29 Mayıs 2018 Salı

Bazıları Daksil Kullanmayı Ne Çok Seviyor!


Derse girip defteri imzalayacağım. Daha defteri açmadan elime bir şeyler bulaştı. Nereye dokunursam elim yapış yapış. Ne var bu elimde, elim nereye temas etti diye düşünürken defteri açtım. Sağa sola bulaşan, bulaştığı zaman sülük gibi olan, bir müddet sonra siyah bir renge bürünenin daksil olduğunu anladım. 

Benden önce derse giren öğretmen -nasıl becerdiyse- haftanın ilk günü olan pazartesiye yoklama yazacağı yerde haftanın son günü olan cuma gününe yoklama almış. Yanlış yere yazdığını anlayan öğretmenin imdadına daksil hızır gibi yetişmiş. Çünkü ona göre hatayı telafi edecek bildiği tek yöntem budur. Cebinde ve çantasında deftere yazacak, imza atacak kalem bulundurmayan bu tipler nedense çantalarında daksil bulunduruyorlar, ya da öğrenciyi okul idaresine göndererek daksil istetiyorlar. Yeni çalıştığım okulumda bazı öğrencilerin çantasında bu daksilden bulundurduğuna şahit oldum. Demek ki bazı öğretmenler daksil isteye isteye öğrenciler lazım oluyor diye çantalarında daksil bulundurma yoluna gidiyor.

Dagsil niçin kullanılır? Dolma kalem veya tükenmez kalemle yaptığımız hata ve yanlışı yok etmek için. Pekiyi yaptığımız hata ve yanlışlar daksil kullanmak suretiyle yok oluyor mu? Keşke yok olsa! Veya yapılan yanlışlık, yapılan yer ile kalsa! Ya da hatamı telafi edeceğim diye daksili kullananlar, daksili kullanmayı bilse! Çünkü daksili kullanmak da bir marifet ve sanattır. Bir defa daksili kullanan yoğurt sürer gibi sürmeyecek deftere. Haydi sürdü diyelim, kurumasını bekleyecek. Şayet beklemeyip de defteri kapatırsa seyret bundan sonrasını artık. İki sayfa birbirine yapışmıştır. Uğraşıp açarsın. Eline bulaşan da sana bonusudur. Uzun bir süre elinde hamur gibi yapışır durur. Su ile de kolay kolay çıkmaz. Bir müddet sonra elinde simsiyah bir görünüme kavuşur. Daksil kullanılan yer, “Burada bir hata yapılmıştır, görülmesin diye silinmiştir” dercesine görene sırıtır durur.

İnsan hata yapamaz mı? Yapar elbet. Çünkü beşerdir ve şaşar. Pekiyi hatalarımızı nasıl yok edeceğiz? Çünkü silgi ile silinmez tükenmez kalemle yapılan yanlışlık. Bunun yolu yanlış yaptığımız yerin veya yazının üzeri bir veya iki çizgi ile çizilir ve yanına “Bu hatayı ben yaptım, düzeltiyorum” diyerek paraf yapılır. Yazıyı gören yanlışı görür, fakat bu yanlışın bir anlamı yok, çünkü hata yapan hatasını sehven demek suretiyle düzeltmiş; doğrusunu yanına, altına yeniden yazar. Kimi de yaptığı hatayı düzeltmek için yanlışın üzerini okunmayacak şekilde karalar. Bunu gören acaba burada ne yazılmıştı diye merak eder durur.

Yapılan yanlışlık ister daksil ile ister üzeri iyice karalamak suretiyle düzeltilme yoluna gidilsin, bu tasarruf; yanlış bir harekettir, evrakta tahrifattır. Resmi işlerde asla kullanılmaz ve başvurulmaz. Bunu en iyi öğretmenlerin bilmesi gerekir.

Gündelik hayatta ve özel sektörde daksili anlarım ama resmi işlerde asla yeri yoktur.


Ramazan Orucu Eylül Ayına Sabitlenebilir mi? *

Bayraktar Bayraklı’yı bilirsiniz veya en azından duymuşsunuzdur: İlahiyat alanında uzmanlaşmış ve kariyer yapmış bir bilim adamımızdır. Kur’an’ın anlaşılmasıyla ilgili “Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri” isimli 22 ciltlik bir tefsir kitabı var. Farklı söylemleriyle zaman zaman televizyonlarda görürüz kendisini. İlim adamlığına şapka çıkarırım. Zira ömrünü ilahiyat alanına vakfetmiş biri. Kendisini konu edinmemin sebebi “Ramazan orucunu eylül ayına sabitleyebiliriz. Ramazanın on gün önce gelmesinin manevi bir değeri yoktur.” şeklinde sarf ettiği sözdür. Duyar duymaz hoppala dedim. Böyle bir görüşü serdetmesi Hocamızın tecrübesine yakışmamıştır.

