7 Aralık 2025 Pazar

Mütevazı Hayatı Seçen Ünlüler

Yıldırım Demirören zengin bir ailenin çocuğu. Aile şirketinin başına geçseydi, kim bilir keyfine diyecek olmazdı. Çünkü para gani. 

Mal, mülk, para ailenin olunca, Sayın Demirören'in gecesini gündüzüne katarak ailenin zenginliğini daha üst seviyeye çıkarma imkanı da vardı.

Harcamaya gelince, hesap kitap bilmeden harcardı. Bir eli yağda, diğeri balda olurdu. 

Kısaca gününü gün ederdi.

Ama o onu, daha doğrusu babası bunu tercih etmedi. Oğlum, sen bizi bitirirsin. Bak sen futbola ilgilisin. BJK'yi de seviyorsun. Git tüm sevgini BJK'ye ver. Yeter ki bizim şirketlerden uzak dur demiş güya.

O da baba sözünü dinleyerek ve bir mütevazı örneği göstererek BJK'ye 32. başkan oldu. 8 yıl başkanlık yaptıktan, kulübü borç girdabına soktuktan sonra burası beni kesmez. Mütevazılık da bir yere kadar deyip futbol federasyonuna başkan oldu. Bir yedi yıl da TFF başkanlığı yaptı.

Hem BJK hem de federasyon başkanlığına toplamda 15 yıl hizmet etmiş oldu. Sayın Yıldırım'ın aile şirketlerinden bu kadar yıl uzak kalmasına öyle zannediyorum, en fazla sevinen babası olmuştur.

FB başkan yardımcılığı ve başkanlık görevi yapan, son seçimde rakibi Sadettin Saran'a karşı seçimi kaybeden Ali Koç da Türkiye'nin çikin zenginlerinden. Belki de devletten daha zengin bir ailenin çocuğu.

Babası Ali Koç için de şirketlerden uzak dur, git sen en iyisi futbolla ilgilen dedi mi demedi mi bilmem. Yalnız o da bir mütevazılık örneği göstererek ömrünü FB'ye verdi. Daha doğrusu adadı. Duyumlarım, holding çalışanları, FB'ye başkan olunca çok sevinip bayram ettiği yönünde.

Döneminde FB hiç şampiyonluk yüzü görmese de FB sevgisi tartışılmazdı. Ayrıca hiç şampiyonluk sözü vermedi. Bu da mütevazılığının bir göstergesi.

Sayın Saran'a karşı seçimi kaybetmesine herhalde en fazla üzülenler yine holding çalışanları olmalı.

Ali Koç'un da pekala holdingin başına geçip holdinge paha biçilemez bir değer katma imkanı varken futbola kendini vermesi de öyle zannediyorum, alçakgönüllüğüne bir işaret.

Yokluğunda holding neredeydi, nereye gelindi bilinmez ama varlığında Fener'in yüzü hiç gülmedi. Problem değil. Önemli olan onun holfşnten uzak tutulmasıydı. 

Mütevazı hayatı seçen bu iki örnek aklıma geldi. Başka var mı diye düşünürken, "Babam iyi bir ticaret erbabı idi. Ticarete devam etseydi, paraya para demezdi. Çünkü iyi bir ekonomisttir" diyen evladın da babasını burada konu edinmezsem, başlığın içi dolmazdı. Çünkü onun babası da dünyanın en zenginleri içine girme imkanı varken, o siyaseti seçmiş.

Hele bu son örnek tam bir tevazu örneği. Öyle ya babası ticarete devam etseydi, şimdi o aile nerede olurdu. Belki de dünya zenginler kulübünün en başında yer alabilirdi. 

Hasılı kiminin spora kiminin de siyasete hizmeti düstur edinmesi, örnek bir davranış. İçimizde kim böyle fedakarlıkta bulunabilirdi? Bunlar spor ya da siyasetle uğraşmasaydı bu hizmetleri kim yapabilecekti. Bir düşünsenize, bu ünlüler babalarının holdinginde ya da piyasada çalışsalardı, bugün nerede olurlardı.

