9 Şubat 2022 Çarşamba

İLKSAN Üyeliği *

Açılımı, “İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı” olan İLKSAN’ı ilk defa Süleyman Demirel’in “Verdimse ben verdim” sözüyle işitmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam, maddi olarak sıkıntıda olan Kemal Ilıcaklara ait satılamayan bir arsanın İLKSAN’a satılması olayı patlak verdiği zaman gelen tepkiler üzerine Demirel bu sözü söylemişti. “Kime ne” anlamına gelen bu skandaldan dolayı ne Demirel ne de başkası bir bedel ödedi. Skandalın ardından bu mesele konuşuldu konuşuldu ve tarihteki yerini aldı. Bugün bu mesele ne hatırlanıyor ne de mesele ediniliyor. Zaten “Meseleleri mesele edinmezsen, ortada mesele kalmaz” sözü de Sayın Demirel’e ait.

Neyse konum bu değil. Demirel’in dediği gibi “Meseleleri mesele edinmezsen, ortada mesele adına bir şey olmaz” ise de izninizle İLKSAN’la ilgili bir meseleyi mesele edineceğim. Bilenler bilir, 4357 Sayılı Kanunun 7117 sayılı Kanunla değişik 11. Maddesine göre şu kişilere İLKSAN üyeliği zorunlu. Bunlar doğal üye statüsünde. Kimmiş bunlar bir bakalım: Sınıf öğretmenleri aday sınıf öğretmenleri, özel eğitim kurumları sınıf öğretmenleri, maarif müfettişleri ve maarif müfettiş yardımcıları, Temel Eğitim Genel Müdürlüğünde görev yapan memurlar (İlköğretim Genel Müdürlüğü kadrosunda görev yapan memurlar), Genel İdare Hizmetleri ve Teknik Hizmetler Sınıfında görev yapan; millî eğitim müdürleri, millî eğitim müdür yardımcıları, milli eğitim şube müdürü ve millî eğitim müdürlüklerinde çalışan şef, memur,   teknisyen, tekniker, uzman, mühendis ve  mimarlar  ile sivil savunma uzmanları.
(Yardımcı Hizmetler Sınıfında olanlar hariç). (İlksan.gov.tr)

Bu yardım sandığına karşı mıyım? Değil. Olsun hatta daha da geliştirilsin, genişletilsin ve sınıf öğretmenlerinin dışında tüm branş öğretenleri de bu yardım sandığından faydalanacak şekilde sandığın kapsamına alınsın.

Bu doğal üyeler, bu sandığın imkanlarından ve yardımlarından ne kadar faydalanıyor, kaç kişi yararlanıyor, yararlanıyorsa sadra şifa oluyor mu bilmiyorum. Merak edenler, İlksan’ın sayfasına girerek detaylı bilgi edinebilir. Dikkatimi çeken bir şey var, üyeler bu sandıktan ne kadar memnun bilmiyorum ama seçimle gelen İLKSAN yönetimi kolay kolay gitmiyor, gitmek istemiyor. Bazıları bu sandığın yönetime gelmek için çok çaba sarf ettiğine göre burada imkanların çok olduğu anlaşılıyor.

Meselem, yönetime gelerek imkanlardan yararlananlar da değil. Zira bu benim meselem değil. Zira haklı veya kılıfına uydurularak haksız yere yenenlerden dolayı herkes ahiretteki payından yer. Meselem, bu doğal üyelerin üyeliğinin zorunlu olması. İşte benim derdim bu. Adı üzerinde yardım sandığı ise bu sandığa girmek de çıkmak da ihtiyari yani kişinin kendi isteğine bağlı olması gerekir. Bu konuda yani üyeliğin zorunlu olması konusunda epey bir talep var ki memurların toplu sözleşme metninde “MADDE 25- (1) Mevcut üyeler dahil olmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığı kadrolarına atananlardan 13/1/1943 tarihli ve 4357 sayılı Kanunun 11 inci maddesi kapsamında bulunanların, İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı (İLKSAN) üyeliğine girmesi ve üyelikten ayrılması ihtiyaridir.” denmesine rağmen bu sandıktan çıkmak isteyen bir üye üyelikten çıkamıyor ve üye istemese bile maaşından her ay zorunlu kesinti yapılmaya devam ediyor.  Toplu Sözleşmenin 25.maddesindeki ihtiyari sözünden hareketle bir üye “İLKSAN üyeliğinden çıkmak istiyorum, bundan sonra maaşımdan kesinti yapılmasını istemiyorum. Bundan önceki kesintilerin hesabıma yatırılmasını istiyorum” dese dahi İLKSAN Genel Müdürlüğü, “Üyeliğin ihtiyari olması için bu konuda kanuni düzenleme gerekir. Bizi Toplu Sözleşme bağlamaz” cevabı veriyor. Yani bir üye istese dahi bu üyelikten çıkamıyor. İşin garibi Toplu Sözleşmenin 25’e 1. maddesi yani üyeliğin ihtiyari olması uygulanmıyor ve buna rağmen her toplu sözleşmede bu maddeye yer veriliyor. Buna da kazanımlarımız deniyor.

