29 Aralık 2018 Cumartesi

Dinin Ulema ile İmtihanı *


Yaşantımıza geçiremediğimiz, iliklerimize kadar yaşayamadığımız Yüce İslam'ın edebiyatını yapıyoruz. Edebiyat dedim ama  keşke edebiyatını bari yapabilseydik. Edepten yoksun bir edebiyat bizim yaptığımız. Daha doğrusu konuşmuyoruz. Boğuyoruz birbirimizi. Ötekileştiriyor; vurdukça vuruyoruz birbirimize. Ölümüne savaşıyoruz. 

Allah'ın rızası yok mücadelemizde, samimiyet yok. Birbirimizi dinleme yok, anlamaya çalışma yok. Niyet okuyuculuğu yapıyoruz durmadan. Dedin demedin/dedim demedim diyoruz. Niyet okuyuculuğundan sonra hüküm veriyor; birbirimizi küfürle, sapıklıkla itham ediyoruz. İşin garibi kıyasıya yaptığımız mücadelede dinin emri olan tatlı dil, yumuşak üslup yok. İlahlık iddiasında bulunan firavuna Allah, Musa ve Harun'u gönderirken "Ona kavli leyyin ile konuşun" ilahı fermanını hep göz ardı ediyoruz. Allah'ın firavundan esirgemediği tatlı dil ve yumuşak üslubu aynı kıbleye baş koymuş bizler birbirimizden esirgiyoruz. 

Merak ediyorum, nebevi tebliğ ve davet metoduna uymayan bu dil ve üslubumuzla rakiplerimizi alt etmek amacıyla kullandığımız kırıcı ve itham edici dilin kime ne faydası var? Bu yöntemin İslam ve Müslümanlara zerre kadar faydasının olmayacağı gibi hatta zarar verdiğimizi ne zaman anlayacağız? Bu üslubun sadece bulunduğumuz statüyü sağlamlaştırmaya, taraftarlarımızı rakibe karşı kin bilemeye yararı olur. İstediğimiz bu ise bu yaptığımızdan fazlasıyla nemalanıyoruz. Kafire karşı merhametli, Müslümana karşı şedit durumumuzla cenneti umut ediyorsak  çok bekleriz. Ancak havamızı alırız.

İşin ilginç yanı kavga edenler, atışanlar ve hedef gösterenlerin hepsi okumuş, dini tedrisat yapmış kişiler. Cahilden çekmiyor İslam bu okumuş kesimden çektiği kadar. Ağızlarında nefret dili hakim olan bu okumuşları görünce okumamış cahil insanımızı öpüp başıma koyasım geliyor. Cahil dediğimiz kesim bildiği dini yaşıyor. Alim geçinenlere göre arif sayılır bunlar. En azından "Ben bilmem... Bildiğim bu," diyerek haddini biliyor. Alim kesim maalesef haddini de bilmiyor. Güya dini biliyor.

Bugün dini bilgiden ziyade birbirimize davranış daha doğrusu ahlak problemimiz var. İslam adına kamuoyunda yaptığımız kavganın, çıkardığımız gürültünün dinimiz İslam'a zarar verdiğini görmeyecek kadar gözümüz kapalı. Basiret ve ferasetimizi kullanamıyoruz. Yaptığımız kavganın insanımızı dinimizden soğuttuğunun da farkında değiliz. İzan yoksunuyuz.

İçinde bulunduğumuz ahval ve görüntümüzle düşmanın ve dine mesafeli olanların bile veremeyeceği zararı dinimize veriyoruz. Biz bize yeteriz, düşmana ihtiyacımız yok.

* 05/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




28 Aralık 2018 Cuma

Kavga ve Atışmalarda Suç Kimin Olur?

Lisede çalışırken 10.sınıflardan bir grup öğrenci ile 12.sınıflardan bir grup öğrenci arasında bir sürtüşme çıktı. Kavga etti, edecekler.

