25 Ocak 2016 Pazartesi

Tanrı misafirini bir gece misafir etmenin bedeli=5 bin lira

Tanrı misafirini bir gece misafir etmenin bedeli=5 bin lira

2001-2002 yılı ocak ayı idi. Adana’da çalışırken bir akşam Konya’dan bir yakınım aradı: “Misafir kabul eder misin diye.” Olur dedim. Akşam iki aile çocuklarıyla beraber evime misafir oldu.

 Misafirlerim Gaziantep’den  Konya’ya  gitmek için  yola çıkmışlar. Konya’dan “Aman gelmeyin Pozantı- Konya yolu buzlu, don, yollar çok tehlikeli. Adana’da kalın” şeklinde bir telefon gelince Adana’da geceyi geçirmek zorunda kalmışlar. Misafirlerime evde olanı  ikram ettik. 2+1 olan evimin 2 odasını misafirlerime ayırdım geceyi geçirmeleri için. Bir odada da 6 kişilik bir aile olan Yüce ailesi kaldık.

Sabahleyin hava raporlarına baktım. Hava şartlarının yolculuk yapmalarına müsait olmadığını, bu gün de kalmalarını teklif ettimse de kabul etmeyip yola koyuldular. Vedalaştık.

2005 yılında Konya’ya nakil oldum. Kiralık eve bakacakken bir dostum: “Kiraya oturursan bir daha ev alamazsın. 20-25 bin liralık bir ev bul. Eş-dosttan borç alarak sana bir ev alalım” deyince hafta sonları satılık evlere bakmaya başladım cebimde harçlığım dışında para olmadan.

Çevremdekilere ev lazım, satın alacağım dediğimde, “Ne kadar paran var” dediler. Param yok, önce evi bulacağım sonra da parayı deyince gülüp geçtiler. Giderken de arkalarına bakmadan gittiler. Değişik muhitlerde farklı evlere baktım. Aşkan mahallesindeki vereseli bir evin satılık olduğunu duydum. Yaşlı bir teyze oturuyordu evde. Vereselerinden muhatap olduğum kişi, “25-27 bin liraya satarız. Yaz gelsin, konuşuruz dedi.

Gel zaman git zaman yaz mevsimi 10 verese bir araya gelip evi satmaya karar vermişler. O anda Yalova’da seminerdeydim. “Evi satıyoruz. 35 bin lira istiyoruz” diye bir telefon geldi. Kendilerine 30 bin olursa alırım dedim.  Varisler kendi aralarında epey konuşmuşlar 35 binden aşağı olmaz demişler. Çünkü bazı vereseler akşam eve gelirken bazı emlakçılara uğramışlar: “Evinizi 40 binden aşağıya satmayın” şeklinde piyasayı araştırmışlar. Vereselerin en yaşlısı: “Evi satacağınız adamı tanımam, o da beni tanımazdı. Gece vakti iki aileyi yani bizi tanımadan evinde misafir etti. Üçü, beşi aramayın. Kiminin parası, kiminin duası. Ben yatsı namazına gidiyorum. Evi 30 bine satma konusunda anlaşın.” Demiş ve namaza gitmiş, namaz dönüşü tüm vereseler arasında evin, 30 bine satılması konusunda fikir birliği sağlanmış. Ardından beni aradılar: “Ev 30 bine senin, hayırlı olsun” diye.

Kendimde toplam 7 bin lira para çıktı. Geri kalan 23 bin lirayı da bana ev alma konusunda teklifte bulunan dostumun, dost ve arkadaşlarımdan bulduğu borç parayla evi satın almış olduk.

Yolda kalmış bir aileyi bir gecelik evimde misafir etmenin bedelini 2 yıl sonrasında 5 bin lira alarak almıştım. Ederi 40 bin lira olan evi 35 binden aşağısına satmamak üzere anlaşan vereseler , evimde misafir ettiğim bir amcanın sözü üzerine 5 bin lira birden inerek 30 bine razı olmuşlardı. Benim yaptığım iyilikse ben onu denize atmıştım Halık bilsin diye. Boşuna dememiş atalarımız: “Evlenenle, ev alana Allah yardım eder” diye.

Ev almama öncülük yapan, evi teklif eden, bana süresiz borç veren, alacağım ev için teklif ettiğim fiyata vereselerini razı eden, evi satmaya razı olan  herkesten Allah razı olsun. 25/01/2016


