Ana içeriğe atla

Çocuktan aldık haberi

Dünyanın en masum insanlarıdır çocuklar. Gördüğünü eğip bükmeden, rol nedir bilmeden, yalan ilave etmeden, gizlemeden, ne eksik ne de fazla olanı aynen aktaran ve yansıtan fotokopi makineleri gibidirler. Bu yüzden bizde çoğu zaman "Çocuktan al haberi" denir.

24.06.2016 günü, "http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/06/anlamyor-musun-sen.html?m=1" blogspotumda yazdığım ve aynı gün Facebook'ta paylaştığım
"...Anlamıyor musun sen?" Başlıklı yazımda,  yaz Kur'an Kursuna çocuğunu yazdırmak için giden bir annenin başından geçenlere yer verilmişti. Nihayet anne kursun istediği 60 lirayı götürerek çocuğunun kaydını yaptırabilir. Fakat çocuğunun yaşıtı olan istediği sınıf olmaz. Önümüzdeki yıl 5.sınıfa gidecek çocuğunu ancak 6.sınıfa yazdırabilir. Bir yaş büyüklerin yanında da eğitim görecek olsa da ailenin sevincine diyecek yok. Zira geçen hafta kayıt bile yaptıramamıştı. Fakat ailenin mutluluğu fazla sürmez. Çünkü kursa hevesle giden çocuk bir haftanın sonunda" Ben kursa gitmek istemiyorum. Çünkü o hoca da okumak istemiyorum" demeye başlar. Zaten hoca, bir haftada hala okutmaya başlamamış. Temizlik hayranı öğreticimiz öğrencilere temizlik konusundan başlamış; el, yüz temizliği, tırnak kontrolü, tırnakların ne şekilde kesilmesi gerektiğinden dem vurmuş ilk hafta. 

Leğen ve ibrik getirerek bizzat öğrencilerin önünde bir öğrenciye abdest aldırır ve usulüne uygun abdesti öğretir. Abdestini alan öğrenciye,  sonra da; elini, yüzünü ve ayağını yıkadığı, ağzını çallkalayarak tükürdüğü leğendeki sudan: Bir yudum içerseniz, sizin için şifa olur. Çünkü bu abdest suyudur" demeyi de ihmal etmez. Öğretmenin bu ve benzeri davranışlarından dolayı veliler çocuklarını alt kattaki bir başka sınıfa aktarmaya başlayınca öğreticimiz: "Aşağıya gidenler Cehennemlik, burada benim yanımda kalanlar Cennetlik" şeklinde fetva da vermeye başlar.

Çocuğunun isteksizliğine rağmen aile çocuğuna baskı yaparak kursa ve adı geçen öğreticiye göndermeye devam eder. Öğretici hakkında şikayetler artmış olmalı ki, hoca: "Çocuğunuzun bende kalması için gelin dilekçe verin" diye aileyi telefonla arayınca eşler kendi arasında istişare yapıp çocuklarını o sınıftan almaya karar verirler.

Anne çocuğunun sınıfını değiştirmek için müdire ile konuşurken çocuğunu da eski sınıfındaki çantasını almak için gönderir. Öğretici, öğrenciyi bırakmak istemez. Ayrıca bu hoca bu sınıfta kalsın diye de çocuğa bir imza attırır. Çocuk durumu annesine anlattıktan sonra anne hocanın yanına gelir: " Şu imzayı silelim, biz imza atmak istemiyoruz" deyince, " Bu sizinle ilgili bir durum değil. İdareyle ilgili bir durumdur" cevabı verir.

Veliler çocuklarını bir bir alırken bizim hoca arkalarından homurdanmayı ve bağırmayı ihmal etmez: "Bende 30 yıllık tecrübe var, nereye gidersiniz" diye.

Sanırım bu gidişle hocanın önünde öğrenci kalmayacak. Kala kala evinde beslediği 20 kadar kedisi kalacak.

Kur'an Kurslarında kendisini yenilemiş, veli ve öğrencilerine kendisini kabul ettirmiş olanların sayısı çoktur gerçekten. Her kurumda olduğu gibi maalesef bu kurumda da böyle hasta ruhlu insan olabiliyor.

Kursun bağlı olduğu müftülük bu konuda bir şey yapmayı düşünüyor mu acaba? Hiç bir şey yapamıyorsa bari hocaya: Hocam siz zahmet etmeyin, evinizde oturun, şu ana kadar verdiğiniz hizmetler göz doldurdu. Her defasında da gözümüz yaşardı. Bu gidişle gözümüzde yaş kalmayacak. Hem kursa gelerek kedilerin evde öksüz kalmasın. Biz senin maaşını, ek dersini aylık evine getirelim" dese fena olmaz hani. Yok buna mevzuat el vermez denirse bu kadar temiz birini müftü bey makamında sekreter olarak görevlendirebilir.

Çocuklarımız Kuran ve din eğitimini kendisiyle barışık insanlardan öğrensin. Böyleleri bırakın din öğretmeyi çocukları dinden soğutur.

Bu havadisi nereden mi aldık. Tabii ki çocuktan aldık haberi.

Diğer din görevlilerini tenzih ederiz. 03.07.2016



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde