15 Ocak 2018 Pazartesi

Güvendiğimiz dağlara karlar yağmaya devam ediyor hep ***

Ülkemizde birbirimizle ilişkimiz, alışverişimiz, tamir vb. işlerimiz genelde güven esasına dayalıdır. Bunun için tanıdık veya tanıdığın tanıdığını arar buluruz. Güvendik mi ölümüne güvenir, ölümüne gideriz yanına. Bir başka kapıya adım atmadığımız gibi başka yerden de kolay kolay fiyat sormayız.

Gireriz tanıdığımızın yanına, bir taraftan bize ikram edilen çayımızı yudumlarken gözümüz kapalı alırız gerekli olan ve olmayanı. Bir taraftan da ortak tanıdıklarımızın muhabbetini yaparız. İş ödemeye gelince "Durumun müsait değilse sonra da alırız" şehir teklifi yapılır bazen. Çok hoşumuza gider bu teklif. Sonsuz güven gibi algılarız bu ilgiyi. Hele bir de "Efendim, başkasına şu fiyattan veriyorum, siz tanıdıktan öte aile dostumuzsunuz, size şu fiyattan yazdım" deyince moralimiz yerine gelir, zaten pazarlık bile yapamayız. Zira adı üzerinde tanıdık. pazarlık mı yapılır? Biz onu, o bizi tanıyor ne de olsa. Ödemeyi yapar çıkarız.

Alışverişten çıktıktan sonra ödemenin biraz tuzlu olduğu aklımıza dank eder. "Niyetimizi bozmayalım, adam tanıdık, bize mi pahalı verecek, daha neler!" diyerek kendimizi ikna etmeye çalışırız. Biz içimizde pahalı mı aldık, ucuz mu aldık muhasebesi yaparken evimize gelen veya aldığımızı gören bir başka dostumuz "Hayırlı olsun, güzel görünüyor, kaça vardı?" diye sorduğunda bize mal olan fiyatı söyleriz. "Pahalı değil mi? Siz pahalı almışsınız. Bu aldığınız falan yerde şu fiyat" deyince 'Efendim markası farklıdır, bizimki şu marka' şeklinde savunuruz. Olayın iç yüzünü deşeledikçe aynı marka olduğu ortaya çıkar. Sonunda bir dost kazığı yediğimiz ortaya çıkar. "Bir daha mı, bedava verse de gitmem artık' deriz. Aramızda soğuk rüzgarlar esmeye, yanına uğramamaya başlarız. yanına varsak da içimizde hep bir ukde kalır. Giden paradan ziyade yapılan muamele zorumuza gider. Hatta yeni bir şey alacağımızda dostumuzdan habersiz bir başka yerden alır, geçer gideriz. Haberi olduğunda kararsa da ne demişti atalarımız, "Dostunla ye, iç, ama alışveriş yapma!' En iyisi bu deriz.

Gerçekten bizim bu halimiz hiç değişmeyecek mi? İnsanlar hep dost veya tanıdık kazığı mı yiyecek? Bu işe tanıdıklar bir dur demeyecek mi? "Yarın haberi olursa biz yüz yüze bakacağız" diye düşünmüyorlar mı? Ama gördüğüm kadarıyla para tatlı geliyor; kazanma hırsı gözlerimizi, basiretimizi bağlıyor.

