Yüz kızartıcı bir eyleme imza atan biri o yolun yolcusu ise kimse bu kişinin yaptığı yüz kızartıcı işe şaşırmaz. Mesela hırsızlığı meslek edinen bir kimsenin yaptığı hırsızlığın pek haber değeri olmaz.
Ama sureti haktan görünen, herkesin güvenini kazanmış, ağzı dualı, ayet ve hadis okuyan, karıncayı incitmekten korkan bir insan, bir hırsızlık ve bir yolsuzluk yapsa veya haram yese, bu kişinin yaptığına herkes şaşırır. İnanmakta zorlanır. Ben kendime güvenmem, ona güvenirdim denir. Hırsızlık veya dolandırıcılık yaptığı tescillenirse, bu da bunu yaptı ise kime güveneceksin. Bundan sonra kimseye güvenmem bile denir.
Son yıllarda görünen ve görünmeyen hırsızlıklar ve yolsuzluklar daha bir arttı. Belki eskiden de vardı ama sanal alemle birlikte daha bir gün yüzüne çıkmaya başladı.
Ne zaman sureti haktan görünüp kendisinden beklenmeyen bir hareketi yapan bir insan görsem, aklıma şu hikaye gelir.
Adına hikaye veya kıssa her ne dersek diyelim, kıssadan maksat hisse almaktır. Çünkü kıssalar hayatın bir gerçeği. Hisse alınsın diye yazılır, çizilir ve anlatılır. Yeter ki kıssalar yerinde ve zamanında anlatılsın.
İnternette “En Büyük Eşkiya Kim” başlığıyla dolaşımda olan, çoğumuzun okuduğu bir hikaye var. Hikaye biraz uzun. Özetleyerek anlatacağım:
Varlıklı bir çiftlik sahibinin son zamanlarıdır.
Yatağında son günlerini beklerken tek varisi oğlunu yanına çağırır. Vasiyetini söyler: “Yatağımın altında içi altın dolu iki kese altın var. Biri senin, diğeri de ülkenin en büyük eşkıyasının. Bunu niye en büyük eşkıyaya vermeni vasiyet ettiğimi de sorma” der.
Vasiyetinin ardından birkaç gün sonra vefat eder.
Oğlu teçhiz, tekfin, defin işlerini ve taziye süresini bitirdikten sonra babasının vasiyetini yerine getirmek için ülkenin en büyük eşkıyasını aramaya koyulur.
Eşkıyayı bulmak için nereye gitse, hangi eşkıyayı sorsa, daha beterinin olduğunu öğrenir. Şu eşkıya, bu eşkıya dolaşır. Şu eşkıya en meşhuruymuş dediği yerden de eli boş döner. Çünkü orada da başka eşkıyanın ününü işitir.
Genç şu, bu derken bir yıl böyle dolaşmış. Sonunda yedi dağın eşkıyası diye birini işitmiş. Eşkıyanın yaşadığı kuş uçmaz, kervan geçmez dağa gider. Eşkıyanın adamlarına durumu anlatır ve huzura çıkarılır. Babasının vasiyeti gereği şu altın kesesini size vermek için geldim deyince, eşkıya, “delikanlı, evet bu civarın eşkıyasıyım. Yalnız benden daha büyük bir eşkıya var. Bu eşkıya memleketin en büyük eşkıyasıdır. O da ülkenin kadısı. Bu altını ona götür der”.
Genç kadıyı bulmak için şehre iner. Bir taraftan da düşünür. Memleketin kadısından eşkıya olur mu? Çünkü adı üzerinde kadı. Şeriata göre hüküm verir. Haksızlık nedir bilmez. Çünkü ne de olsa hükmünü ayet ve hadise göre verir.
Delikanlı, kadının konağının bulur, huzura çıkar. Olup biteni kadıya anlatır. Bu kese altın vasiyet gereği sizin efendim der.
Bu sözleri duyan kadı küplere biner. Öyle ya en büyük eşkıya diye kendisine iftira atılmıştır. Üstelik kendisi harama el uzatmayan birisi. En azından halk böyle biliyor. Kendisi de görevi gereği böyle görünmek zorundadır. Zinhar harama el sürmez.
Genç, efendim, beni affedin. Zira ben böyle duydum. Siz yine de kitaba bir bakıp bu işin olurunu bulsanız deyince, kadı, şimdi oldu. Kitaba bakalım deyip kara kaplı kitabı açar ve şöyle der:
Bak delikanlı, bir din ve devlet temsilcisinin böyle açıktan para alması hem kanuna uymaz hem Allah bundan razı olmaz. En iyisi seninle aramızda bir alışveriş yapalım. Ben sana bir şey saracağım. Neticesinde sen de altınları bana teslim edersin der.
Ardından delikanlıya pencereden dışarıyı gösterir. “Şu gördüğün arazi bana ait. Bu arazinin üzerindeki karları sana bu kese altın karşılığında sattım” deyip karşılıklı bir sözleşme imzalarlar.
Delikanlı, vasiyeti yerine getirmenin huzuru içinde bir kese altını kadıya teslim edip çıkar.
Onca yorgunluğun ardından bir hana gider. Orada geceler.
Sabaha doğru zaptiyeler, kadı ile davan var diye derdest ederler.
Kadının huzuruna çıkan genci kadı bir güzel fırçalar. “Allah’tan korkmaz, benim arazinin üzerindeki şu karları niye götürmedin. Senin karlar arazimi işgal ediyor. Derhal bu karları kaldır. Yoksa seni arazimi işgalden içeri atarım” diye tehdit eder.
Delikanlı, bakar ki pabuç pahalı. “Ama kadı efendi, şu kara kaplı kitaba bir daha bak. Yok mu bunun bir yolu” deyince, kadı kitaba bakar. “Şu sendeki bir kese altını da verirsen varsın karların benim arazimi işgal etsin” der.
Bunun üzerine delikanlı elindeki bir kese altını da vererek kadının şerrinden kurtulur.
Dışarı çıkınca, “Yedi dağın eşkıyası! Sen haklı çıktın. Senden de büyük eşkıyalar varmış. Senin alenen yaptığın eşkıyalığı, kadı kanunla yapıyor. Bunların eşkıyalığının yanında senin ki ne ki” demiş.
Hasılı delikanlı, babasının vasiyetini güç bela yerine getirmiş. Bu vasiyeti yerine getireceğim diye kendi altın kesesinden de olmuş. Bu sayede memleketin en büyük eşkıyasının kadı olduğunu öğrenmiş olur.