilden açacaktın. Yetinmeyip ilin yetkili sendika temsilcisine bildirecektin. Bununla da yetinmeyip rektör atanmada sana referans olan vekil ve partililere, eşinizin cv'sini yine bir yemekli toplantıda verecektin. Gerisi onların bilebileceği bir şey. Senin hatırını mı yıkacaklardı? Bir bakmışsın, eşin Göçler İdaresi müdürü olmuş, Göçler İdaresindeki müdür de senin üniversitende daire başkanı. Var mı bu işte bir anormallik. Bu atamaya kim ne diyebilir? Burada kazan kazan politikası gütmen gerekirdi.

Yok, ben eşime üniversitemde iş vermek istiyorum diyorsan ilana çıktığın, adrese teslim şartlar akademik personel alımında geçerli. Bu şartlarla eşini üniversitene öğretim üyesi alabilirdin. Kim ne diyebilirdi buna?

Yok, ben illa eşimi başkan yapacağım diyorsan bunun da yolu şartlara ilave olarak sözlü mülakat idi. Biliyorsun, personel alımlarında bugünlerde kıstas sözlü mülakattır. Bunun için tek yapacağın, il bünyesinde bir sözlü mülakat komisyonu kurmaktı. Komisyon seçiminde üyelerin haktan ve adaletten ayrılmayan, ehliyet ve liyakata önem veren kişilerden olmasına özen gösterecektin. Nerede bulacağım böylelerini deme. Ararsan bulursun. Mesela MEB bu konuda çok maharetli. İl MEM'den yardım isteyebilirdin. Müdür de sana 2014 yılından beri müdür ve yardımcı alımlarında epey mesafe kat etmiş şube müdürlerinden istemediğin kadar verebilirdi. Komisyon, işi sıkı dokuyarak adrese teslim alım yapardı. Belki eşinize tam yüz vermeyebilirdi ama puanın 99 küsur olacağından ve bu puanın emsallerine fark atan bir puan olacağından emin olabilirdin. Eşinin birincilikle kazanmış puanı önüne geldiğinde eşinin FETÖ vb yapılarla bağının araştırılması için YÖK'e, emniyete, MİT'e bir yazı yazacaktın. Buralardan temiz raporu geldikten sonra eşinin, üniversitende göreve başlatılmasının önünde bir engel kalmazdı. 

Gördüğün gibi tereyağından kıl çeker gibi oldu. Zaten istediğin de bu değil miydi? Gecikmiş de olsa adalet böylece yerini bulmuş olurdu. Tüm bu sürece kim ne diyebilirdi? Ama sen kestirmeden gitmek istedin, devletin yerleşmiş ve yerleştirilmeye çalışılan atama kültürünü görmezden geldin. Kusura bakma ama devlet, kendisini çiğneyen ile çalışmaz.

9 Ağustos 2020 Pazar

Gençler Yol Ayrımında *

Gençlerin okul öncesi, ilk, orta ve lise okuma serüveninden bahsetmeyeceğim. Bunlar her çocuğumuzun okumakla yükümlü olduğu öğretim kademeleridir ve zorunludur. Bu, ayrı bir yazı konusudur. Burada liseyi bitirmiş üniversite tercihinde bulunacak çocuklarımız üzerine birkaç kelam etmek isterim. Üniversite tercihlerine gelmeden önce bazı bilgilere yer vereceğim:

*2020 yılı itibariyle 129’u devlet, 77’si vakıf olmak üzere 206 üniversitemiz var.

*Üniversitelerde okumakta olan öğrenci sayısı, (2019 Mayıs itibariyle) 1 milyon 492 bin 277’dir.
*Çoğu bölümler tercih edilmediği için kontenjanını dolduramamıştır.

*2020 YKS’ye 2,5 milyona yakın öğrenci müracaat etmiş; TYT’ye 2.296.138, AYT’ye 1.672.376, YDT’ye 105.579 aday katılmış, sonuçlar 28 Temmuzda açıklandı.

*Üniversiteli olmak isteyen adaylar 6-14 Ağustos tarihleri arasında tercih yapmak zorundalar.

Bilgilerden anlaşılacağına göre üniversite sınavına giren öğrenci sayımız çok, aynı zamanda her öğrencinin okuyabileceği üniversite sayımız da bir o kadar çok. İki yıllık ve dört yıllık üniversite tercih edebilecek barajı aşan çocuklarımız, puanlarına göre tercihte bulundukları takdirde üniversitelerimizde okuyabilecekleri bölümler mevcut. Yani açıkta kalan çocuğumuz pek olmayacak gibi.

Tercih edip okuyabilecekleri bölümler olmasına rağmen gençlerin moralleri bozuk ve kara kara düşünüyorlar. Çünkü ilk 20 binin üzerinde öğrenci alan hangi bölüme bakarlarsa baksınlar,  mezuniyet sonrası işsizlik mukadder görünüyor. Kara kara düşünmeleri de bundan. Niye düşünmesinler ki…Sağlık alanı, özellikle tıp fakülteleri dışında diş hekimlikleri, mühendislikler, eczacılık, hukuk, PDR gibi puanı yüksek bölümlerde bile bir tıkanmışlık durumu söz konusu. Hemen hemen her bölüm istihdam alanından fazla mezun verdiği için piyasada, iş bulamamış üniversite mezunları, gelecekten umut kesmiş bir şekilde umutsuz bir vaka olarak dolaşıyorlar. Bugün hangi birine “Arkadaş, yeni mezun oldun. Senin bitirdiğin bu bölümü tercih edeceğiz. Ne dersin” diye bir soru sorsan bir dokunup bin ah işitiyorsun. Aralarında anlaşmışlarcasına “Aman yazma, yazacaksan falan bölümü yaz” diyorlar. Tavsiye ettiği bölümden mezun olan birini bulup görüşünü almak istediğinde o da “Aman bizim bölümü yazma” uyarısında bulunuyor.

Yazdıklarımı abartı bulabilir. O kadar da değil, diyebilirsiniz. Hatta bana, moral vermiyor, pozitif enerji dağıtmıyor, felaket tellallığı yapıyorsun da diyebilirsiniz. Gerçekler acıdır. Durum maalesef böyle. Bu durumda olan öğrenci sayısı da az değil. Şu anda tercihte bulunacak 2 milyona yakın öğrencinin kahir ekseriyeti (derece yapanlar ve ilk 20 binde olanlar hariç) aynı haleti ruhiye içerisindedir.

Burada bana “Efendim, her mesleğin ve bölümün önü açık. Alanında iyinin iyisi olacaksın. Böyle olduğun takdirde iş bulma sorunu yok” şeklinde bir eleştiri getirilebilir. Doğrudur. İyinin iyisi olduktan sonra bir meslek, yok olmadığı müddetçe mezunlar piyasada iş bulabilir ve aranan eleman olurlar. Ama kaç kişi iyinin iyisi olabiliyor. Her çocuk akranlarının içerisinde iyinin iyisi olmak için yola çıkıyor. Yolun bitiminde kaç kişi zorlu maratonu başarıyla tamamlıyor. Üniversite sınavına hazırlanan her çocuk “en iyi olacağım, derece yapacağım” diye yola çıkar.  Sonuçta alanlarına göre 4-5 kişi ipi göğüsler. Diğerleri bunların arkasına sıralanır gider.

Elhasıl, üniversite adaylarının önünde fazla bir seçenek yok. Ya tercih yapmayıp bir yıl daha hazırlanacaklar ya da umut ve gelecek vaat etmese de doyuma ulaşmış bölümleri yazıp 4-5 yıl sonra şimdiki işsiz üniversiteliler gibi aynı kaderi paylaşacaklar. Önce bir yere girmek için uğraşacak. Baktı olmuyor, 25-26 yaşından sonra yabancısı olduğu meslekleri öğrenip şansını denemek istiyor.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki bizde üniversite kapısı veya üniversiteli olmak problem çözmüyor, problem üretmeye devam ediyor ve gelecek vaat etmiyor. Problemi daha da büyütüyor. Normalinden fazla üniversite ve bölüm açmanın ve makulün üstünde öğrenci almanın, ihtiyaç olmamasına rağmen birçok bölümün ikinci öğretimlerini devam ettirmenin, plansızlık ve programsızlığımızın ceremesini maalesef gençler çekiyor ve çekecekler. Tüm iyi niyetimize rağmen maalesef bu gençlere kötülük yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Unutmayalım ki yarını olmayan gençlerin bu ülkeye verebileceği bir şey olamaz. Burada suç gençlerin değil, maalesef biz büyüklerindir.

Son sözüm de üniversite adayı gençlere olsun: Gençler! Size umut vermek isterdim. Ama gördüğünüz gibi umut veremedim. Tercihlerde ne karar verirseniz verin, hakkınızda hayırlısı inşallah. Allah yardımcınız olsun...

*12/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.