Bahane bulmak

İnsanoğlu çözülmesi zor bir muammadır. Fiziki özellikleri itibariyle birbirimizin aynısıyız. Ama iç halini çözmek için insanlığın ve dünyanın ömrü yetmez. Farklı farklı insan tipleri vardır. En dikkat çekenlerden biri de mazeret üretenler, her şeye bir kılıf bulanlar, savunma refleksi güçlü insanlardır bunlar.  Bir diğeri de ön yargılı olanlar. Burada üzerinde durmak istediğim tip, bahaneci tiptir.
Hepinizin çevresinde vardır mutlaka böyleleri.  Bu tiplere asla laf/söz anlatamazsın. Her şeye söyleyecek sözleri vardır. Mazeret ürete ürete laf ebesi olup çıkarlar. Kendilerine de asla toz kondurmaz, burunlarından kıl aldırmazlar. Her şey senin bir cümlene bağlı. Senin cümlenden sonra lafı ağızlarına bir alırlar. Sustur susturabilirsen. Konuştuğuna konuşacağına pişman olursun. Bir daha mı tövbe dersin. Abarttığımı düşünebilirsiniz. İsterseniz deneyin. Denemesi bedava. Alın size örnekler:
-Efendim biraz geç kaldınız görev yerinize… Ama efendim! Otobüs gelmedi… Otobüs arıza yaptı…Ama efendim ben ta nereden geliyorum… Ama efendim çocuğum hastalandı…Ama efendim ben hastaneye gitmiştim…Eşim hastaydı…Otobüs geç geldi…vs.
-Girdiğin sınavda başarılı olamamışsın…Çalışmadım. Çalışsaydım yapardım… Kopya çeksem ben de yüksek alırdım… Ben iyi yapmıştım aslında, düşük vermişler...Zaten iyi anlatamıyor öğretmen… Kendisi de bilmiyor...
-Efendim biraz kitap okusanız iyi olur…Aman efendim benim zamanım mı var… Benim işim yoğun, sizin ki gibi hafif değil… Bir de çocuğum var, Çocuklar  bir şey yaptırmıyor ki…
Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. İş yapmayan ya da yapmayacak olanın bulamayacağı mazereti yoktur. Böylesi soğuk bir havada yaşlı biri parktaki aracına biner. Yanına da çalışanları. Araca bindikten sonra nefesten aracın ön camları buharlanır. Arabayı çalıştırmasıyla sürmesi ve önündeki araca çarpması bir olur. Çarpılan aracın sahibi kahvehanede oturmaktadır. Bakar ki kendi aracı. Sürücü  suçlu. Ama suçu hiç üzerine almaz. Adama: “Kardeşim, sen niye arabanı hava rengine boyattın” diye üste çıkmaya çalışır.
Her hangi bir konuda mazeret üreten, savunma yapan aslında sadece kendisini kandırmış demektir. Sadece egosunu tatmin eder böyleleri. Başkasını ikna ettim diye düşünür. Aslında sadece kendi kendini tatmin eder. 
Olaylar ve sonuçlarında   Adem- Havva gibi olmak gerekir. Yasak ağacın meyvesinden yeme sonucunda biliyorsunuz yeryüzüne indirilmişlerdi. İndirildikleri zaman: “İkisi birden: «Ey Rabbimiz! Kendimize haksızlık ve yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen herhalde zarara uğrayanlardan oluruz» dediler.Aslında her ikisi de “Ya Rabbi! Bizi İblis kandırdı. Bizim altımızdan girdi, üstümüzden  çıktı” diyerek suçu İblis’e atabilirlerdi. İblis ne yapmıştı ta ilk baştan onu da bir hatırlayalım: “Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Görüldüğü gibi Adem’e saygı etmemeyi İblis, kendisinin daha üstün olduğuna bağlayarak savunmaya geçti. 
Size iki örnek: Yaptığı hatayı sahiplenmeyen ve savunmaya geçen İblis ile, yaptıkları hatayı kendilerinden bilen ve özür dileyen Adem ile Havva. Sorarım size, sonuçta kim kazandı? Tevazu göstererek hatasıyla yüzleşen elbette. Kibir göstererek savunma yapan ve gerekçe gösteren İblis ise kaybetti.
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım husustan sakın ola ki, mazeret beyan edenler, savunma yapanlar Şeytan’ın yolundan gidiyorlar anlamı çıkmasın. Biliyorsunuz, “Teşbihte hata olmaz” diye bir söz vardır. Yeri geldiği zaman elbette savunacağız, yaptığımız iş için gerekçemiz olacak. Ama meslek haline getirmemek lazım. Her birimiz başımıza gelen şeyler için öncelikle öz eleştiri yapmalıyız. Öz eleştiri yapmayanlar sadece topu taca atmış olurlar. Asıl olan topu sahada tutmaktır.

Hayat şu ya da bu şekilde devam ediyor. Öz eleştiri, ya da her olayda kendisiyle hesaplaşması kişiyi daha da mükemmelleştirir. Tercih sizin…25/01/2016

24 Ocak 2016 Pazar

“Altta kalanın canı çıksın”

Müstakil evlerden apartman hayatına taşındık nice yıllardır. Bu yapılaşmayla bahçeli, sadece ev sahibinin girdiği özel mekanlar pek kalmayacak gibi.