O yüzden mütevazı hayatı seçen ünlüleri öpüp başımıza koymak lazım. Yaptıkları bu hasbiliği hiç unutmamak bir vatandaşlık borcudur. 

Sahi, siz bu derece ünlü ve yetenekli olsaydınız, bu ünlülerin yaptığı fedakarlığı yapabilir miydiniz? Biliyorum böyle bir tercihi hiçbiriniz yapamazdınız. Biz de yapardık falan demeyin. Çünkü sizin bu söyleminiz bekara avrat boşamaktan başka bir şey değil. Şu aşamadan sonra bu mütevazı hayatı tercih eden bu ünlüleri takdir edin bari. 

Şemsiyem de Şemsiyem

Kayınpederin kızı, "dün soğan almadın mı" dedi. Yok almadım. Bugün markete gideriz diye almamıştım dedim. "İyi de ben şimdi yemek yapıyorum. Soğansız mı olsun" dedi. 

İyi ki yemek yapmayacağım o zaman demedi. Öyle ya soğan da soğan. Değilse sen bilirsin deseydi, pazar pazar çekilmezdi açlık. 

Her zaman son dakika golü yemek yapan kayınpederin kızının bugün erkenden yemek yapası geldi. Vardır bir hayır. 

Soğansız yemek nasıl olurdu. Ya bir de yemekte tat ve lezzet olmazsa. Mazeret de hazır. "Soğansız yemek böyle olur. Bunu bulduğuna şükret" der miydi derdi. 

Zaten önüne gelen haline şükret diyor. Hiç, paran, pulun var mı diyen yok. 

Yağmur da yağıyor. Üstelik duracak gibi değil. Olmazsa yarı ıslanıp şu markete gidip geleyim dedim. 

Üzerime yağmur geçirmez oğlandan geçme montu geçirdim. 

Ne olur ne olmaz deyip 2000 öncesine ait evladiyelik şemsiyemi de aldım. 

Almakla iyi yapmışım. Öyle böyle değil, baya yağıyor. Şunu söyleyeyim ardı arkasına üç gündür ince ince yağan bu yağmur sanki bu sene eski kışlardan bir kış göreceğimizin habercisi gibi. İnşallah böyle olur. 

Soğan ve elma alayım dedim. İki markete baktım. Birinde soğan 9 lira idi, diğerinde 8.99 lira. Haliyle 8.99'u tercih ettim. 

Elmadan vazgeçip soğanın yanına üzüm aldım. 

Giderken yağan yağmur, dönüşte de hız kesmeden yağmaya devam etti. 

Eve gelip aldıklarımı koydum. Şemşiyeden şıpır şıpır su akıyor. 

Şemsiyeden su damlaması ne anlama gelir? Hayır mı şer mi bilmem ama bizim kırmızı çizgimiz. 

Kayınpederin kızı şemsiyenin suyu aksın ve kurusun diye yer ararken dur şuraya koyayım diye dairenin girişindeki çöp kovasının üzerine koydum. 

Çocukların anası "Bir şey olmaz mı" dedi. Olmaz, ne olsun dedim. İçeri girdim. 

Aradan birkaç saat geçti. Yağmur hafif çisentiye bıraktı. Hava kararmadan alışverişi yapıp geleyim diye çıktım. Arabayla gidecek olsam da şemsiyeyi de almalıyım dedim ama benim şemsiyenin yerinde yeller esiyordu. 

Gelinlerin annesine sordum, şemsiyeyi aldın mı diye. "Hayır, ben almadım" dedi. 

Az önce oğlan yağmur yağarken spora gitmişti. O almış olabilir mi dedim. Arayıp oğluna sordu. Almamış. O zaman az önce senin diğer oğlun gelmişti. O almış olabilir mi dedim. Onu da aradı. O da almamış. 

Çocukların anası, annelerinin iki çocuğu da almadığına göre bu şemsiye nere giderdi. Komşular almaz. Apartmana giren çıkan olmaz. 

Adeta tutuştum. Zaten canım sıkkındı. Çünkü pazardan başlar bendeki pazartesi sendromu. Öyle ya yarın okul vardı. Üzerine bir de şemsiye eklenirse katmerli bir üzüntü çökerdi üzerime.

