6 Nisan 2025 Pazar

Güç Zehirlenmesi Yaşayanların Dünyasından

Sandığı severim. Çünkü demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Siyasi rakiplerimi severim ama hep ben kazanmak şartıyla. Çünkü ben kaybetmek için gelmedim bu dünyaya. Hep ben kazanmalıyım.

Karşımdaki aday alt edebileceğim düşük profilli biri olmalı. İşte o zaman araç olarak gördüğüm demokrasinin tadına doyum olmaz.

Genel başkanlığım asla sorgulanmamalı, kongrede karşıma aday çıkmamalı. Delege sadece beni oylamalı. Bir formaliteyi yerine getirmeli.

Kırar dökerim. Bedel ödemem. Ancak bedel ödetirim. Kime ne?

Dilimin fermuarı olmaz. İstediğimi söylerim. Bu, bana verilmiş demokratik bir haktır. Ama biri beni eleştirirse işte ben buna gelemem. Dünyayı dar ederim ona. Çünkü kimse bana hakaret edemez. Öyle ya ben kim eleştirmek kim? Herkes yerini ve haddini bilecek. Had bilmeyene itina ile had bildirilir.

U dönüşü yapar. Zikzak çizerim. Çünkü benim işim bu. Dün dündür, bugün de bugün.

Kim zikzaklarımı sorarsa, efendim, daha önce şöyle söylemiştiniz derse onu düşman bellerim.

İstediğimle dost olur istediğimle düşman olurum. Sonra dostu düşman, düşmanı dost edinirim.

Dostlukları da ben başlatırım düşmanlıkları da.
Kimse bana hesap soramaz ama ben hesap sorarım. Çünkü benim işim hesap sormaktır.

Gündem oluşturmada, gündem değiştirmede üstüme yoktur.

Karşımda kuzu gibi olanı ihya ederim. Karşıma çıkanı da imha eder, anasından doğduğuna pişman ederim.

Pireyi deve yapar, deveyi de pire.

Herkes bana saygı göstermeyi, saygıda kusur etmemeyi bilecek.

Bükemedikleri elimi öpecekler. Değilse ben ne yapacağımı bilirim.

İnadım inattır.

Kinciyim aynı zamanda. Sadece zaman kollar. Zamanı gelince hıncımı alırım.

Bu ve daha fazlası güç zehirlenmesi yaşayanların dünyasından bir kesittir sadece.

İnsanı Terbiye Etmenin En Etkili Yöntem

Ekmeğini verdiğin biri, senin görüşüne aykırı bir beyanda mı bulundu.

Bu durumda ne yapacağını sana söyleyeyim.

Hiç gözünün yaşına bakma. İşine son ver, ekmeğini elinden al, kapının önüne koy.

Böylece bu kimseyi bu şekil terbiye edersin.

Bu yaptığın aynı yolun yolcusu olma potansiyeline sahip diğerlerinin de kulaklarına küpe olur. Ekmeğimizden olmayalım diye hepsi kuzu kesilir. Böylece bir taşla iki kuş birden vurmuş olursun. Ortalık sütliman olur.

Ortalığın sütliman olmasını kim istemez. Her bir yere huzur gelir huzur. Üstelik kimse ekmeğinden olmaz. Herkes evine ekmek götürmeye devam eder. Öyle ya bu dünyada ekmeğimiz için yaşamıyor muyuz?

Burada aykırı görüşü var diye elinden ekmeğini alıp kapının önüne koymayı çok insafsızca göreniniz olabilir. İnsafsızlıkla hiç alakası yok. Hatta az bile yapılmış olur. Aslında böylelerini yaşatmayacaksın.

Çünkü ekmek yediği kaba pisleyene nankör hatta hain denir. Hangi biriniz bir nankör ve haine ekmek vermek istersiniz?

Sen onu besleyeceksin o da senin gözünü oyacak. Oh oh, ne güzel oydu mu diyeceksin. Buna ne âlâ memleket diye kargalar bile güler.

Kargaya bile gülünç olmaya gerek yok. Hain ve nanköre tepki vermemek ve haddini bildirmemek ciddiyetle bağdaşmaz. Hatta vatana ihanetle eşdeğer olur.

