16 Mayıs 2025 Cuma

Üst Perdeden Konuşuyormuşum!

Yazı dilim nasıldır bilmem. Bunu ancak okuyucular bilir. Çünkü insan kendini ne şekilde tanımlarsa tanımlasın, karşısındaki insanların anladığı kadardır.

Konuşma dilime gelince, sormayın. Üst perdeden konuşan biriymişim. Nasıl olur demeyin. Hukukumuz geçmişe dayalı bir arkadaşım söyledi bunu. Belli zaman aralığında iki defa söyledi hem de.

Size kırgınlığım, o kadar kişi tanıdım. O kadar kişiyle oturup kalktım. Hiçbiriniz üst perdeden konuştuğumu söylemediniz. Alacağınız olsun.

Benim kendisini, kendisinin de beni iyi tanıdığını sandığım kişi, bereket, üst perdeden konuştuğumu ikidir söyleyince, nasıl bir konuşma diline sahip olduğumu nihayet öğrenmiş oldum. Hasılı, beni bugüne kadar bir kişi anladı. Görüyorum ki o da yanlış anlamış ya da ben bu yaşımda hala kendimi tanıyamamışım. Vah yazık bana.

Dost acı söyler. Onu da yüze söyler dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Eğer acı gerçekleri dostunuzdan duymak istiyorsanız, tek yapacağınız, dostunuzla gerilim yaşamak. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Üst perdeden konuşarak ne olduğunu söyleyiverir. Çünkü üst perdeden konuşmak sadece benim tekelimde değil. O yüzden derim ki böyle dostunuz olsun.

Yazı bir üst perdeden konuşma üzerine gidiyor. Nedir üst perdeden konuşmak, nasıl bir şeymiş derseniz, haklısınız. Üst perdeden konuşmuyorsanız, konuşuyor da nasıl bir şey olduğunu bilmeden konuşuyorsanız, kim olduğunuzu benden öğrenin. Çünkü sizden önce ben baktım TDK'ye. "Üstünlük taslayarak söz söylemek" demekmiş. Bir de İnternetten baktım. "Üst perdeden konuşmaya, yüksek sesle konuşmak" ilavesini eklemiş.

Şimdi kafam karıştı. Acaba ben yüksek sesle mi konuşuyorum yoksa üst perdeden mi? O dostu bir daha görürsem hangisini kastettiğini öğrenmek isterim. Öyle ya hangisiyim, kimim? Of, zor bir durum anlayacağınız. Bu yaşa geldim. Hala kim olduğumu bilemiyorum. Ömrüm boşa geçmiş anlayacağınız.

Normal şartlarda sesim kısıktır. Mikrofonik bir ses tonum yok. Bazen duygusallığım tuttuğunda belki gayri ihtiyari sesim yükselebilir. Ama yüksek perdeden konuştuğumu sanmıyorum. Çünkü öyle bir mizacım yok ise de başkası böyle görüyor.

İster yüksek sesle yüksek perdeden konuşayım. Bu aşamadan sonra akıl ve vücut sağlığınız bakımından beni yabana atmayın, benim yanımda konuşurken daha dikkatli olun derim. Ne de olsa karşınızda üst perdeden konuşan biri var. Yani ben varım. Çünkü ne yapacağım belli olmaz.

Ne yüksek sesime ne de üst perdeden konuştuğuma muhatap olmamanız için belki de benden uzak durmanızda, mümkün olduğunda benimle konuşmamanızda fayda var. Yoksa maazallah moraliniz bozulur da sizi ben bile kurtaramam. 

12 Mayıs 2025 Pazartesi

İzmarit

Kapı Camisinin önünde araç trafiğine kapalı Tevfikiye Caddesinde bir arkadaşa emanetini vermek için gittim.

Arkadaşın dükkanı kapalıydı. Yalnız dükkanın önüne koyduğu teşhirlik eşyaları dışarıdaydı. Belli ki bu civarda deyip beklemeye koyuldum.

Bu cadde araç trafiğine kapalı olsa da yayaya açık. Gelip geçen eksik olmaz.

Fil Tipi Süpürme Aracı
 (Kartekmakina)
 
Beklerken, belediyenin caddeyi temizleyen görevlisi gözüme ilişti. Arkasında temizlik aracı, elinde de hortumu. Bir o tarafa bir bu tarafa dönerek, gördüğü pisliğin üzerine hortumu tutuyor. Yere atılan şeyleri çektiriyor.

