27 Kasım 2025 Perşembe

Çalışan İşsizler Ordusu

Ülkede işsiz, özellikle okumuş gençlerde işsiz sayısı çok.

İş arayan çok. İş beğenmeyen de çok.

İş var, o işte çalışmak istemeyen de çok.

Çalışmak isteyen var ama kendine göre iş bulamayan da çok.

Verimli olabilecek yaşta erken emekli olduğu halde aktif çalışmaya devam eden sayısı da çok.

Emekli olmadığı halde kızağa çekildiği için “araştırmacı”, “uzman”, “müşavir” adı altında evinde oturan, çarşı pazar gezen, mesaisi olmadığı için ülkenin her bir yerine gidebilen, özlük haklarına halel gelmeden aydan aya çalışan maaşını alan, emekli olmadan emekli gibi yaşayan bankamatik yönetici sayısı da çok.

Kamu kurumunda aktif çalıştığı halde sırtını terletmeden akşamı yapan, işinde değil de iş çıkışı ya da mesai dışında yaptıklarıyla yorulan sayısı da çok.

Bir kurumda birkaç kişiyle yapılacak iş için o kurumda çalışan sayısı da çok.

Aktif çalıştığı halde ek iş yapan, esas işinde değil de ek işte yorulan sayısı da çok.

Ek iş yapanlar arasında esas işinden aldığı maaştan çok gelir getiren sayısı da çok.

Niçin ek iş yapıyorsun dendiğinde, “Aldığımız nedir ki! Mecburen ek iş yapıyoruz” diyen sayısı da çok.

Yaptığı ek işten dolayı paraya para demediği halde devlete vergi vermeyen sayısı da çok. Diğer kayıt dışını da hesaba katarsak devletten vergi kaçıran sayısı da çok.

Bankalar, PTT, vergi dairesi ve TCDD gibi kurumlar dışında, istisnalar kaideyi bozmaz, devlet kurum ve kuruluşunda çalışanların üçte ikisi ya da en az yarısı o kuruma fazla. Yokluklarında, iş ve işleyişte hiçbir sıkıntı ve aksama yaşanmaz. Bu da insan kaynağı istihdamında devlet kurumlarında şişirilmiş kadro sayısı da çok anlamına gelir.

Bir tarafta ihtiyaç diye yeni öğretmen alımı yapılırken diğer tarafta eş, sağlık vb. nedenlerle norm fazlası öğretmen sayısı da çok. Bir büyükşehirde norm kadro fazlası öğretmen sayısının üç bin olduğunu söylersem, Türkiye genelinde ne kadar öğretmen fazlalığı olduğu hakkında bir kanaat sahibi olunabilir.

Derslerini iki, üç gün güne toplayarak diğer günler tatil yapan sayısı da çok.

Ders kitabı yazma, kitap inceleme vb. gerekçelerle geçici görevlendirme ile il emrine alınıp işine gitmeyen, evinde çalışan sayısı da çok.

Bir kurumda çalıştığı halde 08.00-17.00 arası mesaisi olmasına rağmen kurum kurum, okul okul dolaşarak zeytin yağı, kuru yemiş, pekmez, bal vs. satan çok.

Herhangi bir siyasinin danışmanı olarak görev yapan, işine gitmeyen, kendisine belki de hiç danışılmadan maaş alan sayısı da çok.

2019 salgınına kadar dersi olsun ya da olmasın, yıllık izin hariç, üniversitedeki odasında bulunan öğretim üyeleri, salgından bu yana dersleri yoksa üniversiteye uğramadan öğretim üyeliği yapanların sayısı da çok...

Eksik Beyan

Oğlan WhatsApp aracılığıyla bir belge gönderdi. Belgeye baktım. Bir ceza idi adıma gelen.

Neyin nesidir diye üstünkörü baktım. "Vergi/Ceza İhbarnamesi" idi başlık.

Alt satırlara göz attım. Türü: "Tapu" yazıyordu. Belli ki tapu ile alakalı bir ceza olmalı yediğim.

İlk tahriyata esas olan 152 bin, eklenen 38 bin. Toplam 190 bin. Tahakkuk eden 3.800 TL. Mahsup edilen 3.040 TL. Ödenecek olan 760 lira.

Alt satırda "Vergi ziyaı cezası, 190 lira yazıyordu.

Kağıtta yazılı olana göre 760+190= 950 TL idi Toplam borcum.