Ekmeğine son vermek yeterli mi? Yetmez. Bu kişilerin başka yerde de iş bulmasını engellemek gerek. Kim bunlara iş ve aş verirse, onları da kara listeye almak gerek.

İlgili kişiler kapı kapı dolaşıp iş arayacak. Hepsinden olmaz cevabı alacak ve yokluğa terk edilmiş olacak.

İşsiz ve kalan eldeki birikimi bitirdikten sonra yiyecek ekmeğe muhtaç olacak.

Geri kalan ömrünü vara aykırı görüş yazmasaydım diye pişmanlıkla geçirecek.

Son pişmanlık fayda vermeyecek elbet.

Bu dediklerimi deneyin. Hiç başınız ağrımaz.

Algılar Dünyası

Adına ister sanal alem ister sosyal medya ister dijital ortam ister İnternet diyelim. Bunlara ilaveten bu aleme algılar dünyası ismini de ben vermek istiyorum. Çünkü bu alem tamamen algı oluşturmaya yönelik kurulmuş bir platform. Bu amaçla kurulmadıysa bile bugün bu amaçla kullanılıyor.

Bu algılar dünyasının neresindesiniz bilmiyorum. Hiç işim olmaz diyen bile WhatsApp kullanıyor. Burada da eş dost ile haberleşmenin dışında belli bir el tarafından hazırlanıp servis edilen yazı, çizi dolaşımda.

Esas algının oluşturulduğu platform ise herkese açık sosyal medya alemidir.

Bu alem trol kaynıyor. Bu yönüyle bu aleme trol dünyası dense de yanlış olmaz.

Bu alemin ne ayarı var ne kuralı ne denetimi ne haber kaynağı ne ahlakı ne de etik değeri.

Bu alemi kullanan ve kendi özgün fikirlerini yazıp çizmenin dışında büyük çoğunluk, başkasının algı oluşturmaya yönelik masa başında oluşturup servis ettiği şeyi paylaşıyor.

Paylaşım yaparken de ben bu paylaşımı yapacağım ama bu yazı ve çizinin aslı var mı demiyor. Aslı olsa da olmasa da işine yarayıp yaramadığına bakıyor. Bu ya da bunlardan her şey beklenir, yaparlar, yapmıştır deyip paylaşım yapıyor. Kısaca çoğunluk, tarafgir olduğu tarafın borazanlığını yapmaya adamış bu alemde kendisini. Nasılsa bedenen çalışıp yorulma durumu yok. İşi de yok. İçindeki açlığı nasıl giderecek? Önüne düşen paylaşımı paylaşarak tarafının yılmaz savunucusu olacak, karşı tarafın da amansız düşmanı.

Bu alemin trolleri, oluşturulan gündemi paylaşarak adeta yangına körükle gidiyor. Aynı amaca yönelik o kadar paylaşımı gören, ilk başlarda olamaz dese bile sonradan bilerek veya bilmeyerek algıya teslim olmuş oluyor. Bu, kendi söylediği yalana kendisinin inanmasından başka bir şey değil.

Hiç olmayacak kişileri yücelten, aynı zamanda kişi ve grupları hedef tahtasına oturtarak itibar suikastı yapılan bu alemi dikkatli kullanmakta fayda var. Birilerinin oluşturmak istediği algıya teşne bir pozisyona girmemek lazım. Her gördüğünü, her önüne düşeni alıp paylaşmamak lazım. Farklı düşünce sahiplerinin de insan olduğu, onların da itibara ihtiyaçlarının olduğu empatisini yapmak lazım. Bu bana yapılırsa razı olur muyum demek lazım.

Bu alemde birilerinin trolü olup algı oluşturmaya çanak tutmaktansa bu tip kişilerin bu alemi hiç kullanmamasında fayda var. Çünkü algı deyip de geçmeyelim. Algı, yalan ve iftiradan daha tehlikelidir. O yüzden birileri adına ne trollük yapalım ne algı oluşturmaya yönelik bir çalışmanın içine girelim.

