4 Haziran 2018 Pazartesi

Eleştiri Kültürü

Toplumumuzda en büyük eksikliğin eleştiri eksikliği olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü eleştiriye açık bir toplum değiliz. En demokrat geçinenimizde bile eleştiriye karşı hazım sorunu vardır. Niçin böyleyiz?

Kendimizi mükemmel gördüğümüzden, ya da kendimize güvenmediğimizden kaynaklanabilir tahammülsüzlüğümüz. Zayıf ve eksik yönümüz rakiplerimiz tarafından ortaya dökülünce hatamızı veya eksikliğimizi kabulleneceğimiz ve kendimize çeki-düzen vereceğimiz yerde hırçınlaşıyoruz. Biz de rakibin eksikliklerini bulmaya çalışıyoruz. Rakibi eleştirirken kendimizi yunmuş-yıkanmış gördüğümüzden olsa gerek var gücümüzle muhatabımızı ezmeye çalışıyoruz. Başkasını eleştirirken adına eleştiri diyoruz. Rakibimiz bizi eleştirince eleştiriyi hakaret olarak görüyoruz.

Eleştiri diye yaptığımız çoğu zaman hakarettir aslında. Çünkü niyetimiz rakibimizi linç etmek ve boğmaktır. Eleştiri fikirde ve icraatta olması gerekirken kişiselleştiriyoruz. Bu da eleştiri kültürünü özümsemediğimiz anlamına geliyor. Eleştirinin önemsenmediği, tahammül edilmediği yerlerde bilimde, dinde, sosyal, kültürel alanlarda gelişmenin olması pek mümkün görünmez. Çünkü buralarda mutlak itaat vardır. Kazara eleştirmeye kalkarsan gücü elinde bulunduran irade veya yandaşları tarafından tu kaka yapılırsın. En hafifi dışlanırsın. Hayatı zindan ederler sana, dost acı söyler ama yüze karşı söyler sözünü  unutarak.

Ne zamanki bu ülkede eleştiri kültürü gelişir, insanlar eleştiriye açık olur, işte o zaman bu ülkeyi kimse tutamaz. Eleştiri dedimse içi boş, karşılığı olmayan, müzmin muhaliflikten bahsetmiyorum. Kişiyi veya bir fikri eleştirirken aynı zamanda yol gösteren yapıcı eleştirileri kastediyorum. Bu şekil bir eleştiri çeşidi, insanı ve kişileri geliştirir, mükemmelleştirir. Yeter ki eleştiriyi ön yargısız bir şekilde dinleyelim, hemen savunma mekanizmasını harekete geçirmeyelim. Bu şekil bir eleştiri zarardan ziyade fayda sağlar. Ah bir tahammül edebilsek... 

Oldu Olacak Akşam Yemeğini de Ver Gitsin! ***

Bu seçim döneminde verdikleri uçuk-kaçık vaatlerle sınır tanımayan siyasi partilerimiz uzun ramazan günlerinde bize cenneti yaşatıyorlar desem yanlış olmaz. Maşallah hiç isteyen yok; hep veriyorlar. Karşılığında bizden sadece kendilerine oy vermemizi istiyorlar. Bekara avrat boşamak dedikleri bu olsa gerek. Yine bu seçim döneminde Allah ve peygamberi ağızlarından düşürmeme konusunda ramazan Müslümanlığının yanında seçim Müslümanlığı da iyice kendini gösterdi.

Eskiden vadettiklerinizin karşılığı nerede diye seçmen, gazeteci ve rakip siyasiler sorardı. Bu seçimde kimsenin sormasına mahal bırakmadan "rantiyeciden alacağım" şeklinde yuvarlak cevabı da kendileri veriyor. Buna da kendi çalıp kendi oynuyor denir. İşin garibi seçmen bir şey istemiyor. Bunlar ağlamayana emme vermezler sözünü bir tarafa bırakarak para basar gibi veriyorlar durmadan. Mübarekler sanki gömü buldular. “Atma Recep din kardeşiz, biraz ufak at da civcivler de yesin,” demek lazım. Maalesef bu seçim dönemi vaatlerin havada uçuştuğu, benim vaatlerim senin vaatlerini yener dendiği, Türkiye gerçeklerinden uzak, birkaç oy devşirmek amacıyla ucuz siyasetin yapıldığı bir dönem olarak akıllarda kalacaktır. -cek, -cak edebiyat dönemi de denebilir. Bir tanesi, "Türkiye gerçekleri ortada, vermek için almak gerekiyor. Zira almadan vermek Allah'a mahsustur. Ben sizlere önce acı reçete sunacağım" dese benden oy ve büyük bir aferin alır.

