30 Mayıs 2018 Çarşamba

"Bitti, Şunun Şurasında Ne Kaldı?"

Ramazan orucunun 12.günü iftarda bir aileyi misafir ettim. Orucun kolaylığından ve zorluğundan açıldı konu. Şeker hastası olduğu için oruç tutamayan biri, "Bitti, kalmadı. Şurada bitmesine ne kaldı" demez mi? Acı acı gülümsedim. Niçin mi? Çünkü ramazanın bitmesine daha 18 gün var. Bu sözü bayrama 2-3 gün kala söylese eyvallah! Makul bir izah, diyeceğim. Üstelik mübareğin kendisi oruç tutmuyor. Bunu oruç tutan biri söylese yine evelallah! Sayılı günler çabuk geçer diyeceğim. 

Daha bundan daha beteri var. Ramazanın ikinci günü iftarı açtım. Yanımda benimle birlikte iftarını açan, "Bitti, şurada ne kaldı" demez mi? Hoppala, dedim. Yahu daha var 28 gün. İki gün kalsa tamam diyeceğim, dedim. "Olsun, ne kaldı şurada" diye cevap verdi.

Bu iki "Bitti, şurada ne kaldı" cevaplarına benim serzenişim. Oruçla bir derdim yok. Zira sırtımızda taş taşıyarak, tarlada ekin kaldırarak, bedenen çalışarak oruç tutmuyoruz. Oturduğumuz yerde; gölgede, terlemeden oruç tutuyoruz. Keremi ne şükür! Hiçbir zorluğunu görmedim. Beyinde bitirirsen kolay bir ibadettir. Yok, gece-gündüz oruçla yatar, kalkarsak yani beyinde bitiremezsek böyle bir oruç, zor mu zordur! Ama ne olursa olsun nefse ağır gelen bir ibadettir oruç. Baktığın ve durduğun yere göre hem kolay hem de zor bir ibadettir.

Orucun büyük bir kısmı daha dururken ""ne kaldı" denmesinin izahı gelişigüzel verilen bir cevap olsa gerektir. Bu iki cevap bana, eski zamanın Erzurum'unda meydana gelen bir anekdotu hatırlattı: Kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı eski ramazanlarda ramazan orucu, imamın “Yarın ramazana başlıyoruz” anonsuyla duyurulurmuş. Yine imamın duyurusuyla bayrama girilirmiş. Oruca böyle bir ortamda başlandığı Erzurum’da ihtiyar bir kadın, ramazanın bitimine son üç-beş gün kala kapının önüne oturarak “Ey şehri ramazan! Dana dün geldin, ne çabuk gidiyorsun? Şöyle ne iyiydik…” şeklinde kendince bir tekerleme ile ramazanı uğurluyor. Kayınvalidesinin bu durumunu gören gelini, kaynanasına bir şaka yapmak ister: “Anne anne! Hoca, bu sene orucu yanlış başlatmış, daha bir hafta daha tutacakmışız, haberin olsun” demiş. Bunu duyan ihtiyar kadın: “Gidinin imamı! Orucu niye erken başlattın, şimdi ben bu halimle daha bir hafta nasıl oruç tutacağım” diyerek imama verip veriştirmeye başlamış.

Şimdi orucun daha başında “Bitti, şurada ne kaldı” diyenlere eski zaman olacak ki samimiyetlerini test etmek için tam şaka yapmanın zamanı. Merak ediyorum tavırları ne olurdu? Ama böyle bir ortam yok şimdi. Aylar öncesinden oruca ne zaman başlanacağını, ne zaman biteceğini cümle âlem biliyor. İlla hocadan işitmek gerekmiyor.




