29 Ağustos 2018 Çarşamba

Aramızdaki Alaverelerde Yapmamız Gereken

Geçen günü bir tanıdığım aradı: "İki sene önce bir tanıdığıma peyderpey biraz borç verdim. Ödemeyeceğim demiyor ama ödemiyor da. Tanıdık bir avukatın var mı? Aramızda bir senet yapalım, hatta ne yapılacaksa yapalım" dedi.

Çarşıda borçlusuyla beraber buluştuk. Borçlunun konuşması, hal ve hareketinden ödemeyecek bir durum sezmedim. Eşi, oğlu ve kendisi çalışmasına, eve üç maaş girmesine rağmen ödeyemiyor. Kredi burcu var mı dedim. "İki tüketici, bir de konut(dedi sanırım) kredim var, kredi kartı ödemelerim var. 2019 Ocağında bitiriyorum borçlarımı" dedi. Adamı borç batağı içinde gördüm.

Alacaklı, kıt-kanaat geçinen asgari ücretli biri. Ek iş yapmak suretiyle dişinden tırnağından artırdığını ileride bir ev almak umuduyla üç-beş kuruş bir tarafa atmış. Arkadaşının ev almak/yaptırmak istediğini duyunca kenara attığını ona borç vermiş. 

Karşımızda iyi niyet ve karşılıklı güvene dayalı bir borç verme ve alma muamelesi var. İki yıl geçmiş ama orta yerde ne bir geri ödeme var, ne çek, ne senet. Sadece borç veren verdiğini, borç alan da aldığını biliyor. Tamamen karşılıklı güven esasına dayalı bir borçlanma. Benzer alavereyi ülkemizde çoğu kimse yapıyor. Geri ödeme yapılınca sorun yok. Ya ödenemiyorsa...işte esas sorun burada başlıyor. 

Doğru mu bu şekil borçlanma yöntemi? Doğru değil maalesef. Ne çek var, ne senet, ne şahit, ne yazılı bir kayıt, ne de ödeme takvimi! Kur'an-ı Kerim'e ters bir defa. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in en uzun ayeti Bakara süresinde geçen borç ayetidir. Allah bu ayette her ayrıntıya yer vererek borç alma ve vermede izlememiz gereken yolu anlatır. "Borçlandığınız zaman yazın, iki de şahit bulundurun, yazmayı bilmiyorsanız birini katip seçin veya verdiğiniz borca karşılık bir rehin alın..." buyurur Allah. Neresi uyuyor bizim alacak/verecek meselemiz ayete? Ayete uygun borçlanmadığımız gibi biri çek, senet yapmaya kalksa "Arkadaş güvenmiyor musun" deriz. Hele verdiğimizin karşılığında bir ipotek istesek kıyamet kopar. Çünkü bu işlerimiz hep "Bana güven, gerisini merak etme sen"  mantığına dayalı.

Bir okula giderek borcun altı ay sonra ödenmesi için aralarında bir senet ve bir sözleşme hazırlayıverdim. Karşılıklı imzalar atıldı. Borçlu kimse altı ay sonra borcunu öder mi? Bunu zaman gösterecek. Ama en azından ellerinde kimin kime, ne kadar borçlu olduğuna ve borcun ne zaman ne şekilde ödeneceğine dair yazılı bir kayıt-kürekleri var. Bu aşamadan sonra söz uçsa da yazı kalır.

Bizim sadece borçlanma şeklimiz değil, hemen hemen bütün işlerimiz böyle. Ailenin temeli dediğimiz evlilik aktimiz de böyle. Resmi nikahın dışında adına dini nikah dediğimiz ve ekseriyetimizin kıydırdığı bu nikah türünde sadece söz var. Ne kayıt var, ne kürek, ne de yaptırım.  Evlilik devam ettiği müddetçe sorun yok. Esas sorun anlaşamayıp ayrıldıkları zaman ortaya çıkıyor. Maalesef bu yaptığımız da doğru değil. 

Adana'da birlikte aynı okulda çalıştığım bir meslektaşım boşalan evine oturmamı istedi. Önce olur dedim. Ardından hocam,! Aramızda bir hukuk var, dostluğumuz var. Biz mesai arkadaşıyız. Ben evini tutmayayım. Çünkü işin içine para girerse yarın kötü olabiliriz dedim. Bana, "İşimizi sağlam yaparsak niye sorun olsun, sen düşünme bunu" dedi. Gitti bir kira kontratı getirdi. Önce onu doldurup bana imzalattı, ardından bir de tahliye belgesini doldurup imzalattı. Haydi hayırlı dedi. Ev sahibimin evinde 3.5 yıl oturdum hiç sorun yaşamadım. Tayinim çıkınca evini tahliye ettim, helalleşip ayrıldık. Ben kendisinden ayrılalı 13 yıl oldu, kendisiyle hala hukukumuz devam ediyor.

Biz ne zaman ki aramızdaki muamelelerde işi resmiyete dökersek başımız huzurlu olur, işlerimiz tıkırında yürür. Aramızda hır-gür olmaz. İlişki ve dostluklar ilanihaye devam eder. Birbirimize güvenelim. Çünkü güvenmeden olmaz. Ama tedbiri elden bırakmamalıyız. Tedbirin olduğu yerde aldanma/aldatma olmaz. Fazla bir şey istemiyorum, araba alım-satım işlerinde gösterdiğimiz noter tasdikli satış duyarlılığını hayatın diğer alanlarında da gösterelim. Yoksa başımız çok ağrır.

Tekne Kazıntısı

Dört çocuktan üçü baş göz olup çekti gitti. Evde kala kala tekne kazıntısı kaldı. Bugün size ondan bahsedeceğim. 

Evin neşesi, ailenin son nefesi. Elim, ayağım aynı zamanda. Espri anlayışına derman yetmez. Ne de olsa adı Fehmi. Adına çekmiş olmalı. Namı diğer Hoşçocuk. Asrın Nasrettin'i olursa hiç şaşırmam. Ne lafın altında kalır, ne de sözün. Dili pabuç gibi zira. Her söze söyleyecek sözü vardır. Yeter ki gününde olsun. Ciddi görüntüsünün altında müthiş bir espri yeteneği var. Ciddi olduğu kadar ortamı sulandırmayı, sen kızdıkça espri ile cevap vermeyi ve gülmeyi iyi becerir. Oğlum, ben ekmek almaya gidiyorum diye seslenirim. Kendisine bir imada bulunduğumu bilmesine rağmen hiç bozuntuya vermeden "tamam baba, iyi olur" der.

Becerikli olmasına rağmen iş yapmayı pek sevmez, tıpkı ders çalışmayı sevmediği gibi. 
Kendisinden istenen bir işi bir başkasına yaptırmayı da pek sever. Üşengeç mi üşengeç, rahat mı rahat! Tam bir "z" nesli, milenyum çocuğu. Becerisi dijital oyunlarında da kendini gösteriyor. İstediğini aldırtmayı da iyi bilir, mücadelesinde kolay kolay pes etmez. Açık sözlüdür aynı zamanda.

Bilgisayar bilgisayar dedi tutturdu. Ne yapacaksın, daha evde var ya dedim. "Ben oyun bilgisayarı istiyorum" dedi. Aklının ucundan bile geçirme, evdekilerle oyna dedim. "Benim oynayacağım oyunları kaldırmaz bunlar" dedi. Şakasına git, bin lira biriktir alalım dedim. Tamam dedi. Kısa zamanda harçlığından biriktirerek getirdi önüme koydu. Hasılı almak zorunda kaldım.

Çay içmeyi pek sevmez ama aksiliği de üzerinde. İçerse diye bardak getiririz, çay içmeye gelmez. Nasılsa çay içmiyor diye bardak getirmeyiz o çay içmeye gelir. Orta yerde ne bardak var, ne de şeker. Çünkü evde çaya şeker atan yok. Şeker almaya mutfağa gitmektense çaya şeker atmayı bırakırım dedi ve şimdi çayı şekersiz içiyor. Üşengeçliğin zaferi bu. Bir de üşengeçlik iyi değil derler. Oğlum ekmek lazım deriz. "Tamam o iş bende" der, ekmek almaya gitmez. Bizimki evlenmeden önce akşam işten gelecek ağabeylerine "Abi, gelirken ekmek alın gelin" diye mesaj gönderiyormuş. Bir gün evde ekmek alınacak. Kendi kendine ekmeği mesele edinirken abilerinden biri eve geleceğini, gelecek bir şey var mı diye telefon açtı. Gelirken iki ekmek getir dedim. Telefon konuşmamı odasından dinleyen bizimki ekmeğin başkasına sipariş edildiğini duyunca sevinçle yanıma geldi. Elimi öptü, boynuma sarıldı: "Allah razı olsun baba, beni bir yükten kurtardın" diye bir sevindi bir sevindi. Bazı zamanlarda ekmeği bırakalım dedi bize. Tamam desek dünden razı, ekmek yemeyi de bırakırdı.