Bu seçim döneminde hemen hemen her kesime mavi boncuk dağıtan siyasilerimiz, en fazla bonusu da öğretmenlere veriyor. Vaatlerden 3600 katsayısını bir tarafa bırakırsak (çünkü nice zamandır öğretmenlerin isteyip alamadığı bir haktır) diğer çoğu kulağa hoş gelse de absürt kaçıyor. İşin ilginç yanı siyasilerimiz ev ödevine iyi hazırlanmış, papağan gibi aynı vaatleri gittikleri her yerde bir bir sıralıyor ve buna kendileri de inanmış görünüyor. Sanırım birileri, bir insan bir şeyi kırk gün boyunca çok istese o isteği yerine gelir, şeklinde bir tüyo vermiş olmalı.

Vaatte emsallerini sollayıp geçen ve son surat yoluna devam eden bir parti lideri -Allah vere de bir duvara toslamasa- bir salon toplantısında vaatlerini sıralarken "Piyasada atanamayan ne kadar öğretmen adayı varsa hepsini atayacağım, sözleşmeli öğretmenliği kaldıracağım, öğrenci ve öğretmen bir kuruş para vermeden sabah kahvaltısını ve öğle yemeğini okulda yiyecek..." şeklinde vaatlerini bir bir sıraladı.  Akşam yemeğini unuttu. Onu da ekleseydi çok daha iyi olurdu. Oldu olacak servis ve ulaşım da bedava deseydi tadından yenmezdi. Ne de olsa eğitim bedava değil mi bizde?

Hasılı, ben bu seçim dönemi kadar seçmenle dalga geçildiğini görmedim. Rabbim hayırlar getire...

*** 12/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.

3 Haziran 2018 Pazar

Cumhurbaşkanlığı Seçimi İkinci Tura Kalmamalı *


Ortalama bir, bir buçuk yılda bir seçim yapar olduk. Her seçim bir gerginlik, gerilim, bir bekleyiş, bir kutuplaşma demektir. Aynı zamanda her seçim bir maliyettir. Seçimde harcanan her para milletin sırtından çıkmaktadır. Sistem değişikliğiyle birlikte cumhurbaşkanı seçmek için yüzde elli bir şartı getirildi. 

24 Haziran seçimlerinde herhangi bir cumhurbaşkanı adayı yüzde elli, artı biri yakalayamazsa iki hafta sonra önümüze yeni bir sandık konacak demektir. Cumhurbaşkanı adayları veya siyasi partiler seçimi iki tura taşımak için var gücüyle uğraşıyorlar. Seçimin maliyeti kendi cebinden çıkacak seçmenin böyle bir oyuna gelmemesi için seçimi birinci turda bitirmesinde fayda vardır. Hele ekonomik verilerin çok iyi olmadığı günümüzde bu ülkenin seçimi iki tura taşıması lükstür. 

24 Haziran seçimlerinde seçmediğimizi/seçemediğimizi iki hafta sonrasında nasılsa seçeceğiz. Durum böyle olunca seçimi uzatarak uzatmalara oynamak macera aramak gibidir. İlk turda seçeceğimiz kişiyi seçip seçim defterini kapatmak lazım. Kapatalım ki başta ekonomi olmak üzere biriken sorunları çözmek için kazanan bir an evvel ellerini sıvasın.

Seçimlerle ilgili üzerinde durulması gereken bir başka husus; Meclis çoğunluğuyla, seçilen cumhurbaşkanının aynı partiden olması gerekir. Şayet Meclis çoğunluğu ile cumhurbaşkanı aynı partiden olmazsa ilk defa uygulayacağımız bu sistem kilitlenir. Çünkü bizde demokrasi kültürü ve asgari müştereklerde buluşma pek görülmez. Cumhurbaşkanı Meclisi, Meclis de cumhurbaşkanına iş yaptırmamak üzere vaziyet alır ve sistem ölü doğar. Ülke hükümet kriziyle boğuşur ve yakında bir seçim daha kapıda demektir. Zaten önümüzde 2019 Martında mahalli idareler seçimi var. Ekonomisi iyi olan bir ülke bile bu kadar seçime kaldıramaz.

Kendimizden ziyade ülkeyi düşünmüş olsaydık 2019’da yapılacak olan belediye seçimlerini de şimdiki seçimlerle birleştirir, bir beş yıl daha seçimle uğraşmazdık. Ama maalesef olmadı. Seçimin maliyeti milletin sırtına binince siyasi partiler seçim yapmaktan pek kaçınmıyor. Seçimde harcanan para kendi sırtlarından çıksa siyasi partiler kılı kırk yarar, maliyetleri düşürmek için uğraşır.

24 Haziranı ve 2019 Martında yapılacak olan seçimleri kazasız belasız bir atlatalım, ardından tüm seçimlerin tek seçimde yeterince sandık koymak suretiyle yapılması için siyasi partileri kıskaca almak lazım. Kazanan beş yıl boyunca yapacaklarını yapsın, beş yıl boyunca erken-geç şeklinde bir seçim konuşulmasın. Çünkü zamanında yapılmayan seçim veya sık sık yapılan seçimler hükümetleri problemleri çözmeye yöneltmez. İşi pansuman tedbirlerle götürmeye çalışır, radikal karar aldırmaz.

* 09/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.