Tarafları odama çağırıp önce nasihat ettim. Aralarındaki sorunu konuşarak çözmeleri gerektiğini söyledim. Ardından akıllarını başlarına almaları gerektiğini, en ufak bir şiddette kendileri ile ilgili disiplin işlemi başlatacağımı, haklı bile olsalar kavgada ilk yumruk sallayanı cezalandıracağımı sözlerime ekledim. Sonra 10.sınıfları odamdan çıkararak 12.sınıf öğrencilere, bu sene üniversite sınavına gireceksiniz, sizi iyi yerleri kazanmış olarak görmek istiyoruz. Kavga etme gibi bir lüksünüz yok dedim.  Ardından her birine hedeflerini sordum. Söylediler. İnşallah hedefinize ulaşırsınız" dedikten sonra küçük kardeşiniz var mı dedim. Hepsi var dedi.  Evde bu kardeşinizle kavga etseniz, bu kavgada siz haklı bile olsanız anne-babanız  önce kime kızar dedim. Yine hep bir ağızdan "Kime olacak? Bize" dediler. Niçin dedim. "Onlar küçük olduğu için" dediler. Tebrik ederim çocuklar! Aklın yolu bir. Ben de aynı sizin gibi düşünüyorum. O zaman 10.sınıflar sizinle kavga ederse ben kime kızacağım dediğimde "bize" dediler. O zaman dikkat edin kendinize dedim, sınıflarına gönderdim. 

Gel zaman git zaman uyardığım bu öğrenciler bir hafta sonu  okul dışında bir araya gelerek birbirlerine girmişler. Olayı duyar duymaz kavgaya karışan 12.sınıfları odama aldım. Daha önce dediklerimi hatırlayıp hatırlamadıklarını kendilerine sordum. Hatırlıyoruz dediler. O zaman benim ne yapabileceğime hazırlıklısınız dedim. Evet dediler. Ardından alaman mı, veremendi dedim, dövdükçe dövdüm. Yanlış anlaşılmasın. Şiddet yoktu. Laflarımla dövdüm onları. Sonra boyunları bükük bir şekilde onları sınıflarına gönderdim. Sağ olsunlar, kavga edip suçlu duruma düşseler de tek kelime etmediler. 

Aradan bir hafta geçti. Gençleri gördükçe hepsi süt dökmüş kedi gibiydiler. Beni gördükçe selam verip başlarını eğerek geçip gittiler. Ne kadar haylaz da olsalar onurlu çocuklardı. Çocukların bu içine kapanmışlıkları ve cezaları yeter, gönüllerini alayım dedim. Elebaşlarını çağırarak senin şu çeteyi topla gel, dedim. Tamam dedi. Az sonra arkadaşlarını getirdi odama. Gençler! Bana kırgın mısınız dedim. Başlarını öne eğdiler. Sorumu tekrarlayınca "Valla hocam! Sözleriniz bize çok ağır geldi. Aramızda konuştuk. Bizi dövseydi, ceza verseydi veya okuldan atsaydı daha iyiydi, dedik". Çocuklara, ben böyleyim. Benim sözlerim ağırdır. Kime ağır gelir? Laftan-sözden anlayana. Her adam laftan anlamaz. Siz ne kadar benim uyarımı dikkate almayıp adı üzerinde kanı deli diyebileceğimiz delikanlılarsınız ve onurlusunuz. Benim kusuruma bakmayın. Benim bu sözlerimi sizi çok seven acılı bir babanın sözleri olarak algılayın. Çünkü ben sizi çok seviyorum. Benim kusuruma bakmayın, hakkınızı helal edin dedim. Hep beraber helal olsun, esas siz kusura bakmayın, özür dileriz, siz de hakkınızı helal edin dediler. Ardından misafir çikolatısı tuttum her birine. Yüzleri gülmüş bir şekilde sınıflarına gönderdim. Onları mutlu görünce onlardan fazla ben sevindim. Zira kırdığım gönülleri tamir edebilmiştim. Çünkü kalp kırmaktan korkarım.

Niyetim bu anımı kısaca anlatıp sadede gelmekti. Gördüğünüz gibi bir türlü sadede gelemedim. Yazmaya başlayınca 4,5 yıl önce başımdan geçen bu olayı sanki bugün yaşamışım gibi kendimi kaptırdım. Aynı zamanda duygulandım. Bu anımı yazarken amacım kıssadan hisse çıkarmaktı. Vermek istediğim mesajı hepinizin aldığını düşünüyorum. Çünkü arife tarif gerekmez. Yine de ben kısaca değineyim. Adı ister kavga, ister atışma olsun taraflardan yaşça veya makamca büyük olan büyüklüğünü bilmeli, soğukkanlı olmalı, küçüklerin(yaşça veya makamca) sataşmasına hemen dalmamalı. Çünkü büyüklerin sorumluluğu küçüklere göre daha fazladır. Büyük temkinli olmaz, yoğurdu üfleyerek yemezse değerini düşürür, küçük de itibar kazanmış olur. Bak bak, beni muhatap aldı der. Sanırım derdimi anlatabildim.