Geçen hafta bana göre gereksiz çocuğuma göre gerekli bir şey aldım. Şu aksesuarını, bu aksesuarını da alalım, almışken tam olsun derken 6 bin lirayı buldu alacağımız. Bu aletin içine bir yükleme yapılması gerekiyormuş, aldığım yerde 500'e yüklüyorlarmış. Aradım tanıdığımı, durumdan bahsettim. "Yazık olur o vereceğiniz paraya, biz onu cüz'i bir miktara, 100 liraya yaparız, sen al gel buraya dedi. Götürdüğüm zaman tanıdığım yokmuş, ortağı varmış. Adamcağız saatlerce uğraştı, didindi, yapılması gerekeni yaptı. O uğraştıkça içimden "Tanıdık da yok, şimdi bu adam bizden daha fazla para isterse, ortağın şu kadar fiyata yaparız demişti desem ayıp olur, üstelik saatlerce uğraştı, sonra adamı tanımıyorum, bir yabancı, bakalım hayırlısı" derken iş bitti, borcumuz ne kadar dedim. "40 lira ağabey borcunuz" demez mi adamcağız. Parayı verdim eşyamı alıp çıktım. Ben içimde farklı dünyaları yaşarken daha 15 yaşındaki çocuğum aradaki fiyat farkının farkına varmış olmalı ki, "Baba! Bu nasıl iş, hani cüz'i bir miktara, yüz liraya yapılacaktı" dedi. Yani içimdeki hayıflanmamı dışa vurdu.

Kimsenin kazandığında falan gözüm yok. İnanır mısınız, para önemli değil, 6 bin lirayı gözden çıkaran, firmadan 500'e yüklemede yaptırtır, ya da tanıdığın dediği yüz lirayı da verir. Düşünüyorum da keşke 6500 lirayı verip hepsini firmaya yaptırmış olsaydım da tanıdığın bana yüz lira fiyat çekmesine şahit olmasaydım. İnsanı yıkan da bu maalesef. Aradaki 60 lira fiyat farkını ödemiş olsaydım ne beni öldürür, ne de onu ondururdu. Konuşmaya bile değmez. Burada kaybolan koca bir güvendir. Keşke her şeyimizi kaybetsek de güvenimizi kaybetmeseydik, ne de güzel olurdu. Daha önce gözüm kapalı gittiğim, malımı, eşyamı bıraktığım, onca işimi yaptırıp ödeme yaptığım bu dostun yerine bir daha gider, iş yaptırır mıyım, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, dostum bir müşteri kaybetmekle kalmadı, ona olan güvenimi de yok etti. Bundan önceki ödediğim paralara da leke getirdi. Değer miydi 60 lira için dostluğu kaybetmeye? Bence değmez. 15/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya

*** 16/01/2018 günü haberladik.com adresinde yayımlanmıştır.

Çingene beyi, elinin kanıyla iyilik saçıyor!

Bulunduğu ilde yabancıydı ama hep baş tacı yapıldı. Görevlendirme formatörlük, görevlendirme müdürlük, görevlendirme şube müdürlüğünün ardından ilin merkez ilçe müdürlüğüne oturtuldu vekaleten. Ne de olsa ilde yabancı hayranlığı had safhadaydı.

Hiçbir sınavı kazanıp gelmemişti ama olsun, oturduğu koltuğun hakkını vermeliydi. Çünkü hak etmeliydi her şeyden önce. Bunun için müdür olduğu ilçeye gitti göreve başlamak için sabah tam 08.00’de. Çünkü mesai 08.00’de başlıyordu. Yerine geldiği müdür ise daha ayrılmamış, personeli ile vedalaşmamıştı. Sabık müdür, “Sayın hocam, bir toparlanayım, personelimle bir toplantı yapıp vedalaşayım, bana akşama kadar biraz müsaade etseniz” deyince sevinci kursağında kalır. Halbuki ne de sevinmiş ve erkenden koltuğa oturup, ilk günün heyecanını atacaktı. Neyse şurada akşama ne kaldı? Gider, dolaşır gelirim, bugünlük boş geçirmişliğimi sonra telafi ederim” düşüncesiyle koltuğa oturmayı erteler.

