Ana içeriğe atla

Altından koltuk çekilince insan

2 yıl öncesinde ilçenin 7 mukarrabûnünden biri idi. Gözdeliği göz kamaştırdı hep. Çünkü hep zirvede idi. El üstünde tutuluyordu. Kenardan getirildi gözönünde bir yere. Baş sedire oturtuldu. Hep kendi reklamını yaptı. Kendisini bulunmaz Hint Kumaşı olarak göstermeyi bildi. Geldiği yerin enkaz edebiyatını yapmayı çok iyi becerdi. Bütün bunlar olurken bir eli yağda, diğeri balda idi.

Kendisi gibi olan yüzlerce kişi yerinden edilirken o hiç sesini çıkarmadı. Çünkü haklı yere yerlerinden ediliyorlardı. Çalışmıyorlardı, beceremiyorlardı. Aslında ilçede yerinde kalan veya daha iyi yere terfi eden diğer 6 kişi de hak etmedi ama. Neyse yapılacak bir şey yoktu ona göre.

Gözü görmedi kendisinden başkasını. 2 yıl boyunca enkaz edebiyatını ve reklamını iyi yaptı. Birçok evladını bir bir yiyen sistem, yemeye doymadı. Şimdi onu da yedi. Çünkü bir müddettir anlaşamıyorlardı. Kırılan kim olacaktı. Tabii ki alttaki. Çünkü üst, daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda.

2 yıl öncesinin 7 mukarrabûnünden biri olan gözde kişi, gözden düşmüştü artık. Kırıp bir köşeye attılar şimdi. Başladı şimdi sesini yükseltmeye: "Bana haksızlık yapıldı" diye.

Günaydın kardeş, daha önce herkese tekme vurulurken: "Ama bu yapılan haksızlık" diye niye sesini çıkarmadın? Hiç kusura bakma, yanında kimseyi bulamayacaksın. Dün sen kimsenin yanında olmadığın gibi.  Sesinin çıkması için illa ki kuyruğuna mı basılması gerekiyordu. Gözdeliğinin elden gitmesine mi yanarsın, kenara itilip kakıldığına mı?

Aslında seni esas yakması, yıkması ve utandırması  gereken birilerine tekme vurulurken senin sessizliğin olmalıdır.

Bugün hiç dert yanıp sızlanma. Haydi öteki kapıya diyeceğim ama bu benim mizacıma ve kişiliğime ters. Çünkü ben bugün senin durumuna bir şey yapamasam da yine sevinmem, iyi oldu demem. Düştün, asla bir tekme de ben vurmam. Elimden gelse düştüğün yerden kaldırır sana iadeyi itibar yaparım. Hatta düşmeden sana destek olmaya çalışırdım.

İnişine ya da indirilişine asla sevinmedim. Oh oldu demedim. Sadece üzüldüm. Hatta dedim ki, rejim kendi çocuklarını da yemeye başladı dedim.

Hayatta hiçbir şey dünyanın sonu değildir. Bir düşün: Seni haklı yere alsalar daha mı iyi idi? Bunda da bir hayır vardır de, yoluna devam et. Öküz öldükten sonra ortaklık bozulmasın. Belden aşağı vurma ve konuşma. Öz eleştiri yap. Belki de başına gelen haksızlıklar yapılırken susmanın ceremesidir.  Böylesi belki günahlarına keffaret olur...

Aslında seni yazdım ama sözüm umumadır. Çünkü "haksızlık karşısında susan insanımızın sayısı, bana dokunmayan yılan bin yaşasın" düşüncesinde olan insanımızın sayısı çoktur. Geçmiş olsun. Bu da sana ve senin gibi düşünüp davrananlara ibret olsun...03.07.2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde