13 Kasım 2025 Perşembe

Anlamak Bir Nimetmiş!

Bir taziyede nicedir görüşmediğim bir tanıdığımla ayaküstü karşılaştım. Hal hatırın ardından söz döndü dolaştı. Hiçbir konuda aşırı gitmemek gerektiğini söyledi. Buna eyvallah derim. Çünkü haklı ve olması gereken de bu. Ortamda bulunanlardan biri, "Yazılarını takip ediyor musun? Yazıları nasıl" dedi. "Ara ara okurum. Aşırı gittiği oluyor. Mesela Gazze üzerine yazdığı yazı aşırı. Gazze'ye gidenleri eleştiriyor. Gazze'nin neresini eleştiriyorsun? Adamlar ölümü göze alıp gidiyor. İster şov yapsın ister yapmasın. Şu var ki iyi bir eleştirmensin" dedi. Benim konuşmama pek fırsat vermedi. Arka arkaya makineli tüfek gibi saydırdı durdu.

Belli ki ambargoyu delmek, Filistinlilerin sesini duyurmak için gemilerle Filistin'e giden aktivistlerle ilgili yazdığım yazıdan bahsediyor.

Yazımı okuduğu anlaşılıyor. Ama görünen o ki okuduğunu anlamamış. Daha doğrusu anlamış da yanlış anlamış. Halbuki "İsrail gibi orantısız güç kullanan bir devlete gitmek cesaret ister. Aktivist olarak gidenleri tebrik ederim" dedim o yazımda. Dönüşte Gazze'yi ön planda tutup kendisini öne çıkarmayan aktivistlere hayran kaldığımı ifade ettim. Sadece Gazze'den ziyade kendilerini ön plana çıkaran, sulu konuşmalarıyla tepki toplayan iki kişinin bu davranışlarını eleştirdim. Çünkü özellikle bir tanesi adeta cıvıttı. Konunun özeti bu idi. Yani ambargoyu delmek, Filistinlilerin mağduriyetini dünyaya duyurmak için Filistin'e gidenleri eleştirmediğim gibi cesaret örneği diyerek bir hakkı teslim ettim. Yaptığım, dönüşte iki kişinin şovunu eleştirmekten ibaretti. Okumayıp merak edenler için yazımın linkini buraya alıyorum. "https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2025/10/aktivist-var-aktivist-var.html" Okumadan önce de o iki kişinin özellikle kadın olanının videolarını izlemesini öneririm.
*
"Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü" deyiminden mülhem olarak "Enişteli Hayat" başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıda, ülkesine gelmiş başka ülke başbakan ve cumhurbaşkanlarına yaptığı densiz hareketlerinden dolayı Trump'ı ele almıştım. Trump'ı enişteye, misafirini de kayın biradere benzettim. Çünkü hep densiz hareketleriyle adından söz ettiren Trump bu defa misafirine aşırı ve yakın ilgi gösterdi. İşte bu yakın ilgiden dolayı bu yazıyı kendi üzerimden anlatarak ironi üslubuyla ele aldım. "https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2025/10/enisteli-hayat.html"

Bu yazımı okuyan niceleri, sandı ki eniştemle aramda sorun var. Bir tanesi de derdin ne senin eniştenle diye aramayıp başka yerde "falan eniştesini yazmış" diye konuşup duruyormuş. Bunu işitince, vay be bu kadar da olmaz. Ne umdum ne buldum dedim. Kimi ya da kimleri anlattım, kim anlaşılmış. 
*
Adıyaman Kahta'da lisede çalışıyorum. 11B sınıfında dersteyim. Dersin bitimine doğru öğrenciler, "Hocam, sınıflar arası futbol turnuvası var. Şu gün 11A sınıfıyla maçımız var. Maça bekleriz" dediler. 

Dedikleri 11A sınıfı 11B gibi değildi. Üniversite hedefi olan, teneffüslerde dahi test çözen, çoğunluğu kız olan karma bir sınıf idi. 11B ise TM sınıfı idi. Çoğunun bir hedefi yoktu. Futbolu da iyi oynarlardı. 11A ise takım kurmada zorlanır. Çünkü çoğunluğu kız idi. 

Çocuklar, 11A ve top. Birbirine çok yabancı. Onların işi gücü ders çalışmak toptan ne anlarlar. Siz maçı rahat alırsınız dedim. Gülüştük. 

Birkaç gün sonra okulda nöbetçiyim. Öğrencileri içtima alanından içeri alıyoruz. 11B sınıfından bir öğrenci, elinde 33'lük bir tespihi karşımda sallayıp duruyor. Delikanlı, o tespihi cebine koy dedim. "Tamam hocam" dedi. Ben öğrencileri sırayla içeri alırken az önce tespihinden dolayı uyardığım öğrenciyi, göstere göstere tesbih çektiğini görünce, kızdım. "Hocam, hep hakaret ediyorsunuz" deyince, "Oğlum, ne hakareti. Kızmakla hakareti karıştırma dedim."Geçen gün 11A sınıfına hakaret ettiniz. Onlara top dediniz" deyince, kolundan tuttuğum gibi sınıfına götürdüm. Sınıfa girince, gençler bir saniye. Bakın arkadaşınız ne diyecek dedim. "Arkadaşlar, geçen gün bizim sınıfta 11A sınıfına top demedi mi" dedi. Sınıf hep birden güldü. "Yok öyle bir şey. Sen yine yanlış anlamışsın" dediler. Tüm sınıf yanlış anlamışsın demesine rağmen o, "Hakaret etti. Top dedi. Siz kabul etmezseniz etmeyin" diye mırıldandı durdu. 

