25 Kasım 2025 Salı

Üşümeye Değer

Tarihi Buğday Pazarı çarşısında yedi tane çay ocağı var. Bazısında tek tük oturan varken bazılarının müşterisi fazla. Ben de çarşının batı tarafında otururum çoğunlukla. Bu çay ocağının çayı güzel. Müşterisi de diğerlerine göre yoğun. Çoğu zaman gelenler oturacak yer arar burada.

Doğu tarafında masa ve sandalyesi fazla bir başka çay ocağı daha var. Buranın da bir zamanlar müşterisi fazla idi. Çünkü sonbahar ve kış mevsiminde güneş hafif çıktığı zaman oturanların hem sırtı ısınır hem de içi.

Nicedir kasım ayı serin ve soğuk geçiyor. Özellikle gölgeler üşütüyor. Böyle havalarda güneş gören çay ocağı tıklım tıklım olacağı yerde oturup çay içenlerin sayısı şimdilerde üçü beşi geçmiyor. Hava soğuk olmasına rağmen güneşin uğramadığı çay ocakları ise tıklım tıklım.

Güneş gören çay ocağı belli ki müşteri kaçırmış. Ya çayı iyi değil ya da müşteriye iyi davranmıyor dedim kendi kendime. Başka da bir sebep aklıma gelmedi.

Bir gün bir arkadaşla her zaman oturduğumuz çay ocağında buluşacağız. Baktım arkadaş oturduğumuz yerin yanındaki çay ocağına oturmuş. Yanına oturdum. Niye buraya oturdun dedim. Yan tarafta yer yoktu. Ben de buraya oturdum dedi. Çayı içtikten sonra haydi burası üşütüyor. Bu çaycıdan da haz almıyorum. Şu güneşli yere geçelim. Diğer çaylarımızı orada içelim dedim.

Sonradan katılan üç arkadaşla beraber müşterisi iyice azalmış güneşli yere geçtik. Çaylarımızı içtik. Muhabbetimizi yaptık. Kalkalım deyip çay parasını ödemeye gittim. Ödediğim miktar diğer çay ocaklarına göre yüksek geldi. Kafadan, içtiğim çayı bölünce burada çayın 15 lira olduğunu anladım. Daha önce bu çay ocağının niçin boş olduğunu, gölgede kalan diğer çay ocakları üşütürken bu güneşli yerin müşterisinin niçin az olduğunu da böylece anlamış oldum. Kendi kendime her şey aradaki beş lira içinmiş dedim. Meğer insanımız bir bardak çayı beş lira düşüğüne içmek için gölgede üşümeyi göze almış.

O yüzden beş lira değil mi ne değeri var diye dudak bükmeyin. Öyle ya adı üstünde çay ocağı. Burada çay içilir hem de birden fazla. Her içtiğini toplarsan her iki bardağı bedavaya getirmek var işin içinde. On çay içilse, birinde 100 lira ile kurtulurken, diğerinde 150 lira ödeme durumu söz konusu. O yüzden beş lira için üşümeye değer. Öyle ya devir hesap ve kitap devri.

23 Kasım 2025 Pazar

Anadolu Kulüpleri Haddini Bilmiyor

Süper Ligde oynatan Anadolu kulüplerini anlamak zor.

Süper Lige çıkıp büyük takımlarla aynı ligde oynayınca kendilerini bir şey sanıyorlar.

Aklı sıra kaşınıyorlar.

Ne yerlerini ne hadlerini ne çap ne de kapasitelerini biliyorlar.

Sanki şampiyon olacakmış gibi büyük takımlara karşı ölümüne top oynuyorlar.

Haydi oynasınlar. Büyük takımlara özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray'a kafa tutuyorlar. Sahalarında ya da deplasmanda FB ve GS'ye kök söktürüyorlar. Gol atıyorlar. Yenmeye çalışıyorlar.