Apartman hayatı; birlikte yaşadığımız, çok kişinin girip çıktığı ortak yerlerimiz oldu artık. Buralardan geriye dönüş yok. Fakat çok kişinin yaşadığı bu apartman hayatlarının çoğunda maalesef ortak apartman kültürümüz oluşmadı. Kendimizi başkasının yerine koyup düşünmedikçe de pek oluşacağa benzemiyor. Çünkü önceliğimiz ve vazgeçilmez olan parolamız kendimizdir. Dünyanın merkezine kendimizi koyuyoruz. Ben merkezli olaylara bakıyoruz. Hayat: Kendi işimizin olmasından ibarettir artık. Başkasının canı çıksın. Hele altta kalanın.

Apartmandaki her hizmet, her konfor üstteki komşunun mutluluğudur artık. Altta oturan/kalan sanki yukarıdakine hizmet için yaratılmıştır.

Üst komşun sofra altını/halısını çırpacak. Tozunu, toprağını sen çekeceksin. Bir olumlu yönü var, ne yediğini tespit edip merakını giderebiliyorsun. Merakını giderdikten sonra  kalkıp eline süpürgeyi alacaksın ve süpüreceksin.  Mesele bu kadar basit. Yani o mu aşağıya inip senin balkonuna döküleni ya da aşağıya saçılanı temizleyecek. Allah’tan kork.

O çamaşırını serecek, suyu balkondan seni bulacak. Halısını serecek, penceren ve balkonun kapanacak, gündüzken gece hayatı yaşayacaksın. Bir gün bir çamaşır da ben sereyim dersin, serdiğine sereceğine pişman olursun. Çünkü ya onun da seresi gelmiştir. Ya da yukarıdan bir şey çırpası. Görev yeniden alt kattaki sana  geçer: Çamaşırları makinaya yeniden atmak. Bir taraftan da bildiğin tüm duaları okumak.

Yukarıdaki zıplayacak, hoplayacak, misafir ağırlayacak, süpürge çalıştıracak sen aşağıdan onu dinleyeceksin. Yukarıdaki klimasını çalıştıracak, sen aşağıdan yağmur yağıyor diyeceksin önce. Sonra klimanın gözyaşları olduğunun farkına varacaksın. Onun gözyaşları seni ıslatmaya devam edecek. Sen de böylece serinlemiş olacaksın. Ne demişlerdi bir hatırla: “Komşuda pişer, bize de düşer” diye. İşte düşüyor yavaş yavaş.

Kış gelir. Şimdi sıra yukarıdakileri ısıtmanda. Sen yakacaksın onlar alt ve üst daire sayesinde ısınacaklar. Doğalgaz parasını da tabii ondan 4 katı daha fazla sen ödeyeceksin. Bu günlerde hava epey soğuk: Dondurucu soğuklar var. Aman komşunu üşütme bakalım. Kombinin derecesini biraz daha yükselt.

Yukarıdaki komşuların dış kapının anahtarlarını unutmuştur. İçeri girmeleri gerekir. Ya da misafiri gelmiştir. Dışarıda kalacak değiller ya. Hem insan unutamaz mı? Hemen zile basar. Sen de açarsın. Çünkü kapıcı dairesinin görevlerinden bir tanesi de budur. Gelen kargo ve postacı da zaten üst komşuların gibi düşünüyor. Demek ki aklın yolu birdir.

Komşunun “Kanuni” isimli motosikleti vardır. Dışarıda kalacak değil ya. Hemen girişte en uygun yer senin girip çıktığın yerdir. At gibi motorunu koyacak, o koyunca diğerleri de bisikletini koyacak. Sen de girip çıkarken düz geçeceğine yan yan geçersin, Bu kadar basit.

Tek eksik kaldı: Balkon ya da çatıda mangal yakmalar. Dumanı ve kokusu gelir. Sen bekle dur. Komşu getirip verecek diye: Çatla emi. O görgüsüzlüğü yapan sana getirip et mi ikram edecek. Dua et badem ve ceviz pahalı. Balkona badem kırmak için çıkmadı hala. Bu sene bol olan kayısının çekirdeğini kırarak yetiniyor.

Altta kalarak umarım komşunu rahatsız etmemişsindir. Sen rahatsız olmuş olabilirsin. Bu önemli değil. Önemli olan üstteki komşunun mutluluğudur. Sen onu mutlu etmeye bak. Bir defa senin rahatsız olma gibi bir lüksün olamaz. Bir defa burada suçlu, senin altta oturmandır. Bu anlayış, bu kültürle senin kaderin bunu çekmektir. Eğer çok rahatsız olursan bu alt daireden çık. Bir başka yerde üst daireye taşın. Sen de alttaki kalana yap yapacağını. Bende merhamet var. Vicdanım el vermez deme. Unutma ki merhamet maraz doğurur. Sakın acemiyim  deme. Epey staj gördün yukarıdakinden.

Sahi neydi o söz: “Altta kalanın/oturanın canı çıksın.” 24/01/2016