Biraz izledim görevliyi. Gördüğüm kadarıyla çekiş gücü yüksek bir süpürme aracı. Yalnız bu aracın çekiş gücü ne kadar güçlü olursa olsun, her yere atılanı makine çekmedi. Çünkü bu caddeyi bilenler bilir. Bu caddede asfalt yok. Caddeye döşenen ise kilitli taşa da benzemiyor. Küçük taşlarla döşenmiş ama hepsi aynı seviyede olmayan taşlar. Taşların arası da açık.

Çöp olarak ne var derseniz, ağırlıklı olarak sigara izmariti var. İki taş arasına giren çöpün bir kısmını temizlik aracı çekemedi. Görevli de her birini çektirmek için fazla da uğraşmadı. Hortumu bir defa tutuyor. Çöp gelmiyorsa öbür gördüğü çöpe yöneliyor.

Etrafa baktım. Cadde bir baştan bir başa, sağdan sola taşların arasına girmiş sigara izmariti ile dolu. Çoğu da iki taş arasına girmiş.

Gördüğüm bu manzara beni üzdü. Maalesef sigara içenlerin çoğu, içtiği sigaranın izmaritini bu şekil rastgele yere atıyor.

Öyle anlaşılıyor ki sigara ve sigara içenler bu toplumun en büyük sorunu. Hem topluma zarar hem kendine. Sağlığına verdiği zarardan, parasını dumana vermesinden geçtim. Kokusu ve dumanı yanındakiler ve çevredekiler çekiyor. Bir de izmarit yere atılınca, bunları temizlemek için belediye hem araç hem de görevli temin ediyor. Bir baştan diğer başa sadece bu caddeyi temizlemek, her taş arasına düşmüş izmariti çektirmek kolay olmasa gerek. Çünkü hortumu her tuttuğu yerde bir izmariti çekiyor. İğne ile kuyu kazmak gibi bir şey bu. Arabaya yazık, görevliye yazık, giden yakıta yazık.

Parası bol olan, sağlığını düşünmeyen varsın sigarasını içsin. Ama her içtiğimiz sigaranın izmaritini rastgele her yere atmak zorunda mıyız? Sigarayı içtikten sonra ayağımızla söndürüp bir çöp kutusuna atsak, bulunduğumuz yerde çöp kutusu yoksa elimizde tutup bir çöp kutusu görünce atsak ya da cebimizde boş sigara paketi bulundurup söndürdüğümüz sigarayı sigara paketinin içine koysak, her bir yere atmasak, çevremiz, cadde ve sokaklar daha temiz olmaz mı?

Çok mu pisiz? Temizlikten anlamıyor muyuz? Temiz olmaya hepimiz temiziz. Yalnız bu temizliğimiz kendimize Müslümanız misali kendimize temiziz. Çünkü hiçbirimiz evin bahçesinde içtiğimiz sigara izmaritini bahçemize atmayız. Kendi ev ve müştemilatına gösterdiğimiz temizliği niçin cadde ve sokaklardan esirgiyoruz?

Nasıl çözüm bulunur bilmem ama cadde ve sokakları sigara izmaritleriyle kirletmemenin bir kültürünü oluşturmak zorundayız. Elindeki izmariti yere atan ayıplanır duruma gelmeli. Gerekirse cezai müeyyidesi olmalı. Ama bu cezalar caydırıcı olacak şekilde tavizsiz uygulanmalı diye düşünüyorum.

Kısaca cadde, sokak, park ve bahçeler izmarit belasından kurtulmalı. İzmaritsiz bir şehrimiz olmalı.

11 Mayıs 2025 Pazar

Alacağın Olsun Devlet!

Apar topar emekli olduktan sonra boş duramam diye bir arkadaş ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik bir etüt merkezi açmış. Davet etti. İcabet edeyim deyip açılışa katıldım.

Açılışı yaptık. Hayırlı olsun dedik. Çaylarımızı yudumlarken mutluluğuma diyecek yoktu. Arkadaşın mutlu ve heyecanlı gününde yanında bulunmuştum.

Derken elime telefonu aldım. E posta bildirimi geldi. Bildirim e devlet kapısından idi. Hayırdır, devlet kapısında işim olmazdı. Devlet kapısının da benimle. Neyin nesi deyip bir çırpıda mesajı okudum. Sayın diyordu bana devlet. "Aracınıza 10.05.2025 tarihinde trafik idari para cezası karar tutanağı tanzim edilmiştir" yazıyordu. 

Mutluluğum hüsrana dönüştü. Moralim bozuldu. Acaba kaç lira idi gelen ceza. Bir 2 bini gözden çıkardım.

İyi de ben açılışa toplu taşıma ile gitmiştim. Oğlan da evde olduğuna göre bu ceza neyin nesi idi. Arabayı en son bir gün önce kullanmıştım. Herhalde bir gün öncesi bu cezayı ben yedim. Ceza şimdi geldi diye düşündüm.

Bir hızla e devlete girdim. Gelen ceza 2.167 lira idi. Gözden çıkardığım paradan az fazla idi. Yine de yaklaşmışım tahminimde.

Neden ceza yemişim diye 51/2-A maddesine baktım. "Hız sınırlarını %10 ile %30 arasında aşan sürücülere 51/2-a trafik cezası uygulanır." yazıyordu. 

Ceza tarihi ve saatine baktım. Pazar gününü gösteriyordu. Cezanın düzenlediği yere baktım. Ben dün o caddeden geçmedim dedim. 

Telefonu cebine koydum. Çayımın son yudumunu içtim. Etüt merkezi sahibine tekrar hayırlı olsun diyerek ayrıldım.

 Yolda giderken ya yanlış düzenlenmişti ya da oğlan benden sonra arabayla çıkmıştı. Gönlümden geçen yanlış düzenlenmesiydi.

Yürürken oğlanı aradım. Babam, neredesin dedim. "Evdeyim" dedi. Arabayla az önce dışarı çıktın mı dedim. "Evet, çıktım. Annemi aldım geldim. Ne oldu da" dedi. Hiçbir şey yok. Ceza yemişsin hızdan dedim.

E devlet kapısından aldığım cezanın resmini gönderdim hem oğlana hem de annesine. Bekledim ki "Vay be! O kadar ceza gelir miymiş. Çok üzgünüz" yazacaklarını. Hiç oralı olmadılar. Baba değil misin? İşin ne öde der gibi bir halleri vardı. Şu var ki ana ile oğlan bir olmuşlar, benim hafta sonu tatilimi zehir etmeye ant içmişler. Haliyle niye tüh desinler.

Etüt merkezinin açılışından sonra çarşıya uğrayacaktım. Tadım kalmayınca doşşara doşşara eve geldim. Güya otobüse binince bir şeyler yazacaktım. Elim yazmaya gitmedi.

Başıma vuran ağrıyı söylememe gerek yok. Cumartesi tatilim de zehir oldu.

Eve girince yatağa attım kendimi. Yemek hazır oluncaya kadar biraz kestirdim. Uyanınca başımın ağrısını dinmiş gördüm.

Yalnız ister ağla ister sızla ister yatağa düş. Bu borç ödenecek.

Bir gün sonrasında daha ödemediğim borcu kabullenince dut yemiş bülbüle dönen dilim konuşmaya başladı. Oğlana TEDES'e mi yakalandın dedim. "Yok baba. Kuytu bir yere radar atmış polis. Geçerken gördüm dedi.

Şu var ki daha radara yakalanır yakalanmaz, cezanın tanzimini, e devlete yüklenmesini, e devletin bir hızla e posta göndermesini görünce ağır ve hantal dediğim devletin hızına hayran kaldım. Belki de oğlan eve varmadan baba mesaj geldi. Acı haber tez duyulur misali; yememiş, içmemiş, bana ulaştırmış. Bu hıza şapka çıkarıyorum. Aynı hızı diğer işleyişlerde de devletten bekliyorum.Tatilimi zehir eden bu cezanın bir diğer sevindirici yanı, oğlan düşük hızdan ceza yemiş. Ya bir de yüksek hızdan yeseydi, vay benim halime. Yemeden, içmeden ve yazmadan kesilirdim. Buna da şükür. Zira beterin beteri var.