Rahatına düşkünlüğünün yanında aksiliği de var. Nasılsa ekmek almıyor, ben alayım dersin, ekmek almış olur. İşin yoksa onun ve benim aldığım ekmeği günlerce bayat bir şekilde bitirmek için uğraş dur. Sorumluluğunu üstlendi artık, ekmek almıştır deyip eve ekmek almadan gelirim. Bizimki de almadan gelir. Dedik ya aksi diye. Spor ayakkabısı almaya gittik beraber. Makul bir ayakkabı olsun dedim. Tezgâhtar fiyatı normal olan bölümü gösterdi. Şu taraftan düşünürseniz dedi. O bölümün fiyatlarına bir göz attım. Pahalı mı pahalı. Bakma o tarafa dedim bizimkine. Vara demez olaydım. İyi o zaman bu taraftan bakayım dedi, gitti en pahalısına sarıldı. Sağ olsun olmaz desem de alınmaz ama elimiz mahkum bu aksiliğe. Aksiliğin zaferi bu.

Açık sözlü ve tuttuğunu koparır. Damarına damarına basmayı, taşı gediğine koymayı iyi bilir. Durur durur çarşı-pazarda bayram yoğunluğu başlayınca giyecek almaya kalkar. Oğlum yaz boyunca evden çıkmadın, madem ihtiyacın vardı, ne diye mağazaların tenha olduğu zamanda düşünmedin alacağını dediğime gülme şeklinde cevap verdi. Haydi gidip şu alacağın pantolonu alalım dedim, birlikte evden çıktık. Bir pantolon için çarşıya çıkan bizim oğlan bir de penye alayım dedi. Şu penye de güzelmiş, bunu da alayım, bir pantolon daha alayım dedi. Sen misin alan dedim. Bir de ben kendime aldım. Mağazadan üç pantolon, iki penye alarak çıktık. Oğlum ocağıma incir diktin dedim. "Geçen gün ağabeylerime 'Bedelli paranızı ben çekeyim dedin' bana yaptığın masraf ne ki" demez mi? Gel de kız bu cevaba.

Bu bayramda bayram harçlığını vermeyi biraz geciktirdim. Girdi çıktı bayramın mübarek olsun baba! Ver elini öpeyim dedi. Sayısını bilmiyorum bayram kutlamasının. Verdim kurtuldum. Odasına çekildi. Biraz rahat ettim. Birkaç gün sonra "Baba yüzmeye gideceğim, dolmuş parası ver, bende bozuk yok, dolmuşçuya tüm para versem olmaz" dedi. Makul bir açıklamaydı. Çıkarıp verdim cebimden bozuk para. Ama bitmedi benden dolmuş parası istemesi. Bir daha bir daha istedi. İstek aynı, gerekçe aynı. Sonunda oğlum sen bu parayı ne zaman bozduracaksın dedim. Hiç bozuntuya vermedi, gülmekle yetindi her zaman ki gibi.

Ağabeylerinden görmediğimi gördüm ondan. İstemediklerini istedi benden bu tekne kazıntısı. Onlara alalım desem de içleri gitse de canları çekse de istemez, gerek yok derlerdi. Bu ise istediğini açıkça söyler. Onların cebinde harçlığı olmasa da var derlerdi. Bu ise harçlığını bitirmeden "Baba bugün harçlık günü, harçlığımı alayım" diye damlar her pazar akşamı. Boşuna söylememişim üç çocuktan daha masraflı bu diye.

Benim torun niyetine büyüttüğüm küçüğüm böyle işte! Hoş mu Hoşçocuk! Allah hepimize hayırlı evlatlar nasip etsin,  yolları açık olsun, acılarını göstermesin.

Yoksa bu çocuk şımarık mı biraz? Ah biraz annesini kızdırmasa, biraz üşengeç olmasa,  aldıklarını biraz bol alsa, yüzmeye gittiği zaman havluları çaldırmasa, bana biraz masrafı az yaptırsa, derslerine de bir güzel çalışsa...(Burası önemli!)

Bu yazı 16.yaşını bitirip 17'den gün almasının hatırına kaleme alınmıştır. Malum ekonomik kriz. Doğum günü kutlaması da bu yüzden ekonomik krize takıldı. Ucuzundan masrafsız ve maliyetsiz bir doğum günü kutlaması benimki. Nice 17 yıllara evlat! Yolun, bahtın açık, geleceğin parlak olsun.


28 Ağustos 2018 Salı

Bazı Gazeteler Niçin Çıkar ki?