Bu konuda ne yapılabilir? Mademki İLKSAN üyeliğinden ayrılma gibi talepler söz konusu ve bu talep yerine getirilmiyor. Burada yapılacak olan, Meclisi harekete geçirmektir. Bunu da kazanımı yerine getirilmeyen yetkili sendikanın yapması daha uygundur. Yeter ki bu sorunla ilgili bir vekil kanun teklifi versin. Vekillerin bu konuya sıcak bakacağını düşünüyorum. 

*26/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Biz Bu Filmi Çok Gördük *

Dindar, mütedeyyin nesilden olup da 90'lı yıllarda Şevki Yılmaz'ın kasetlerini izlemeyen yoktur. Yılmaz'ın etkileyici konuşmaları elden ele dolaşır, uygun yerlerde toplanılarak birlikte dinlenirdi. Bu kasetlerden ve içeriğinden basının da devletin de haberi vardı. Bir el 28 Şubat sürecini başlatmak için düğmeye basınca, Şevki Yılmaz'ın kasetlerinin önü ve arkası kesilerek ve  bağlamından koparılarak yazılı ve görsel medyaya servis edildi. TV'lerde günlerce Yılmaz'ın kasetleri gösterilip konuşuldu ve bir linç kampanyası başlatıldı. Ardından, yıllardır içimizde yaşayan Aczimendiler meydanlarda boy gösterdi. Fadime Şahinler ortaya çıktı. Sonunda 28 Şubat aktörleri post modern darbe yaparak hükümeti indirdi ve hedeflerine ulaştılar. 

*

Nurettin Yıldız, ardında binlerce seveni olan, fetvalar veren, konuşmalar yapan, konuşmaları videoya çekilen ve herkesin izleyebileceği şekilde konuşmaları sanal aleme yüklenen biri iken, bir el eski fetvalarını kırpıp kırpıp piyasaya sürdü. Oluşturulan algı ve gelen tepkiler üzerine Nurettin Yıldız'ın kalemi kırıldı. Şimdi kendi halinde sesi duyulmaz biri oldu. Belki hayata belki birilerine gönül koyarak kabuğuna çekildi. 

*

Entelektüel birikimi, duruşu, konuşması, bilgisi, bilim adamlığı ve yaptıklarıyla farklılığını ortaya koyan, çalıştığı kuruma itibar kazandıran, okuttuğu hutbelerle Müslüman bir duruşa katkı sunan Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığından, birileri haz almadı ve ipini çekti. Siyasi irade bu güçlere boyun eğdi ve en verimli çağında Görmez'e yol verdi. Buna rağmen Görmez gittiği yerde de kalitesini konuşturuyor, çektiği videolarla gönüllere su serpmeye ve gençlere yönelik çalışmasını devam ettiriyor. 

*

Türkiye’nin her ilinde olmasa da Konya gibi bazı illerde Mehmet Okuyan’ın konuşmasına bir kesim pek sıcak bakmadı. Gelen tepkiler üzerine, kiralanan ve katılımcılara duyurulan salonlar değişik gerekçelerle bir bir iptal edildi. Konferans düzenleyicileri zaman zaman salon bulmada zorlandı. Anlatmak istediğim, Mehmet Okuyan’ın konferans için her Konya’ya gelişi bir kesimin tepkisini çekti ve bunların da sesi gür çıkıyor. Bu gür sese de çoğu salon sahibi boyun eğmek zorunda kalabiliyor.