Cezanın bir diğer sevindirici yanı, erken ödeme yaparsam yüzde 25 daha az ödeyecekmişim. Bu demektir ki 2.167 yerine 1.625,25 TL ödeyeceğim. Gördüğünüz gibi daha bir şey yapmadan devlet 541,75 TL kolaylık sağladı. Bu demektir ki 2000'i geçmese bari dediğim ceza 1625'e indi.Bu arada yüzde 25 erken ödeme indirimi ile devlet Mourinho'dan daha insaflı ve daha merhametli. Başarısız bir sezonun ardından gönderilmesi gündeme gelince, "Tazminatımı kuruşu kuruşuna alırım" demiş Mourinho. İyi ki devleti Mourinho yönetmiyor. Pekala erken ödeme falan anlamam. 2167'yi bayılacaksın diyebilirdi.

Burada aldığı tazminatlarla maruf Mourinho pek de paracıymış. Kuruşun peşine düşmüş demeyin. Meğer adam bozuk paraları toplayıp maça çıkaracağı on biri belirlemek için bozuk paraları masaya atıyormuş. Masada kalanlardan takımı kuruyormuş. Bir ara teknik direktör olursam bu tüyodan yararlanmak isterim. Zira tecrübe kokuyor adam.Neyse bu, Fener'in ailevi meselesi. Benim derdim bana yeter. Yeniden cezanın sevindirici yanlarına dönersem, bu cezayla devletin bütçesine katkıda bulunmuş olacağım. Çünkü devletin buna ihtiyacı var. Bütçe açığının önemli bir kısmı trafik cezaları ile kapatılıyor. Nasıl ki maaşımdan her vergi kesiliyor. Harcamalarda MTV ve KDV ödüyorsam, bunlar vatandaşlık görevi ve bu görev kutsal ise bütçeyi kapatacak bu ceza da kutsaldır. Yani anne-oğul ve devlet el ele vermiş. Biri oğlum, gel beni şuradan al deyip bu cezaya sebep olmuş, oğlan hızlı sürerek bu cezaya alet olmuş, devlet de cezayı tanzim ederek son noktayı koymuş. Annesi, oğlu, polisi, radarı, devleti peşime düşmüş. Benden gelecek paraya bel bağlamış. Acaba kapanmayan bu deliğe katkıdan dolayı sadaka işlemiş olur muyum? Şayet sevap işlemiş olursam, bu cezaya sebep olan anne oğul da sevaptan pay alırlar mı?

Şu bir gerçek ki oğlanın annesi evden arabayı çağıracağına, taksi tutup eve gelseydi, bu indirimli ceza kadar taksi parası tutmazdı. Gel de bunu oğlanın annesine anlat. Ne dediğinin farkında mısın demeyin. Ben ne dediğimi biliyor muyum üzüntüden.Acaba diyorum, birkaç ay tasarruf tedbiri uygulasam bu cezayı telafi edebilir miyim diye düşünmüyor değilim. Çünkü ne de olsa iki depo parası gitti.Hanım ve oğlandan müteşekkil hanem, arabayı parka çeksek, benim gibi her biri yürüse ya da gidecekleri yere toplu taşıma ile gitseler, biz bu cezayı elbirliği ile telafi ederiz. Hepten yürürsek daha iyi olur.

Gel gör ki dün bir bugün iki. Oğlan suçluluk psikolojisi içinde bir müddet arabaya binmez derken, aha az önce "Baba, ben spora gidiyorum" demez mi? 1,5 km mesafedeki salona yine arabayla gitti.Görünen o ki rahatımızdan ve alışkanlıklarımızdan hiç taviz vermeyeceğiz. Bu demektir ki benim tasarruf tedbirim başlamadan bitti.Yeter bu kadar. Yazıyı bitireyim derken pazartesi sendromu öncesi evlenip evden çıkan oğlan aradı. Biri Ereğli, diğeri de Karaman olmak üzere bir haftada iki trafik cezası gelmiş ona da. Kendimden geçtim, oğlanı düşmeye başladım. Bir haftada üç ceza yeter de artardı bize. Ne kadar geldiğini sormadım. Büyük bir ihtimalle bizden fazla gelmiştir ona.

Görünen o ki bütçe açığını kapatmak için devlet tüm oklarını Yüce ailesine çevirmiş. Burada iyi maden var diyor devlet.

Alacağın olsun devlet.

Siz siz olun, bizi örnek almayın. Trafik kurallarına harfiyen riayet edin. Yok, bizim de çorbada tuzumuz olsun diyorsanız, kim tutar sizi. Basın gaza. Sonrası gelir. Belki de elbirliğiyle bütçeyi düzeltiriz. Çünkü sadece Yüce ailesi ile bu mutfak kaynamaz. 

