30 Ocak 2019 Çarşamba

Bu Suçluları Ne Yapalım?

—Efendim! Suç yönünden ne bitek ülkeymişiz böyle! Maden bulmuş gibi deşeledikçe suçlu çıkıyor. Biz bu suçluları ne yapalım?
—Sallandırın gitsin!
—Ah keşke! Ama idam yasak! Öldüremiyoruz ki! Aslında çözüm o.
—Hapse atın, Güneş yüzü görmesin.
—Olurdu da hapishanelerimiz tıka basa dolu. Yüzde yüzün üzerinde bir kapasiteyle çalışıyoruz.
—O zaman ölmekten ve içeriye girmekten beter yapın, yani sürüm sürüm süründürün.
—Nasıl?
—Suçlu, kamuda çalışıyorsa görevine son verin, özel sektörde çalışmasına izin vermeyin, çalıştıranı yakın takibe alın, yurt dışına gitmesine izin vermeyin. Suçluya telefon açanı dinlemeye alın, yardım edenin ensesinde pişin.
—Faydası olur mu?
—Olmaz olur mu? Bu yöntem ölmekten beter yapar onu. Bu durum onun için ha ölmüş, ha yaşamış. Hatta ölmek isterse ölmesine de izin vermemek lazım. Yaşamalı ki her gün ölmeli.
—Bu çok insafsızca bir muamele olmaz mı? Bunları kazanmaya çalışsak.
—Suç işlemeselerdi efendim! Bunlara merhamet etsek merhamet maraz doğurur. Bırak bunları kazanmaya çalışmayı; düşüyorum, ölüyorum,  imdat deseler bile bırak kurtarmayı, tutunduğu yerden elini bırakması için bir de tekme vurmak lazım.
—Yani yaşamasınlar...
—Evet yaşamasınlar. Bugün nefes alıyorlarsa hallerine şükretsinler, bir de idamın kalktığına. Aslında dinlemeden kellesini almak lazım.
—Pişman olsalar da mı?
—Onu zamanında suç işlemezken düşüneceklerdi. İşledikten sonra pişmanlık neye yarar? Sonra ne belli pişman oldukları?
—Pişmanlığa sıcak bakmıyorsun?
—Evet.
—Ama Hz Adem de hata yaptı. Duyduğu pişmanlık sonucu Allah onu affetmekle kalmadı, ardından onu peygamber tayin etti.
—O ayrı. Sonra herkes Adem gibi olsa sorun olmaz zaten.
—Yanlış düşünüyorsun. Hadiste peygamber "Günahından tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir" der. Allah Fatır süresinde "Her suç işleyeni Allah yok etmiş olsaydı yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı" buyurur. Dinin bu konuda görüşü bu iken bize ne oluyor da bu kadar acımasız olabiliyoruz...

29 Ocak 2019 Salı

Baba, Ben Siyasete Atılmak İstiyorum!

—Oğlum! Büyüdün artık, ne düşünüyorsun?
—Siyasete atılmayı düşünüyorum baba!
—Yapma evlat! Siyaset bize göre değil. 
—Niye bize göre değil? Yapanlar nasıl yapıyor? Üstelik nimetlerinden faydalanırken ülkene hizmet ediyorsun.
—İyi düşünürsün evlat. Siyasete atıldığın zaman en iyisini yapacağına da inanıyorum. Fakat siyaset, ülkeme hizmet edeceğim diye yola çıkan nice insanları yutmuştur. Çünkü bu yola girdikten sonra işleyişi görünce siyasetin kendine hizmet olduğunu görmeye başlıyorsun. Yani evdeki temiz duyguların siyasette yok olup gidiyor. Kusura bakma ama seni kaybetmek istemiyorum.
—Niye kaybolacak mışım ki? Niyetim siyasete yeni bir soluk getirmek, farkındalık oluşturmak, işte siyaset böyle yapılır dedirtmek.
—Evlat! Bizim ülkemizdeki siyaset adamı bozar. Girme bu yola. Sonra bu ülkede yapılan siyaset değil, politikadır. Siyaset yapılsa eh diyeceğim.
—Siyaset ile politika aynı değil mi?
—Bugün aynı anlamda kullansak da aynı değil. Bizdeki politikadır. Politika çok yüzlülük demektir. Sen çok yüzlü olabilecek misin? Dün dediğini bugün inkar edeceksin, nabza göre şerbet vereceksin, iyi bir demagog olacaksın, liderine bağlı olup halkı kutuplaştıracaksın, zaaf gösterdiği zaman rakibini ezeceksin, iyi yapsalar da kötü yapsalar da rakibini devamlı kötüleyeceksin, gerekirse çamur atacaksın. Tüm bunları yapabilecek misin?
—Baba! Dedim ya, ben farklı bir siyaset izleyeceğim.
—Diyelim ki siyasete girdin, yaptığın siyasetle bir farkındalık oluşturdun. Yaptıklarınla göz doldurdun. Peki biz ne olacağız, sülale ve akrabaların ne olacak?
—Benim siyasete girmemle akrabalarımın ne alakası var?
—Öyle deme evlat! Siyasi rakiplerin seni alt etmek için her yolu deneyecek. Sende hiçbir şey bulamazsa şecereni araştırıp ortaya koyacak.
—Mesela?
—Seni benle vurmaya çalışacaklar, amca, dayı, teyze...sülalende kim var, onların geçmişine bakılır, işlerine yarayacak bir malzeme varsa kullanırlar. Mesela ben görev yaparken fi tarihinde bir öğrencinin kulağını çekmişsem, sana "Dayakçı babanın oğlu" derler. Kazara aileden biri savcı olsa savcı dediğin iddianame hazırlar, zanlıyı suçlar. Bunu devlet adına yapar. Kararı millet adına hakim verir. Görevin bu iken siyasete atıldıktan sonra "Bunun falan akrabası falanı suçladı" diyerek seni yıpratmaya çalışırlar. Hasılı seni çocuklarınla, baban ve annenle, sair akrabalarınla siyaseten yıpratmaya çalışırlar. Tüm istedikleri seni kendi seviyelerine indirmeye çalışmak olacaktır.
—İyi de baba! Suçun ferdiliği yok mu? Senin, dayımın geçmişte işlediği suçtan bana ne? Suç dediğin bulaşıcı bir hastalık gibi sirayet eden bir hastalık mıdır ki beni suçlayacaklar? Sonra biz Hıristiyan mıyız ki "ilk günah" anlayışına göre babadan oğula geçecek? Senin işlediğin suç senin, benimki de benim. 
—Öyle deme evlat! Bizde siyaset böyle maalesef. Sen ve ailen yunmuş, yıkanmış olsa, hiçbir yanlışını bulamasalar yedi ceddine inerler, mutlaka kullanabilecekleri cemaziyelevvelini bulurlar. Hiçbir şey bulamasalar bunun nesli Adem'dendir. Adem kim? Kendisine yemesi yasaklanan ağacın meyvesinden yiyen kimsenin torunu derler. 
—Derler mi?
—Derler!