*

Tarihselci görüşleri ile bilinen Mustafa Öztürk, zaman zaman tepkilere muhatap olsa da öğretim üyeliğine devam ediyordu. Bir gün birileri düğmeye bastı. Bir yıl önceki bir özel sohbette tarihselcilik üzerine yaptığı bir konuşmasının önü ve arkası kesilerek sosyal medyada topa tutuldu. Bu girişimin öncekilerden farklı olduğunu gören Mustafa Öztürk ani bir kararla emeklilik dilekçesi vermiş oldu.

*

Geleyim Azimli’ye. Çünkü sırada Mehmet Azimli var. Bilmeyenler için kısaca değineyim: Azimli, 2008 yılında yayımlattığı “Siyeri Farklı Okumak” isimli kitabının 44.sayfasında, peygamberimizin babasına ait bazı rivayetlere dipnotunda kaynak göstererek yer verir. Dördüncü baskısından sonra okuyucularından gelen eleştiriler üzerine 2011 yılında 5.baskısı yapılan kitabında bu tepki çeken rivayetleri kaldırır. Okuyucuları rahatsız eden bu bilgilerden dolayı da Azimli zorunlu açıklama adı altında özür beyan ediyor. Şu anda sosyal medyada kitabın tashih edilmiş 5.baskısı ve sonraki baskılarından ziyade ilk baskılardaki bilgiler servis ediliyor. Sosyal medyada tepkiler dinmiyor. Ölüm tehdidinde bulunanları mı ararsın, hakaret edenleri mi, ailesine küfredenleri mi, yok ihraç edin diyenleri mi... Zira fazlasıyla ne ararsan var: Üniversitesi inceleme başlatıyor. İslamcı camianın entelektüeli diye söylenen Yusuf Kaplan bile “atın bunu üniversiteden” paylaşımları yapıyor. Kaplan bile böyle ise varın diğer insanların paylaşımlarını.

Yukarıda verdiğim örnekler, bu topraklarda zaman zaman olan, rutin ve olağan hale gelen linç girişimlerine verilmiş bazı örneklerdir. Azimli bu konuda ne ilk ne de son olacaktır. Sonuç alınıyor ki aynısının, benzerinin tıpkısı olan bu filmleri bıkıp usanmadan seyretmeye devam ediyoruz. Yeter ki görünen ve görünmeyen bir el tarafından düğmeye basılmış olsun. Belki de birileri gündem saptırarak bir şeyleri böyle gizliyor, bayatlamış bilgileri yersen dercesine cambaza bak deyip önümüze koyuyor ve bizler de soframıza konan bu bayat yemeği bıkıp usanmadan -taptaze- yiyoruz. Öyle zannediyorum, böyle yiye yiye içimizde farklı düşünen kafa yapısına sahip kimse kalmayacak. Belki de istenen bu.

Son örnek Azimli’ye başlatılan bu linç girişimi benim için sürpriz olmadı. Yazıp çizdiklerinden, konuştuklarından ve savunduklarından dolayı nicedir baskı altında olduğunu seziyordum. En son baskı da İslam tarihine ait 5 dakikayı geçmeyen video paylaşımları dolayısıyla baskı görmüş ve bu baskılardan dolayı paylaşımlarını kaldırmak zorunda kalmıştı. O zaman da ihraç silahı önüne konmuştu.

Linç konusunda daha önce birkaç yazı yazdım. Hepsinde işaret etmek istediğim nokta, farklı fikre tepki gösterebiliriz. Bundan doğal bir şey yok. Hatta yazılıp çizilenlere geleneğimizde reddiye dediğimiz cevap verme de yapabiliriz. Ama tüm bunları yaparken insanları yargısız infaz yapmaktan uzak durmamız lazım. Bir diğer husus da bir fikir veya görüşe, sıcağı sıcağına tepki gösterilse, tepkinin dozajı kaçsa bile dersin ki olayın sıcaklığında bunlar olabilir ama bizde linçler böyle başlatılmıyor. Bir şey yazılıp çiziliyor, konuşuluyor ve videoya yükleniliyor. Tüm bunlara zamanında bir tepki yok. Bir ara kullanırız denerek raflara kaldırılan video, kaset ve kitaplardan kısa bölümler kırpılıp kırpılıp servis ediliyor. İnanın anlamakta zorlanıyorum. Hele son örneğe bakarsak, 2008’de yazılan, 2011’de çıkarılan kitabın tepkisini 2022 yılında yani olaydan 14 yıl sonra veriyoruz. Bu şekil tepki ortaya koyan ve linçe tabi tutan insanların niyetini sorgulamıyorum ama ben burada bir iyi niyet göremiyorum. 2008’de neredeydiniz mübarekler. Ne olur, kendiniz olun, bir başkasının oyuncağı olmayın. Bıkıp usanmadınız mı bu filmleri izlemekten. Unutmayalım ki Müslüman bir delikten iki defa sokulmaz. Bu kaçıncı deliğe sokuluşumuz. Ne olur bir düşünelim.