Bir gün, bir gün diyerek aynı gün göreve başlar. Ertesi gün emrindeki okul müdürlerine “Yapacağınız projeleri, hedeflerinizi yazıp, bir fotoğrafınızı ekleyerek doldurun ve yarınki toplantıya gelirken elden teslim ediniz” şeklinde bir format gönderir. Formatörlükten edindiği ve bolca kullandığı slaytını açarak toplantısını ‘Bismillah’ diyerek başlatır. Klasik başlangıçları sevmediğini, formaliteyi sevmediğini bir bir sayar, bolca ayet ve hadis okur. Yerinde kalıp kalmayacağı belli olmayan okul müdürleri proje olarak neler yazdı bilinmez ama kendisi ilk toplantısında bir hedef koymuştu: “…..’den dünyaya.” Yani görevlendirildiği ilçeden dünyaya açılmayı hedefliyordu.

Müdürlerin getirdiği projeleri ne kadar okudu, kaçı hoşuna gitti bilinmez ama bir iki ay içerisinde kanunun kendisine verdiği yetkiye dayanarak 7-8 müdürün dışında tüm müdürleri eledi. Belli ki projelerini beğenmemişti. Sonra akıl hocalarının verdiği listeye göre çalışacağı müdürleri yeniden seçip göreve başlattı. Her şey planlandığından hızlı gidiyordu. Çünkü hazırlıklıydı. Kendisine verilen emir erliği görevini yanındaki iki yaveri, pardon yardımcısıyla beraber layıkıyla yapmıştı. Kimini başarısız, kimini paralelci bilmem ne diyerek eledi. Bu kadar kişinin kellesini aldı, ah bir de kadrosu verilseydi. Ama o da gelecekti bir gün. Az sabır göstermek gerekiyordu.

Derken 07 Haziran seçimleri oldu. Sevinci kursağında kaldı. Zira kendisini getiren irade tek başına hükümeti kuramamıştı. İlin düzenlediği bir toplantıya yeni müdürleriyle kendisi de katılmıştı. İlin sorumlu müdür yardımcısı, toplantı gündemiyle ilgili maddeleri tek tek ele alıp değerlendirdi, bazen de okul müdürlerine söz verdi. Dilek ve temenniler bölümünde ise bir okul müdürü, “Hocam! 07 Haziran seçimleri sonrasında öğrenci ve velilerde bir tedirginlik var. Yeniden katsayı geri gelebilir endişesini taşımaya başladı veliler. Hatta bir kısmı çocuğunu İHO ve İHL’lerden almaya başladı. Ne yapacağımızı şaşırdık…” şeklinde bir durum değerlendirmesi yaptı. İlin müdür yardımcısı “Biz görevimizi yapacağız…”şeklinde yuvarlak birkaç cümle söyledi. Yukarıda bahsi geçen müdür cevap vermek için söz aldı: “Arkadaşlar! Biz bu topraklarda Müslüman olarak dünyaya geldik, Müslüman olarak öleceğiz” cevabı verdi. Bu cümlenin üzerine kimse söz de almadı, söz de söylemedi.  Kim, ne söyleyebilirdi ki bu sözün üzerine bir söz.

İlçesinde proje üzerine proje yaptırdı, yarışma üzerine yarışma yaptırdı, etkinlik üzerine etkinlik yaptırdı. Ah bir de emrindeki şube müdürleri bir işe yarasaydı, daha neler yazmazdı kim bilir! Bunun da çözümünü buldu. Tıpkı kendisinin geçici görevlendirme şube müdürlüğü yaptığı gibi yanına görevlendirme şube müdürleri aldı. Yaptığı bu başarılı çalışmaların ardından beklediği kadrosu gelmişti. Daha ne isterdi, mutluluğuna diyecek yoktu. Nereden nereye! Bu başarıya ne yürek dayanırdı, ne de kalp! Bunu ancak kendisi yapabilirdi.

Başarıya giden yolda sıkıntı çekmedi değil. Kendisine referans olan ilin yardımcısı, yanındaki en büyük iki destekçisi FETÖ’den gitmişti ama olsun. Yanındakiler ve üstündeki FETÖ’cülükten giderken kendisi, insanları ‘paralelci’ diye elediği için yerinde kalmıştı belki de. Yapının gazetesine abone olduğu kendisini götürmek için yeterli delil değildi. Şükür ki kendisine bir şey olmadı. Çünkü daha yapacak çok şeyi vardı.