Bir Öğretmen Niçin Yönetici Olmak İster?

—Sana yüz puanlık bir soru. Hazır mısın?
—Sınava mı tabi tutacaksın?
—Est. Seni konuşturup tecrübenden faydalanmak istiyorum.
—İyi. Sor bakalım!
—Sorumluluğu çok, fakat yetkisi olmayan bir geçici görev.
—Sorumluluğu çok, yetkisi yok... Bu ne demek şimdi? Olur mu böyle şey? Sorumluluk verilmişse yetkisi de olmalı. Yetkisi olmayan sorumluluk ne işe yarar? Bu, neye benzer, biliyor musun? Bir kuşun kolunu, kanadını kırmışsın, haydi uç. Uçamazsan sen bilirsin demektir bu. Böyle bir görev olamaz. 
—Var maalesef!
—Afrika'da bir ülkede mi bu görev?
—Hayır bu ülkede.
—Ne olabilir ki? Biraz kopya verebilir misin? En azından meslek grubunu söylerek soruyu bilmeme yardımcı ol.
—Öğretmenlik diyelim.
—Eğitim uzmanı diyeceğim ama bunlar da ne sorumluluk var, ne de yetki! Bu değil. İl-ilçe milli eğitim müdürü veya şube müdürleri diyeceğim. Bunlarda hem yetki, hem de sorumluluk var. Üstelik geçici görev de değil.
—Çok yukarı çıkma, in biraz aşağıya!
—Okul müdürü olmasın senin dediğin.
—Tam üstüne bastın, kaldır ayağını. Yüz puanı aldım ama biraz zor oldu.
—Güç de olsa buldum. Ama katılmıyorum. Okul müdürlerinin sorumluluğu çok, yetkisi yok ise o zaman ne diye öğretmenlerin çoğu müdür olmak için koşuyor?
—İşte ben de bunu öğrenmek için sana soru sordum. Ama görüyorum ki sen bana soruyorsun. İşte ben de bunu anlamaya çalışıyorum.
—Öğretmenliğe göre müdürlüğün avantajı olmalı.
—Keşke olsa, o da yok.
—İnanmıyorum.
—İnansan iyi olur. Zira müdür olarak görevlendirilen dört yıllığına görevlendirilir. Dört yıl sonunda kendisine görev verenler müdürden memnun ise bir dört yıl daha uzatırlar. 8 yılın sonunda aynı okulda görev yapamazsın. Başka bir okula geçmesi gerekiyor. Görev yaptığı sürede hata yaparsa veya kendinden memnun kalınmazsa görevlendirmeye yetkili olan, süresi dolmadan görevlendirmeyi iptal edebilir. Görevden el çektirilen müdür idari mahkemeye de müracaat edemez, etse de dava lehine sonuçlanmaz. Bu aşamadan sonra tekrar öğretmenliğe dönmesi gerekir, neresi boş ise kendini orada bulur. 
—Maddi menfaati yok mu?
—Yok, hatta öğretmenlerine göre daha dezavantaja sahip. Öğretmeni yeri geldiği zaman müdüründen yüksek alır.
—Sorumluluğu çok, yetkisi yok, maddi olarak emsallerine göre dezavantajlı ise bu geçici göreve bu öğretmenler müdür olmak için niçin koşar?
—Davulun sesi uzaktan gür geldiği için ben bu işi daha iyi yaparım diyerek çoğu kimse kimseyi memnun edemediği bu göreve talip olur. Göreve gelir gelmez de pişman olur. Çünkü işler göründüğü gibi değildir. Naçar devam eder.
—Durum aynen bu şekil mi?
—Maalesef aynen böyle.
—Eğer durum bu ise müdürlüğe talip olanın aklından zoru olması lazım.