5 Mayıs 2018 Cumartesi

Kem Âlât ile Kemâlât Olmaz *

Yazın uzun günlerinde gerilimi yüksek bir seçim yapacağız. Daha aday belirleme sürecinde uygulanan taktikler, rakiplere atılan çalımlar şimdiden yüzünü göstermeye başladı. Her seçim biz de ölüm-kalım meselesidir zaten. Bu, sanki daha çetin geçeceğe benziyor. Çünkü bu seçimde önü açılan ittifaklarla birlikte bloklaşma ve kutuplaşma daha belirgin olacak gibi.

Demokrasinin olmazsa olmaz seçimlerini nedense centilmenlik üzerine oturtamadık bir türlü. Şenlik havası içerisinde yürütemedik.  Mutlaka kıracağız, dökeceğiz; rakiplerimize belden aşağı vuracağız. Gerçi vurma, kırma olmazsa "Bu ne biçim seçim! Hiç seçim havası yok” deriz. Sade ve sakin bir seçimi ne siyasilerimiz ister, ne de seçmen! Üstelik bu seçim çalışmaları ramazan ayında yapılacak. Bir taraftan oruç tutup dini vecibemizi yerine getirirken diğer taraftan birbirimizi mat etmek için uğraşacağız. Ben bu seçim atmosferine ramazan ayının damga vurmasını istiyorum. Çünkü orucu niçin tutarız? Nefsimizi terbiye etmek, ramazanın manevi ikliminden faydalanmak için değil mi? Çünkü bizim için ramazan “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennem azabından kurtulmaktır.” İbadet ve bereket ayı olan ramazanın siyasi çekişmelere ve atışmalara kurban edilsin istemiyorum.

Ortamı geren genelde siyasi liderlerimiz oluyor. Çünkü gerilim olmazsa pasif olarak değerlendirilir. Seçmen olan bizlerin de liderlerden geri kalır tarafı yok. Hep böyle mi gitmeli bizim seçim sathı mailimiz? Doğruların söylendiği, çalışmaların kişiselleştirilmediği, ortamın sakin ve tarafların birbirine saygılı olduğu, kişilerin onurlarının korunduğu, seçildikleri takdirde yapılacakların anlatıldığı bir seçim atmosferi meydanlara hakim olsun istiyorum. Tam ramazanın şanına yakışır türden olsun. Ramazanın ruhuna uygun olmayan hal ve hareketlerden uzak durulsun istiyorum. Rakibimizi lime lime etmek için her yolu mubah sayan bir anlayış ramazanın manevi iklimine terstir. Ene duygusu girer işin içine. Benlik duygusunun ve kazanma hırsının ön planda olduğu bir vücudun tutacağı oruç kişiye aç ve susuz kalmasının ötesinde bir şey kazandırmaz.

Açlık, susuzluk ve bedenin zayıf düşmesi insanı daha gergin bir duruma sokabiliyor. Hele oradan oraya koşturup çalışma yapacak seçileceklerin işi bu durumda daha bir zor. İstediğim siyasilerimizin zoru başarmalarıdır. Sanırım kendileri de Allah’ın bir emri olan orucu tutacaklar. Oruç tutmayacaklarsa bile seçmenlerinin çoğunun oruçlu olduğunu hesaba katmaları gerekiyor. Rakipleri mindere çekip belden aşağıya vurmaya kalkarsa “Ben oruçluyum” diyebilmeliler.

Siyasilerimiz şunu bilsin ki bu halkın yüzde 80’i seçimde kime vereceğini daha siz mindere çıkmadan belirledi bile. Sizin hitap edeceğiniz ve seçim sonuçlarına etki edecek olan kesim yüzde yirmiler civarındaki kararsız seçmendir. Bu seçmenleri etkilemenin yolu da bağırarak çağırarak seçim propagandası yapmak değildir. Bunun için ilk önce ülkenin çözülmesi gereken sorunlarını tespit edin. Sonra bu sorunları nasıl çözeceğinizi anlatın, yerine getiremeyeceğiniz vaadi seçmene sırf kazanma uğruna vermeyin. Konuşmalarınızda rakiplerinizin sözlerine de yer verin. Hatta meydanlara çıkmadan önce seçim startınızı birbirinize başarılar dileyerek tüm siyasiler birlikte verin. Unutmayın ki sizin seçim kazanmanızdan daha önemli olan bu ülkede barış ve hoşgörü ikliminin hakim olmasıdır. Zor ama çalışmalarınıza ramazanın manevi havasının ışık tutmasını istiyorum. Sizden istediğim seçimden sonra birbirinizin yüzüne bakamayacağı şeyleri birbirinize söylememeniz. Yani bize bayramı zehir etmeyin lütfen! Çünkü kem âlât ile kemâlât olmaz.