Demek ki çıkacağı varmış. Ceza yemişim. Ki bu benim borcumdur. Borç ise beklemez. Şunu ödeyip kurtulayım düşüncesiyle, okuldan çıkınca eve uğrayıp gelen ihbarnameyi aldım. Defterdarlığın yolunu tuttum. Cebime baktım. 1200 lira para var. Para çekmeme gerek yok deyip maliyeye girdim. Kapıdaki güvenlik görevlisine Alaaddin Vergi Dairesini sordum. Sol tarafı işaret etti.

Bu daireye vergi numarası almak için gelmiştim fî tarihinde. O zaman sanki sağ taraf gibi aklımda kalmış. Bir iki defa da çalıştığım okulların okul aile birliği adına vergi numarası almak için uğramıştım. Başka da hiç yolum düşmemişti.

Alaaddin Vergi Dairesine girince içeriyi kalabalık gördüm. Koca salonun içinde ne kadar oturak varsa neredeyse doluydu. Belli ki bunlar da benim gibi ceza yediler. Kurbanlık koç gibi kesilme sırası bekliyorlar dedim.

İşleyişe baktım. Sağlı sollu vezneler vardı çokça. Belli ki kestiği cezaları tahsil etmek için bu kadar kişi görevlendirmişti devlet. Başlarını kaldırmadan ve kimseyle konuşmadan evrak üzerinden işlem yaptıklarına göre adeta ikinci darphane işlevi görüyordu burası.

Baktım, orta yerde sıramatik var. Oradan bir sıra aldım. 45 kişi vardı önümde sıra bekleyen.

Beklerken anladım ki sağ taraftaki vezneler tekli, sol taraftaki vezneler çiftli rakamlar için yanıyor.

Gördüğüm kadarıyla her şey düzenli. Para tahsili için defterdarlık her kolaylığı sağlamış.

O kadar kalabalığa ve hummalı çalışmaya rağmen içeride doğru dürüst gürültü yok. Yan yana oturmuş sırasını bekleyen kişilerde bir muhabbet de görmedim. Belli ki ceza içlerine oturmuş. Konuşacak ve muhabbet edecek takatleri yok. Öyle ya kurbanlık koç neyin muhabbetini yapacak. Benimki de laf.

Otururken tüm veznelerin önündeki camlara yapıştırılmış A4 kağıdına yazılmış "DANIŞMA DEĞİLDİR" uyarısı yapıştırılmış. Altına da danışmayı gösterir ok işareti konmuş. Belli ki ilgili defterdarlık, "Benim para tahsil eden görevlilerime gerekli gereksiz soru sorarak para tahsilini geciktirmeyin" demek istiyor.

Fazla beklemedim bir 20 dakika sonra 544 yanmak suretiyle sıram geldi. Vezneye vardığımda içerideki tahsildar ile benim aramda adeta bir duvar vardı. Eski bankalardaki veznenin yeri gibi.

Ben bu görevliyle nasıl iletişim kuracağım. Sesimi nasıl duyuracağım dedim. Çünkü her şey para alma üzerine kurulmuş bir mekanizma var karşımda. Garibimin arkası duvar, sağı ve solu da kapalı. Önüne bir bilgisayar vermişler. Senin işin bu, hep para almak demişler. Gördüğüm kadarıyla görevlinin çalışma ortamı hapishaneden beter. Acıdım adama.

Varınca baktım. Epey aşağıda kalıyor bana göre. Yüzüne bakar bakmaz uzat kağıdı der gibi işaret etti. Baktım A4 kağıdı girecek ebatta 5-6 cmlik bir boşluk var. Gelen ihbarnameyi uzattım. Ekrandan benim ihbarnameye baktı. "Bunun borcu yok. Şu merdivenden yukarıdaki harç bölümüne çık. Borcu yansıtsınlar" dedi. Bu arada nasıl iletişim kuracağım diye endişe etmiştim. Endişeye mahal yokmuş.

Geriye dönüp baktım. Merdivenle yukarı çıkıldığını gördüm. Yukarıda da epey bir bölüm ve her bölümde çalışan var. Harç yazılı bölüme girdim. Hepsi ekran üzerinden hummalı bir şekilde çalışıyor. Sol baştaki, şu hanımefendiye gidebilirsin dedi. Kadına evrakı uzattım. Buyurun oturun dedi. Oturdum.

Yukarının aşağıdakilerden farkı, şimdiki banka düzeni gibi. Önlerinde cam yok. Hepsinin önünde bir masa ve bilgisayar. Gelen kurbanın oturması için bir sandalye düzeni var.

Görevli, "Gelen cezanın içeriğinden bilginiz var mı" dedi. Tam bilgim olmasa da var dedim. "Bu ihbarname ne zaman geldi” dedi. Bugün dedim.