Size yanlış anlayan üç örnek verdim. Fazlasına da gerek yok. Şu var ki anlamak bir nimetmiş. Çünkü böyle yanlış anlama, insanı ipe götürür. Ha yanlış anlayana hiçbir şey olmaz. Olan sana olur. İpe gitmesen de yok, onu, bunu kastetmedim diyerek uğraş dur. Bilin ki böyle yanlış anlayanlara laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur. Çünkü inatlar aynı zamanda. Yemin billah ederler, sen bunu kastettin diye. Adeta Nuh derler, peygamber demezler. Ne edersin ki kapasiteleri bu kadar.

İsterim ki böyle yanlış anlayanlar ve yanlış anlamalarına rağmen bunda ısrar edenler yazılarımı okumasın. Varsın birkaç okuyucum eksik olsun. 

12 Kasım 2025 Çarşamba

Çin İşkencesiydi!

Kasım ve nisan aylarında yapılan ara tatilde öğrenciler bir hafta tatil yaparken öğretmenler de bu zaman diliminde mesleki çalışma yapar.

Ziya Selçuk zamanında uygulamaya konan ara tatilde seminerler yüz yüze olarak planlanmıştı. Eylül ve haziran aylarında yapılan seminerler yüz yüze yapıldı ama ara tatillerde yapılan mesleki çalışmalar hep uzaktan yapıldı.

Mevcut Bakan ara tatilde seminerler yüz yüze yapılacak açıklaması yapmasına rağmen "öğretmenler odasında" öğretmenlerden gelen talep üzerine hep uzaktan yapıldı.

Uzaktan yapılan seminerler, ÖBA'ya yüklenen videoları öğretmenler izlemek suretiyle mesleki çalışmayı yapmış sayılıyordu.

Kasım 2025 ara tatilindeki seminer de uzaktandı. Günler öncesinden duyurular yapılıp öğretmenler bilgilendirildi.

Kasım semineri diğer uzaktan yapılan mesleki çalışmalara hiç benzemiyor. Milli Eğitim Bakanlığı çok önem vermiş. 15 saatlik bir seminer programı hazırlamış. Hazırlamakla da kalmamış. Tedbir üzerine tedbir almış.

MEB'in aldığı bu tedbirleri görünce, bu seminer bir güvensizlik semineri olmuş dedim. Öyle zannediyorum, bu seminer programını hazırlayanlar bir zaman öğretmen olmalı. Zamanında bu seminerleri görmüş olmalılar ki her türlü suiistimali önleyecek tedbirleri almışlar.

Semineri uzun bir uğraş sonucu dinleyip bitirdim. Bitirdim ama ben de bittim. Çünkü gördüğüm ve bize reva görülen bir Çin işkencesi idi. Belki de Çin işkencesi çok masum kalır.

Bu seminere niçin güvensizlik semineri ve Çin işkencesi dediğime gelince, tüm mesele şifreyle ÖBA'ya girip hazırlanan videoları dinlemekten ibaret değil:

ÖBA'ya giriyorsun. Videoyu tıklıyorsun. Sayfa dönüyor dönüyor. Ama video kolay kolay açılmıyor. Belli ki alt yapı çekmiyor. Çünkü giren sayısı fazla olunca alt yapı kaldırmıyor.

Videolardan geçtim. Kısa kısa sayfalar hazırlanmış. Her sayfa otomatik olarak diğer sayfaya geçmiyor. Bir elinle telefonu tutuyorsun. Diğer elinle de sürekli "ilerle" butonuna basmak zorundasın. Çoğu zaman da "ilerle" butonu aktif olmuyor. Sayfa donuyor. Ne ileri ne geri gidebiliyorsun. Mecburen sayfadan çıkıp yeniden giriyorsun. Bazen de İngilizce "Debug window could not be opened, popup blocker in place?" yazısı karşıma çıktı. "Hata ayıklama penceresi açılamadı, açılır pencere engelleyici yerinde mi?" demekmiş.

Her açılan sayfanın içinde bazı başlıklar, tarih ya da resim koymuşlar. Hepsinin üzerine tıklayıp yapılan açıklamayı dinlemeden diğerine geçirmiyor. Hepsi bitmeden ilerle butonu aktif olmuyor.

Her başlığın içinde özellikle bazılarına, 30 kadar alt başlık konmuş. Dinliyorsun, ilerle butonuna basıyorsun. İlerledikçe 30-33'e varıyorsun.

Her yeni konuya ya da başlığa başlarken o konu hakkında sorular sorup yazdırıyor.

