11 Mayıs 2025 Pazar

Alacağın Olsun Devlet!

Apar topar emekli olduktan sonra boş duramam diye bir arkadaş ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik bir etüt merkezi açmış. Davet etti. İcabet edeyim deyip açılışa katıldım.

Açılışı yaptık. Hayırlı olsun dedik. Çaylarımızı yudumlarken mutluluğuma diyecek yoktu. Arkadaşın mutlu ve heyecanlı gününde yanında bulunmuştum.

Derken elime telefonu aldım. E posta bildirimi geldi. Bildirim e devlet kapısından idi. Hayırdır, devlet kapısında işim olmazdı. Devlet kapısının da benimle. Neyin nesi deyip bir çırpıda mesajı okudum. Sayın diyordu bana devlet. "Aracınıza 10.05.2025 tarihinde trafik idari para cezası karar tutanağı tanzim edilmiştir" yazıyordu. 

Mutluluğum hüsrana dönüştü. Moralim bozuldu. Acaba kaç lira idi gelen ceza. Bir 2 bini gözden çıkardım.

İyi de ben açılışa toplu taşıma ile gitmiştim. Oğlan da evde olduğuna göre bu ceza neyin nesi idi. Arabayı en son bir gün önce kullanmıştım. Herhalde bir gün öncesi bu cezayı ben yedim. Ceza şimdi geldi diye düşündüm.

Bir hızla e devlete girdim. Gelen ceza 2.167 lira idi. Gözden çıkardığım paradan az fazla idi. Yine de yaklaşmışım tahminimde.

Neden ceza yemişim diye 51/2-A maddesine baktım. "Hız sınırlarını %10 ile %30 arasında aşan sürücülere 51/2-a trafik cezası uygulanır." yazıyordu. 

Ceza tarihi ve saatine baktım. Pazar gününü gösteriyordu. Cezanın düzenlediği yere baktım. Ben dün o caddeden geçmedim dedim. 

Telefonu cebine koydum. Çayımın son yudumunu içtim. Etüt merkezi sahibine tekrar hayırlı olsun diyerek ayrıldım.

 Yolda giderken ya yanlış düzenlenmişti ya da oğlan benden sonra arabayla çıkmıştı. Gönlümden geçen yanlış düzenlenmesiydi.

Yürürken oğlanı aradım. Babam, neredesin dedim. "Evdeyim" dedi. Arabayla az önce dışarı çıktın mı dedim. "Evet, çıktım. Annemi aldım geldim. Ne oldu da" dedi. Hiçbir şey yok. Ceza yemişsin hızdan dedim.

E devlet kapısından aldığım cezanın resmini gönderdim hem oğlana hem de annesine. Bekledim ki "Vay be! O kadar ceza gelir miymiş. Çok üzgünüz" yazacaklarını. Hiç oralı olmadılar. Baba değil misin? İşin ne öde der gibi bir halleri vardı. Şu var ki ana ile oğlan bir olmuşlar, benim hafta sonu tatilimi zehir etmeye ant içmişler. Haliyle niye tüh desinler.

Etüt merkezinin açılışından sonra çarşıya uğrayacaktım. Tadım kalmayınca doşşara doşşara eve geldim. Güya otobüse binince bir şeyler yazacaktım. Elim yazmaya gitmedi.

Başıma vuran ağrıyı söylememe gerek yok. Cumartesi tatilim de zehir oldu.

Eve girince yatağa attım kendimi. Yemek hazır oluncaya kadar biraz kestirdim. Uyanınca başımın ağrısını dinmiş gördüm.

Yalnız ister ağla ister sızla ister yatağa düş. Bu borç ödenecek.

Bir gün sonrasında daha ödemediğim borcu kabullenince dut yemiş bülbüle dönen dilim konuşmaya başladı. Oğlana TEDES'e mi yakalandın dedim. "Yok baba. Kuytu bir yere radar atmış polis. Geçerken gördüm dedi.

Şu var ki daha radara yakalanır yakalanmaz, cezanın tanzimini, e devlete yüklenmesini, e devletin bir hızla e posta göndermesini görünce ağır ve hantal dediğim devletin hızına hayran kaldım. Belki de oğlan eve varmadan baba mesaj geldi. Acı haber tez duyulur misali; yememiş, içmemiş, bana ulaştırmış. Bu hıza şapka çıkarıyorum. Aynı hızı diğer işleyişlerde de devletten bekliyorum.Tatilimi zehir eden bu cezanın bir diğer sevindirici yanı, oğlan düşük hızdan ceza yemiş. Ya bir de yüksek hızdan yeseydi, vay benim halime. Yemeden, içmeden ve yazmadan kesilirdim. Buna da şükür. Zira beterin beteri var.

Cezanın bir diğer sevindirici yanı, erken ödeme yaparsam yüzde 25 daha az ödeyecekmişim. Bu demektir ki 2.167 yerine 1.625,25 TL ödeyeceğim. Gördüğünüz gibi daha bir şey yapmadan devlet 541,75 TL kolaylık sağladı. Bu demektir ki 2000'i geçmese bari dediğim ceza 1625'e indi.Bu arada yüzde 25 erken ödeme indirimi ile devlet Mourinho'dan daha insaflı ve daha merhametli. Başarısız bir sezonun ardından gönderilmesi gündeme gelince, "Tazminatımı kuruşu kuruşuna alırım" demiş Mourinho. İyi ki devleti Mourinho yönetmiyor. Pekala erken ödeme falan anlamam. 2167'yi bayılacaksın diyebilirdi.

Burada aldığı tazminatlarla maruf Mourinho pek de paracıymış. Kuruşun peşine düşmüş demeyin. Meğer adam bozuk paraları toplayıp maça çıkaracağı on biri belirlemek için bozuk paraları masaya atıyormuş. Masada kalanlardan takımı kuruyormuş. Bir ara teknik direktör olursam bu tüyodan yararlanmak isterim. Zira tecrübe kokuyor adam.Neyse bu, Fener'in ailevi meselesi. Benim derdim bana yeter. Yeniden cezanın sevindirici yanlarına dönersem, bu cezayla devletin bütçesine katkıda bulunmuş olacağım. Çünkü devletin buna ihtiyacı var. Bütçe açığının önemli bir kısmı trafik cezaları ile kapatılıyor. Nasıl ki maaşımdan her vergi kesiliyor. Harcamalarda MTV ve KDV ödüyorsam, bunlar vatandaşlık görevi ve bu görev kutsal ise bütçeyi kapatacak bu ceza da kutsaldır. Yani anne-oğul ve devlet el ele vermiş. Biri oğlum, gel beni şuradan al deyip bu cezaya sebep olmuş, oğlan hızlı sürerek bu cezaya alet olmuş, devlet de cezayı tanzim ederek son noktayı koymuş. Annesi, oğlu, polisi, radarı, devleti peşime düşmüş. Benden gelecek paraya bel bağlamış. Acaba kapanmayan bu deliğe katkıdan dolayı sadaka işlemiş olur muyum? Şayet sevap işlemiş olursam, bu cezaya sebep olan anne oğul da sevaptan pay alırlar mı?

Şu bir gerçek ki oğlanın annesi evden arabayı çağıracağına, taksi tutup eve gelseydi, bu indirimli ceza kadar taksi parası tutmazdı. Gel de bunu oğlanın annesine anlat. Ne dediğinin farkında mısın demeyin. Ben ne dediğimi biliyor muyum üzüntüden.Acaba diyorum, birkaç ay tasarruf tedbiri uygulasam bu cezayı telafi edebilir miyim diye düşünmüyor değilim. Çünkü ne de olsa iki depo parası gitti.Hanım ve oğlandan müteşekkil hanem, arabayı parka çeksek, benim gibi her biri yürüse ya da gidecekleri yere toplu taşıma ile gitseler, biz bu cezayı elbirliği ile telafi ederiz. Hepten yürürsek daha iyi olur.

Gel gör ki dün bir bugün iki. Oğlan suçluluk psikolojisi içinde bir müddet arabaya binmez derken, aha az önce "Baba, ben spora gidiyorum" demez mi? 1,5 km mesafedeki salona yine arabayla gitti.Görünen o ki rahatımızdan ve alışkanlıklarımızdan hiç taviz vermeyeceğiz. Bu demektir ki benim tasarruf tedbirim başlamadan bitti.Yeter bu kadar. Yazıyı bitireyim derken pazartesi sendromu öncesi evlenip evden çıkan oğlan aradı. Biri Ereğli, diğeri de Karaman olmak üzere bir haftada iki trafik cezası gelmiş ona da. Kendimden geçtim, oğlanı düşmeye başladım. Bir haftada üç ceza yeter de artardı bize. Ne kadar geldiğini sormadım. Büyük bir ihtimalle bizden fazla gelmiştir ona.

Görünen o ki bütçe açığını kapatmak için devlet tüm oklarını Yüce ailesine çevirmiş. Burada iyi maden var diyor devlet.

Alacağın olsun devlet.

Siz siz olun, bizi örnek almayın. Trafik kurallarına harfiyen riayet edin. Yok, bizim de çorbada tuzumuz olsun diyorsanız, kim tutar sizi. Basın gaza. Sonrası gelir. Belki de elbirliğiyle bütçeyi düzeltiriz. Çünkü sadece Yüce ailesi ile bu mutfak kaynamaz. 

9 Mayıs 2025 Cuma

Bir Zamanlar Ben de Zehirlenmiştim

Yılını unuttum.

İshal, istifra derken yatağa düşmüştüm.

Ölümüne öksüreği söylemeye gerek yok.

Zehirlendim galiba dedim.

Ama kim, ne diye beni zehirlesindi. Önemli biri değildim zira. Köylü Ahmet ağanın oğluydum.

Düşüne düşüne sonunda nasıl zehirlendiğimi buldum.

Nasıl bulduğuma gelince,

Zehirlenme hanım ile bende vardı. Oğlanda yoktu.

Önce oğlan evde yokken, oğlandan farklı ne yedik diye düşündük.

Yemeği tespit ettik.

Yemeğin pişirildiği teflon tavaya baktık.

Tavanın sırrı atmış da biz o haliyle kullanmaya devam etmişiz.

O tavayı attık. Zehirlenmeyi atlattık. Sağlığımıza yeniden kavuştuk.

Oymuş bir daha zehirlenmedik.

Bu sırrı bugüne kadar kimseye anlatmadım. Devlet sırrı gibi sakladım.

Bugün nedense bu sırrı açıklamak geldi içimden.

İstedim ki kayda geçsin.

7 Mayıs 2025 Çarşamba

Başarıda Düşmanın Payı

Düşmez kalkmaz bir Allah ise de düşmeyen, kalkmayan insanlar da vardır.

İşini düzgün yapan, çağı okuyabilen, çağa uygun kendini geliştiren insanlar ayakta kalır ve başarılı olurlar.

Bir de tüm işini, fikrini, zikrini düşman üzere kuranlar vardır. Bunlar bir başına bir anlam ifade etmezler. Bunları anlamlı kılan ve başarıyı ayaklarının altına seren ise düşman bulmaktır.

Ne alaka düşman demeyin. Bu tipler tüm eforlarını düşman bulmaya harcarlar. Düşmanla yatıp düşmanla kalkarlar. İnsanları etkilemek için hep düşmanıyla korkuturlar. Düşman gösterilenden korkan da şemsiyesinin altında toplanır.

Bulunan bu düşmanlar alt edebileceği kişi ve zihniyetten olmalı. Değilse bir varlık gösteremezler.

Bulunan bu düşmanlar ezeli olabileceği gibi dönemsel ve konjonktürel de olabilir.

Ezeli düşman şeytan gibidir. Onunla hiç kavgası bitmez. Kimse de şeytanla birlikte hareket etmediği gibi şeytanı da savunamaz. Şeytandan korkan bir bakmışsın yanı başında kenetleniverir.

Ezeli düşmanı alt etmek için çok bir çaba göstermesine gerek yok. Çünkü şeytana dair malzeme çoktur. Şeytan da buna teşnedir zaten. Sureti haktan görünmek, hamaset yapmak, milli ve manevi değerleri dile getirmek ve algılar oluşturmak fazlasıyla yeter.

Bu ezeli düşman çantada keklik.

Bir de konjaktürel düşman edinmeler vardır. Bunun için önce düşmanı belirlemek, onların yaptığı kötülükleri bir bir sıralamak. Bunlar var ya bunlar şöyle kötüdür, bunları yapmıştır deyip insanları korkutmak ve bu yeni düşmanla mücadele etmek ya da mücadele eder görünmek var.

Zaman ve zemine göre böyle düşmanlar üretmek, başarıyı getiren ve hep ayakta tutan en kolay yoldur. Çünkü bunlardan ekmek yer. Değilse açlıktan ağzı kokar.

Başarı için sürekli aynı kişi ve zihniyetleri düşman bellemek gerekmez bunlar için. Bugün düşman seçtiğini bir bakmışsın bir başka zaman yanına çekmek suretiyle can ciğer kardeş oluverirler. Yedikleri içtikleri ayrı gitmez. Dün düşmanlık yaparken söylenen sözlerin yerini daha güzel sözler alır.

Hasılı bazı kişiler düşmansız yaşayamaz. Düşmanla ayağa kalkar, düşmanla ayakta tutunur, düşmanla başarıdan başarıya koşarlar. Dşman ve düşmanları sayesinde ekmek yerler. Hiç düşmanı kalmasa yok olur giderler. O yüzden sürekli düşman üretmek zorundadırlar.

Bu yolda etkili olmanın yolu da düşman bellediğini düşman belleyecek çoğunluğu ikna etmektir. Bu da bu tipler için çocuk oyuncağı gibidir. Çünkü ikna olmaya kani o kadar çok insan var ki. Yeter ki ikna edecek korku salınsın. Korkunun ecele faydası olmasa da insanları hizaya getirmede üstüne yoktur.

Siz siz olun, başarılı olmak ve başarmak için her yolu mubah görüyorsanız, insanlara korku salacak ve insanları kutuplaştıracak düşman belleyin, düşman üretin. Bir de tüm bunları yaparken dini elden bırakmayın. Hamaseti söylemeye gerek yok. Zaten hep sureti haktan görüneceksiniz. Göreceksiniz, hiç sırtınız yere gelmez. Demedi demeyin.