Yapmak isteyip de yapamadıklarından geriye bir dünyaya açılmak kalmıştı. Onu da yapacaktı bir gün. Yurtdışına açılmak. Çünkü ilk gün koymuştu bu hedefi. İşte şimdilerde o hedefini gerçekleştirmekle meşgul. Emrindeki bir okulun ürettiği bir projeye ortak olarak yurtdışında, fakir bir ülkeye buradan götürdüğü yardım paketlerini dağıtmakla meşgul. Sosyal medyada boy boy fotoğrafları paylaşılıyor. Gücüne güç katıyor, şöhret basamaklarını bir bir tırmanıyor. Hele küçük bir çocuğu kucağına alması yok mu? Merhamet timsali mübarek! Öyle bir görüntü veriyor ki tıpkı ki bir iyilik meleği. Haklı-haksız yüzlerce müdürün kanına giren, kellesini alan o değil sanki!

İçini bilinmez ama reklam fena değil. Reklam reklamdır. Zira reklamın kötüsü olmaz. Bu son dünyaya açılma aşaması onu daha yüksek mertebelere taşıyacak gibi. Baksanıza kendi ilçesini düzeltti, şimdi dünyayı düzeltiyor.

İyi yükselmeler bayım! Çünkü senin için yükselmenin sınırı yoktur. 15/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya

14 Ocak 2018 Pazar

Emlak ve araba alım satım işleri ve eğitim-öğretim

Başlığı görür görmez emlak-araba alım-satış işiyle eğitim ve öğretimin ne alakası var? Biri Hanya ise, diğeri Konya diyebilirsiniz. Eyvallah derim bu eleştirinize. Nasrettin Hocanın kardan yemek yapmayı denemesi gibi ben de  deneyeceğim. Bakalım ne çıkacak?

Günümüzde gayrimenkul ve araba alım satış işleri hız kesmeden devam ediyor. Kimi ihtiyacından, kimi yatırım, kimi de yenilemek istemeden dolayı bu piyasa sürekli canlı. Zaten bu yüzden galeri ve emlak sektörü de var bu işlere bakan ve bu işlerden ekmek yiyen. Vergisini ödeyen, dükkanının elektrik ve suyunu ödeyen resmi alım-satıcıların sayısı azımsanamayacak kadar çok. Yaptıkları iş oranında alan ve satandan komisyon alıyorlar. Bu işi resmi yapanların dışında bir de gayri resmi yapanlar var. Kimi memur, kimi emekli, kimi işçi, kimi esnaf, kimi zanaat sahibi, kimi serbest meslek. Önüne gelen yapıyor bu işi. Kimi alıp satıyor, bundan ekmek yiyor, kimi komisyonculuk yapıyor, tıpkı galerici veya emlakçi gibi yüzde ile çalışıyor. Kimi alım satımdan dolayı devletin belirlediği sınırı doldurmuşsa ya eşinin, ya annesinin, ya çocuğunun üzerinden bu alım-satım işlerine devam ediyor.

Vatandaş bir gayrimenkul veya bir araç alım-satım işi yapmaya kalksa emlakçi ve galericiye komisyon vermeyeyim, eş-dost vasıtasıyla satmaya/almaya kalksa veya ‘Sahibinden’ alım-satım yapayım demeye kalksa karşısına yine bir komisyon alan veya komisyon uman çıkıyor. Gayri resmi emlakçilik veya galericilik yapanların kazandığı parada falan gözüm yok. İsteyen istediği kadar alsın, satsın, para kazansın. Ek gelir gibi görebilirsiniz bunu. Fakat bildiğim akdarıyla kayıt dışı ekonomi bu. Bu alışverişlerden devletin kasasına vergi girmiyor. Bu işi resmi olarak yapanlar vergi verirken gayri resmi yapanlar vergiden muaf oluyor. Bu işlerde devletten vergi kaçırıldığı gibi haksız rekabet de göze çarpmaktadır.

