22 Ocak 2019 Salı

Nihayet Makam Aracı Saltanatına İçeriden Bir Tepki Geldi *


"Kendisiyle görüşmeye gelen belediye başkanlarına, 'Kendi arabalarında yaptıkları yakıt hesabını belediyenin arabalarında da yapıp yapmadıklarını' sorduğunu, eğer 'ikisi arasında benzin hesabı yapıyorsanız belediye başkanlığını hak ediyorsunuz. Size helâli hoş olsun. Değilse hak etmiyorsunuz. Devletin malını da gözetmek zorundasınız' dediğini, son günlerde bazı arkadaşlarda bir hava başladığını; eskortlar, önden gidenler, arkadan gidenler, korumalar, falan filan… Ne oluyor, bu ne saltanat? Üç günlük dünyadayız şurada."

Yukarıdaki sözler Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki'ye ait. Bu sözleri Sincan'da STK temsilcilerine yaparken sarf ediyor. Özhaseki aynı zamanda partisinin yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor.

Burada amacım siyaset yapmak, Özhaseki'yi övmek veya yermek değil. Sayın Özhaseki, yaptığı bu konuşmada samimi mi yoksa şov mu yaptı? İçini bilmiyorum. Ama konuşmasını dinlerken kendisini samimi gördüğümü söyleyebilirim.

Konuşmasından bir bölümünü burada konu edinmemin sebebi Türkiye'nin kanayan bir yarasına parmak basmasıdır. Yerinde ve doğru bir tespit. Gerçekten makam araçları bu ülkede hoyratça kullanılıyor. Çoğu makam sahibinin bindiği aracın yakıtının hesabını yaptığını da düşünmüyorum. Hatta deniz misali kullanıldığını gözlemlemekteyim. Yine bu konuşmayı yapan kimsenin iktidar partisinin ağır toplarından olması da dikkat çekici. Çünkü sorumlu bir makamda. Bu konuşmayı muhalefetten biri yapsa o kadar dikkat çekmez. İçeriden biri olarak Sayın Özhaseki'yi bu konuşmasından dolayı tebrik etmek lazım. Ama?

Bu işin bir de 'ama'sı var. Makam araçlarının kullanımında bu işi belediye başkanlarının kendi vicdanına bırakmak ne derece doğru? Parmak bastığı bu konu için vekil, bakan, yerel yönetim başkanı gibi sorumlu makamlarda iken makam araçları için ne yaptı, ne teklifler getirdi? Herhangi bir çabası oldu, gücü yetmediyse sözüm olmaz, hatta tebrik ederim kendisini.

Gecikmiş de olsa Sayın Özhaseki'nin dert edindiği bu mesele Türkiye gündemine gelmeli ve makam araçlarının, başkanların veya başka makam sahiplerinin vicdanlarına bırakmayacak şekilde tedbirler alınmalı. Bu ülke makam aracı cenneti olmaktan kurtarılmalı. Aracı kullanma kıstasları getirilmeli. İnanın ülke sadece makam araçlarından tasarrufa gitse bu ülke ihya olur.

*26/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Ağaçlar ve Makam Sahipleri *


Evimizin önünde, caddelerde, park ve bahçelerde ağaçlar görürüz. Bazısının başı havada, bazısı ise aşağıya doğru sarkmış durumda. Başı yukarıda olanlar meyve vermeyen ağaçlar, toprağa yakın olanlar ise meyve veren ağaçlardır genelde. 

Meyve vermeyen ağaç seyirliktir, verirse oksijen verir, altında oturursan gölgesinden faydalanırsın. Gerçi yukarıya doğru uzadığı için gölgesinden de pek faydalanamazsın, üzerine de pek çıkamazsın. Çünkü alıp başını yukarıya doğru gidiyor. Meyve veren ağaca gelince meyve verdikçe olgunlaşır, pek boy almaz, yere yakın durur. Meyveleri olgunlaştıkça insanlar faydalansın diye dallarını aşağıya doğru sarkıtır, meyveler toplanıncaya kadar tüm yükü çeker. İnsanoğlu faydalandıkça faydalanır, dalına basıp çıkmak da kolaydır. Meyvesinden, kokusundan, yeşilliğinden insanları faydalandırır. 

Meyve veren ağaç ile meyve vermeyen ağacı insanoğluna kıyas edersek -teşbihte hata olmasın- meyve vermeyen kibri, meyve veren ise alçakgönüllülüğü temsil ediyor. İşe fayda yönünden bakarsak kibirde fayda yok, tevazuda sayısız yarar var. 

Ağaçlardaki bu durumu makam sahiplerine uyarlayalım. Bazı makam sahipleri vardır ki tıpkı meyve veren ağaç gibi mütevazı ve çevresine karşı yardımcı olmaya çalışır, onları sever ve sayar. Bu tür makam sahipleri egolarını ayaklarının altına almış, bulunduğu yeri dolduran ve etrafına ışık veren kişilerdir. Bunlara çabuk ulaşırsın tıpkı meyve veren ağaç gibi. Bunlar bulundukları koltuğa layıkıyla gelmişlerdir. Bazı makam sahipleri vardır ki ben bunlara makam budalası diyorum. Ne oldum delisidir bunlar. Ne kokar, ne de tüterler. Egoları ayaklarının altında değil, başlarındadır. O ego, o kafayı dik tutar, kibri tavan yapar, aşağıya doğru baktırmaz. Çünkü gözü hala yukarılardadır. Aşağıdakilere tekme sallarken yukarıdakilere kuyruk sallar. Çünkü zirveye tırmanmanın yolunun yukarıya kuyruk saklamaktan geçtiğine kendisini inandırmıştır. Ona göre bu işler zaten böyle olur. Zaten mevcut koltuğa da böyle gelmedi mi? İşte bu tipler tıpkı meyve vermeyen ağaca benzer. Varın faydasını siz düşünün.

Meyve veren ağaca kolayca erişebilirken meyve vermeyene ulaşamazsın, randevu bile alamazsın. Kazara ulaşsan da doğru dürüst yüzüne bakmaz, baksa da işini yapmaz. Çünkü kibri ve egosu buna engel olur. Sonra işini halletse o bundan ne fayda kazanacak?

Doğaya bakınca meyve veren ağaçla, meyve vermeyen ağacın arasındaki farkı görebildiğimiz gibi makam sahiplerinin görüntüsüne, duruşuna bakarak hangisinin makam budalası olduğunu, hangisinin hizmet edebileceğini, hangisinin kibrinin tavan yaptığını, hangisinin alçakgönüllülüğü elden bırakmadığını pekala görebiliriz. 

Egosunu ayaklar altına alanlar; makamın kaybetmediği, egosunu hala kafasında  tutanlar ise makamın kaybettiği makam sahipleridir. Allah meyve veren ağaç misali çevresine değer veren, geçmişini unutmayan makam sahiplerinden eylesin.

*02/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Münacatımız Ona Olsun! *


Üç günlük dünyada insanın başına gelmeyen kalmıyor. Ne de olsa imtihan dünyası. Bu kazana girip terlemek hatta yanmak da var. Çünkü imtihanı kazanmak kolay değil.

İnsanoğlu, başına gelen problemleri önce kendi çözmeye başlar. Boyunu aşınca eşini, dostunu devreye koymaya çalışır. Tüm tanıdıklar ve iş yapacaklar sırtını dönünce ve kapılar tek tek yüzüne kapanınca kendi derdiyle baş başa kalır insan. Aslında yalnız değildir. Yaradan’ı vardır her daim yanında. 7/24 açıktır bu kapı. Hacet kapısıdır bu makam: Protokol yok, mesai bitti yok, araya birini koymaya gerek yok. Kapıda girmene engel kapıcı yok; niçin geldin, yeni mi aklına geldi, çık dışarıya diyen yok. Bugün yoğunum, randevu al, dilekçe bırak diyen yok; derdini tam anlatamadın, ne demek istediğini anlamadım diyen de yok. 

Merhamet kapıları açık; yeter ki kulum istesin, derdini bana açsın diyen biri var her yerde. Üstelik sana senden yakın. Çünkü şah damarından daha yakın.  Tipine, boyuna postuna bakan biri değil. İstediği tek şey kapısına gelmen, kendisini hatırlaman... Bunun için saatlerce yol yürümene gerek yok. Yapacağın tek şey bulunduğun yerde samimi bir şekilde ellerini açman; suçunu/derdini itiraf etmen ve pişmanlık duymandır, bir daha yapmamaya söz vermendir. Kapına geldim, dertliyim, derdimi sadece sana açıyorum, kurtar beni bu badireden; bana sabır ver, benim için başka kapı aç diyorsun. Bunu ister sesli, ister sessiz yap; ister hecele, ister kekele, ister kelimeleri yut. Problem değil. Zira halden anlayan biri var karşında. Ne halin varsa gör demez. O seni her daim dinler ve cevabını üç şekilde olur. 1. Evet der, istediğini verir. 2. Hayır der, daha iyisini verir. 3. Bekle der, en iyisini verir.

Duanın/tövbenin kabulü için yapacağın tekrar tekrar ısrar etmek ve duanın kabulü için acele etmemektir. Duana başkasını da katmaktır, hayırlısını istemektir, beklemektir. Zira bu kapı kapanmaz, bu kapıda karamsarlığa yer yok, ümitler tükenmez burada. Bir bakmışsın derdin bitmiş, isteğin kabul olmuş, korktukların gerçekleşmemiş. Bundan haberin bile olmaz. Yeter ki sen beklemeyi, istemeyi bil. Bu aşamada ve hiç asla isyanı düşünme. Çünkü pişeceksin. Bir samimiyet sınavındasın. Sınavı kurallarına göre oynayacak ve sonucunu ona havale edeceksin. Çünkü seni senden daha iyi tanıyan biridir o. O asla seni, sana ve başkasına bırakmaz. Ona, gücüne ve merhametine güvenerek bekleyeceksin. O sana mutlaka bir çıkış yolu gösterecektir.

İstediğini ve gönlünden geçeni vermezse hayırlısı bu imiş deyip sonucuna katlanacaksın. Zira bu dünyada kaybetmek, ahireti de kaybetmek anlamına gelmez. Burada kaybeden ötede güler. Mühim olan orada kazanmak değil mi? Son gülen iyi güler. Yeter ki sen dertlerinle pişmeye devam et. 

Başına gelenleri de başkasından değil, kendinden bil. Çünkü insan yapıp ettiklerini yaşar. Derdini de başkasına değil, sadece ona aç.

*15/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.