İlk iki modülün sonuna anket, en sonuna da 15 soruluk değerlendirme soruları konmuş. Sınavı geçme puanı elli.

Değerlendirme sorularına gelmeden aralarda da sorular sorup cevap veriyorsun.

İşlenen konularda o kadar ayrıntıya girilmiş ki akılda kalması mümkün değil. Adeta her türlü teknolojinin tarihçesine yer verilmiş.

Bir elinle dinlerken ekran belli bir süre sonra kararınca, "bu adam telefonu bırakıp bir yere gitti. Beni dinlemiyor" diyerek konuşma da kesiliyor. Bu durumu görünce, sağına, soluna bakan öğrenciye bakma der gibi hissettim kendimi.

Bir elimde telefonu tutup diğer elim eğer sayfa donmamışsa, sürekli ilerle demek zorunda. Ah ilerle butonuna bir defa basınca ilerlese yine gam yemeyeceğim. Birkaç defa basmak zorunda kalıyorsun.

İzle, dinle, ilerle, anket, değerlendirme, videolar, gir, çık derken uğraş didin, bu semineri bitirdim. Bitirdim ama ben de bittim. Şu seminer uzaktan olacağına vara yüz yüze olsaydı bile dedim. Çünkü çekilir gibi değil. Zira tatil burnumdan geldi.

Bu semineri bu şekil hazırlarken, MEB sanki siz misiniz seminerleri uzaktan isteyen. O zaman alın, gününüzü görün dercesine bir seminer hazırlamış.

Hasılı, semineri bitirince, oh be dünya varmış dedim. Bundan sonrasını semineri bitirmeyen ve daha başlamayanlar düşünsün.

İşin içinde olmayanlar, abartma o kadar da demesin. Hiç abartı yok. Zira hiç çekemem. Çünkü siz eşekten düşmediniz. Beni anlamak için eşekten düşen biri lazım. Çünkü karşınızda eşekten düşen biri var.

Göbekliler Yandı!

Trump yönetimi, “diyabet, obezite ve kalp hastalığı gibi kronik rahatsızlıkları olan kişilerin ABD’ye göçmen vizesi almasını zorlaştıran” yeni bir talimat yayımladı. Yeni düzenleme, sağlık durumunu vize sürecinin merkezine yerleştiriyor ve bu kişileri “kamu yükü” olarak değerlendiriyor.

Bu talimat bizde “Şişmanlara ABD vizesi yok” şeklinde haberlere yansıdı.

Haberi okuduğum günün akşamında, kilolu ve şişman bir arkadaş ziyaretime geldi. Hoş geldin dedikten sonra sana kötü bir haberim var dedim. “Neymiş” dedi. ABD’ye gitmek istersen, Trump sana bize vermeyecek. Haberin olsun dedim. Gülüştük.

Trump’ın talimatına göre görünen o ki kronik hastalıkları olanları ve obeziteleri kamu yükü olarak görüyor. Vize vermeyeceğini söylüyor. Kısaca ABD, ülkeme gelecekseniz, sağlam gelin. Bana yük olmayın diyor.

Çoğu kimsenin gidip yerleşmek istediği bir ülke olunca, ABD hiçbir ülkenin koymadığı yasaklar koyuyor. Bize de çok gelen var ama bir kuralımız yok. Bizim, Celalettin Rumi’ye atfedilen, “Gel gel. Ne olursan ol, yine gel” gibi bir felsefemiz var.

Kronik hasta adı üstünde kronik. İyileşme imkanı yok. Bu tür hastalık hastaların istediği bir hastalık değil. Üstelik iyileşme imkanı da yok. Ölünceye kadar bu hastalıkları çekecekler ve ilaca bağlı yaşayacaklar. Bunlara sözüm olmaz.
Şişman, göbekli, kilolu olmak da bir nevi hastalık olsa da kişilerin egzersiz, yürüyüş, perhiz yapmak suretiyle vücudundaki fazlalıklardan kurtulma imkanı var. Yeter ki bu tür kişiler kilolarını ve göbeklerini dert edinsinler.

Bu konuda şunu görüyorum. Göbeklileri çoğu bu görüntüsünü dert edinmiyor. Atın ölümü arpadan olsun dercesine yaşayıp gidiyorlar. Göbek ve kilosunu dert edinenlerin çoğu da kilo versem olacak ama veremiyorum, yürüyüş yapamıyorum. Ah bir yürüyebilsem temennisiyle kilosundan ödün vermeden yaşayıp gidiyorlar.

Beni sorarsanız, siz ne durumdasınız derseniz hem kronik hastalığım yok hem de göbek ve şişmanlık yok. Sanki ABD’den vize alacakmışım gibi hazırım anlayacağınız.

Aslında bende de göbek vardı. Sanki ABD’den vize alacakmışım gibi yürüyerek erittim. Bana niye bu kadar yürüyorsun diyenlere duyurulur. Kronik hastalığım da olmadığına göre Trump yönetimi vizede bana zorluk çıkarmayacağa benziyor.

Kronik hastalığı ve şişman olanlar düşünsün. Yarın ben ABD’ye giderken, onlar arkamdan bakakalsınlar.