Büyükşehir Belediyelerine Açık Mektup

Gündelik hayatta kullandığımız ve kullanmak zorunda olduğumuz zaruri ve lükse kaçan hayatımız var. Zorda kaldığımız zaman lükse kaçan tasarruflarımızı dizginleyebilir, rahatımızdan ödün verebiliriz. Ama bazı zaruri ihtiyaçlarımız vardır ki tasarrufu olmaz. Ekmek ve su bunlardan sadece iki tanesidir. Günlük ve anlık kullanılmazsa hayat durur.
Zaruri ihtiyaçlarımızdan ekmek bir devlet politikası haline geldi. Mümkün olduğu kadar gramajıyla oynansa da ekmek fiyatları makul bir seviyede tutuluyor. Buna rağmen dar gelirli birçok aile günde üç öğün hemen ekmekten tasarruf etmek için bakkal ve fırınlarda kalan bahar ekmekten almak suretiyle kendi kendine hayata tutunmaya çalışıyor. 

Ekmekte bayat ekmek satın alma ve yeme bir noktaya kadar bir çözüm olabilir. Ya du kullanımı konusunda vatandaş ne yapacak? Temizlik ve içmenin olmazsa olmazıdır su. Bizim için vazgeçilmez bir nimettir. Hatta tıpkı ekmek gibi kutsaldır bizim için. Zaten bu yüzden bir bardak su verene "Su gibi aziz ol" deriz. 

Günümüzde metreküp fiyatı aylık değişiyor evlerimize gelen şebeke suyunun. Her ay gelen su faturaları bir önceki aya rahmet okutur türden. Sanırım belediyeler aylık otomatiğe bağladı su fiyatlarını. Vatandaş ne kadar tasarruf yapsa da bir yere kadar suda tasarruf yapabiliyor. Ama nereye kadar? Zira fayda da sağlamıyor. Çünkü her ay katmerli geliyor. Merak ettiğim belediyeler suda yaptıkları fiyat ayarlamasını zevkine mi yapıyor, yoksa maliyetler kurtarmıyor mu? Ya da sudan kar mı ediyor belediyeler? Borçlarını kapatmak için suya mı dokunuyor belediyeler? Nasılsa zorunlu tüketimdir su, vatandaşın eli mahkum. Belediyelerimiz önceki yıllarda sudan zarar edip zam mı yapmıyorlardı, bugün mecbur mu kalıyorlar suya dokunmada. Yoksa bir oyun mu var bu işin içinde?

Belediyelerimiz her geçen gün astronomik olan su fiyatlarında vatandaşın belini büken bu durumu bir güzel izah etmeli. Çünkü vatandaş muzdarip bu konuda. Su fiyatlarını makul bir seviyeye indirme veya makul bir seviyede tutma için imkanlarını zorlamalıdır. Yoksa bu gidişle suya dokunamayacağız. Çünkü serinlesin diye uzattığımız elimizi ve cebimizi yakmaya devam edecektir. Bu işler, enindensen karar çıkartarak suyun metreküp fiyatını yükseltmekle olmaz. 

Suyun vatandaşa makul bir seviyede verilme imkanı yoksa elektriğe, doğalgaza, ekmeğe zaman zaman el atan devlet su fiyatlarına da el atmalıdır. Su işi belediyelere ve onların insafına terk edilemeyecek kadar elzem bir konudur. Şayet belediyelerimiz su fiyatlarını yüksek tutarak vatandaşın bilinçlenmesini istiyor ve bu şekilde cebine dokunmak suretiyle suda tasarruf sağlamayı amaçlıyorsa -eğer tasarruf gibi bir dertleri var ise- tasarrufa ilk önce kendileri riayet etsin. Özellikle bol su yutan, bana mısın demeyen çim ekiminden vazgeçmelidir belediyeler. Hele yağmur yaparken park ve bahçelerdeki çimleri sulamaya kalkmasın. Ehli tarafından yapılmayan park ve bahçelerdeki ağaç ve çimlerden ziyade kaldırım ve yolları sulama işinden bir an evvel vazgeçsin. Umarım belediye yetkilerimizin gözönünde cereyan eden bu su işlerini izah edecek makul bir açıklaması vardır.

