31 Ağustos 2018 Cuma

Hayır Anlayışımız Değişmeli Artık! *

Yazımıza Karar gazetesi yazarlarından Mustafa Çağrıcı’nın, 29/08/2018 günkü “Din-dünya ilişkisini doğru anlamak” başlıklı yazısından bir alıntı yaparak başlayalım:

“…din öğretimi ve eğitimimizin hem dinin belirttiğimiz özünden hem de günümüz şartlarının beklentilerinden koptuğunu görüyoruz. Doğal olarak kasaba ekonomisinin hâkim olduğu bir çağdan kalma din ve dindarlık anlayışını her şeyin küreselleştiği bir çağda inatla ve ısrarla aynen sürdürmeye uğraşıyoruz. Dünya bize ters gelince, daha doğrusu biz dünyaya ters düşünce de ağır sorunlar yaşamamız kaçınılmaz oluyor.
Oysa dinimizi çağımızın şartlarını dikkate alarak okuyup anlamaya başlasak öyle bereketli sonuçlar elde ederiz ki! Söz gelimi dinimiz genellikle hayır yapmanın ne kadar değerli ve sevap olduğunu anlatır. Hayır yapmak dün muhtaçların avucuna para koymak şeklinde olurdu, bugün iş alanları açarak çalışanın hesabına ücret koymakla olur. Bildiğim kadarıyla dünyada en çok kurban kesen, en çok iftar veren, yardım kampanyalarında en çok yardım yapan ülkeyiz. Bu, dinimizin halkımıza kazandırdığı hayırseverlik ruhunun tezahürüdür.
Ama bizim insanımızhayır yapmak deyince sadece karşılıksız vermeyi anlıyor. Çünkü kendisine öyle öğretildi. Hâlbuki günümüz ekonomik şartlarındaki ve insan onuru gibi değerler alanındaki gelişmelere göre hayır anlayışımızı da güncellememiz gerekiyordu. Mesela insanlara iş vererek işsizlik sorununu çözmeye, az tüketip çok üreterek cari açığı kapatmaya katkıda bulunmanın da din ile ilişkisini kurabilirdik; daha doğrusu var olan ilişkiyi gösteren bir din eğitimi verebilirdik.”

Hayır yapmak bu milletin en güzel hasletlerindendir. Zira dini ve insani bir vazifemizdir. Bu millet geçmişte hayır ve hasenatta üzerine düşeni fazlasıyla yapmış, hala da iyilikte yarışmaya devam ediyor. Yaptığı iyiliği de karşılıksız yapmış ve bir karşılık beklememiştir. İşte bu yardım anlayışının değişmesini istiyor Sayın Çağrıcı. İyilik yapmaya aynen devam ama değiştirerek kapsamını geliştirerek ve genişleterek. Tespitlerine aynen katılıyor ve dikkate alınmasını istiyorum. 

Ne varmış eski hayır anlayışımızda? Eski köye yeni adet getirmesin kimse derseniz eski hayır anlayışımız, iyilik yaptığımız kimseye hep balık yedirmek şeklinde cereyan etmiş ve günümüze değin aynı minval üzere tevarüs etmiştir. Halbuki biz balık yedirmeyi değil, muhtaca ayakları üzerinde durabileceği şekilde balık tutmayı öğretmemiz gerekir. Zira hayır geniş ve zengin bir kavramdır. Biz hayrın sadece bir yönünü ele almışız. Devam ettirdiğimiz bu yardım şekli muhtacı sürekli avuç açar durumda bırakmaktadır. Siz hiç avucuna para konan bir kimsenin bir müddet sonra verir duruma geldiğini gördünüz mü? Halbuki İslam'da yardım etmenin amacı, yardım edilenin bir müddet sonra yardım eder hale gelmesidir. Bizim bu yardım anlayışımızla veren vermeye, alan da almaya devam ediyor. Üstelik ala ala meslek haline getirenler de yok değil bu işte. Zengin olsa bile veremiyor bir türlü. Yine bu yöntemle ihtiyaç sahibinin ihtiyacı her zaman karşılanamıyor. Çünkü elden gelenle öğün olmaz, o da zamanında gelmez.

Çağrıcı; iş yeri açıp iş verelim, üretelim, tasarruf edelim, az tüketelim, üreterek cari açığın kapanmasına katkıda bulunalım demek istiyor. Gerçekten bu açılım, işsizliği düşürebileceği gibi ekonomimizin gelişmesine de katkı sağlayacaktır. Fakirin onurunu koruyacaktır. Gücü-kuvveti yerinde olan herkese çalışma yolunu açacaktır.

* 21/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Düşman Nereden Saldırır?

Su uyur, düşman uyumaz sözünü hepimiz biliriz. Biliriz ama önceden tedbiri almayız. Çünkü biz herkesi kendimiz gibi biliriz. Filmlerimizde böyle gördük. 