İnsan emlakçiye, galericiye niye gider? Alım-satım işlerini anlamadığı için gidiyor. Haydi alınan komisyondan dolayı buralara gitmedi, eş-dost vasıtasıyla bu işi halledeyim hesabı yapıyorsun. Muhabbet ettiğin, evine gidip geldiğin kişiye konuyu açınca sana ev-araba almak için dört elle sarılıyor bu işe. Sana ön ayak oldukça yaptığı iyilikten dolayı zahmet verdim diye özür üstüne özür diliyorsun. Koşuşturmayı sonradan anlıyorsun. Zira bir alım ve satımda sana ön ayak olan dostun bir bakmışsın ki komisyon derdindeymiş. Zaten komisyon vermezsen ya da senden alamayacağını anlarsa kolay kolay yardımcı olmuyor, ipe un sererek bakıyor bu işlere.

Gördüğüm kadarıyla emlak ve araba alım-satım piyasasında aracı olan; eşin, dostun da olsa parasız, komisyonsuz yürümüyor bu işler.

Şimdi gelelim eğitim ve öğretimle alakasına…Emlak ve araç piyasasında gayri resmi olarak komisyon hesabı çalışanların, bir zaman sonra eğitim ve öğretimle ilgili bir işi olsa, senin kapını çalsa işini yapmak için araştırma yapıyorsun, önüne düşüyorsun, oturup kendin yapıyorsun, günlerce uğraşıyor, yardımcı oluyorsun…karşılığında para yerine ‘sağ ol, teşekkür ederim’ alıyorsun. Çok vefalı olanı, yeri geldikçe “Sayende bu işimiz oldu’ diyor zaman zaman.

Hemen aklınıza eğitimciler de yaptıkları yardımlardan para mı istiyor gelebilir. Hiç öyle bir şey düşünmedim. Zaten teklif eden de olmaz. Para teklif eden olsa da hiçbir eğitimcinin yapılan rehberlikten dolayı para alacaklarını sanmıyorum. Zira vatandaşın bilmediği bir konuda yol gösteriyor, yardımcı oluyorsun. O zaman derdin ne derseniz? Mademki yabancısı olduğun emlak ve araba alım-satım işlerinde bu işlerden anlayanlar gayri resmi olarak komisyon alıyorlarsa insanlar bilmedikleri eğitim ve öğretim konusunda kapısını çaldıkları eğitimciye veya bu işleri bilen birisine para teklifi etmiyor? Acaba, bu ülkede eğitim ve öğretim zaten bedava diye mi teklif edilmiyor. Eğer böyle düşünülürse acaba yarın devlet emlak ve araç alım-satım işlerine aracılık edenlere ücret ödenmez dese, acaba bu kişiler aracılıktan dolayı komisyon almaktan vazgeçerler mi?

Emlak ve araba alım-satım işleri ile eğitim-öğretim arasında kurduğum bağlantı garibinize gidebilir. Garip de olsa düşünülsün istiyorum. Etik olanın emlak ve galericilik işini resmi yapanların belirlenen ücreti alması, işi-gücü olup da gayri resmi olarak alım satım yapanların bu işlerden ekmek yememesidir. Yok, bu işlerde ek gelir var, vatandaş işini çıkartıyor deniliyorsa özellikle böyle düşünen memur görünümlü emlakçilerin, eğitimle ilgili sorunlarını halledenlere de para vermesi gerekir. Eğer bilmeyene yardımcı olmak para almayı gerektiriyorsa o zaman bilmediğimiz her konuda bize yardımcı olana para verelim. İşin ucunda para olduğu zaman insan daha değerli oluyor. Bu ülkede parasız yürüyen işlerde hiç kimsenin değeri olmuyor. 14/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya