25 Aralık 2017 Pazartesi

Yurtlarda Görülen Tecavüz Vakaları *

İnsanlık tarihi kadar eskidir tecavüz ve istismar olayları. Günümüzde mi çok artış gösteriyor, yoksa eskiden vardı da üstü mü kapatılıyordu? Öyle zannediyorum eskiden üstü kapatılan bu tür istismar vakaları günümüz iletişim araçlarıyla gün yüzüne çıkıyor/çıkarılıyor.

Gün geçmiyor ki bir ilimizden tecavüz ve istismar vakaları gelmemiş olsun. Sanki sıraya binmiş gibi. Toplumda büyük bir infiale sebebiyet veren bu tür menfur olaylar pek kesileceğe de benzemiyor. Fırsatını bulan uçkurunu düşkünler insanımızın hayatını karartıyor, toplumu lekeliyor. Bu kadar tepkinin olduğu bir ortamda bu tür olayların azalacağı yerde artarak devam ediyor olması pek hayra alamet değil. Allah’tan korkuları olmayan bu sapıkların -gördüğüm kadarıyla- toplumdan utanması da yok.

Günümüzde çocuğa yapılan istismar ve taciz olayları daha bir ön planda. Nerede bir öğrenci yurdu var, buralarda bu tür vakalar meydana gelebiliyor. Çoğunluğu da ilköğretim ikinci kademe dediğimiz ortaokul talebelerinin başına geliyor. Anladığım kadarıyla sapıklara ekmek, küçük çocukların yoğun yaşadığı yurt ortamlarında çıkıyor. Çünkü çocuklar korumasız ve başına ne geleceğini bilmiyor. Öyle zannediyorum sapıklar bu ortamı iyi değerlendiriyor. Pekiyi bu sapıkça hareketler böyle devam edip gidecek mi? Devletin, yurt yetkililerini, anne ve babaların bu konuda ne tür bir tedbir düşündüklerini merak ediyorum. Yoksa başa gelen çekilir diye köşemizde veya koltuğumuzda oturmaya mı devam edeceğiz?

İşe yurt hayatı ve ortamından başlamak lazım diye düşünüyorum. Yurtlar mercek altına alınmalıdır. Günümüzde yurt hayatı bir zorunluluk mu? Olmazsa olmazlardan mıdır? Haydi diyelim ki yurtlar barınma ihtiyacını gidermektedir. Üniversite öğrencisini anladım. Haydi her yerde lise yoktur,  liseli öğrenciler için de yurt düşünülebilir diyelim. Ortaokul çocuklarının anne ve babasından ayrı ve uzak bir şekilde yurt ortamlarında kalması hiç pedagojik değildir. Ki bugünkü ortaokula başlayan çocuklar geçmişin ortaokul öğrencisi değildir. Çocukların fiziki gelişimine bakarak bunları ortaokul öğrencisi olarak görmek yanlıştır. Fizîken boy-pos atan bu çocuklar zihin ve beyin yönünden tam gelişmiş değildir. Daha hayatın ne olduğunu dahi bilmezler. Ne işi var ortaokul talebesinin yurtta? Bugün en ücra köylerde bile ortaokul var.

Hiç lafı, sağa-sola eğip-bükmeden ortaokul çağındaki çocuklara ait ne kadar yurt varsa kapatılmalıdır. Bu yaştaki çocuğun yeri, anne ve babasının yanıdır. Ya yaşadığı yerdeki okulda çocuğunu okutur, ya da çocuğunun geleceğini düşünüyorsa imkanı olan yere evini taşır. Çünkü adı ister yurt, ister kurs ne olursa olsun ortaokul öğrencilerinin barındığı yurtlar sapıklar için iyi bir potansiyeldir. Bu yurt ortamı ister devletin olsun, ister özel sektöre, veya herhangi bir cemaate ait olsun, acilen kapatılmalıdır.  Çocuğumuzu kurtaracağız derken kendimizin ve çocuğumuzun ömrünü, hayatını ve geleceğini karartmayalım. Unutmayalım ki bugün başkasının çocuğunun başına gelen, yarın benim çocuğumun başına gelecek demektir.