Görevli işlemi yaparken epey uğraştı. Ara ara "Ekran donuyor. Ondan geç sürüyor" dedi. Beklerken sabahtan akşama hep ekranda iş yapmak zor olsa gerek. Akşam yattığınız yeri beğenirsiniz" dedim. "Öyle de ah uyuyabilsem" dedi.

Nihayet işlem bitti. "2.284 lira borç çıktı. Yeniden sıra almanıza gerek yok. Önceki sıranızı göstererek aynı kişiye gidin. Tekrar sıra beklemeyin" dedi. Çıkan rakama şaşırdım. İyi de gelen ihbarnamede, toplam borcum 950 yazıyor dedim. "Faizi eklenince fiyat artıyor" dedi. Yanıma o kadar para almamıştım. Kredi kartı geçerli mi dedim. "Geçerli. Ziraat kartınız varsa dört, Vakıfbank'a üç taksit yapılıyor. Bir de şimdi yatırmak zorunda değilsiniz. 17 Ocak 2026'ya kadar faiz ve gecikme işlemez. Sonra da yatırabilirsiniz" deyince ödeme yapmadan çıkıp geldim.

Gördüğünüz gibi satın alacakmış gibi defterdarlığın işleyişini anlatıp duruyorum. Bir türlü sadede gelmiyorum. Niçin ceza yediğimi anlatmıyorum. Çünkü yüz kızartıcı bir eylem benim yaptığım. Hırsızlık doğrusu. Bu işin kaçarı yok. En iyisi bu cezanın neyin nesi olduğuna geleyim.

Eksik beyanmış benim cezam. Yani devletin alım satımlarda alandan ve satandan rayice göre aldığı harç vergisini tam ödemekten kaçınmak.

Meselenin özeti şu: Emlakçı aracılığıyla 30 yıllık birikimime, biraz da borçlanarak 30 yıllık bir daire satın almıştım. Emlakçı tapuya müracaat etmeden önce belediyeden rayici almış ya sa ben alıp emlakçıya verdim. Belediyenin rayici 152 bin lira imiş. Emlakçı bana, "Hocam, tapuya müracaat ettim. Alım satım rayicini 190 bin yazdırdım" dedi. Eyvallah dedim.

Tapuyu alacağımızda 190 bine tekabül eden 3.040 tapu harcı ödemişim. Halbuki benim ödemem gereken miktar 3.800 lira olması gerekiyormuş. Yani eksik beyan sonucu harcı 760 lira eksik yatırmışım.

30 yıllık eski ev olsa da koca eve sahip olmuşum. O kadar para dökmüşüm. Ev sahibi olunca dile benden ne dilersen diyeceğim yerde devlet hakkını iç etmeye kalkmışım. Halbuki devlet borcu namus borcu gibi bir şeydir.

Eve o kadar para döken, devlete ödenmesi gereken tapu harcını hem alıcısının hem de satıcısının tapu harcını ödeyen ben, iş devlet borcunu ödemeye gelince, yan yollara sapmışım. Halbuki bu kadar parayı ödeyen, artı satıcının da harcını ödeyen ben, bir 760 lira daha yatırsam ne olurdu? Eksik beyan vererek göverip bostan mı olacaktım halbuki. Devlet hakkı olan 760 lirayı kesip mezara mı götürecektim bu kadar parayı?

Kısaca devleti zarara uğratarak açık gözlülük yaptım. Sandım ki devleti ayakta uyuturum. Bu da yanıma kâr kalır. Ama devletim uyumadı. Geriye dönük bir inceleme yaparak benim bu eksik beyanımı tespit etti. Ayıp ayıp, bir daha olmasın demedi. Hemen bir ihbarname gönderdi. Yatır şu eksik beyanından kalan borcunu. Çünkü kamu hakkı yetim hakkı gibi bir şey. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var bunda dedi.

Devlet sadece eksik kalan tapu harcının peşine düşmedi. 760 tapu harcı +190 lira vergi ziyaı borcu + 1.334,56 lira da gecikme faizi uygulamak suretiyle borcumu 2.384,56 liraya çıkardı. Yani benim 760 lira doğuran doğura 2.284 lira oldu.