Bu alemi kullanıp paylaşım yapacaksak neyi paylaştığımızı, paylaşımın kimin işine yarayıp yaramadığını, kimi yaralayıp yaralamadığını hesaba katmakta fayda var. Kısaca araştıralım diyorum. Yok yere kimsenin vebaline girmeyelim.

Yağmur ve Zekât Kıyası

Ramazan bayramı tatiline denk gelen cuma namazını bir arkadaşla beraber Larende caddesindeki bir camide kıldım.

Ezana yakın camiye girdik. Cami ortasındaki minberin sağındaki bir yere oturduk. Ezan da başladı bu arada. Aynı zamanda kendisini görmesem de bir vaizin konuşması geldi kulağıma. "Bu gece Kadir gecesi olabilir. Yarın da arife gününü idrak edeceğiz" diyordu.

Yanımdaki arkadaşa, bu ne iş dedim. "Konuşma banttan olmalı" deyince, jeton düştü.

Ezanın bitimi sünnetleri kıldık. Hatip hutbe irat etmeye başladı. Hutbe, “çocuğun yetişmesinde ailenin rolü" konulu bir hutbe idi.

Hutbenin sonunda hatip yağmur kıtlığından bahsetti ve zekât vermenin önemine işaret etti. Ardından peygambere atfettiği bir hadis okudu: "Hangi millet mallarının zekâtını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi" dedi. Hutbeyi bitirdi.

Çıkışta, başı ve sonu farklı olan hutbe metnine İnternetten baktım. Metinde zekât ve yağmur ilişkisinden bahseden bir parantez yoktu. Belli ki hutbe metninin sonuna hatip ekleme yapmıştı.

Yolda yürürken arkadaş konuyu açtı. İmamınki de iş. Avrupa'da zekât mı var ki her gün yağmur yağıyor neredeyse" dedi. Ben de ah bu kıyası imam da yapabilseydi dedim.

Öyle ya zekât bildiğim kadarıyla İslam dininde var. Diğer dinlerde oranı ve şartları belli böyle bir ibadet ve yardımlaşma yok. Yani zekât vermemelerine rağmen dünyanın çoğu yerine yağmur yağıyor.

Bizim Karadeniz'e de durmadan yağmur yağar. Karadeniz halkı eksiksiz zekâtını veriyor da ondan mı yağmur yağıyor?

Tüm bunları ve daha fazlasını hutbeye çıkıp yüzlerce kişiye metinden veya irticalen konuşan hatibin düşünmesi gerekir. Biraz sorumluluk sahibi olması lazım. Mikrofonu ve sessiz cemaati görünce, doğru-yanlış içindekini boşaltmaması gerek. Lafın nereye varacağını hesap etmesi lazım. Sorumluluk bunu gerektirir.

Hurafe ve duyumların hutbe ve vaaza taşınması, herhangi bir kaynakta da olsa görüp okuduğunu aktarması, buna da peygamberi alet etmesi olacak şey değil. Bu yaptığı peygambere de en büyük iftiradır.

İmamın derdi hepimizde olduğu gibi yağmur yağmaması ise "Susuzluk kapıda. Suları tasarruflu kullanalım" diyebilirdi. Zekât eksikliğini hissediyorsa, "İmkanı olan kardeşlerimiz, ihtiyaç sahiplerine zekatlarını vererek onları sevindirsin" diyebilirdi.

Bunları usulünce dile getirmek varken yağmurun yağmamasını zekât vermemeye indirgemesini ne akıl ne mantık ne din kabul eder. Çünkü yağmurun yağma şartları bellidir. Yağmurun zekatla bir bağı yoktur.

Kimse, efendim, okuduğum bir hadis. Falan kaynakta yazıyor. Ben kendimden bir şey katmadım gibi bir savunma yapmaya kalkmasın. Nasıl ki her duyduğunu aktarması kişiye günah olarak yeterse, her yazılanı akıl süzgecinden geçirmeden aktarması da kişiye günah ve vebal olarak yeter de artar bile.

Nedense herhangi bir olumsuzlukta insanımızı suçlamayı marifet biliyoruz. Ayıptır ayıp. Mesela bir insan tanırım. Elinden Kur'an düşürmeyen, ibadetlerine devamlı biri. Bunun da oğlu hastalanmıştı. Yaşı büyük olmasına rağmen idrarını kaçırıyordu. Adam bunun neyi var deyip çocuğunu doktora götüreceği yerde "Ne olacak? Beynamaz olunca işte böyle hasta olur" dedi. Bu sözleri duyunca pes doğru diyebildim kendi kendime.

Bir diğer husus, bu imam daha önceden yapılmış bir konuşmayı banttan verdi diyelim. En azından bu vaazı ezanla birlikte kapatsaydı, hatibin Kadir gecesi ve arifeden bahsettiği kısmı kimse duyup şaşırmazdı. Ciddiyetten uzak gördüm imamın bu tavrını da.

Aman, kime ne diyorum. Yağmur ile zekât bağlantısını kuran birinden ben ne hassasiyet bekliyorum.

Diyanet, bu şekil sapla samanı karıştıran, az bir mantık dahi yürütemeyen personeli için gönderilen metnin dışına çıkılmaması talimatı vermesinde fayda var.

5 Nisan 2025 Cumartesi

Nil Bebek

Bugüne kadar ne kız çocuğumuz vardı ne de kız torun.

Dört oğlan, dört erkek torundan ibaret, hepsi oğlan oğlu oğlan bir aile idik.

Bugün bir torunum daha dünyaya geldi.

Sıralamada ailenin beşinci torunu oldu.

Ailenin ilk kız torunu.

Cinsiyeti belli olduktan sonra daha doğmadan Nil kondu adı.

Üç harften ibaret, telaffuzu kolay olan Nil, son yıllarda konan popüler isimlerden.

İsim konurken ad aldığına çeker denir.

Bakalım Nil denince akla ne geliyormuş.

Arapça bir isim olan Nil, "Yunanca 'nehir yatağı' anlamına gelen Neilos sözcüğünden geldiği" belirtilmekte. (Wikipedi)

İlk anlamı çivit otu demekmiş. "Bedenin herhangi bir yerindeki iltihaplanmayı azaltma, iltihap kurutan özelliği olan çivit otu, oldukça eski zamanlardan beri kullanılmakta. Saç dökülmelerine karşı etkili olduğu, sürekli kullanımda, saçların ölü hücrelerden kurtulmasına yardımcı olduğu belirtilmekte. (Wikipedia)

Mavi ve lacivert anlamına geliyor.

Yine Nil denince 6650 km uzunluğa sahip dünyanın en uzun nehri akla gelir. Mısır'dan geçip Akdeniz'e dökülmekte.

Nil isminin analizine gelince;

Nil ismine sahip olan kişiler narin ve zarif bir yapıya sahip olurlar.

Dengeli ve dikkatli hareket edebilen bu kişiler hayatları ile ilgili söz sahibi olurlar.

Başlarına buyruk olmayı sevdikleri için kendi bildikleri yoldan ise asla şaşmazlar.

Düşünceleri ve merhametli yapıları ile daima ön planda olurlar.

Çevrelerinde bulunan insanları kendilerini riske atmak pahasına sahiplenir ve yardım ederler.

Hızlı ve girişken oldukları için risk almaktan kaçınmazlar.

Kolay ve pratik düşündükleri için başladıkları işi kolayca bitirirler.

Eğlenceli ve zarif bir kişiliğe sahip olurlar.

Azimli yapıları ile daima ön plana çıkarlar.

İş hayatında kolaylıkla başarı sağlarlar.

Yetenekleri çok gelişmiştir.

Bu isme sahip kişiler yazı yazmayı ve kitap okumayı da çok severler.

Geleceğe dair önemli öngörüleri de ileri görüşlülükleri mevcuttur". (CNN TÜRK)

Maşallah, yok yok üç harften ibaret Nil isminde. İnşallah adına çeker.

