İlkokulu zor bitirmiştir. Belki de bitirmemiştir. Deli dolu bir hayat yaşamıştır.
Namaz niyaz nedir bilmezdi.
Ortaokul ve lisede bazı günler savmı Davut orucu tuttuğumu duyduğunda, “Yeğenim, niye kendine eziyet ediyorsun. Tutma” diye öğüt verirdi.
Siyasi görüşünü bilmiyordum o zamanlar. Ama konuşmasından, hal ve hareketlerinden sola meyilli bir görüntüsü vardı.
Espri yeteneği güçlü. Şakalaşmayı seven, şakadan da anlayan hoşsohbet biri. Konuşmayı da fazla sever. Kolay kolay başkasına söz vermez.
Gel zaman git zaman kendini namaz ve niyaza verdi. Caminin beş vakit müdavimlerinden oldu. Emekli olmasına rağmen inşaatlarda çalışmaya devam etti.
Hayır ve hasenat işlerine de girdi. Müdavimi olduğu camilerin ihtiyacını karşılamak için nazı geçenlerden para toplamayı da çok iyi becerir.
Beni telefonla aradığında mahallesine yapılmakta olan bir caminin inşaatında çalıştığını söylemişti. Bazı zamanlar çalışacak işçi ayarlayıp onların yevmiyelerini verecek kadar da cömert biridir.
Cami inşaatında bedenen çalıştığı gibi ne kadar tanıdığı varsa onlara telefon ederek ve yanlarına giderek camiye maddi kaynak sağlamıştır.
Cami yapılmış, bir de imama lojman yapalım denmiş. Aynı maddi manevi katkısını ve bedenen çalışmasını lojman için de yapmıştır.
Lojman bittikten sonra elde kalan para ile lojmana kalorifer döşetelim der cami cemaati. Eldeki parayla kalorifer döşeme imkanı olmayınca, tanıdığım, lojmanın kaloriferi için benden de yardım istemiş, “şundan, bundan iste, üzerine kendinden de koy” demişti. Hatta kendisinin de harçlığının olmadığını söylemişti. Kendisine harçlık gönderebileceğimi ama lojmanın kaloriferi için yardım yapamayacağımı, bunun için kimseden para isteyemeyeceğimi ifade etmiştim.
Ben yardım etmesem de cami lojmanının kaloriferi döşendi. İmam lojmana oturdu.
İmamın ve caminin her türlü yardımına koşan ve kendini camiye hizmete adayan bu tanıdığım, sosyal medyadan bir şeyler yazmaya başladı. Tüm yazdıkları da bir serzenişten ibaret. “İmamın, toplanan parayı eksik tutanak tutturduğunu, cami suyu ile kendine ait sebzeleri suladığını, parasını cami parası ile ödediğini, imamın lojmanda sembolik bir paraya kaldığını... şeklinde.
Belli ki imamdan muzdarip idi.
Aradım kendisini. Böyle yazmasan iyi olur. Mesele ne dedim. “Caminin bir yerine beton atmıştık. Ertesi günü suladım. Bir gün işim dolayısıyla betonu sulayamacağımdan, imama ‘Hocam, ben yarın gelemeyeceğim. Unutma da betonu bir sulayıver’ diye tembih ettim. Hoca da tamam, sularım dedi. Sonraki gün gelince betonun sulanmadığını gördüm. ‘Hocam, bu betonları niye sulamadınız? Bak ne biçim olmuş’ dedim. ‘Haydi, çık şuradan’ diyerek beni camiden kovdu dedi.
İmamın bu yaptığı bu cemaatin zoruna gider. Camiden kovduğu yetmediği gibi yokken arkasından da konuşuyormuş. Lafın üzerine gelince, “Ooo abi, nasılsın” diyerek bir de yüzüne gülüyormuş.
İmamın bu yaptığından sonra maddi ve manevi bir nefer olarak caminin her şeyine koşan bu tanıdığım, imamdan dolayı camiye küser. Bir daha camiye ayak basmaz. Vakit namazlarını kılmak için her gün öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazını çarşı camilerinde kılıyor. Namaz sonrası evinin yolunu tutuyor.
Birkaç defa yazı konusu edinelim dedi. Boş vermesini söyledim. Yalnız belli ki imamın camiden kovmasını içinden atamadı. Gereğinin yapılması için ilçe, il müftülüğüne dilekçe verdi. Savcılığa gitti. Hiçbir sonuç alamayınca Ankara’ya giderek Diyanet İşleri Başkanlığına derdini anlattı. Bildiğim kadarıyla hiçbirinden sonuç alamadı.
İşin özü, tanıdığım camiden kovulmayı hak eden biri değil. Çünkü camiye ve lojmana maddi ve manevi katkısı büyük. Çevresinden aldığı bağışlarla da katkısı yadsınamaz. Böyle birini camiden uzaklaştırmakla imam topuğuna sıkmıştır. Hiçbir katkısı olmasa bile cami imamı kimseyi kovamaz. Herkesi camiye kazandırmak için çaba göstermesi gerekir. Bu da ayrı bir sanat. Halbuki imam, “Abi, sensin. Kusura bakma” dese, bu büyüğün gönlünü almış olurdu ve caminin her işine koştururdu.