16 Eylül 2018 Pazar

Tabutun İçine Girdim

Hepimizin korkulu rüyası ölmektir. Bundan dolayı hiçbirimiz ölmek, o tabutun içine girmek, mezara gömülmek istemez. Aklımıza bile getirmeyiz ölümü. Çünkü ölümün yüzü soğuk. Ama korkunun ecele faydası yok. Zira her birimiz faniyiz. Ölümden kaçış yok. İstemesek de başımıza gelecek.

Size ölmeden öldüm ve tabutun içine girdim desem inanır mısınız? Girdim ve hiç kimseye tavsiye etmem. Zira ölümü iliklerime kadar hissettim. 

Beni gecenin bir sularında aldılar içeriye. Önce iç çamaşırım hariç üzerindeki her şeyi çıkarttılar. Ardından üzerime lacivert bir elbise giydirdiler. "Şuraya sırt üstü yat, ellerini vücuduna paralel uzat ve hiç kıpırdama, hareket etme" dediler. Denileni yaptım. Az sonra bana eşlik eden görevli çekip gitti. 

Makinenin çalışmasıyla birlikte beni bir güç başım tarafına çekti. Üzerimi tabuta benzer bir görüntü kapladı. Elimi kaldırsam dokunacağım. Ama hareket etmem yasak. Bana hareket yasak ama tabutun içindeki beni makine bir öne, bir arkaya getirdi götürdü. Ara ara gaipten gelir gibi garip sesler gelmeye başladı. Kah korna sesine benzer bir ses, kah alarma benzer bir ses geldi geldi, gitti. Sonra kendisini görmediğim ama onun beni izlediğini hissettiğim biri "Derin bir nefes al. Nefes almaya devam et. Şimdi nefesini tut" dedi ara ara bana. 

Ortam aydınlıktı ama korkuttu beni. 30-45 dakika kadar sürdü işkencem. Az sonra ses kesildi, görevli kapıyı açtı. Yanıma geldi. Kolumdan tutup tabutun içinden çıkardı beni. Ayağa kalkınca düşmemek için sendeledim. Terlemişim bir iyi.  Çıkıp üzerimi giyindim. Yavaş yavaş çıktım oradan. 

Girip çıktığım yer MR adı verilen ve Türkçede emar diye okunan aygıtmış. Nedense ilk defa içine girdiğim bu aygıtın görüntüsü, ortamı bana öldükten sonra içine gireceğimiz tabutu hatırlattı. Teşbihte hata olmaz. Ölmeden tabuta girdim anlayacağınız. Ölmeden önce ölümü hatırlamak isterseniz, nasıl bir şey ki diye merak ederseniz MR çektirin derim. Ölmeden önce ölmüş gibi çektiriyor zira.

Eğitim ve Öğretimimizde Kim Suçlu?

Eğitim ve öğretimimizde bir şeylerin iyi gitmediği hepimizin malumu. Maarifimiz felç. Can çekişiyor. Hepimiz bu felç durumdan kurtulmaya çalışıyoruz eğer buna kurtulma denirse. Daha doğrusu kurtulma çabamız var mı? Varsa da bunda samimi miyiz? Benimki de laf yani! Elbette kurtulmaya çalışıyoruz.  Ama nedense kurtulamıyoruz ve üstelik her geçen gün hasta daha kötüye gidiyor. Ölsün diye gözüne bakıyoruz, ölmüyor. Dirilip kalksın, koşsun istiyoruz; bu da olmuyor. Batıyoruz iyice.
Kurtulmak istiyoruz ama üzerimize toz kondurmadan suçu bir başkasına atmaktan ibaret bizim kurtulma çabamız. Suçlu kim? Bu da herkesin malumu! Kim olacak? Öğretmen tabi. Bugün tepeden tırnağa, eğitimin içindekiler ve dışındakiler öğretmeni eleştiriyor. Yılanın başı görülüyor. “Bu öğretmenlerle olmaz” diyor. Aslında eğitim ve öğretimde en büyük sorunumuz suçlu bulma, suçu birine ihale etme hastalığıdır. Önce kronikleşmiş bu hastalığı tedavi etmemiz gerekiyor.

Eğitim ve öğretim bir defa öğrenci, veli, çevre, okul, hizmetli, öğretmen, idareci, servisçi, kantinci, MEB’in taşra teşkilatından tepe noktasına varıncaya kadar bir paydaşlar bütünüdür. Bunca iç ve dış paydaşın olduğu bir ortamda suçtaki payımızı sorgulayacağımız yerde hepimiz tüm suçu öğretmene atarak egomuzu tatmin etmeye çalışıyoruz. Aslında bu bir topu taca atma durumudur. Oynamak istemeyen futbolcunun topu oyun alanının dışına vurmasına benzer.

