Ana içeriğe atla

"Bozukluk mühürde değil çömlekte" *

Mizah, espri, fıkra ve  hazır cevap dendi mi aklımıza hemen Nasrettin Hoca gelir. Her birimizin dağarcığında Hoca'ya ait fıkralar vardır. Zaman zaman bizi güldürür, güldürürken de düşündüren cinsten fıkralar bunlar.

Hayat hep somurtmaktan ibaret değil. Zaman zaman da deşarj olmaya ihtiyacımız var. Espri, mizah hayatımızın olmazsa olmazlarındandır. 1-7 Temmuz bildiğiniz gibi Kültür Bakanlığının Konya Akşehir'de yürüttüğü "Uluslararası Nasrettin Hoca Şenlikleri" haftasıdır. Mezarını ziyarete gittiğimiz zaman "Burası dünyanın ortasıdır" yazısının üzerine çıkıp hatıra fotoğraflar da çektirmişizdir. Acaba dünyanın ortası burası mı diye aklımıza gelse bile hemen yan tarafta yatan Hocanın, inanmıyorsan haydi ölç dediği aklımıza gelir, mezarlığın içinde bile gülümseriz.

Yaşamanın zorlaştığı, koşuşturmanın arttığı, terör vb nedenlerle yüzümüzün fazla gülmediği bir zamanları yaşıyoruz milletçe. Bayram tatilini  yaşadığımız bu günlerde hem laf üstadı Hocamızı analım, hem de bayram sonrasında da bayramı tadında yaşayalım; evimizde eşi-dostu beklerken. Hocanın fıkralarını her birimiz biliriz. Burada Hocanın fıkralarından ziyade bizleri hafifçe gülümsetecek başka fıkra/mizah/hazır cevaplara da yer vereceğim:

Hoca sınıfa girer. Ders defterini imzalarken bir öğrenci: "Hocam, bizim sınıfta iki tane geri zekalı var" deyince; hoca başını kaldırmadan, öğrencinin kim olduğuna bakmadan cevabı yapıştırır: "Öbürü kim kızım!"
***
Kendisinin ve çocuklarının saçı havuç rengi olan bir öğretmen 2000 öncesi çocuğuna hasta sevk kağıdı almak için Milli Eğitim Müdürlüğüne gider. Sağlık karnesi olmadığı için ilgili şube müdürü sevki imzalamaz. Öğretmenin iki üç defa ısrarına rağmen şube müdürü yine imzalamayınca öğretmen: "Hocam! Niye imzalamıyorsun diye sorar. Şube müdürü: "Bu çocuğun senin olduğunu nereden bileyim deyince öğretmen, çocuğunun başındaki şapkayı çıkarır ve bir eliyle de çocuğunu gösterir. ”Hocam! Şu çocuğun saçına  bak! Bu çocuk Konya’da kaybolsa bana getirirler” diye söylenir. Böyle bir cevap karşısında şube müdürü devletin soğuk yüzünü bırakır, gülmeye başlar. Ardından sevk kağıdını imzalar.
***
(Eskiden hutbeleri devlet başkanları okurdu ve hutbede dini, siyasi, ekonomik, sosyal...vb her konu i’rad edilirdi. Abbasilerle birlikte hutbeyi okuma görevi kadılara verildi ve hutbenin konusu sadece dini bir içeriğe dönüştü.) Hitabet dersinden öğretmen bir sınav yapar. Sınavda: "Abbasiler’de Kadıların hutbe okumaya başlamasıyla birlikte hutbelerin içeriğinde ne gibi bir değişiklik olmuştur" şeklinde bir soru  sorar. Yazıda geçen kadı kelimesini kadın olarak okuyan bir öğrenci: "Hocam! Kadınlar hutbe okumaz ki, hutbelerin içeriğinde değişiklik olsun" diye cevap yazar.
***
Hoca'nın rüşvetle iş yapan bir vali ile  bir mühür işi vardır. Son çare Hoca, bir çömleğin içine toprak doldurur, üzerine de az bir bal döker. Hoca kucağında çömleğiyle valinin huzuruna çıkar. Çömleği gören vali, evrakı imzalayarak üzerine mührü basar. İşini yaptırmanın mutluluğuyla Hoca sevinçle dışarı çıkar. Hocanın ardından vali, çömleği açar, parmağını daldırır. Çömleğin alt tarafının toprakla dolu olduğunu gören vali kandırıldığını anlar. Hemen adamını gönderir: "Git şu Hoca'ya söyle, mühürde bir bozukluk varmış, vali çağırıyor, mührünü yenileyecek diye söyle" der. Valinin adamı, bahçeden hızlı bir şekilde çıkmakta olan Hoca'ya: " Hoca, Hoca! Vali seni çağırıyor. Vali evrakı yenileyip yeniden mühürleyecek, çünkü mühürde bir bozukluk varmış, içeri gel" diye seslenir. Hoca gülerek: " Bozukluk mühürde değil; çömlekte, çömlekte..." der, koşar adım bahçeden  uzaklaşır.

Yüzünüzde hiç gülümseme eksik olmasın. Hayatımızın her anı bayram tadında olsun!..03/07/2016

* 09.07.2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde