7 Haziran 2018 Perşembe

Ön Safları Yara Yara Çıkıp Gitmek

Teravih, ramazan ayına mahsus bir ibadettir. 8, 12, 20, 32 rekat kılınır şeklinde rivayetler vardır. İsteyen evinde isteyen de camide cemaatle kılabilir. Mısır'da camilerde 8 rekat olarak camilerde cemaatle kılınmaktadır. Türkiye'de ise 20 rekat olarak kılınmaktadır. Bu şekil teravih, teravih adı altında ramazan ayına mahsus bir ibadet olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Bir de teravih diye bir namaz yoktur. Peygambere atfedilen namaz gece namazıdır, şeklinde görüş bildirenler de vardır.

Burada niyetim teravih vardır veya yoktur görüşlerini ortaya dökmek değildir. İsteyen kılar, isteyen kılmaz. Var deyip kılan sevap alır, yok deyip kılmayan ise sevap almaz ve günah kazanmaz.

Teravih kılanlarımız yeknesak olmamakla beraber çoğunluk camilerde 20 rekat olarak kılar. Kimi de sekiz rekat kılmak için camiye gelir. Çünkü teravihin 8 rekat olduğuna inanıyorlar. Tamam kılsınlar. Buna diyeceğim yok. Garibime giden "Ben sekiz kılıyorum, hepiniz görün" dercesine olan görüntüleri. Bu arkadaşlar en ön saflara geçip sekiz kıldıktan sonra "Benden bu kadar" deyip en önden arkaya doğru safları yararcasına çıkıp gitmeleri. Niye böyle yapıyorlar acaba? Sekiz rekat kıldıktan sonra çekip gitmelerine değil serzenişim. Niçin arka saflarda kılmadıkları. Bu tip cemaat, arka safta kılıp da çekip gitse fena olmaz, hatta çok iyi olur diye düşünüyorum. Çünkü en önden kalkıp giderken hem saftakileri rahatsız ediyorlar. Hem de ön saf boşalınca arka tarafta safına alışmış kişi boşalan yeri doldurmak için öne geçmek zorunda kalıyor. Bazen de ön saf doldurulmadığı için boşalan yer boş kalıyor.

Sekiz kıldıktan sonra safını boşaltan başkasını rahatsız ettiğini, saf düzenini bozduğunu düşünememiş veya bunu sorun edinmemiş veya yaptığı bu işi normal görmüş olabilir. Eğer böyleyse az da olsa benim gibi her şeyden nem kapan cinsleri rahatsız ettiklerini düşünürlerse sevinirim. Buradan duyurmuş olayım. 

Not: Kendileri arkada duracak iken mecburiyetten ön safa geçmek zorunda olanlara sözüm olmaz.

6 Haziran 2018 Çarşamba

Alkışlarımız Askerimize! ***


Mehmetçik adını verdiğimiz askerimizle ne kadar gurur duysak onları ne kadar methetsek azdır ve haklarını ödeyemeyiz. 15 Temmuz 2016 gününe kadar bir başka şer odağının çöreklendiği milli ordumuz içindeki irinlerden kurtularak yurt içinde, Suriye'de, Irak'ta operasyon üstüne operasyon yapıyor. Girdiği her yerde sinsi düşman ve teröristlere karşı şehit verse de tuttuğunu kopararak dönüyor, öldürücü hamleleriyle terör yuvalarını bir bir temizleyip geliyor.
Fazla değil, iki sene öncesine gidelim: Yurt içindeki terörle başa çıkamayan, günlük pusuya düşürülüp sayısız şehir veren, günlük canlı bombaların patlatıldığı bir ülke görünümünden bugün içeride teröre göz açtırmayan, girilemeyen terör yuvalarına giren, günlük onlarca teröristi etkisiz hale getiren, yurt dışında bir operasyondan diğer operasyona koşan ve her girdiği yerden başarı ve zaferle dönen bir ülke görünümüne döndük. Karanlık gecelerin sabahına menfur saldırı haberleriyle kalkmaz olduk. Bu başarıda ordunun başarısı yadsınamaz. Önlerinde saygıyla şapka çıkarılır.
Dün terörle boğuşan bir ülke görünümünden bugün güvenle yatağımızdan kalkmamızı sağlayan bir ülke görünümüne kavuşmamızda en büyük pay sahibi olan askerimiz, daha iki yıl öncesinde içinden bir hain güruhu çıkarmış, demoralize olmuş, birçok üst rütbelinin görevden el çektirildiği yaralı bir ordudur. Subay ve personel eksikliğine rağmen kısa zamanda toparlanmış, yaralarını sarmış bir ordu; bıkmadan, usanmadan, yorulmadan yaptığı vurucu ve akılcı hamle ve nokta atışlarıyla ülke düşmanlarına göz açtırmıyor. 
İki yıl öncesine kadar başarı nedir bilmeyen, ülkedeki terörle başa çıkamayan, olup biteni bizim gibi seyreden bu ordu, içindeki  hainlerden kurtulunca önce silkindi ve ardından şaha kalktı. Korksun bundan sonra bu ordudan herkes. Ardında kendisine siyasi desteğini esirgemeyen güçlü bir siyasi irade olduğu müddetçe milletimizin değerleriyle barışık olan bu ordu, gözümüz arkada kalmayacak şekilde daha çok şey yapar. Güvenli bir ülkede yaşamamızın en büyük teminatıdır. Sayelerinde biz emniyet içerisinde sıcak yatağımızda yatarken korkması gereken şer cepheleri fellik fellik kaçacak yer arasın.
Allah bu ordunun başına geleni kimseye vermesin. Zira çiğ tavuğun başına gelmedi bunların başına gelen. Allah karada, havada ve denizde göz bebeğimiz olan ordumuzu muzaffer eylesin. Başkasının değil, milletin ordusu olmaya devam etsin. Siyaset yapmasın, hep siyasi iradenin ve milletin emrinde olsun. Biz kendilerinden razıyız, Allah da kendilerinden razı olsun.