29 Mayıs 2018 Salı

Yüksek Su Faturalarına Karşı Tasarruf Tedbirlerim: Ya Tutarsa...

Üç kişilik haneme 32 günlük su bedeli 72 TL gelince tasarruf tedbirlerini devreye koydum hemen:
1.Soluğu tatlı su çeşmesinde aldım. 
2.Yapabilirsem el, yüz vb. temizlik ihtiyaçlarımda kullanmak üzere evimde bol miktarda ıslak mendil bulundurmak istiyorum. (Terledin mi ıslak mendili kullan ve at. Üstelik daha ucuz. Atık su bedeli derdi de yok.)
3.Abdest ve gusül için günümüz hocalarından fetva alabilirsem su yerine teyemmüme başvuracağım.
4.Wc ihtiyacını gidermek için işyerindeki wc'yi veya cami vb. umum yerleri kullanmayı alışkanlık haline getireceğim. Özellikle belediyemizin bedava yaptığı wc'leri kullanmak...

Eğer ben bunları yapmazsam belediye ocağıma incir dikecek.
*
Yüksek gelen su faturalarından kurtulmak için pintilik derecesinde uygulayacağım tasarruf tedbirlerini gören, "İyi, hoş, güzel! Abdest ve gusül için teyemmümü, terleme için ıslak mendili, içecek su için tatlı su çeşmesini, wc ihtiyacını gidermek için umum wc'leri kullandın. Kirlenen çamaşırları ne yapacaksın" diyebilir. Biz bir yola girmişsek onu da düşünürüz evelallah!

Evde kirlenen çamaşırları su kullanmadan nasıl tekrar giyerim? Bu konuda adını-sanını bilmediğim, bazılarına göre kader kurbanı denen bir cezaevi sakini akıl hocamdır. Sonradan bizi üzen Hüseyin Üzmez hapishane anılarını anlatırken bir mahkumdan bahsetmişti: Mahkumlar, kokudan yanına varılmayan bir mahkumu şikayet için gelirler Hüseyin Üzmez’e. “Hüseyin ağabey! Şu adam seni sayar, sever. Biz söylüyoruz bir türlü temiz elbise giymiyor. Pis pis kokuyor. Söyleseniz de elbisesini değiştirse…” demişler. Çağırdım genci yanıma: “Bak senden cezaevi şikayetçi. Sen niye elbiseni değiştirmiyorsun, Ayıp değil mi” demiş. Mahkum, “Daha sabah değiştirdim” deyince “Sen hele şu temiz elbiselerini bir göster demiş Hüseyin Üzmez. Mahkum, yastığının altındaki elbiseleri göstermiş: “Aha ağabey! Temiz elbiselerim burada” demiş. Üzmez, mahkumun elbiselerini bir güzel incelemiş, hepsi kokuyor. “Bunlar mı temiz olan elbiselerin” demiş. Evet, cevabını almış. Ardından “Sen bu elbiseleri nasıl temizliyorsun” diye sormuş. Genç, “Ağabey, ben elbiseleri temizlemiyorum. Giydiğimi yastığımın altına koyuyorum, daha önce çıkardığımı da giyiyorum. Birkaç gün giydikten sonra giydiklerimi çıkarıp yastığımın altına koyuyorum, eski çıkardığımı giyiyorum tekrar” demiş.

Hikayenin sonrasını bilmiyorum. Genç kirli çamaşırları temiz diye tekrar giymeye devam etmiş mi yoksa çamaşır yıkamayı kendisine öğrettiler mi bilmiyorum. Ama kıssadan hisse… Mademki sudan tasarruf edeceğiz. Sonucu çevreyi kokutmaya devam etse de alın size bir çözüm: Su kullanmadan, çamaşırları yıkamadan ve masraf etmeden, emek sarf etmeden üstelik…Siz yeter ki çözüm isteyin...