Ramazan orucu, subuti kati ve delaleti kati ibadetlerimizdendir. (Yorum ve tevile ihtiyaç duyulmayacak şekilde kesin bilgi.) Zira Allah Bakara süresi 185.ayette, (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir, buyurmaktadır. Yine Allah Rahman süresi 5.ayette “Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.” demek suretiyle Güneş ve Ay’ın bir hesaba göre hareket ettiğini belirtmektedir. Güneş’e göre yapılan hesap ve kitap olduğu gibi Ay’a göre de hesap ve kitap yapılmaktadır. Nitekim namaz vakitlerinin belirlenmesinde Güneş’i esas alırken oruç tutmada ise Hilal tek kriterdir. Nitekim Peygamberimiz, “Hilali görünce oruç tutun, yine Hilal’i görünce orucu bırakın” buyurmak suretiyle oruç tutmada Hilal’in hesaba katılması gerektiğini ifade etmiştir. Hal böyle iken “Ramazan, Arap aylarının 9.ayıdır. Miladi takvime göre eylül ayı 9.ay olduğuna göre her yıl ramazan orucunu eylül ayına sabitleyebiliriz" demek düz mantıktır, Aristo’nun klasik mantığından çıkarılabilecek zorlama bir sonuçtur.

Sayın Bayraklı’nın televizyonda irticalen söylediği “Orucu eylül ayına sabitleme” fikrinin halk nezdinde ve din nezdinde bir kıymeti harbiyesi yoktur. Ramazan ayının hicri takvime göre her yıl on bir gün önce gelmesinin sebep ve hikmetini bilmek için illaki bunun ilmini okumak gerekmez. Anadolu’nun mektep görmemiş elleri nasırlı dedesi ve nenesi bile bilir bundaki hikmeti. Zira bu konuda nass açıktır. Ramazan her yıl on bir gün önce gelmek suretiyle insanımız yılın uzun-kısa, soğuk-sıcak her gününde oruç tutmaktadır. Ramazanı eylüle sabitlemek bu ibadeti zorlaştırır. Çünkü her meslek grubunun farklı bir hasat zamanı vardır. Sürekli eylülde tutulacak bir oruç bazı meslek gruplarını olumsuz etkileyecektir.

Bir fıkıh deyimi olan "Subuti kati, delaleti kati"  konularında "bana göresi" olmaz bir defa. Ramazan orucu da bu ibadetlerdendir. Üstelik ibadetlerde kıyasa gerek yoktur. Zira hüküm açıktır. “Ben söylerim, zira bu işi biliyorum” denirse sırıtır kalır belleklerde. Bunu söyleyen işinin ehli Bayraktar Bayraklı da olsa halk nezdinde gülünç duruma düşer. Hasılı Sayın Bayraktar Bayraklı’nın orucu sabitleme fikri de karşılığı olmayan bir görüştür. Kendisine bu konuda katılmıyorum. Umarım yanlış yorumladım, der.

* 30/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


28 Mayıs 2018 Pazartesi

Partilere En Büyük Zararı Fanatik Taraftarları Veriyor

Adam ne vekil adayı, ne vekil aday adayı, ne cumhurbaşkanı adayı, ne bir partinin il veya ilçe başkanı bulunduğu yerde gece-gündüz tuttuğu partisi adına seçim propagandası yapıyor; doğru-yanlış demeden sosyal medyadan partisi lehine, diğer partiler aleyhine paylaşımlarda bulunuyor. Her türlü itham, iftira, töhmet gırla gidiyor. Kendi görüşünü destekleyen bir paylaşım, slogan görmüşse "Acaba bu adam bunu söylemiş olabilir mi" demez hemen paylaşım, beğeni ve yorum yapar. Bazı paylaşımlar var ki akıllara ziyan. Maalesef algı oluşturmak üzerine bir el tarafından servis edilen bu tür paylaşımların albenisi ve müşterisi var.
Bir insan düşmanlık yaparken de mert olmalı, bir görüşü savunurken de gözü kör olmamalı. 

Siyasi partilere veya bir görüşe yarardan ziyade zarar veren paylaşımlardır bunlar. Bu tür paylaşımları gören kendi savunduğuna biraz daha bağlanıyor. Ben bu tiplere partilerin fanatikleri diyorum. Tüm rakipleri bir araya gelse partisini savunduğunu sanan bu zavallının partisine vereceği zarardan fazla bir zararı veriyor partisine. İşin garibi bu tür paylaşımlardan haberdar olmasına rağmen partiler sesini çıkarmıyor.

Üzerine vazife olmadığı halde sosyal medyada partileri hakkında ifrat ve tefride kaçan bu kişilerin eline geçecek bir şey de yok. Partilerin gönüllü ve fahri bu savunucuları, akıllara ziyan bu tür paylaşımları niye yapar? Düşünüyorum düşünüyorum, aklıma "Partim başa gelirse bana bir makam ya da mevki verir," ya da "Partim yeniden iktidar olursa mevcut mevkimi koruduğum gibi daha yükseğine de gelirim" hesabı yapılıyor olsa gerek. Yoksa partiler el altından bu kişilere pata verip sosyal medyada bizi ölümüne savunun mu diyor.

Sosyal medyada olur olmaz siyasi paylaşım yapan bu yandaşlar kendilerine yazık ediyorlar. Keşke zamanında istifa etselerdi de bu yeteneklerini meydanlarda halk ile paylaşsalardı. Sanırım bu tipler de tıpkı benim gibi cesaret edip istifa edemediler. Geriye kala kala körler ve sağırların birbirini ağırladığı, bugüne kadar kimsenin kimseyi ikna edemediği ucuz mücahitlik kısmı kalıyor. Oturduğu yerden mangalda kül bırakmıyor bu tipler. Keşke farkına varsalar da yeterince kirli olan sosyal medyayı daha fazla kirletmeseler.