*** 28/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Askerlik Muayenesinin Böylesi!

Yıl 1983. Lise birinci sınıf öğrencisi iken askerlik kağıdım gelmişti. Öğrenci olduğum için okulum her yıl askerlik şubesine öğrenci olduğuma dair yazı göndermek suretiyle askerliğim tecil edildi.

Herkesin üniversite bitirdiği bir yaşta erkenden liseyi bitirmiş, diplomamı almıştım. Okumayacağım, ama ileride girmedim demeyeyim diye öylesine girdiğim üniversite sınavı sonucunda Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanmıştım. 

Üniversiteye kayıt yaptırmak için istenen belgelerden bir tanesi olan "Askerlik ile ilişiği yoktur" yazısını almam gerektiğini öğrenince aynı okuldan birlikte mezun olduğumuz ve herhangi bir yeri kazanamayan arkadaşımla birlikte Çumra Askerlik Şubesine gittim. Bize şubeden "Burada muayenenin günü geçti, siz geç kaldınız, Konya'ya gideceksiniz ve orada muayene olacaksınız" dendi. Tekrar Konya'ya geldik, yerini-yurdunu bilmediğimiz Konya Askerlik Şubesini araya araya bulduk. Oradan da bize, "Burada da muayenenin günü geçti. Muayene olmak için Isparta'ya gitmelisiniz" dendi.

Şubeden çıktık. Bizi aldı bir düşünce. Konya'dan dışarıya çıkmamış, yol-yordam bilmeyen ve cebinde meteliğe kurşun atan biz, muayene olmak için Isparta'ya nasıl giderdik? 

Hayal gücü kuvvetli arkadaşım, "Gel dersimizi Milli Güvenlik dersimize giren Aslanlı Kışla'daki komutana anlatalım. Hatırlat mısın derslerinde öğrenciyi sevdiğini söylerdi. Bizim derdimize ancak o çare olur. Ne de olsa buradakilerin komutanı" dedi. Aklıma yattı bu fikir. Denemeden başka çare yok diyerek birlikte Aslanlı Kışla'ya vardık. 

Nizamiyede bize ayşe et soruları gibi sorular soran askere, "Komutanımızın öğrencisiyiz. Onu ziyarete geldik" dedik. Komutana telefon açan askere komutan, "gelsinler" demiş. Tir tir titreyerek komutanın makamına girdik. Ne de olsa bir kışlaya, bir komutanın yanına ilk defa çıkıyorduk. Acaba işimizi halledeme miydi, ya da bizi nasıl karşılayacaktı, alın şunları içeriye. Bunlar asker kaçağı mı diyecekti. 

Görevli asker nezaretinde girdik komutanın yanına. Sağ olsun komutan, bizi ayakta karşıladı. Konya İHL'den öğrencisi olduğumuzu söyledik. Askerlik muayenesiyle ilgili bir maruzatımızın olduğunu ifade ettik. Bize, "Nereyi kazandığımızı" sordu. Ben Erciyes İlahiyatı, bir yeri kazanamayan arkadaşım da Edebiyat Fakültesini kazandığını söyledi. "Aferin size, ben okuyanı severim" dedi. Santralı arayarak görevli askere askerlik şubesini bağlamasını emretti. Şubedeki üst rütbeli komutana, "İki öğrencimi gönderiyorum, bunların muayenesini hemen yapın" dedi. Umduğumuzdan fazla bir iltifat gördüğümüz komutanımıza teşekkür ederek makamından ayrıldık.

Yürüyerek geldiğimiz yolu tabana kuvvet diyerek tekrar kat etmeye koyulduk. Korkarak ümitsiz bir vaka olarak geldiğimiz yerden önemsenmiş bir kişi edasıyla yorgunluğa aldırmadan daha bir iştahlı yürüdük. Zaten başka da çaremiz yoktu, cepte de metelik. Dolmuş hattı vardı mutlaka ama bizim için dolmuşa binmek lükstü. Ne kadar yürüdük bilmiyorum. Kolar adımla Konyalıların deyimiyle Battı-Çıktı adı verilen Meram Yeni Yol'daki askerlik şubesine geldik. Geldik ama yine içimizde bir korku vardı. Zira muayenede tepeden tırnağa soyuyorlarmış, biz bugüne kadar kimsenin yanında üstümüzü çıkarmadık. Nasıl soyunacaktık. Utanırdık bir defa. 

Kafamızda bin bir türlü müphemle daha önce muayene için Isparta'ya gitmemiz söylenen şubeden içeriye girdik tekrar. "Bizi komutanımız gönderdi. Biz onun öğrencileriyiz, biz askerlik muayenesi için geldik" dedik. Görevli asker, yaş, kilo ve boyumuzu sordu. Yaş dışında kilo ve boyumuz için verdiğimiz yaklaşık değeri asker yazdı. Sonra "tamam, gidebilirsiniz, teciliniz yapıldı" dedi. 

Zafer kazanan bir komutan edasıyla içimiz içimize sığmaz bir şekilde dışarıya çıktık. Sevincimize diyecek yoktu. Nasıl sevinmeyelim ki milli güvenlik dersimize giren komutanımız sayesinde Isparta'ya gitmekten kurtulmuş, üstelik muayenemiz yapılmıştı. 

1986 yılında başından geçen bu askerlik muayenesini bize kolaylaştıran komutanın adı yanlış hatırlamıyorsam Abdullah Kayacık idi. Vefat etmişse Allah rahmet eylesin, yaşıyorsa kulakları çınlasın.