Analizi yapılırken geleceğe dair öngörü sahibi olduğu dikkatimi çekti. Kız torunumun doğumunu da hacı yolu bekler gibi bekledik. Çünkü geciktikçe gecikti. Var gör, bir ileri görüşte bulunarak “Dünya sıkıntılı. Ülke enflasyon ve hayat pahalılığı ile boğuşuyor. Aynı zamanda gerilim yüksek. Herkes patlamaya hazır. Kutuplaşma almış, başını gitmiş. Ülke aynı zamanda bayram tatilinde. Herkes bir güzel tatilini yapsın. Sonra geleyim. Acelem yok” demiş olmalı.

Her ne ise bu ülke insanının çektiğini torunum Nil de çekecek. Umarım bahtı güzel olur. Ülkenin önü açılır, sıkıntı ve dertleri gider. İyi bir gelecek tüm çocuklarımızı bekler bir ülke görürüz. Ülkemiz huzur ve sükunet bulur.

Allah torunuma hayırlı, bereketli ömürler versin. Nil nehri gibi ömrü uzun ve Nil’in geçtiği yerlerde bereket olduğu gibi ömrü de hem uzun hem de bereketli olur.

Bu arada ilk kızımız olduğu için kıza nasıl davranılacağına aile olarak yabancıyız. Ama yavaş yavaş alıştıracağız kendimizi. İlk etapta da ağzımızı hep oğlum diye alıştırmıştık. Herhalde kızım demeye kendimizi alıştıracağız.

Hoş geldin Nil bebek. Sefalar getirdin Nil torun. İyi ki doğdun kızım.

3 Nisan 2025 Perşembe

Patolojik Bir Vaka

Yenildiği zaman suçu hakeme bulan, hakeme veryansın eden, rakip takımın sert oynadığından dert yanan teknik direktörler gördüm de FB Teknik Direktörü Mourinho kadar edepsiz, itici, kibirli ve hazımsızlık olanını görmedim.

Prensibi olmayan, anlık anormal tepki veren bir kişiliğe sahip.

Geçmiş başarılarının altında ezilen ezik bir tip. Başarısını gölgeleyecek rakip direktörü karşısında yenilgiyi hazmedemiyor. Belli ki nasıl olur? Halbuki ben başarılı olmalıydım diyor.

Görünen o ki Mourinho'nun geçmiş başarıları dışında futbol adına verebileceği bir şey yok.

Adamın denge ve sağlık sorunu var. Ne zaman ne tepki vereceği, nasıl davranacağı bir muamma.

Sanıyor ki geçmiş başarıları ilanihaye devam edecek. Olmayınca da nasıl çirkinleştiririm hesabı yapıyor.

Boşta kalana dünyanın parasını verirsen, kendisine açık çek verirsen, hesap sormazsan, var bir bildiği dersen, ben parayla her şeyi çözerim dersen, çıkan tabloya da katlanırsın.

Maç sonu açıklamalarında hiç mantık bulmuş değilim.

Bakışıyla, oturuşuyla, süzüşüyle, jest ve mimikleriyle tam bir kibir budalası. Ben bulunmaz Hint kumaşıyım. Kendimi ispatlamış biriyim. Baştan sona kaliteyim görüntüsü veriyor.

Rakip teknik direktöre alaycı bakışı, rakibin elini sıkacağı yerde burnunu sıkması, maç sonu basın açıklamasına katılmaması, bunu da ben o kadar bekleyemem şeklinde açıklaması, maç öncesi ve maç sonrası açıklamalarıyla hep GS teknik direktörünü hedef tahtasına koyması ve maymuna benzetmesi ilk aklıma gelen herzeleri.

Bir başka terbiyesizliği de bir maç sonrası basın açıklamasında gazetecinin soruyu uzatması üzerine uyuma moduna geçmesi.

Yabancı basına, Türkiye'de sadece futbol oynanmıyor. Başka şeyler dönüyor. Biz bununla mücadele ediyoruz. Zaten buranın futbolu dünyada izlenmiyor gibi açıklamaları...

Ağzının ayarının olmadığını gösteriyor. Son burun sıkma da gösterdi ki elinin de ayarı yok. Ahlak zaten yok.

Geldiği andan itibaren yediği herzeleriyle Mourinho psikolojik hatta patolojik bir hasta görüntüsü veriyor.