Değinmek istediğim ikinci bir yön ise cinsel istismar ve taciz olaylarının meydana geldiği yurdun isminin basın yoluyla zikredilmesi, fotoğrafının çekilip yayımlanması. Bu tür olaylar önce basına veriliyor, birkaç gün yazılıp çiziliyor. Etraf yeterince koktuktan sonra ardından yayın yasağı konuyor. Yurdun adının zikredilmesini, basına çıkarılmasını uygun görmüyorum. Farz edin ki sizin çocuğunuz o yurtta bir öğrenci. Çocuğunuz tacize uğramadı. Yurdun adı basına çıkınca senin çocuğunun o yurtta kaldığını bilenler sizin çocuğunuza ne gözle bakacaklar? Çocuğunuzun yüzüne bakıp acaba demeyecekler mi?   Bu tür olayların üstü kapatılsın demiyorum. Sapığa ve ihmali olanlara en ağır ceza verilsin, hatta tacizciye ilave olarak hadım cezası uygulansın.

Değinmek istediğim bir başka husus, taciz olayı çıktığında bir kesimin susması, savunmaya geçmesi veya görmezlikten gelmesi, diğer kesimin “Bak bak! Yine bir cemaat yurdunda bir taciz skandalı” diyerek olayın üzerine atlaması var. Bir başka zaman da diğerlerine ait bir yurt veya benzeri yerlerde taciz olayı vuku bulunca diğer taraf sessiz kalırken bu tarafın saldırıya geçmesi. Bu, senin tacizcin benimkini yener…Bak, bizi ayıplama! Bu tip olaylar sizde de oluyor” demeye getiriyor.

Herkes şunu bilsin ki tacizcinin insafı yoktur. Şu kesim yapar, bu kesim yapmaz demeye gelmez. Onların dinleri-imanları, uçkuruna çalışmaktır; ceza falan vız gelir. Birinin hayatı kararacakmış, yarın bu iş ortaya çıkınca herkese karşı mahcup olacağım diye bir dertleri yoktur. Zira onların beyinleri uçkurlarına bağlıdır. Tilki gibidir onlar. Nasıl ki tilkinin yüz planından 99’u horozu haklamak üzerine ise bunların da gecesi-gündüzü kimi istismar edeyim diye düşünmekle geçer. 25/12/2017 Ramazan YÜCE

* 10/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


24 Aralık 2017 Pazar

"Müslümansan bunu paylaş"

Öyle zannediyorum, başlık garibinize gitmiştir. Gitmesi de lazım. Zaman zaman bu şekilde mesajlar gelir. Bazen özelden, bazen de genel bir paylaşım olarak ekranıma düşer. Size de gelirdir mutlaka böyle mesajlar. Sahi size böyle bir mesaj gelince siz ne yaparsınız? Burada mevzubahis olan benim Müslümanlığım deyip paylaşıyor musunuz? Yoksa benim gibi inadım inat deyip kulak ardı mı edersiniz?

Kimse kusura bakmasın ama kimsenin bir başkasının Müslümanlığını sorgulaması söz konusu bile olamaz. Hele bir paylaşımı yapmadığım takdirde asla ve kat'a kâfir olmam. Üstelik eksik de olsa din konusunda biraz mürekkep yalamış birisiyim. Kendimi bildim bileli bildiğim İslam'ın esasları da bellidir. Bu esaslar içerisinde böyle bir şart da yok. Hal böyleyken ne diye baskı uygulama yoluna gider bazıları? Tamam gönderdiğin şey ne ise senin için bir anlam ve önem arzedebilir, acilen paylaşılmasını gönlünüzden geçirebilirsiniz. Bunun yolu kendi sayfanızda paylaşıp herkesin okumasını veya izlemesini sağlamak olmalıdır. Benim arkadaş grubum fazla değil denirse paylaşımını herkes görebilir şeklinde değiştirebilirsin. Marifet, iltifata tabidir. İsteyen beğenir, dileyen yorum yazar, hatta sayfasında paylaşır. Kimsenin vatandaşın değer verdiği değerlerini bu şekilde baskı altına almaya kalkması doğru değildir. Sonra etin ne, budun ne ki "Paylaşmazsan Müslüman değilsin" diye fetva vermeye kalkıyorsun. Bu ne cesaret! Unutma ki yarım hoca kişiyi dinden çıkarır. 