Ben size burada bir suçlular listesi yayımlayacağım. Bakalım kimler var bu listede?
Eğitim ve öğretimin mutfağında olan öğretmen elbette suçludur. Öğretmen de tıpkı diğer kesimler gibi kendi rahatını düşünüyor. En iyi okulda çalışayım, okulum evime yakın olsun diyor. Daha fazla kazanmak istiyor. Okuldaki görevinin dışında ikinci bir iş yapmaya çalışıyor. Hiçbir şey yapamazsa özel ders veriyor, etüt ve kurs merkezlerinde çalışıyor. Hiç olmazsa okulunda açılmış olan “Yetiştirme ve Destek Kursunda” görev alıyor.

Ama tüm suç öğretmenin mi? Ya da öğretmenin suçlu olduğu bir durumda diğer paydaşların her birinin temiz ve suçsuz olması mümkün mü?  

Eğitim ve öğretimde diğer bir suçlu veli olan anne ve babalardır. Benim çocuğum en iyi okulda okuyacak, hep başarılı olacak. Aslında çok zeki. Tek suçu var, o da çalışmamak. Ben onun her istediğini yapacağım. Çocuğumun bir dediğini iki etmeyeceğim. Çünkü benim biricim çocuğum o. Zamanında ben çektim o çekmeyecek. Asla sanayi vb yerlerde çalışmayacak. Çünkü kıyamam ben ona. Onun yeri masa başı bir iş olacak.  Kimse onun kılına dokunamayacak. Eğer böyle bir şey olursa dünyayı dar ederim ona” düşüncesinde olan ve bu düşüncesini icraata koymuş çok veli var bu ülkede. Ben buna aşırı korumacılık diyorum. Velilerimizdeki bu aşırı korumacılık olduğu müddetçe çocuklarımıza okul ve öğretmenleri laf anlatıp sözünü dinletemeyecektir.

Eğitim ve öğretimde bir diğer suçlu MEB’in taşra ve merkez teşkilatıdır. Tüm yaptıkları öğrenci ve veli memnuniyeti üzerinedir. Diğerleri özellikle öğretmen ve idareci önemli değil. Çocuk sınıfta kalamaz bir defa. Bunun için elinden gelen gayreti gösterir. Çünkü bu durumdan hem veli, hem çocuk memnun kalmaz. Ayrıca kalan bir öğrencinin devlete maliyeti ne kadar biliyor musunuz der. Hatta öyle ileri gider ki “Hiçbir çocuk istemediği bir okul türünde okumayacak” diyerek veli ve öğrencilerin göz bebeği olmayı hep başarmıştır. MEB, velilerden daha korumacıdır.

Eğitim ve öğretimde bir diğer suçlu suçlular içerisinde belki de en masumu öğrencilerdir. Kalma yok, devamsızlık sorun değil. “Derse çalışmasam da olur. Nasılsa okul müdürüm ve annem ve babam gereğini yapmak üzere öğretmenle görüşür. Öğretmen de tüm bonkörlüğünü kullanarak bu sorunu çözer. İstediğim yaramazlığı yaparım, dersi dinlemem, ödevimi yapmam. Kim karışır bana. Nasılsa arkamda koca TC devleti var ve benim için yaşayan annem ve babam var. Onlar arkamda olduğu müddetçe günümü gün ederim.” şeklinde bir eğitim ve öğretim yapmaya geliyor.

Kurtuluş reçetesi basit aslında. Önce birbirimizi suçlamaktan kurtulacağız. Eğer suçlu bulmazsak olmaz derseniz -istisnalar kaideyi bozmaz- bir kısım suçlu listesine yukarıda kısaca değindim. Öğretmen, öğrenci, veli ve MEB kimseyi suçlamadan iyi bir özeleştiri yapma yoluna gitmelidir. Herkes payına düşeni öğrendikten sonra sorumluluğunu üstlenmelidir. İşimizi yaparken birbirimize güveneceğiz. Ki başka yolumuz yok. Ayrıca çalışanla çalışmayanı ayırt edeceğiz. Tüm bunları yaparken aramızda iletişim ve paylaşımı asla elden bırakmayacağız.

Çift Kanatlı Eğitim *

Bugün ilk, orta ve liselerin zilleri çaldı. Böylece 2018-2019 eğitim ve öğretim yılı resmen başlamış oldu. Yeni eğitim ve öğretim yılımız herkese hayırlı olsun. Hayırlı olsun diyelim ki inşallah sonu hayırlarla dolu bir yıl olur. 

Eğitim ve öğretimi birlikte kullanıyoruz. Zira birbirinden ayrılmaz iki güzel kelimemizdir. Aynı zamanda olmazsa olmazımızdır. Bakanlığımızın adı Milli Eğitim Bakanlığıdır. Ama nedense ismiyle müsemma değil. Zira nice zamandır sadece öğretim yapıyoruz. Onu da beceremedik maalesef. 

"Çocuklarımızı çift kanatlı yetiştireceğiz: Biri bilim, diğeri ahlak ve erdem" sözleri yeni Milli Eğitim Bakanına ait. Sanki Bakan bu sözleriyle yıllardır bu ülkede bilgiye, bilime yani öğretime önem verildi, eğitim ihmal edildi. Biz  yeni eğitim ve öğretim yılına eğitimi de önemseyerek başlayacağız dedi. Tespit ve teşhis doğru!  Zira eğitim ve öğretimi bir kuşa benzetirsek kuşun uçması için nasıl ki iki kanada ihtiyaç duyuyorsa eğitim ve öğretimin sağlıklı olması da hem doğru bir öğretimin yapılması ve bu öğretimin davranışa dönüşmesiyle mümkündür.

Hepimiz biliriz ki okullarımızda sadece öğretim yapılıyor. Bakanın işaret ettiği bilime ağırlık veriliyor. Yani tek kanada yatırım yaptık hep. Tek kanatla bir kuş uçar mı? Uçması mümkün değil. Zaten uçuramadık. Zira yerlerde çırpınıyor. Bakanın ahlak ve erdem dediği eğitim yok lügatimizde. 

Bakanın bir tarafı bilim, diğer tarafı erdem ve ahlak dediği ve adına çift kanatlı eğitim kulağa hoş geliyor. Kimsenin de karşı çıkacak durumu yok. Zira olması gereken bu! Ancak bu deyimin içinin doldurulması ve gereğinin yapılması gerekiyor. Yoksa söylediğimizle kalırız. Önümüzde iki seçenek var: Ya okuyacağız babamız gibi, eşek olmayacağız; ya da okuyacağız, babamız gibi eşek olmayacağız. Pekiyi adam olmayı/eğitmeyi kim yapacak? Bunun için rol modeller lazım. Bunu yapsa yapsa öğretmen yapacak. Öğretmen bunun üstesinden gelebilir mi? Bugünkü öğretmene bakış açımızla maalesef bu mümkün değil. Çünkü öğretmen camiası dışındaki milyonlar öğretmene olumsuz bakıyor. Eğitim ve öğretimdeki en büyük sorun olarak öğretmeni görüyor. Herkesin çocuklarına varıncaya kadar hissettirdiği bu olumsuz durum değişmediği müddetçe öğretmenlerin öğrencilerine rol model olmaları mümkün değil. 

Niyetim öğretmeni temize çıkarmak değil. Yaşadığımız sorunun bir parçası da öğretmendir. Ama tek başına sorun mudur? Değil. Sorunun öbeğinde  diğer paydaşlar da var. Herkes özeleştiri yapmadan vurun abalıya mantığıyla tüm suçu öğretmenlerin üzerine atarak kendilerini sütten çıkmış ak kaşık göstermeye devam ederlerse çift kanatlı eğitim yine ölü doğar. 

Çözüm suçlu aramakta değil. Tüm iç ve dış paydaşların tespit edilen sorun da paylarının ne kadar olduğunu kabul etmeleri ve sorumluluklarını bilmeleriyle mümkündür. Değilse dün olduğu gibi bugün de havanda su dövmeye devam ederiz. Bakanın çift kanat diye ifade ettiği tespit ve teşhisinin ölü doğmaması, bünyenin tedaviyi kabul etmesi tarafların birbirine olumlu bakmaya başlamasıyla mümkündür. Birbirimize olumlu bakalım. Bu kuş uçar.

Gelmesiyle birlikte Bakanlığa yeni bir hava ve soluk getiren Bakan, eğitim ve öğretimin belki son şansıdır. Umutların tükenmeye başladığı bir durumda her kesimin Hızır'ı oldu. Bizim için bir şans. Ama gördüğüm kadarıyla kimsede olmayan sihirli değnek bu Bakan'da da yok. Bakan'a işinde yardımcı olmak istiyorsak eğitim ve öğretimin ilk gününde işe onun sözünün içini doldurarak başlayalım. İki kanadın her birini aynı oranda besleyelim. Biri olmadan diğeri olmaz, anca beraber kanca beraber diyelim… Çift kanatlı olmasını temenni ettiğim yeni eğitim ve öğretimimiz hayırlı olsun!

*17/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.