* 07/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






4 Mayıs 2018 Cuma

Siyaset Başkasının Dümen Suyuna Girilen Bir Yer Olmamalı! ***


Ferruh Bozbeyli, 1961-1977 yılları arasında Meclis’te bulunmuş siyasetimizin renkli simalarından biri. Siyasete,1961 yılında Adalet partisinde başlamış, parti lideri Demirel’in muhalefetine rağmen muhalefetin de oylarını alarak Türkiye’nin en genç Meclis başkanlığını yapmış, bu görevi 5 yıl yaptıktan sonra kendi isteğiyle Meclis başkanlığından ayrılmış ve bir kısım arkadaşıyla birlikte partisinden istifa etmiş, 1971 muhtırasının Meclis’te okunmasına karşı çıkan iki kişiden biri olmuş, demokrasiye yaptığı katkılardan dolayı kendisine “Yalnız Demokrat” denmiştir. 1971 yılında arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Demokratik Partinin genel başkanlığına getirilmiş, partisi 1977 seçimlerinde başarılı olamayınca önce genel başkanlıktan, ardından da aktif siyasetten çekilmiştir. Mezara kadar aktif siyaset yapmakta olan siyasilerimize duyurulur.

Siz Ferruh Bozbeyli’yi ne kadar tanıyorsunuz bilmiyorum Ben de kendisini birkaç yıl önce bir TV programında konuşurken tanıdım. Hoşsohbet ve samimi konuşmasını görünce dinlemeye koyuldum. Aklımda kaldığı kadarıyla sizinle paylaşmak istiyorum: Adalet partisinden ayrıldıktan sonra arkadaşlarıyla birlikte Demokratik Partiyi kurduklarını, kendisinden partinin genel başkan olması istendiğini, kabul etmediğini, ısrarları geri çevirdiğini anlatıyordu. Devamında, “Bir gün ofisimde çalışıyorum. Yanımda babam da var. Odama gelip efendim, falan ilden kalabalık bir heyet gelmiş, sizinle görüşmek istiyor. Aldım odama. Bana “Sizi partimizde genel başkan görmek istiyoruz.” dediler.   Günde birkaç heyet bu şekilde gelip-gidiyor, hepsi de partinin başına geçmemi istiyordu. Tezahüratlar da o biçimdi. Günlerce devam eden kalabalığı gören babam, ‘Oğlum! Bu halkın karşısında durulmaz, bu halk seni istiyor, başkanlığı kabul etmen gerekir’ dedi. Mecburiyetten kabul ettim ve partinin genel başkanlığına geçtim. Daha sonra öğrendim ki bana oyun oynamış bizim partililer. Her gün benimle görüşmek için gelen heyet aynı heyetmiş, kalabalığın önüne 5-6 farklı kişi geçiriyor, benim karşıma gönderiliyormuş. Ben dolduruluşa getirildiğimi partinin başına geçtikten sonra anladım ama iş işten geçmişti.”

Uzattım biliyorum. Çünkü niyetim Ferruh Bozbeyli’yi anlatmak değildi. TV konuşmasında dikkatimi çeken “Beni dolduruşa getirdiklerini nice sonra anladım” demesi. Dolduruşa getirildiğini kabul eden herhalde ender siyasilerimizdendir. Bugün dolduruşa gelen öyle siyasilerimiz var ki Sayın Bozbeyli’ye rahmet okutur cinsten. Son günlerde orta yerde gezip dolaşan, ilkeli siyaset yaptığını sanan bir siyasimiz var: Gitmemesi gereken yerlere gidiyor, görüşmemesi gereken kişilerle görüşüyor, fikri-zikri uyuşmayan/aynı kazana atsalar kaynamayacak kişilerle ikili-üçlü görüşmeler yapıyor, TV’ler kendisinden konuştukça, kendisi hakkında övücü sözler söyledikçe halkın bana ilgi ve alakası var, beni istiyor, siyasette benim bir ağırlığım var, diyerek coştukça coşuyor. İşin garibi aynı düşüncede olduğu kişilerin “Birlikte çalışalım” teklifini bir güzel reddedip kendisine ve düşüncesine yabancı zihniyetlerle ortak iş yapmaya kalkıyor. Anlayabilene aşk olsun! Birileri, “Bunları nasıl bölebilirim” hesabı yaparken o kimse dolduruşa geldiğinin farkında bile değil ve iyi bir iş çıkardığını sanıyor.

Yazık gerçekten yazık! İnsan; nerede, kiminle, niçin durduğunu bir güzel tartmalı diye düşünüyorum. Birlikte iş yaptığı insanların yanında sırıtıp kalmamalı. Aynaya bakıp “Dün yüzüme bakmayanlar, bugün bana niçin ilgi gösteriyorlar ve ben kimi üzüyor, kimi sevindiriyorum” diye düşünmeli her şeyden önce. Bu kimsenin bugün yaptığı siyaseti görünce geçmişin renkli siması Ferruh Bozbeyli’yi hatırlamış oldum. Kendisi yaşıyor bildiğim kadarıyla. Allah rahmet eylesin kendisine.

*** 08/05/2018 tarihinde Barbaros ULU ismiyle Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

3 Mayıs 2018 Perşembe

İstenmeyen Kişinin Davette Ne İşi Var?

Akşama davet vardır. Davet demişsek ziyafet! Adam ne giyeyim diye epey bir düşündükten sonra en güzel elbisesini giyer ve yola çıkar.

Yolda bir tanıdığına rastlar. Hoşbeşten sonra bir dostluğunun yemeğine gittiğini, istersen beraber gidebileceklerini söyler. Davetli yanında davetsiz biriyle birlikte davet edilen haneye doğru yollanır. Önlerine bir başkası daha çıkar. Davete gittiklerini söylemek zorunda kalırlar. Adam, "Bende gideyim sizinle, ha iki olmuşuz, ha üç. Ne fark eder?" der. Gönülsüz de olsa "eh" demişler. Ne de olsa üç kafadarlar. Çoğu zaman yedikleri, içtikleri ayrı gitmeyen arkadaşlar. Fikir ve zikirde de aynı yolun yolcuları. Giderlerken çok samimi olmadıkları, uzaktan tanıdıkları, kolay kolay bir araya gelmedikleri biri peşlerine takılır. Davet olduğunu duyunca "Ben de gideyim" der. "Olur mu arkadaş? Birimiz davetliyiz, zaten biz üç kişi olduk. Dördüncü kişi ayıp olur. Adama biz ne diyeceğiz" şeklinde endişesini dile getirmiş esas davetli olan. "Merak etmeyin siz? Zira ev sahibi beni tanır" diyerek takılmış peşlerine bu dördüncü davetsiz misafir de.

Davet edilen eve varınca dörtlünün davetli olanı zile basar. Kapıyı hane sahibi açar. Bir kişiyi bekleyen ev sahibi karşısında dört kişiyi birden görünce şaşırır:
—Haydi seni ben çağırdım, geldin; sen de bunun arkadaşısın, yanına takıldı geldi; şu da bunun  arkadaşı. Eh diyelim! Pekiyi, şunu niye getirdiniz der. (Edebimden yazamadım. Zira burada küfür var.)  Hep birlikte arkalarına takılan dördüncü kişiye bakışırlar, ne diyecek diye. Adam pişkin bir şekilde:
---Demedim mi o beni tanır diye cevap verir ve mecburen sofraya oturur.

Bakarsınız davetli-davetsiz bu dörtlü, bu vesileyle muhteşem bir dörtlü olur. Midesi götürmüşse istenmediği, ayıp karşılandığı yerde karnını doyurmuş olur.

Bu kadar yoğun gündem varken bu fıkra “Ne alaka? Dam başında saksağan,” diyebilirsiniz. Gündemle alakalı mı bilmem. Belki de ben davet bekliyorumdur; ister davetli, ister davetsiz...fark etmez benim için. Boş verin siz davetsizi, beni davet etmeye bakın. Gündemle alaka kurmayı da ihmal etmeyin, derim.