Sosyal medyadaki paylaşımlar sadece bununla sınırlı değil: "Türk'sen paylaş...Türk'sen zaten paylaşırsın. Beğendiysen bir kez paylaşır mısın? Nokta dahi olsa yorum yaz. Kaç kişi beğenecek bakalım..." gibi neler görürsünüz neler. Bu ve benzeri yollarla herkese baskı yaparak ne yapılmak isteniyor? Anlamış değilim. Açıkçası kaba veya nazik paylaştırma baskısı hissedersem ne beğendiğimi beğeniyor, ne yorum yazıyor, ne de paylaşıyorum. İnadım inattır. Paylaşmadığım için ne Müslümanlığıma halel gelir, ne de Türklüğüme.

Bir de açık veya gizli gruba ekleyenler var. Bunların niyeti de ne çok üyeye sahip olduklarıyla caka satmak ve kendi yazıp paylaştığını gruptakilere dayatmak. Başka da bir şey düşünemiyorum. Ne diyeyim Allah ıslah etsin. Allah'a yakın, bana uzak olsunlar... 24.12.2017 Ramazan Yüce


Siz olsanız öğrencinin bu cevabına kaç puan verirdiniz?

Yan tarafta gördüğünüz bir yazılı kağıdı. Öğretmenimiz, İslam'ın şartlarını sormuş. Öğrenci ise tüm şıkları doldurarak döktürmüş. Siz olsanız 10 puanlık bu soruya kaç puan verirsiniz?

Sizi bilmem ama ben bu öğrencinin verdiği cevapları tamamen es geçip puan vermemezlik yapmazdım. Tam 10 puan vermesem de en azından beş puan takdir ederdim, doğru olmamasına rağmen.

İslam'ın şartı da bilinmez mi diye öğrenciyi ayıplamayalım. Zira çocuk daha 5.sınıf öğrencisi. İçinden geldiği gibi yazmış. Belli ki öğretmeni hiç dinlememiş, kitabı da açıp okumamış. Sınavda çevresindeki İslam algısını aktarmış. Verdiği cevapların bazısı algı, bazısı da gözlemleri. Zira çocuk; ya tutarsa deyip anlatılanı değil, gördüğünü yazmış.

11 yaşındaki bu çocuk, sınav esnasında bu soruyu görünce İslam adına ne yapılıyor diye düşünmüş olmalı. Aklına Kur’an okumak, süre okumak, Arapça bilmek gelmiş. Niye gelmesin ki kendisi yaz dönemlerinde Kur’an kursuna veya özel bir kurs merkezine gittiğinde hep karşısına cüz okuma, Kur’an okuma, süre ezberleme çıkmış olmalı. Bu okudukları da Arapça olduğuna göre Arapça bilmek gerekir diye bir mantık yürütmüş. Çocuk da haksız değil hani. Daha okumayı yeni sökmeye başlayan çocuğa biz ilk iş olarak süre ezberleme ve Kur’an okutmaya kalkıyoruz. Çocuk olsa olsa süre bilmek demiş. Çünkü hep bunu görmüş. Tıpkı ilkokula başlayan çocuğa daha okula gelir gelmez bilgi yüklemeye kalktığımız gibi bizler de evlerde, kurslarda hep işe cüz öğrekmekle başlıyoruz. Demek ki İslam anlayışımız küçüklerde bu şekilde anlaşılmış. Keşke işe cüz ve Kur’an okuma, süre ezberleme diye başlamasaydık. İleride çocuk istedikten sonra her halükarda Kur’an-ı öğrenir. Hatta hafız da olur. Keşke işin başında biz ona iyi ve güzel olanı, etik ve ahlaki değerleri; doğruluğu, yalan söylememeyi, yerleri kirletmemeyi, paylaşmayı, Allah sevgisini aşılasaydık daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Çocuğun cevap olarak yazdıklarından bir tanesi de ‘Türk olması’ idi. Bu cevabı da tamamen algıya dayandığını söyleyebiliriz. Biz büyükler mezhebi farklı olanları bile kolay kolay Müslüman kabul etmiyoruz. Adam Şafiymiş diyoruz. Daha yurtdışına çıkmamış bu çocuk ‘Türk Müslüman olmalı, Türk’ün dışındakiler Müslüman olamaz, Türk olmak İslam’ın şartıdır diye sığdırmış o küçücük dünyasına.