Halbuki Anadolu takımlarının FB ve GS'yi yenme gibi bir misyonları yok. Onlar ligden düşmemeye oynamak zorundalar. FB ve GS'yi rakip görmeyecekler. Onlar ligden düşmeye namzet takımlarla kıyasıya oynayacaklar. Çünkü onların rakipleri onlar. Ama hadsizlik yapıp FB ve GS'yi yenmeye kalkıyorlar ve şampiyonluk yolunda onlara darbe vuruyorlar. Yazık değil mi bu iki köklü kulübe? Merak ediyorum FB ve GS'yi yenerek şampiyon mu olacaklar? Ligde mi kalacaklar? Bu iki güzide ve köklü takımı yenerek göverip bostan mı olacaklar?

Durum bu iken Anadolu takımları iki büyüğe özellikle FB'ye karşı nasıl maç oynayacağını bilmeyince, bereket hakemlerimiz devreye giriyor. İyi ki hakemlerimiz var. Bakıyorlar ki Anadolu takımları bu iki kulübe kök söktürüyor. Hakemlerimiz hemen B ve C planını devreye sokuyor. Anadolu kulüpleri futbolcularından birine ya direk kırmızı kart gösteriyorlar ya da ikinci sarıdan atıyorlar. Daha da olmazsa FB ve GS lehine penaltı veriyorlar. Sonuç, FB ve GS galip ve daima ilk ikiyi kovalıyorlar.

Görünen o ki Anadolu kulüpleri kiminle aşık attığını bilmiyor. Bundandır ki 90 dakikayı on kişi tamamlıyorlar.

Bu durum bir maç, beş maç değil, mütemadiyen böyle. Yeter ki maç berabere devam etsin ya da Anadolu takımı galip durumda olsun.

Yalnız bu işi sadece hakemlere bırakmamak lazım. Çünkü onlar da insan evladı. Kırmızı karttan attıkça ta da penaltı verdikçe durmadan eleştiriliyorlar. Yazık değil mi bu güzide ve hak yemez hakemlerimize.

Burada Federasyona da bir görev düşüyor. Federasyon da taşın altına elini koymalı. Öyle ya her maç kırmızı nereye kadar. Federasyon ne yapabilir? Pekala şöyle bir karar alabilir. "FB ve GS ile maça çıkacak her Anadolu takımı maça bir eksik çıkar" demeli. Böylece maçta kırmızı kart çıkmasına gerek kalmaz. Böyle bir karar Anadolu kulüplerinin de işine gelir. Çünkü kırmızı kart gören futbolcu bir sonraki hafta oynayacağı maçta cezalı duruma düşmemiş olur. Böylece kıt kanaat kadrosu olan Anadolu kulüplerimiz kadro kurmada zorluk çekmezler.

Baktılar ki bir eksik oynamalarına rağmen Anadolu kulüpleri bu iki büyüğe yine kök söktürüyor. O zaman “İki eksik çıkarlar” kararı alınmalı.

Federasyon böyle radikal karar alamaz, buna cesaret edemez, tepki alır denirse, Federasyon başkanlığına talibim. 

22 Kasım 2025 Cumartesi

Paramızın Hal-i Pürmelâli

Toplamda 40 gram civarında iki bilezik borcum vardı. 21 gramını temmuz ayında aldım. 86.500 lira ödedim. Diğerini de 20 gramına 112.400 ödeyerek kasım ayında alabildim.

İkinci bileziği aldığımın akşamında, bileziğin fiyatını duyan oğlum, “Biz Nissan’ı ne zaman almıştık baba” dedi. 2011 yılında dedim. “Kaça almıştık. Hatırlıyor musun” dedi. 14.600 liraya almıştık evlat” dedim. Oğlan, “Vay be” dedi. Odasına geçti.

Arabanın fiyatını niye sordu. Bilmiyorum. Belli ki bir şaşırma var. Oğlanın şaşırması vay be demekle bitti. Beni bir düşüncedir aldı. Çünkü vay be sırası bendeydi. Bir zamanlar 14.600 liraya koca bir araba almışız. Bugün ise 112.400 lira verip bir bilezik alabiliyoruz.