Şu devletin yaptığına bakın. Halbuki ev alanla, ev alana Allah bile yardım eder. Yazık adama demeyin. Unutmayın ki acırsanız, acınacak hale gelirsiniz. Bir de bakmayın ev alanla, evlenene Allah yardım eder dendiğine. Ev alan da evlenen de tırnağı varsa başını kaşıyacak. Kimse kılını kıpırdatmaz. Yardım edilmediği gibi gayrimenkulünü satanın tapu harcını da alan ödüyor. Bu uygulama herhalde sadece Konya'ya mahsus olsa gerek. Düğün yapana da kimsenin yardımı yok. "Pilavını ne zaman yiyeceğiz" diyerek düğün sahibinden pilav bekliyoruz.

Konu epey dallanıp budaklandı. Tekrar sadede dönersem, benim eksik beyanda bulunmam doğru bir davranış değil. Çünkü eksik beyan, vergi kaçırmaktan, hırsızlık yapmaktan başka bir şey değil. Şu var ki emlakçı şu kadar bildirdim demese ya da bu işi bana bıraksa, evi kaça aldıysam, aldığım miktardan gösteririm.

Bir sözüm de devlete olsun. Ben bu evi alalı yıllar oldu. Be kardeşim, bu zamana kadar bu eksikliği tespitte niçin gecikip sonrasında önce ana para, sonra gecikme cezası, ardından o günden bugüne faiz işletmek de neyin nesi? Devlet dediğin vatandaşına göz açtırmaz, işini zamanında yapar. Bir de devlet vergisini zamanında almalı, vergiyi tabana herkese yaymalı, adil bir şekilde almalı. Makul almalı. Vergi vergi diyerek ve orantısız vergi alarak vatandaşı bezdirmemeli. Bütçe açığını kapatacağım diye nasıl vergi alırım anlayışından vazgeçmeli. Makul almalı ki hiçbir vatandaş vergi kaçırmak için dolambaçlı yollara sapmamalı. Sapan olursa da zamanında yakasına yapılmalı.

İyi ki vergi almaktan sorumlu bakanımızın soyadı Şimşek. Soyadı yavaş ve ağır anlamına gelen bir kelime olsaydı, benim bu borcu tahsil için devlet ne zaman ihbarname gönderirdi?

Bir sözüm de belediyeye olsun. Be kardeşim, sen evimin değerini 152 bin göstermişsin. Bense 190 bin demişim. Ne senin yaptığın doğru ne de benim yaptığım. Beni bu yola sevk eden rayici düşük gösteren belediye. Belediye rayici tam gösterse, benim rayicin altında bir beyan vermem mümkün değil. Devlet eksik beyandan dolayı benim peşime düşerken rayici düşük gösteren belediyelere de bir çift söz söylemeli. Unutmayalım ki devletin kurumu devlete yanlış yapmaz. Yaparsa, ki yapıyor. Bu durumda devlet önce belediyelerin yakasına yapışmalı. Öyle görünüyor ki devletin gücü gariban vatandaşa yetiyor.

Bir diğer husus, gelen ihbarnamede devlet, "tahriyat"*, "ziyaı"** gibi bugün pek değil, hiç kullanılmayan eski kelimelere yer veriyor. Vergi almayı iyi beceren devlet bu kelimeleri de vatandaşın anlayacağı şekilde güncellemelidir.

Bir diğer husus da para tahsili yapan görevlilerin yerleri sağlığa uygun olmalı. Tek kişilik odadan ibaret cezaevi gibi olmamalıdır. Eski banka çalışanlarının bankoları gibi olmamalı. ve kullandıkları bilgisayarlar son model olmalı. Bilgisayarları donmamalı. Sorun İnternet ise İnternet hızı yükseltilmeli. Bilgisayarlar demode ise yenilenmeli. Alt yapısı çekmeyen bir sistem ise buna da bir çare üretilmelidir.

Bir diğer husus da ihbarnamedeki yatırılacak para ile defterdarlığa varınca yatırılacak para birbirini tutmalı. Kısaca evdeki hesap çarşıya uymalı. İhbarnamede, “Şu tarihe kadar borcunuzu yatırdığınız takdirde borcunuz bu. Gecikirse faiz işler demeli”.

*Tahriyat: “vergi alacağının kanunlarda gösterilen matrah ve oranlar üzerinden hesaplanarak miktarının belirlenmesi” demekmiş.

**Vergi Ziyaı Cezası: “Mükellef veya sorumlu tarafından vergilendirme ile ilgili ödevlerin zamanında veya tam olarak yerine getirilmemesi sonucunda vergi kaybına neden olunması halinde vergi idaresi tarafından kesilen idari bir para cezası” demekmiş.