Vurup kıran, yıkıp döken, ocakları söndüren, orantısız güç kullanan kötü roldeki başrol oyuncusunu bizim başrol oyuncusu, filmin sonlarında yakaladığında kötü adam; bizim başrol oyuncumuza silahını doğrultur, hatta birkaç el ateş eder, vuramaz veya yaralar. Sonunda mermisi biter. Bu sefer ben ettim sen etme diye yalvarır yakarır. Rakibinin zayıflığını gören bizim iyilik meleği, düşmanıyla eşit şartlarda mücadele etmek için silahını atar.  Çünkü bizde ne kadar kötü olursa olsun aman dileyene silah çekilmez. Kötü roldeki arka cebindeki kama veya bıçağı çıkararak silahı olmayan bizim oyuncuya saplar veya saplamaya yeltenir, beceremez.

Anlattığım bu sahne benim yaşlardaki insanların küçükken bolca izlediği sahnelerdir. Birbirinin benzeri filmleri izlemek için ailemizden habersiz sinemaya gittik, okuldan kaçıp sinemanın yolunu tuttuk. Biz böyle büyüdük.

Askerde satranç turnuvası düzenlendi. Karşıma çıkan rakibin taraftarları olduğu kadar beni de destekleyenler vardı. Herkes nefeslerini tutmuş, oyunu izliyor ve oyunun sonunu merak ediyor. Ben güçlü rakibimi yendim. Destekçilerim de bir sevinç bir sevinç! Rakibimin destekçileri sonucu hazmetmemiş olmalılar ki "Akşamdan uykusuzdu, formunda değildi" dediler. Tamam, arkadaşınız formda değilmiş, yarın tekrarlayalım isterseniz diyerek centilmenlik yaptım. Çünkü satranç bir centilmenlik oyunudur. Olur dediler. Oynanmış, sonucu belirlenmiş oyun tekrarlanır mıydı? Ertesi günü oynadık ve ben yenildim. Benim yaptığım centilmenliği maalesef rakibimden göremedim. Sonunda o arkadaş üst tura yükseldi. İzlediğim filmlerden epey etkilenmişim anlayacağınız.

Aman dileyen rakibe silah çekmemek, onu gafil avlamamak, onunla eşit şartlarda mücadele etmek güzel bir haslet! Ama tedbiri elden bırakmamayı da iyi bilmemiz, rakibe fırsat vermememiz gerekir. Çünkü rakip zayıf anımızı kollar. Bizim teptiğimiz fırsatı rakibimiz tepe tepe kullanır. 

Adına "stratejik ortaklık" denilen Türkiye-ABD ilişkilerini bilmek için uluslararası ilişkiler okumaya gerek yok. Sokaktaki ilkokul mezunu bir vatandaşımıza sorsak "ABD'nin yaralı parmağa işemediğini, çıkarının olmadığı bir yerde at oynatmadığını, dünyada cereyan eden kötülüklerin babası olduğunu, bizim filmlerdeki başroldeki kötü rol oyuncusu gibi olduğunu, ondan her türlü melanetin beklenebileceğini, rakiplerine diz çöktürmek için zayıf noktalarını kolladığını, fırsatını bulduğu zaman orantısızca saldıracağını" söyler. Nitekim ağustos ayında ABD bize saldırdıkça saldırıyor, vurdukça vuruyor. Neremize vuruyor? Ekonomimize, yani zayıf noktamıza! 

Ve biz oturup kalkıp devletiyle, milletiyle ABD'ye kızıyoruz, ortaklığa sığmaz yaptığın diyoruz. Niye kızıyoruz ki ABD'ye. Zihniyetini, tıynetini, meşrebini ortaya koyuyor. Başkası da beklenmez zaten. Onun görevi sokmak, yıkmak, vurmak, kırmak. Tıpkı yılan gibi, akrep gibi! Yılan ve akrep bizi soktuğu zaman bu hayvanlara kızar mıyız? Çünkü doğasında sokmak var bu hayvanların. Kızsak da faydası olmaz zaten. Belki de en fazla kendimize kızarız, niçin tedbirimizi almadık diye. ABD de doğasının gereğini yapıyor. Biz kızalım da kendimize kızalım. Çünkü düşmanımıza çalım verdik, malzeme verdik. Zamanında tedbirimizi almadık. O da şimdi zayıf yönümüz olan ekonomimize vuruyor.

Sıkıntılı anlarda ne tedbir alabiliriz demekten ziyade barış ortamlarında gevşeklik göstermeden tıpkı düşmanımız gibi silahlanmamız, ekonomimizi düzeltmemiz gerekirdi.

Bu da bize ibret  ve kulağımıza küpe olsun!