Kıyas ne derece doğru bilmiyorum ama dünden bugüne fiyatlara bakınca sanki milattan önce ile bugün kıyaslanıyor sanılır. Halbuki 2025 yılının 7.ayında yani dört ay önce bir gram fazlasını 86.500’e aldığım bileziğin bir gram düşüğünü almak için dört ay sonra kasım ayında 26 bin lira ilave etmiş oldum.

Dört ay ara ile arada bu kadar farkın olması normal değil. Bu derece fiyat farkının olmasında, altında bir şişirmenin olduğu bir gerçek. Bugünlerde altını bir hafta şişirip öbür hafta indirmek suretiyle yoluna devam etse de altının bir yerde duracağına kimse ihtimal vermiyor. Şu bir gerçek ki altın yükselse de aynı kişiler kazanıyor, düşse de aynı kişiler kazanıyor.

Nissan Primera’yı 2011 yılında 14.600’e aldığıma geleyim. Öyle ya bir şeyi aynı cinsiyle kıyaslamak en doğru olanı. O yıldan bu yıla 14 yıl geçmiş. Satış fiyatını bilmiyorum ama herhalde 300 bin eder elimdeki Primera. 11 yılda fiyat nereden nereye gelmiş. Öyle ya 14.600 nere, 300.000 nere.

Araban değer kazanmış. Sadece araba değil, evler de değerlendi denebilir. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Paramızın değeriyle daha doğrusu değerinin düşmesiyle alakalı bir durum bu.

Acınası bir paramız var. Öyle ya bir para değer kaybeder de 14 yılda bu kadar mı değer kaybeder?

Şu bir gerçek ki bir para, değeriyle daha doğrusu alım gücüyle ölçülür. Bizim paramızın değerinin olmadığı bir gerçek. “Paramız pul oldu” dense de görünen o ki pul olan paramız kül olmuş. Adeta kağıt yığını. Ne sayılır ne taşınır ne cebe konur ne de bir şey alınır. Değerli bir şey almak için poşet/ler dolusu deste deste para veriliyor şimdi. Eğer tedbir alınmaz, paramızın yeniden değerlenmesi durumu gerçekleşmezse ya da geçici bir çözüm olarak 500’lük ya da 1000’lik banknotlar piyasaya sürülmezse, kıymetli bir menkul ya da gayrimenkul alınma durumunda, çuvalla para taşıma dönemi yakındır. Bir zamanlar “Şu ülkede bir şey almak için çuvalla para taşınır” sözü bizde de gerçekleşmiş olacak. Kısaca paramız ölmüş de ağlayanı yok. 

Abartıyor değilim. Bir bilezik ve başkasına emanet 10 gram altın almak için bankadan çektiğim parayı poşetin içinde taşımak kolay olmadı. Parayı çektiğim gün altını biraz yüksek görünce yarın alayım dedim. Altın almaktan vazgeçtim. Poşetin içindeki parayı, çarşı-pazar dolaşıp eve getirmek, ertesi günü tekrar elde götürmek bana mantıklı gelmedi. Çünkü başlı başına bir risk. Kapkaççıya davetiye çağırmaktır elde para taşımak. Mecburen çarşıdaki bir esnafa bırakmak zorunda kaldım. Esnaf saymadı. Bir yere koydu. Ertesi günü esnaf bana para vermedin dese ya da eksik verse veya dükkana hırsız girse üzerine bir bardak su içmekten başka yapacağın bir şey olmaz.

Görünen o ki milli paramız başlı başına her yönüyle sorun. Yetkililerin inadı tuttu. Yüksek banknot çıkarıp tedavüle de sürme düşünceleri olmadığına göre bizi bu dertten ancak dijital para kurtarır. Dijital para ile birlikte paramızın tedavülden kalktığı günü bu millet bayram yaparsa hiç şaşırmam.