26 Kasım 2025 Çarşamba

Sıralı Ölüm

Bir sıralı ölümdür gidiyor bugünlerde. Nerede ayaküstü bir hastalık ve ölüm konuşulsa "Allah sıralı ölüm versin" diyorlar.

Tamam anladık. Sırası gelen ölsün deniyor. İstenilen ve olması gereken bu. Yalnız bunu nerede, kimin yanında söylüyorlar? Benim yanımda. Hem de gözümün içine bakarak. Sağıma, soluma, karşımdakilere bakıyorum. En yaşlıları benim. Hep birlikte kavilleşmişler. Gözlerini bana dikmişler. Sıra sende diyorlar akılları sıra. Beni gördükçe oh be daha bize sıra var. Çünkü sıra bu büyüğümüzde diyorlar. Kısaca ölüm sıralı olursa bize daha var demektir bu.

Geç de olsa insanların beklentisini ve temennisini anladım.

Bugünlerde bu sıklaştı. Sonra niye ben? Bu dünyada bir yaşlı ben mi varım? Benim yanımda gözünüzü bana dikerek söylediğinizi bir başka yaşlının yanında da söylüyor musunuz? Sonra başka işiniz yok mu sizin? Beni göndererek ya da benim ölüm sıramı bekleyerek mutlu mu oluyorsunuz? Derdiniz ne sizin? Başka işiniz yok mu? Bilin ki ölmeden öldürüyorsunuz beni. Ölmeden, beni mezara koymaya kalkmakla elinize ne geçecek? Hem ben ölür ölmez ölüm sırası size gelecek. Sonra hangi işinizde tertip, düzen ve sıra vardı da hepiniz ağız birliği etmişçesine bir düzen sevdasına kapıldınız. Azrail'e yön vermeye kalkıyorsunuz. Yalnız Azrail’e bel bağlamayın. Çünkü o işini sizin yönlendirmenize göre yapmaz.

Ölüm er veya geç hepimize geleceğine göre bırakın da ağzımızın tadıyla oturup kalkalım. Nasılsa öleceğiz. Ölmeyip bu dünyaya kazık çakan mı var sanki?

Kısaca Azrail sıralı ölüm gözetmiyor. Sırası geleni gönderiyor. Sıra derken yaşa göre hareket etmiyor. Bir bakıyorsunuz, sırası gelen yaşlıların arka arkaya defterini dürerken biraz ara verip okları gençlere ve çocuklara döndürüveriyor.

Neyse sadede geleyim. Ben biraz alınganlık göstersem de yaş 60’ı geçince ölüm kapıyı çalmaya daha yakın. Hele yakın büyüklerin bir bir gidince sıranın kendine gelmekte olduğunu anlıyorsun ve ölümün nefesini arkanda hissetmeye başlıyorsun. Bu gerçeği pek aklıma getirmek istemesem de gerçek bu.

Öleceğim de nasıl öleyim diyorsun. Hele bakıma muhtaç yatağa bağlı ölmeyi hiç istemiyorsun. Uzun yaşayayım ama sağlıklı olsun. Kimseye muhtaç ve yük olmadan ayakta çekip gideyim diye temenni ediyorsun.

İnsan bitiyor ama temenniler bitmiyor elbet. Nasıl bir ölümün bizi beklediğini kestirmek de mümkün değil.

İnsanların “Allah sıralı ölüm versin” demesi de bir dua, aynı zamanda bir temenni. Bu temenni de ne derece gerçekleşir, tartışılır. Şu var ki yukarıda dediğim gibi ölüm sıra takip etmiyor. Daha hayata doymadan ömrünün baharında çekip gidenler de az değil. En fazla üzen de çocuk ve genç yaşta gidenlere olur. Bu da doğaldır. Çünkü bir insanın dedesi, babaannesi ve anneannesi, babası, annesi, amcası, dayısı, ağabeyi ve ablası şeklinde gerçekleşen ölümler sıralı ölümlerdir. Böyle değil de dede yaşarken torunun gitmesi, baba ve anne yaşarken çocuğunun vefatı, kısaca büyükler yaşarken küçüklerin ölmesi sıra dışı bir ölüm kabul edilir. Yakınlarını haliyle üzer. Böylesi ölümlerde, “Allah kimseye evlat/kardeş acısı vermesin” diye dua edilir.

Hülasa sıralı veya sıra dışı ölümler tıpkı ölüm gibi bir gerçektir. Bu gerçekten kimsenin kaçınması da mümkün değil. Sırası gelen ahiret yolcusu olacağına göre yine de sıralı ölüm hepimizin beklediğidir. Ömrün de ölümün de hayırlısı temennisiyle.