9 Mayıs 2025 Cuma

Bir Zamanlar Ben de Zehirlenmiştim

Yılını unuttum.

İshal, istifra derken yatağa düşmüştüm.

Ölümüne öksüreği söylemeye gerek yok.

Zehirlendim galiba dedim.

Ama kim, ne diye beni zehirlesindi. Önemli biri değildim zira. Köylü Ahmet ağanın oğluydum.

Düşüne düşüne sonunda nasıl zehirlendiğimi buldum.

Nasıl bulduğuma gelince,

Zehirlenme hanım ile bende vardı. Oğlanda yoktu.

Önce oğlan evde yokken, oğlandan farklı ne yedik diye düşündük.

Yemeği tespit ettik.

Yemeğin pişirildiği teflon tavaya baktık.

Tavanın sırrı atmış da biz o haliyle kullanmaya devam etmişiz.

O tavayı attık. Zehirlenmeyi atlattık. Sağlığımıza yeniden kavuştuk.

Oymuş bir daha zehirlenmedik.

Bu sırrı bugüne kadar kimseye anlatmadım. Devlet sırrı gibi sakladım.

Bugün nedense bu sırrı açıklamak geldi içimden.

İstedim ki kayda geçsin.

7 Mayıs 2025 Çarşamba

Başarıda Düşmanın Payı

Düşmez kalkmaz bir Allah ise de düşmeyen, kalkmayan insanlar da vardır.

İşini düzgün yapan, çağı okuyabilen, çağa uygun kendini geliştiren insanlar ayakta kalır ve başarılı olurlar.

Bir de tüm işini, fikrini, zikrini düşman üzere kuranlar vardır. Bunlar bir başına bir anlam ifade etmezler. Bunları anlamlı kılan ve başarıyı ayaklarının altına seren ise düşman bulmaktır.

Ne alaka düşman demeyin. Bu tipler tüm eforlarını düşman bulmaya harcarlar. Düşmanla yatıp düşmanla kalkarlar. İnsanları etkilemek için hep düşmanıyla korkuturlar. Düşman gösterilenden korkan da şemsiyesinin altında toplanır.

Bulunan bu düşmanlar alt edebileceği kişi ve zihniyetten olmalı. Değilse bir varlık gösteremezler.

Bulunan bu düşmanlar ezeli olabileceği gibi dönemsel ve konjonktürel de olabilir.

Ezeli düşman şeytan gibidir. Onunla hiç kavgası bitmez. Kimse de şeytanla birlikte hareket etmediği gibi şeytanı da savunamaz. Şeytandan korkan bir bakmışsın yanı başında kenetleniverir.

Ezeli düşmanı alt etmek için çok bir çaba göstermesine gerek yok. Çünkü şeytana dair malzeme çoktur. Şeytan da buna teşnedir zaten. Sureti haktan görünmek, hamaset yapmak, milli ve manevi değerleri dile getirmek ve algılar oluşturmak fazlasıyla yeter.

Bu ezeli düşman çantada keklik.

Bir de konjaktürel düşman edinmeler vardır. Bunun için önce düşmanı belirlemek, onların yaptığı kötülükleri bir bir sıralamak. Bunlar var ya bunlar şöyle kötüdür, bunları yapmıştır deyip insanları korkutmak ve bu yeni düşmanla mücadele etmek ya da mücadele eder görünmek var.

Zaman ve zemine göre böyle düşmanlar üretmek, başarıyı getiren ve hep ayakta tutan en kolay yoldur. Çünkü bunlardan ekmek yer. Değilse açlıktan ağzı kokar.

Başarı için sürekli aynı kişi ve zihniyetleri düşman bellemek gerekmez bunlar için. Bugün düşman seçtiğini bir bakmışsın bir başka zaman yanına çekmek suretiyle can ciğer kardeş oluverirler. Yedikleri içtikleri ayrı gitmez. Dün düşmanlık yaparken söylenen sözlerin yerini daha güzel sözler alır.

Hasılı bazı kişiler düşmansız yaşayamaz. Düşmanla ayağa kalkar, düşmanla ayakta tutunur, düşmanla başarıdan başarıya koşarlar. Dşman ve düşmanları sayesinde ekmek yerler. Hiç düşmanı kalmasa yok olur giderler. O yüzden sürekli düşman üretmek zorundadırlar.