Bu hali ve yediği son halt ile bu ülkeden kovulmayı çoktan hak etti. Bu hasta ile çalışıp çalışmayacağını FB yönetimi bilir ama ben olsam bir saniye bu topraklarda durdurmam. Takımla ilişiğini keserim.

Ali Koç, saha içinde ve saha dışında kendisi gibi kendi adına mücadele edecek, kavga edecek, ortamı gerecek böyle birini çok mu aradı?

Asırlık kulübe böyle sinsi bir tip yakışmıyor.

2 Nisan 2025 Çarşamba

Kamuya Tatil Cenneti Ülke

Birinci günü pazar olan ramazan bayramının pazartesi ve salı ile birlikte üç gün olması gerekirken, her ne hikmetse haftanın geriye kalan üç günü de tatil yapılmak suretiyle bayram tatili dokuz güne çıkmış oldu.

Tatiller arasında kalan bir ve iki mesai gününün tatil yapılmasını anlarım da üç iş gününün tatile eklenmesini hiç anlamış değilim.

Tatil cenneti ülke dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Belki de onmadığımızın sebebi bol tatil yapmamız olsa gerek. Çünkü herkes çalışıyor, biz ise yatıyoruz.

Yapılan tatili, kamu ve özel tüm çalışanlar yapsa eh hep birlikte yattık, birlikte tatil yaptık diyeceğim. İstisnalar hariç özel sektörün hepsi üç günlük tatilin ardından mesaiye başlarken kamu tatil yaptı.

Adeta kış uykusuna yattı.

Kamu çalışanı ile özel sektör çalışanı arasında bu kadar uçuruma pes. Halbuki kamu-özel yatacaksak hep beraber yatalım. Çalışacaksak hep beraber çalışalım.

Özel sektör çok acımasız. Belki olması gereken budur.

Kamu ise çok merhametli ama bu merhamet hep maraz doğurmakta.

Öyle görünüyor ki bu ülkede özel sektör çalışanı üvey, kamu çalışanı ise öz evlat.

Hoş, kamunun bazı kurumları hariç tüm kurumları dokuz gün değil, doksan gün de tatil yapsa pek bir fark ve değişiklik olmaz. İşler de aksamaz. Belki de daha çok tatil devletin lehine bile olur. Çünkü kamunun bazı işkolları hariç çoğu kurumu bir şey üretmiyor.

Devlette genelde hizmet sektörü var. Bu hizmet de tatil de yapılsa mesai de yapılsa pek akşama. Çünkü verim yok. Nasılsa çalışırken de bir katma değer yok, tatil yaparken de.

Üretimde ve verimde özel sektörün çok gerisinde kalan kamunun, zaten mesai yaparken sırtı terlemiyor. Mesaide iken tatil yapıyor. Ayrıca tatile gerek yok. Çoğu kamu çalışanı mesaide değil, mesai dışında daha çok yoruluyor.

Durum bu iken eğer ilave tatil yapılacaksa özel sektör çalışanına tatil yapmak gerek. Çünkü bu ülkede üretim de verim de özel sektörde. İş riski onlarda, iş garantisinin olmaması onlarda, yorulup terleme onlarda. Buna rağmen çoğu kamu çalışanı özel sektör çalışanından daha fazla ücret alıyor. Özel sektör çalışanlarının çoğu ise asgari ücrete çalışıyor. Buna az iş çok maaş ve fazla tatil, çok iş, az maaş ve az tatil desek yanlış olmaz.

İçinde çelişkiler yumağını barındıran bu duruma artık şaşırmıyorum. Çünkü bu ülkede olup biten çoğu işte zaten mantık bulmak mümkün değil.

Güya bir zamanlar hükümetler ya da hükümet alternatifi olan partiler, parti programlarında personel rejiminden bahsederek kamu ile özel sektör arasındaki maaş, çalışma ve diğer özlük haklarla ilgili uçurumu kaldırma vaatleri vardı. Şimdilerde kimse ağzına almıyor. Görünen o ki bu uçurum böyle geldi, böyle gidecek.