Not: Yaklaşık iki yıl önce bir akademisyenden “Yakında farklı üniversitelerde görev yapan bazı akademisyenlere ‘Bunlar zındık’ denerek bir operasyonun başlatılacağı ve öğretim üyeliğinden ihraç edilecekleri duyumunu aldım” endişesini işitmiştim. Ardından Mustafa Öztürk olayı patlak verdi ve Öztürk ihraç edilmeden apar topar emekliliğini istemek zorunda kalmıştı. Arkası gelmedi, kesilmişti. Aslında aba altından sopa gösterilmişti farklı düşünen akademisyenlere. Sanırım bunun fitili uzun bir aradan sonra Azimli ile yeniden başlatıldı. Bundan da sonuç alırlarsa sıra diğer akademisyenlere gelecek.

*11/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Şubat 2022 Salı

Bazılarının Ederi *

Bir sendikaya giriyorum.

Hayırdır, nereden çıktı bu sendika üyeliği şimdi?

Aklın varsa, sende gir.

Fikirlerini destekleyen, özlük haklarını koruyan bir sendika mı çıktı ortaya?

Değil.

Değilse ne? Çünkü sen sendikaları sarı sendikacılık olarak değerlendiriyordun,  yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı eleştiriyordun daima. Yoksa hatır için mi giriyorsun ya da kafa yapına uygun bir sendika mı buldun.

Hiçbiri değil.

O zaman ne değişti hayatında?

İşin doğrusunu söylemek gerekirse 400 lira için gireceğim. Biliyorsun, 2022-2023 sözleşme dönemi için sendika üyelerine sözleşme ikramiyesi olarak devlet üç ayda bir bu parayı verecek ve bu paradan sendikalı olmayanlar faydalanamayacak. Bence sen de gir.

400 lira bu zamanda iyi para. Kim kime verir bu zamanda bu kadar parayı. Sendika kesintisinden sonra arta kalan para önemli ama para her şey değil. Yani bu para ve daha fazlası için bir sendikaya girmem.

İşin ucunda 400 lira var diyorum. Bu parayı duyanın çoğu gidip bir sendikaya üye oldu.

Anladım kardeş. İsteyen girer. Ben ise para için bir sendikaya girmem. Prensiplerime aykırı. Bir sendikaya girecek olsam bile para ön planda değil benim için.

Üye olanlar için ne dersin?

Herkesin kararını kendisinin verebileceği bir şey bu. Kimseye bir şey demem. Yalnız bu 400 lira gündemde değil iken bir sendikaya üye olanlara saygı duyarım. Sendika üyesi değil, bir sendikaya girmem deyip de 400 lira ikramiyeyi gördükten sonra gidip bir sendikaya üye olanlara ise kusura bakmasınlar ama saygı duymam. Çünkü sebep her ne olursa olsun, bu tip kimselerin para için sendikaya girdiği anlaşılır. Bu tipler, yarın kim daha fazla verirse oraya giderler. Bir insan miktarı ne olursa olsun, para için gidip bir sendikaya üye olmaz. Üstelik ortada 400 lira da yok. Üyelik kesintisinden sonra kişinin kendisine kalacak olan para, aşağı yukarı 270-280 lira dolaylarında. Yukarıda demiştim, tekrar söyleyeyim. Para önemli ama her şey değil. Kişi inanmadığı yere sırf parası için girmemeli.

Nasıl bir sendika istiyorsun?

Sendika dediğin hangi işkoluna hitap ediyorsa;

*O işkolunun çalışma imkanlarının daha iyi olmasına, çalışanlarının ve üyelerinin özlük haklarını iyileştirmeye yoğunlaşmalı.

*Siyasi partilerin arka bahçesi gibi bir işlev üstlenmemeli, çalışanların hakkını korumak için gerekirse siyasi partilerle mücadele etmeyi göze alabilmeli, onlarla paslaşmamalı. Önceliği, bir siyasi partiyi değil, üyelerini memnun etme olmalı.

*Üyeleri ile arasında bir aidiyet duygusu aşılayabilmeli.

*Üyelerinin makam ve mevki beklentilerine kulak asmamalı. Burası atama yeri değil, yanlış yere geldin diyebilmeli.

*07/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

MEB İlk Atama *

MEB, eylül ayında ilk atama yoluyla aldığı 20 bin öğretmenin ardından şubat ayında da çeşitli branşlardan 15 bin öğretmenin atamasını yaptı. Öncelikle atanan öğretmenlere ve öğretmenlerin atandığı okullara hayırlı olsun.

İlk atamalarda dikkatimi çeken, birkaç seferdir MEB, 2021-2022 öğretim yılı hariç, şubat ayında yani eğitim ve öğretimin yarısında öğretmen alımı yapar oldu. Bu alımlar niye eğitim ve öğretimin başladığı eylül ayında değil de şubat ayında yapılıyor? Acaba öğretimin başında öğretmen ihtiyacı yoktu da bu ihtiyaç şubat ayında mı ortaya çıktı? Eğer şubat ayında ihtiyaç ortaya çıktı ise MEB’in bu şubat ataması doğru ve yerinde. Şayet bu ihtiyaç eylül ayından beri vardı da MEB, 4-5 ay sonrasında bu atamaları yapıyorsa, burada oturup bir düşünmek lazım.

35 bin öğretmen ihtiyacı olmasına rağmen MEB'in, 20 binini eğitim ve öğretimin başında, geri kalan 15 binini ise dönemin ortasında atamasında, öyle zannediyorum, Hazine ve Maliye Bakanlığının 35 bin kadroyu aynı anda vermemesinden kaynaklanıyor olsa gerek. Çünkü bütçe imkanları elvermemiş olabilir. Bu anlaşılabilir ama 4-5 ayda ne değişiyor? Pekala, iyi bir planlama ile zamanında bütçe ayrılarak bu öğretim yılında ihtiyaç duyulan 35 bin öğretmenin ataması aynı anda, eğitim ve öğretimin başında yapılabilirdi.

Burada, öğretmen ihtiyacının bir kısmının şubat ayına sarkmasının ne zararı var diye düşünebilirsiniz. Bence şubat atamaları başlı başına bir sorundur ve eğitim ve öğretimin mantığına terstir. Çünkü eğitim ve öğretim demek; hedef, amaç, plan, program ve uygulama demektir. Daha işin başında öğretmen, derslik, donatım, ders malzemelerinin hazır olması gerekir.

15 bin öğretmen zamanında yani eğitim ve öğretimin başında atanmadığına göre bazı okullar eğitim ve öğretime öğretmensiz başlamış demektir. Öğretmen ise bir inşaatta kullanılan harç gibidir. Harç yoksa inşaat paydos olur. Okullar inşaat gibi paydos olmamıştır ama bu ihtiyaç çoğu okullarda ücretli öğretmen görevlendirilmek suretiyle giderilmiştir. Ücretli öğretmenlere verilen ücret ise girdikleri her bir dersten aldıkları ders saati ücretinden ibarettir. Yani bugünün şartlarında asgari ücretin altında bir rakama çalışıyor bu ücretliler. Hem ücretleri yetersiz hem geçici çalışıyorlar. Üstelik haydi deyince taşrada branşında ücretli öğretmen bulmak da zor. Çoğu zaman branş dışı kişilere görev verilmek suretiyle eğitim ve öğretim devam ettirilmeye çalışılıyor. Öğretmen atandı mı işlerine son veriliyor. Ek ders ücreti karşılığında ve geçici olarak çalışan bu ücretli öğretmenlerin -istisnalar hariç- girdikleri derslerde ne kadar ehil ve verimli oldukları tartışılır. Bunu ancak sahada olanlar bilir.

Ehil olmasından geçtim, ücretli öğretmenlere nöbet ve sınıf öğretmenliği görevi de verilemiyor. Düşünün ki bir okulda az sayıda öğretmenle eğitim ve öğretim yapmaya çalışan bir okulda birden fazla ücretli görevlendirilmişse bu okul müdürü nöbeti kime tutturacak, sınıf-rehberlik görevini kime verecek?

Burada olan kime oluyor? Üzerinde titrediğimiz öğrencilerimize oluyor. Sonra da bu çocuk niye başarılı değil diye çocuklarımıza kızıyoruz. Çocuklarımıza kızmaya hiç hakkımız yok. Çünkü bu çocuklar çoğu yerlerdeki çocuklar gibi eşit şartlarda yarışmıyorlar.

*25/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

7 Şubat 2022 Pazartesi

Hatasız Dost Arayan Dostsuz Kalır *

—Bir zamanlar yanında çokça arkadaşın vardı. Arkadaşlıktan da öte bir kardeşlik hukuku idi sizdeki. Herkes gıpta eder, rakiplerin ise şaşırırdı bu dostluğunuza. Arkadaşlarının çoğu da şu ya da bu şekilde tanınmış kişilerdi. Şimdi kahir ekseriyeti yanından uzaklaştı. Mesela falan niye uzaklaştı sizden? 

—O mu? Boş ver. Yaramaz o. 

— Ya şu? 

—Hain o. 

—Ya bu? 

—O, nankör. 

—Şuna ne dersin? 

—O makam düşkünü. 

—Bu? 

—Beklentileri gerçekleşmedi de ondan. 

—Ya falan? 

—Rakiplerimi tercih etti. 

—Buna ne dersin?

—Ona ben yol verdim. 

—Şu? 

—Sözümü dinlemedi. 

—Bu? 

—Dediğimi yapmadı. 

—Eğer böyle ise arkadaşlarının çoğu kötü kişilermiş. 

—Aynen öyle. 

—Arkadaş seçiminde tercihlerin isabetli değilmiş o zaman. İnsan sarrafı değilsin sanki. 

—Ne münasebet. 

—Baksana, ya kötü diye sen yol vermişsin ya da senden uzaklaşıp gitmişler. 

—Nankörler de ondan. 

—Peki, bunda hiç senin suçun yok mu? 

—Niye olsun ki... Benim yaptığım iyiliği onlara kimse yapmaz. İyilik yaramıyormuş demek ki. 

—Ha ne bileyim. Tüm suçu bir tarafa atmak insafsızlık olur. Çünkü bir yerde anlaşmazlık varsa yüzde yüz bir taraf suçlu olmaz. Suçun oranları farklıdır, o kadar. 

—Yani siz bana da suç yüklemek istiyorsunuz. Bunu asla kabul etmem. 

—İster kabul edin, ister etmeyin. Görünen bu. Bu kadar arkadaşınızdan birkaç kişi sizden uzaklaşsa, dersin ki bunlarda bir sorun var. Ama çoğu sizden uzaklaşmışsa, burada acaba bende de bir sorun var mı diye sorgulaman gerekir kendini. 

—Bunu asla yapmam.

—Sen bilirsin ama şunu bil ki hatasız dost arayan dostsuz kalır.

*21/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

6 Şubat 2022 Pazar

Yetki Devri

—Nere giden habersiz. 

—Hiç, şöyle dolaşıp geleceğim. 

—Dolaşma zamanı değil. Şu yazdıklarım alınacak. Alışverişi de yap gel. İnsan çıkarken alınacak bir şey var mı der. Giderekten değişip gidiyorsun. 

—Dün yaptım ya alışverişi. Hem o dediğin sormalar eskidendi. 

—Dün sadece çay aldın. Çay, bir şeyler yendikten sonra içilir. Tek başına karın doyurmaz. 

—Bu yazdıkların acil mi? 

—Hem de çok acil. Akşama yemek istiyorsan hemen al gel. 

—Bu yazdıklarını alırsam, biterim. Bütçemiz sarsılır. Biraz azaltamaz mısın? 

—Yağın, tuzun, mercimeğin, pirincin hangisini çıkarayım? Hem ne oldu sana böyle? Ne zaman alışveriş desem, suratın asılıyor. 

—Hanım, benden duymuş olma da durum bildiğin gibi değil. Ne kadar kaçarsam kâr diyorum şimdi. 

—Ne varmış durumda? Aile reisi sensin. Gelecek ki ben de pişireceğim. Madem öyle, ver alışverişi ben yapayım bundan sonra. 

—Canıma minnet. Al şu kredi kartını. Şu da dünden aldığım dört paket çaydan kalan 20 kuruş. Bu ise benim maaş kartım. 

—Tamam. 

—Bundan sonra ben alışverişe karışmayacağım. Eve ne ihtiyaç bundan sonra senin işin. Evin tüm geliri ve gideri sende. Faturaları ödemeye gitmene gerek yok. Hepsi otomatik ödemede. Yalnız gelir ve gider dengesini bozup da aile huzurumuzu bozma. Her ay gelir ve gider dengesini dengele. Senden bir şey istemem. Sen de benden bir şey isteme. Şu lazım, bu ihtiyaç diyerek, nasılsa karta çektireceğim deyip kartı doldurma. Bil ki son ödeme tarihinde hepsinin ödenmesi lazım. Öyle asgarisini ödemek yok. Benim gibi yapacaksın. Gelir, gideri karşılayacak. Asla öbür aya sarkmış borç hele Türkiye bütçesi gibi bir bütçe istemiyorum. Ayağını yorganına göre uzatacaksın. Alışverişe giderken de bir isteğin var mı diye sormanı isterim. Bir ay sonra da al, ben bu işi yapamayacağım mazereti istemiyorum. Şimdi ve bundan sonraki alışverişlerinde sana başarılar diliyorum.

—...

—Oh be dünya varmış. Bu devir benim çok hoşuma gitti. Zira üzerimden büyük bir yük kalktı. Bundan sonra Karadeniz'de gemin batmış gibi düşün dur. Şimdiden Allah yar ve yardımcın olsun. Bu da benim son sözüm.

5 Şubat 2022 Cumartesi

Cepli Bot

Yolda yürürken peşim sıra ayak sesleri duydum. Kenara çekildim, geçsinler diye. Baktım, karşıt cins bir ikili.

Önümden yürürlerken kızımızın botu dikkatimi çekti. Dikkat çekmesi kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü insanların başına bakmam.

Bot, bildiğim botlardan değildi. Arka sol tarafında yama var gibiydi. Ayıp değildi ama bu zamanda yamayı garipsedim.

Dikkatli bakınca sağ tarafta da gördüm aynı yamadan.

Biraz daha dikkatli bakınca yama sandığım cepmiş. Çünkü fermuarı da var. El kart, bozuk para  vs. koymak için birebir. Özellikle cep taşımayanlar için iyi düşünülmüş. Ama bu ceplere bozuk para konsa, ayakkabının ağırlığının yanında bir de bu paraların ağırlığı olacak. Üstelik biraz seri yürüse, cepteki bozuk paralar ses çıkarır durur. 

O zaman cebi yok bu kızın demeye kalmadan kızımızın sırtında sırt çantası da var. O zaman bu ayakkabıdaki cepler neyin nesi der demez kendime kızdım. Pek cahil kalmışsın be kardeşim, bu senenin modası cepli bot olmalı dedim.

Kendime kızdım ama nereden bilebilirdim bunun moda olduğunu. Hiç moda rakip etmedim ki. Bugüne kadar ne bulduysam onu giydim.

Sonrasında var mı bu modaya uyanlar dedim. Zafer'den geçtim. Ayakkabılara daha dikkatli baktım. Bir kişide dahi görmedim. Demek ki bu moda ya tutmadı ya da daha ilk piyasaya sürülmüş. İlk giyen de benim gördüğüm kızımız.

Bozuk para koymak için ideal dedim ama bu da mantıklı gelmedi bana. Çünkü bir alışverişte bozuk para vereceğinde, dur bir saniye deyip eğilecek, elini ayakkabının arkasına götürecek, fermuarı açacak, para çıkaracak vs. Zor iş. Olsa olsa süs olarak yapılmış olmalı. Bu süsün bedeli de ağır olmalı.

Not: Yusuf Gökhan hemşerimin bu ayakkabı türüyle ilgili şu yazısı, benim cepli ayakkabılı yazımı boşa çıkardı: 

"Hocam keşkem bunları yazmadan bana bir sorsaydın. CV'ne kötü puan yazacak bu durum...

Kızın ayağındaki botun, fermuarlı cebinde batarya bulunmaktadır. Bot içine döşenen bir ısıtma sistemini çalıştırıyor. Ayrıca karanlıkta kaldırımda değil de yolda yürürken botun arka ve önüne monte edilen lambalar var. İkaz mahiyetinde yanıp sönüyor..." Teşekkürler.