27 Aralık 2018 Perşembe

Bir Garibanın Cenazesi *

Cebime "İkindi namazı sonrası defnedilecek" diye bir cenaze mesajı geldi. Memleketlimmiş ama tanımıyorum. Çünkü bildiğim öyle bir soyadı yoktu. Kimse kim? Hazır kar tatili verilmişken bu cenazeye katılayım istedim.

Mezarlığın dibinde olan, öğle ve ikindi vakti birçok cenazenin kalktığı camiye gittim. Her gittiğimde tıklım tıklım olan cami tenha idi. Herhalde havanın soğuk ve hafta içi olması katılımı engelledi diye düşündüm.

Namazdan sonra cenaze namazını kılmak için musallaya doğru yöneldim. Ama katılacağımız cenaze yoktu ortada. Gelmişken orada hazır bekleyen cenazenin cenaze namazına iştirak ettik. Cenaze sahipleri ve yakınları sala omuz vererek kabristana götürdüler. Musallanın önünde kala kala bir 15 kişi kaldık. Baktım bir soyadı baskın. Herkes onlara taziye diliyor. Ben de diledim. 

Beklerken cenaze kim, Biz de böyle soyadı var mı diye sordum. Sonradan soyadını değiştirmiş mevta cevabını aldım. Cenaze nerede dedim. Her kafadan bir ses çıktı. Geldi, geliyor ya da bilmiyoruz dendi.

Eksinin altında beklerken üşümeye başladık. Bulduğumuz bir yerde bir bardak çay içtikten sonra cenaze geliyor haberi üzerine tekrar musallaya vardık. Cenaze yine yoktu orta yerde. İşin garibi "Merhum teyzemin oğlu, amcamın oğlu" diyenler de bilmiyordu. Akşama 50 dakika kala nihayet cenaze geldi dendi. Fakat mezarlık müdürlüğüne daha önce haber verilmediği için mezar yeri hazırlanmamış. Müdürlük bugün olmaz, yetişmez demiş. Sonunda mezarı kendiniz kazarsanız olur denmiş olmalı ki az sayıda bekleyenlere biri "Mezar kazmaya yardım edecek varsa gelsin" diye seslendi.

Bekleyenlerin bir kısmı da bu arada ayrıldı. Eksinin altında bir hava akşama doğru ayazını hissettirmeye başladı iyice. Ne kadar beklediysem baktım olmayacak. Maalesef ben de ayrıldım cenaze namazını kılamadan.

Musalladan ayrılırken bana eşlik edenlerden öğrendiğime göre ölen kişi 60 yaşlarında gözleri görmeyen, hiç evlenmemiş, huzurevinde kalan engelli bir garibanmış. Kimi, kimsesi var ama huzurevinde kaldığına göre bu merhuma kimsesiz veya gariban desem yanlış olmaz. 

Gördüğüm, cenaze ile bir baş tutan olmayınca planlamada gözle görülür aksaklıklar oldu. Ben ayrıldıktan sonra cenazeyi ne zaman defnedebildiler, defin işine kaç kişi kaldı bilmiyorum. Ama bir elin parmaklarını geçmemiştir kalan dememe gerek. Cenazeyi de büyük bir ihtimalle karanlık bir ortamda defnetmiş olmalılar.

55 yaşımda maalesef ilk böyle bir cenaze işi gördüm. Üzüldüm doğrusu. Hatta içimden garibanın cenazesi böyle olur galiba dedim. Ölen kurtuldu gitti ama yine de Allah kimseye böyle bir cenaze kaldırma nasip etmesin. Çünkü düğün ve cenaze işleri eşle, dostla olur. Sözümü Yunus'la bitirmek istiyorum:
Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin.


* 29/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.