Nitekim öyle oldu. 

Hıncımı soğandan almalıyım. Öyle ya pazar pazar şu soğanın başıma açtığı işe bak. Ha dün alıverseydim olmaz mıydı. Bir de şemsiye bulunmazsa, bundan sonraki geriye kalan ömrüm bilin ki benim için çok yavan geçecek. Zira ağzımın hiç tadı olmayacak. Bu şemsiyeyi çok kullanmasam da 2000 öncesine ait bir şemsiye idi. Manevi değeri önemli değil de maddi değeri önemliydi benim için. Çünkü az paraya almamıştım o zaman. 

İyi de uçmuş muydu bu şemsiye? 

Can havliyle kışlık sporları geçirip dışarı attım kendimi. Hava soğuk, yağmur hafif çiselemesine rağmen adeta içim yanıyordu. Ne soğuk söndürürdü bunu ne de yağmur damlacıkları. Az sonra yapacağım yüklü alışveriş de tüm bunun üzerine benzinle ateşe gitmek gibi olacaktı. 

Bu durumda moralin bozuk yarın okula gitme bari deseler bile sönmezdi bu ateş. Sonra okula gitmemek de çözüm olmazdı. Çünkü nereden bakarsan 27-28 yıllık şemsiye. Vay be çeyrek asrı devirmiş. Ben geldim gidiyorum o ise hala yepyeni ve işlevini harfiyen yerine getiriyor. Bir daha böyle şemsiye bulabilir miydim. Buldum diyelim, böyle bir şemsiye şimdilerde kaç para idi. Haydi bulup aldım diyelim. Kasım ayında enflasyon 0,87 çıkmıştı. Benim yeni şemsiyeyi almak demek, inişin inişine geçmiş enflasyonun inişini yavaşatabilirdi. Çünkü her alışveriş enflasyonu körüklerdi. 

Ben böyle bir haletiruhiye içerisinde abuk sabuk düşünceler içerisinde apartman kapısını açınca, karşımda kapı önünü süpüren site görevlisini gördüm. Sevindim görünce. Çünkü şemsiyeyi soracağım bir kişi daha bulmuştum. Kolay gelsin. Yukarıda şemsiye gördün mü dedim. "Evet, gördüm. Attım çöpe" dedi. Abi, benim evladiyelik şemsiye o. Islanınca suyu aksın diye çöp kutusunun üzerine koymuştum. dedim. "Çöpün üzerine konunca çöpe gidecek diye aldım. Arka taraftaki çöp kutusunun içine koydum. İyi ki bugün oğlan ve hanım yoktu. Onlar olsaydı, esas çöpe giderdi. Bulunamazdı" dedi. 

Hemen arka tarafa geçti. Benim şemsiyeyi getirdi. Kaybolup gitti dediğim şemsiyeme dair tüm umutları bitirdiğim anda, şemsiyem geri geldi. Bir sevinç bir sevinç. Anlatılmaz yaşanır. 

Bundan sonra kim tutar beni. Markete gidip gördüğümü market arabasına attım. Dolaştım marketin içinde. Gerçi bu market arabasıyla altın ve gümüş de taşınıyormuş ama benimkisi gıda taşımak. 

Yaptığım alışveriş 3.049,13 TL tutmuş. Bir iç geçirdim ama şemsiyenin üzüntüsü kadar değildi. 3.049'u anladım da şu 13 ne? Bu küsurat nereden oluştu? Yoksa adliye soygununun 13 Kasım olduğuna bir telmih mi vardı? 

Aman neyse ne? Evladiyelik şemsiyem çöpten de olsa geri geldi ya. Bundan iyisi can sağlığı.

Bu da benim kulağıma küpe olsun. Bir daha çöpün üzerine atılmayacak bir eşya koyar mıyım? Tövbe tövbe.

Not: Bu şemsiye nasıl bir şemsiyeymiş dşye merak edenler için bir görselini buraya koyuyorum. Böyle büyük göründüğüne bakmayın. Katlanır da. 

Tavıra Tavır

Tanımam etmem. Kimdir, necidir bilmem. Sosyal medyadan arkadaşlık göndermiş. Baktım ortak arkadaşlar var. Kabul ettim.

Sonrasında yüz yüze tanıştık. Pek yakınımda imiş. 

Gündeme dair yazdığım yazılara yorumlar yazdı. Kimdir bu diye baktığımda, şu ortak arkadaşların arkadaşı dedim. 

Yorum yazıyor ama yorumdan başka her şeye benziyor. Tepeden bakıyor, Buyurgan davranıyor, ayıplıyor, başka mahalleye şirin gözükmekle itham ediyor. Kısaca itici yorumlarına ve yazdığı yorumlardaki üslubunu çok itici buldum. Cevabi yazılarımda özellikle üsluba dikkat çektim. Yazımı ve içeriğini beğenmeyebilirsiniz. Yorum yazmak zorunda değilsiniz. Yorum yazacaksanız da üsluba dikkat etmesinizi, çünkü bu suçlayıcı üslubun faydasının olmayacağını ifade ettim.

Gel gör ki kaba kuvvet üsluba devam etti. En son yorumuna cevap yazdım. Böyle üsluba bir daha cevap vermeyeceğim. Bu size son yorumum dedim. Oymuş bir daha cevap yazmadı. Hele şükür dedim.

Şimdi karşılaşıyoruz. Ne selam var ne sabah. Beni görünce başını eğip geçip gidiyor. Selam verip hal hatır sordum. İyiyim dedikten sonra geçip gittim.

Sonrasında soğukluğu devam etti. Belli ki küs. Benim ona küsüp gönül koyacağım yerde o bana küs. Daha doğrusu tavırlı.

Belli ki selam vermeye, hal hatır sormaya gönlü el vermiyor. Gerçi gönlü el vermiyorsa yine eh diyeceğim. Adam basbayağı tavırlı. Belli ki inancının gereğini yapıyor. Aklı sıra "Allah için buğzedecek, Allah için sevecek". Felsefesi bu olunca niye selam versin değil mi? Çünkü ben onun dini anlayışına ve siyasi görüşüne yabancıyım. Yani dinen ve siyaseten onun gibi düşünmüyorum. Bu da benimle selamı sabahı kesmek için yeter de artar bile. Çünkü bir doğru onun kafasındaki şablon. Ona göre ya bizdensin ya da karşı mahalleden. Ortası yok. Kendi görüşünde bir yamukluk olmadığına göre yamukluk bende, sapıklık bende. Öyle ya böyle birine selam verip niye günaha girecek? Adam dört dörtlük Müslüman. Müslümanca davranıyor. Benimkisi ise ona göre yoldan çıkmadır. Belki de mürtedim ona göre.

Bana tavır alacak ki daha fazla sevap kazanacak. Onun bu davranışı beni ondan uzaklaştırırmış. Çok da tın. Çünkü ne kadar kişiyi cehenneme gönderirse kendisi için kâr. Öyle ya Allah için sevip Allah için buğzettiği için Allah onu cennetine koymayacak da beni mi koyacak?

Bu dört dörtlük dinini yaşayan, üslubu bozuk kardeşimiz keşke mesaisine dikkat etse, geç vakit geldiği mesaisine dört elle sarılsa, dört elle görevine el atsa dersin ki işini de düzgün yapıyor. Bu, bir değil, beş değil. Anlayamadım gitti.

Gerçi benim anlayamamam normal. Çünkü onun asli işi kendisi gibi düşünmeyene tavır almak, bozuk üslupla saldırmak. Esas işi bu iken mesai dediğin nedir ki. Mesaiye ha zamanında gelmiş ha iki saat sonra. Allah öbür dünyada ona mesai sormayacak ki. Müslümanca tavrına bakıp bu kulum ne kadar samimi ne kadar tavırlı. Benim için karşı mahalleye şirin görünenlere tavır aldı. Bu samimiyet bu tavır yeter de artar bile. Gir kulum cennete diyecek.

Mesele bu kadar kolaysa ne diye mesaiye riayet etsin değil mi?

Bu durumda bana düşen de tavrına tavır almak. Başka da elimden bir şey gelmez.