Sizi bilmem ama çocuk çok masumane bir şekilde yazmış. Din-diyanet öğretme şekil ve metodumuz, çocuğa öyle işlemiş ki Kur’an öğrenmeye ve süre ezberlemeye bu kadar önem veriliyorsa bunlar olsa olsa İslam’ın şartı olur diye düşünmüş. Biz büyükler, çocuğun bu yazdıklarını İslam’ın şartları kabul etmesek de İslam, Müslüman, çocukların dinini ve diyanetini öğrenmesi deyince aklımıza hep Kur’an öğrenmesi geliyor. Hasılı çocuk; olması gerekeni değil, olanı yazmış. Akılda da öğretmenin anlattığı doğru din değil; gördükleri, gözlemledikleri ve yaşadıkları kalmış. Bizi gülümseten veya garip karşılatan bu cevap, küçüklere İslam adına ne anlatmaya, ne öğretmeye başlayalım sorusunu bize sordurmalıdır.

İçinizden bu daha bir çocuk, büyüyünce doğrusunu öğrenir diye düşünebilirsiniz. Bu iş, hiç de öyle değil. Bir meslektaşımdan bu yazılı kağıdını whatsapp vasıtasıyla alınca ilk aklıma gelen başımdan geçen bir anekdot oldu. Onu sizinle paylaşmak isterim.

Bir İHL’de 11.sınıfların yani son sınıfları kelam dersine giriyorum. Yaptığım iki sınavda da 45’in altında alan öğrencileri kurtarma yazılısına aldım. Onlara geçsinler diye kolay kolay 8 tane beylik soru sordum. Kendilerinden, iki soru da kendilerinin sorup cevaplamalarını istedim. Sorduğum sorulardan biri de “Dört büyük kitap kimlere verilmiştir. Kitapların ve peygamberlerin adını yazınız” idi. Bir öğrencimiz yazmış:
Kur’an-ı Kerim Hz Muhammed’e,
Tevrat Hz Ömer’e,
İncil Hz Osman’a,
Zebur Hz Ali’ye

Ne dersiniz bu cevaba? İşin ilginç yanı bu cevapları veren İmam Hatip Lisesinde okuyan son sınıf bir öğrenci. Okulu bitirir bitirmez belki de imam olacak. Anlatmak istediğim 5.sınıf bir öğrencinin verdiği cevapla, 11.sınıf bir öğrencinin İslam veya din bilgisi anlayışı arasında pek fark yok. Tek farkı küçüğün verdiği cevap insanı güldürürken büyüğün verdiği cevap dudak ısırtır.

İçinizden bu cevabı yazan öğrenci geçti mi diye geçebilir. Her ne kadar niyetim öğrencinin geçip geçmemesi olmasa da merakınızı gidereyim. Bu öğrenci, benden sınıf geçememişti.

Sonuç; çocuklara anlattığımız din konularını, metodunu ve zamanlamasını yeniden gözden geçirmemizde fayda var.

Yine bu cevap bize  gösterdi ki klasik sınavların gözünü seveyim. Gördüğünüz gibi nelerle karşılaşıyorsunuz. 24/12/2017 Ramazan YÜCE