Cumhurbaşkanı Erdoğan Öğrenmeye Devam Ediyor! *

“Öğrenmenin yaşı yok denir bizde. Hatta “Beşikten mezara ilim öğreniniz” hadisini bilmeyenimiz yoktur. Ülkenin en üst tepesinde olmasına rağmen bu ülkenin Cumhurbaşkanı da öğrenmeye devam ediyor. Üstelik öğrenirken değme hoca falan aramıyor. “İlim, müminin yitiğidir. Nereden bulursa alır” hadisini kendisine düstur edinircesine herkesten bilgi almaya çalışıyor. Örnek mi istersiniz? Buyurun:

15 Temmuz darbesini kendisine bağlı olan MİT Müsteşarından öğrenmesi gereken Cumhurbaşkanı, ülkede darbenin yapılmakta olduğunu eniştesinden öğreniyor. Yetinmiyor ve bilgiye doymuyor Erdoğan. Şimdi de kapatılan dershanelerin merdiven altı olarak devam ettiğini Milli Eğitim Bakanından öğrenmiyor. Kimden öğreniyor? Ömer Halisdemir’in oğlu Doğan Ertuğrul’dan öğreniyor. Nasıl öğreniyor? Oğul halisdemir, “Sınava hazırlık için dershaneden geldiğini” söylemesi üzerine Erdoğan dershanelerin kapatılmadığından haberdar oluyor.

Güya devletimiz aşağıdan yukarıya merkez ve taşra teşkilatını kurmuş; kimin kime bağlı olduğu, herhangi bir durumda kimin kime sorumluluğunun gereği olarak bilgi vereceği belli. Ülkenin tüm kurumları kendisine bağlı olan kişi darbeyi enişteden, kapatılan dershanelerin hala devam ettiğini “Çocuktan al haberi” çerçevesinde bir öğrenciden haber alıyor ve MEB Bakanını arayarak bu sefer kapatın talimatını veriyor. Adamdaki mütevaziliğe bak. Maşallah! Tevazuundan dolayı Erdoğan’ı tebrik etmemek elde değil.

Bereket Erdoğan, kendisini saraya hapsetmiş, protokol takılan biri değil. Halkın içine giren, her türlü insanla irtibat ve iletişime geçen biri! Eğer halkın içinden biri olmasa inanın ne darbeden haberi olur, ne de dershanelerin devam ettiğinden.

Şimdi komediyi bir tarafa bırakalım, sadede gelelim. Dünün büyük kavgalarının verilerek kapatıldığı dershaneler etüt merkezi, kurs merkezi adı altında resmi veya merdiven altı olarak devam ediyor. Kimi kaçak çalışsa da resmi olarak izin alanlar da mevzuatı delerek kılıfına uydurup merdiven altı olarak çalışıyor. Merdiven altı derken benim küçüklüğümde anladığım gibi anlamayın. Ben küçüklüğümde merdiven altı üretim deyinde gizli-kaçak iş yapanlar apartmanların merdiveninin altına geçer, kimse görmeden oradan üretim yapar sanırdım. Kazın ayağı hiç öyle değilmiş. Bugün merdiven altı dediğimiz dershanecilik çarşının göbeğinde, insan selinin aktığı meydanlarda, herkesin gözü önünde arzı endam ediyor. Üstelik bu tür dershaneciliğin devam ettiği yerlerin hepsinde il ve ilçe milli eğitimler var, kaymakamlıklar var, valilik var, partinin il ve ilçe teşkilatları var, haftalık seçim bölgesine giden vekilleri var: Var oğlu var. Ama merdiven altı öğretim devam ediyor. Üstelik eski dershanelerin aldığı ücretten kat kat fazlasını alarak. Bunlar bu cesareti nereden alıyor? Mahallinde adam gibi denetimler yapılsa, yetkili ve sorumlu kişiler kafasını kuma gömüp ben görmedim demese, formalite denetim yapılmasa kim gizli-kapaklı dershaneciliğe cesaret eder? (Dershane ihtiyacını karşılamak amacıyla okullarda merdiven üstünde yapılan Hazırlık ve Yetiştirme Kursları da evlere şenlik olarak devam ediyor. Bu da ayrı bir yazı konusu)

Erdoğan’ın tesadüfen öğrendiği usulsüzlükler belki de buz dağının görünen yüzüdür. Teşkilatların bu aymazlığı sadece Erdoğan’ın kuyusunu kazarken birileri cebini dolduruyor, birileri de bunları görüp rapor etmeyerek baba muamelesi görmeye devam ediyor.  Maalesef kumaşımız budur. Merak ediyorum, her şeyin kendisine bağlı olduğu bu durumdan atadığı ve birlikte çalıştığı insanların ipe un sermesinden Erdoğan nasıl kurtulacak? Kim Erdoğan’a “kral çıplak” diyecek? Sanırım bunu diyecek olan da Hayrettin Karaman’ın “Çınarımızı kurutmayalım” başlıklı yazısında gizli: “Mümkünse her şehirden gayr-i resmi olarak beş altı iyi kişi seçin, bunları yalnızca siz bilin; bu “iyi” den maksadım “güzel ahlakı ile tanınmış, bilgili ve ehliyetli, iktidardan hiçbir beklentisi olmayan” kişilerdir. O şehrin ve çevrenin doğru bilgisini bunlardan alın. Aday seçiminden imkan tahsisine kadar önemli tasarruflarınızda teşkilattan ziyade bu kişilerin raporlarına güvenin.

* 01/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.