Eskiden belli başlı gazeteler vardı. Yazdıkları ve yaptıkları haber gündem oluşturur, kamuoyunu etkiler, sorumluları açıklama yapmaya iterdi. Çünkü haberlerin bazısı doğru olsa da çoğu asparagas idi. İnsanımız şu gazetede ne havadis var diye merak eder bir göz atardı. Çünkü gazeteler dördüncü kuvvet olarak konuşlanmıştı; hükümet kurar, hükümet yıkardı.  

Günümüzde ise gazetecilik dördüncü kuvvet olmaktan çıktı. İyi ki de çıktı. Çünkü gazetenin görevi okuyucusunu doğru bilgilendirmektir. Tirajlarını bilmiyorum ama gündem güne okuyucu kaybettiğini düşünüyorum gazetelerin. Ne haberleri ilgi çekiyor, ne gündem oluşturabiliyor, ne de ağırlıkları var. Sadece çıkmış olmak için çıkıyor. Hemen hemen hepsinin yazıp çizdikleri ve yaptıkları haberler tıpatıp aynı. Kopyası demeyeceğim. Çünkü kopya bir maharettir aynı zamanda. Birine göz atınca diğerlerine bakma ihtiyacı hissetmiyorsun. Zira aynı elden çıkmış, haber kaynakları aynı. Farklı gazete muhabiri, rakibi meslektaşı ile aynı cümleleri kurmuş; noktası, virgülüne aynı. Sadece isimleri farklı gazetelerde çalışıyor, ekmek yiyorlar o kadar. Eskiden olduğu gibi haber atlama/atlatma yok artık. Gazetelerdeki bu aynılık, bu uyum, aynı düşünürlük ve hemfikirlik  aynı mevzuata bağlı olan devletin resmi kurumlarında çalışanlarda yok.

Birbirinin aynısı olan gazeteler aynı yerden besleniyor belli. Ya hükümet taraftarı, ya da muhalifi. Gazeteci veya muhabir ne tarafta çalışıyorsa ekmeğini yiyen kılıcını sallar misali görev yapıyor. Bir konuda farklı düşünseler bile dillendiremiyor, yazamıyor, yazı konusu yapamıyor. Geleceği için özümsüyor bulunduğu yeri, ekmek teknesini. Hükümet taraftarı gazetelerde yazıyorsa hükümet aleyhine tek kelime bulamazsın, iktidara muhalif gazetelerde yazıyorsan hükümet lehine tek cümle bulamazsın. Kimse fincancı katırlarını ürküteyim demiyor. Yoksa görürler gününü. Tası-tarağı toplayıp gitmek var bu için ucunda. Akıllı adamlar vesselam!

Bazı mahalli gazeteler var ki kırmızı çizgileri çoktur, asla çizginin yanına bile yaklaşamazlar yazıp çizdiklerinde. Ne olur ne olmaz diye ödleri kopuyor. Yasak olmayanları bile yasaklıyorlar kendilerine. Yazısı kendisini bağlayan bir köşe yazarının uzun yazısındaki bir başlık, içeriğindeki bir kelime bile adamları hop oturtup hop kaldırıyor. Çıkış parolaları bize ne misyon verilmişse ya süpürüp alacağız, ya da süpürüp atacağız anlaşılan. Bunlar da çok akıllı. Zira kraldan fazla kralcı olmakta fayda var. Çünkü başka türlü ayakta durup yaşayamazlar.

Merak ettiğim gazetelerin niçin farklı isimlerle çıkmaya devam ettiği? Bire bir aynı olacaksa ayrı ayrı matbalarda basılmalarına, ayrı ayrı muhabir çalıştırmalarına gerek yok. Tek bir gazete çatısı altında birleşsinler bugünkü görünümünden kurtulsunlar, maliyetleri de düşer. Yok gazetemizin ismi yaşayacak denirse birleştikleri gazetenin altına "Şu şu gazete aynı düşünüyor, bizim ayrımız gayrımız yok. Biz aynı yerden besleniyoruz,  eski çamlar bardak oldu. Biz biriz, hepimiz biriz, aklın yolu birdir" yazabilirler. 

Bu şartlar altında basınımız hür, özgür, tarafsız ve bağımsız olmaya devam etsin. Çünkü onların özgürlüğü/hürlüğü asla sansürlenemez. Tıpkı Güneşin balçıkla sıvanamadığı gibi hür ve sansürlenmeden  "Ne güzel özgürlük bizimki" deyip kafalarını kuma gömerek gazete çıkarmaya  devam etsinler. Zira böyle özgürlük hangi köleye nasip olur?