4 Aralık 2018 Salı

Baba! Sen Her Şeyi Alırken Niçin Bol ve Uzun Olanını Alıyorsun? ***


—Baba! Ayakkabın hayırlı olsun, yakışmış. Fakat biraz büyük değil mi?
—Evet büyük aldım.
—Niye ayağına göre almadın? Bak benimkine! Tam ayağıma göre.
—Alışkanlık diyelim.
—Anlamadım.
—Bak evlat! Bizim nesil her şeyi bol ve uzun giydi. Babamız alırken uzun vadeli giymemizi hesaba kattı. Giydik, üzerimizde eskittik. Eskimediyse de bizden küçük kardeşimize devrettik.
—Senin giydiklerini bir başkası da mı giydi daha sonra?
—Evet! Benimkini bir başkası, ben de bir başkasınınkini giydim.
—Zor olmadı mı bir başkasınınkini giymek?
—Ne münasebet! Hatta sevindik bile. Yepyeniydi bizim için.
—Ben başkasının giydiğini giymem. 
—Yepyeni bile olsa giymezsiniz bilirim. Ne başkasının kullandığını giyer, ne de başkasına verirsiniz. Çünkü bencilsiniz. Kendinize Müslümansınız. 
—Ayıp oluyor ama!
—Niye ayıp olsun evlat! Öyle değil mi? Elbise, gömlek, tişört vb. ne alırsanız tam vücudunuza göre alırsınız. Ayakkabı mı alacaksınız, tam ayağınıza oturacak. Bir milim geniş ve uzununu almazsınız. Siz yarını düşünmez, anlık düşünürsünüz. Bir giydiğinizi uzun süre giymezsiniz. Değiştirip atarsınız. Zaten atmazsanız bile işinize yaramaz. Çünkü ya kilo alırsınız, giydiğinizi giyemez ya da ayağınız uzar, ayakkabınız daralır. 
—Ya ne olacaktı? Ne de olsa biyolojik bir varlığız. Büyüdükçe uzayacağız: Elbise ve ayakkabımız daralacak.
—Doğru evlat! Büyüyeceksiniz elbette. Aynı şekilde kalıp turşunuzu kuracak değiliz.
—O zaman mesele ne?
—Mesele, aldığınız üzerinizde eskimiyor. Eskiler yeni bir şey alanı gördüklerinde "Üzerinde eskisin" derlerdi ve biz eskitirdik. Hatta eskiyen yere yama yaptırır, giymeye devam ederdik. Sizin üzerinizde eskimesi mümkün değil. Çünkü alternatif giyiminiz var. Eskimeden vücudunuza olmamaya başlar. Vücudunuza olsa bile modası geçti diye giymezsiniz. 
—Herkes öyle yapıyor. Sadece ben mi?
—Zaten sorun herkeste! Moda dedikleri bu işte! Kullan at, yenisini al. Tüketim toplumu dedikleri budur zaten! Baban taksit ödesin durmadan. Aldığının taksidi bitmeden diğerini alıyoruz. Çünkü daralıyor. Bir defa taksit bitmeden yenisini alsam kendimi dünyanın en bahtiyar babası sayacağım.
—Sizin devir geçti artık!
—Geçti elbet! Zaten geriye dönüş yok. Herkes ne yapıyorsa biz de onu yapacağız. Siz beğeneceksiniz biz alacağız. Tercih hakkımız var mı? Elimiz mahkûm!
—Sen baya doluymuşsun baba!
—Dolu olmamak ne mümkün evlat? Yaptığınız iş iş değil, gittiğiniz yol yol değil. Size sözümüz geçmiyor. Bari kendimiz bol, uzun ve geniş olanını almaya devam edelim. Ne olur ne olmaz. Belki kilo alır, belki aldığımız çeker ve kısalır. Biz sizin gibi anlık yaşamayız. Aldık mı yarınları düşünürüz. Tıpkı babalarımızın bize yaptığı gibi! İşin garibi biz babalarımızın yolundan gidiyoruz ama siz evlatlarımız bizim peşimizden gelmiyor. Devir bu devir işte!
—Ayakkabın hayırlı olsun demiştim. Araya kaynadı gitti.
—Sağ ol evlat!

*** 25/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

3 Aralık 2018 Pazartesi

Şimdi Samimiyet Zamanı! *


Ağustos ayında ekonomik krize sürüklenmemiz için paramızın dolar karşısında değer kaybetmesi üzerine az oynanmadı. Freni özellikle patlatılan bir kamyonu üzerimize salarak ekonomik yönden uçuruma yuvarlanmamız istenmişti. Hatta bu süreçte 1 $ 7,15 seviyesini gördü. Şükür ki doların ateşi söndü veya söndürüldü.

Paramız üzerine oynanan oyun -şimdilik- durdu ve piyasalar rahat bir nefes aldı. Ekonomik veriler iyiye doğru gidiyor. Ama tam anlamıyla rahatladığımız söylenemez. Çünkü ülke hala bu girdaptan kurtulmuş değil. Bir silindir gibi üzerimizden geçen doların bıraktığı enkazın altından çıkmak kısa zamanda kolay görünmüyor. Doların ateşi sönmekle beraber zamlanan ürün ve eşyalarda bir inme söz konusu değil. Vatandaş yüksek fiyatlarla cebelleşiyor. Paramızın erimesiyle alım gücümüz azaldı. Anlayacağımız ekonominin verdiği tahribatın yükü hala vatandaşın üzerinde.

Hükümet, başlattığı enflasyonla topyekûn mücadele adı altında firmaları fiyatlarında indirime davet ederken kendisi de bazı ürünlerin KDV ve ÖTV oranlarında indirime gitti. Uzun bir süre akaryakıt fiyatlarını vatandaşa yansıtmadı. Kamuda tasarruf dönemini başlattı. Devlet ve millet el ele verdikten sonra bu ekonomik girdaptan inşallah en kısa zamanda kurtulacağız. Ama tüm bu yapılanlar yeterli mi?  Bence yeterli değil. Bu süreçte kimin gücü neye yetiyor, kim neyinden feragat edebilecekse onu yapması gerekiyor. İsterseniz dilimin altındaki baklayı çıkartayım. Zaten bende bakla ıslanmaz.

Malumunuz Mart 2019 seçimlerine doğru gidiyoruz. Tüm partiler adaylarını ya belirlediler, ya da belirleme aşamasındalar. Adaylarını tam netleştirdikten sonra meydanlar yeniden ısınacak. Çünkü birkaç belediye daha fazla kazanmak için siyasi partilerimiz miting başta olmak üzere bir dizi propaganda dönemine girecekler. Gazetelerin yazdıklarına göre hazine yardımı alacak partilerimizin hesabına seçim yardımları aktarıldı bile. Hazineden çıkan para az-buz bir para değil. Bu paralar seçim zamanı partilerimiz tarafından afiş bastırma, miting yapma, araç kiralama, ulaşım vb yollarda harcanacak. Şimdi taşın altına ellerini koyma sırası siyasi partilerimizde. Bence yapacakları bu yardımın önemli bir miktarını “Biz bu ekonomik darboğazda miting yapmayacağız, afiş vb bastırmayacağız, gazete ve televizyonlara reklam vermeyeceğiz” diyerek hazineye geri vermeleridir. Şayet böyle yaparlarsa ben buna samimiyet derim, ülkeyi düşünme derim, memleketi seviyorlar derim. Bu seçimde tek yapacakları televizyon, sosyal medya gibi yollarla propagandalarını yapmaları olacaktır. Biz her ne kadar her seçimi bir memleket meselesi görüp genel seçim havası içerisinde değerlendirsek de bu seçim mahalli bir seçimdir. Yerinden yönetim anlamında yerel temsilcilerimizi seçeceğiz. Bırakalım seçtiğimiz adaylar başkanı olacakları mahalde adam adama markaj uygulayarak kendilerini ve yapacaklarını tanıtsınlar. En az masraf hangi propaganda ile yapılıyorsa onu uygulayalım bu seçimde. Halkımız zaten her partinin düşüncesini biliyor. Üstelik ramazan demedik erkene aldığımız bir seçimi daha haziran ayında yaptık. Tekrar tekrar yollara düşüp miting gibi demode olması gereken yöntemlerle vatandaşa ulaşma yollarını terk edelim. Üstelik bu yol ile siyasilerimizin sesleri kısılmayacak, yorulmayacaklar, şehirlerimiz mitingler dolayısıyla trafik ve gürültü kirliliği çekmeyecek, yollarımız kapanmayacaktır. 

Var mısınız siyasilerimiz bu dediklerimi yapmaya? Haydi gösterin vatanseverliğinizi! Haydi gösterin samimiyetinizi! Çünkü zaman samimiyet sınavından geçme zamanı şimdi!

* 05/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


2 Aralık 2018 Pazar

Yeniçeri misiniz Mübarekler?

Yeniçeri Ocağı, kurulduğu andan itibaren Osmanlı'da uzun süre önemli bir işlev ifa etmiştir. Devlete fetih üzerine fetih kazandırmıştır. Ne zaman ki Osmanlı Duraklama ve Gerileme dönemine girdi, yeniçeri sorunu başladı. Ne laftan anladı ne de sözden. Padişah güçsüz ise seslerini daha gür çıkardılar. Kah kazan kaldırdılar,  kah istemezük deyip kelle aldılar. Ne maaş beğendiler ne de para. Asli görevleri dışında her şeye burunlarını soktular. Siyasetin tam içine girdiler. Yani yozlaştılar.  Kendilerini Hint kumaşı gören bu ocaktan Osmanlı lağvetmek suretiyle kurtuldu. Zayiatı da büyük oldu. Yerine kurulan ordular da Osmanlı'yı yıkılmaktan kurtaramadı.

Yeniçeri ıslah edilebilir miydi? Denendi aslında bu. Ama hep isyanlara oynayan yeniçeriyi ıslah ne mümkündü! 

Yeniçeri kaldırıldı, tarih oldu ama yeniçeri tıyneti değişmedi hiç. Bugün yeniçeri zihniyeti birçok meslek grubunda aynen devam ediyor. İstisnalar kaideyi bozmaz ama işçi, öğretmen, memur, esnaf vb. Bu şekilde. Hepimiz mevcut durumumuzdan memnun değiliz ama tutturmuş bir yol gidiyoruz. Kim bu düzenimizi değiştirmeye kalkıyorsa “olur mu öyle şey” diyerek karşı çıkıyoruz. Çünkü mevcut rahatımızın kaçacağı endişesiyle rahatımızdan ödün vermeye yanaşmıyoruz. Herkes iyi gitmeyen durum değişsin istiyor ama bu değişim kendisine dokunmadan olsun istiyor. Ne demek istediğimi örneklendirmek istiyorum: Din Öğretimi Genel Müdürlüğü'nün öğretmenlerin gelişimine katkıda bulunmak amacıyla Din Kültürü öğretmenlerine yönelik ayda bir ders vaktinde düzenlediği seminerlerin zamanlamasını eleştirmiş, bu tür aktiviteler yapılacaksa haziran ve eylül seminer döneminde yapılmasının daha uygun olacağını veya yaz dönemi yapılabileceğini “Din Öğretimi Genel Müdürlüğü İyi Yapmıyor” başlıklı yazımda önermiştim. 1.5 sayfalık yazımda Din Öğretimini bu tasarrufundan dolayı eleştirmiş, bir şeyi yaparken bir başka şeyi yıkmaması ve önceliğinin ders olması gerektiğine değinmiştim. Yazımı doğru bulan çoğunluğun yanında azımsanamayacak bir kesim de tepki gösterdi. Tek suçum seminerlerin gerekirse yazın yapılabileceğini söylememdi. Uzun yazının içeriğinden çıkardıkları bu idi. Seminerden rahatsız olan bu kişiler “Olur mu öyle şey! Yaz tatili öğretmenlerin tatili. Tatile dokunulamaz. Seminer hafta sonu yapılamaz, mesaiden sonra olmaz, cumartesi ve pazar olmaz, yazarın önerisine katılmıyoruz” şeklinde eleştiriler geldi. Üzüntüm eleştiriye değil. Yazıyorsan övgü kadar yergi de olacak. Ayrıca herkes benimle aynı görüşte olmak zorunda değil. Beni üzen meslektaşlarım ne seminer istiyor, ne tatiline dokunulsun istiyor, ne de değişeyim istiyor. Gördüğüm kadarıyla herkes durumundan memnun. İstedikleri bana ve rahatıma dokunulmasın. Teşbihte hata olmaz ama nedense bir kısım meslektaşımın istemezük tavrı bana Yeniçeri Ocağındaki yeniçerilerin tavrını hatırlattı. Üzüntüm buna. Umarım bu arkadaşlar hafta sonu benim tatilim der ve okullarında hafta sonları açılan yetiştirme kurslarında görev almamışlardır. Çünkü tatilleri ne de olsa! Ama ücreti iyi diye hafta sonu kurs istemişler ve derse geliyorlarsa işte burada çelişki görürüm ve buna daha fazla üzülür; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu derim.

Yazımı yazımın başlığıyla bitireyim: Yeniçeri misiniz mübarekler!