Bu yolda etkili olmanın yolu da düşman bellediğini düşman belleyecek çoğunluğu ikna etmektir. Bu da bu tipler için çocuk oyuncağı gibidir. Çünkü ikna olmaya kani o kadar çok insan var ki. Yeter ki ikna edecek korku salınsın. Korkunun ecele faydası olmasa da insanları hizaya getirmede üstüne yoktur.

Siz siz olun, başarılı olmak ve başarmak için her yolu mubah görüyorsanız, insanlara korku salacak ve insanları kutuplaştıracak düşman belleyin, düşman üretin. Bir de tüm bunları yaparken dini elden bırakmayın. Hamaseti söylemeye gerek yok. Zaten hep sureti haktan görüneceksiniz. Göreceksiniz, hiç sırtınız yere gelmez. Demedi demeyin.

6 Mayıs 2025 Salı

MESEM'linin Dünyasından

Eski çıraklık eğitimin yeni adı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM)'dir.

Sanayi ve iş yerinde kalfa ve usta olmak için çalışan bu çocuklar haftada bir okula gelerek hem mesleğe dair hem de bazı kültür derslerini işlerler.

Lise çağındaki bu çocuklar iş yerlerinde nasıldır bilmiyorum ama haftada bir okullu olmaları evlere şenlik.

Kalem, silgi, kitap ara ki bulasın.

Sınavdan bile haberi yok.

Sınava girip girmediğini bilmeyenler de azımsanmayacak sayıda.

Sınav esnasında kalem arayan arayana.

Öğretmenden kalemini isteyen de eksik olmuyor.
Sınavda yazdıkları yazıyı okumak ne mümkün. Doktor yazısına rahmet okutur.

Derste gözlerinin olmadığını söylememe gerek yok.

Kahir ekseriyeti pahalı sigara içer.

Haftada bir okula gelmek zorlarına gidiyor. Çoğunun devam sorunu var. İçlerinde yoklama fişini karalayan da eksik değil.

İçlerinde ahlakı oturmuş olanları pek az. Büyük bir kısmında kişilik ve ahlaki problem var.

Konuşma diyorsun. Konuşmuyorum diyor. Peki, şu anda ne yapıyorsun diyorsun. Bir şey diyorum diyor. Bu yaptığın konuşma değil mi dediğinde, hayır konuşma değil diye cevap veriyor.

Çoğunun ağzında sakız. Sakızları çıkaralım diyorsun. Kimse üzerine almıyor. Birine çıkar şu sakızı diyorsun. Çıkardım diyor ama sakız ağzında. Ağzımda tutuyorum. Çiğnemiyorum diyor. Diğerlerini de tek tek uyarıyorsun.

Ders esnasında tuvalete giden eksik olmaz. Çoğunluğu gidip geri geliyor. Bir tanesi, gitti geri gelmedi. Arkadaşlarına arattım. Telefona cevap vermedi. Ertesi hafta niye tuvaletten sonra gelmedin dediğimde, geldim diye yemin billahi etti.

Müdürle görüşeceğim diye izin alanın ardından öğrenci gönderdim. “Kimse yok müdürün yanında” dedi. Teneffüste müdüre sordum, falan öğrenci sizinle görüşmek için geldi mi diye hayır cevabı aldım. Diğer derse geldiğinde, müdürle görüştün mü dedim. Evet dedi. Haydi bir de birlikte görüşüp gelelim dedim. Tamam deyip benimle birlikte koridora çıktı. Koridorda, "Arkadaşların yanında mahcup etmezsen sevinirim. Müdürle görüşmedim. Beni yok yazabilirsiniz" dedi. Bu duruma şaşırsam da en azından yaptığının yanlış olduğunu kabul etmesi, arkadaşları duyarsa mahcup olacağını bilmesi, en azından içinde ahlaki kırıntılar var diye kendi kendimi teselli ettim.

İşlerinde nasıllar bilmiyorum ama çoğunda anlama problemi var. Grand tuvalet giyinmiş diyorsun. Grand neyse de tuvaletin ne işi var diyor. Sanki grandın ne anlama geldiğini biliyormuş gibi. Bu örnek bile kavrayış kapasitelerini ortaya koymaya yeter.

İçlerinde çok temiz, efendi ve sorumluluk sahibi olanları olmakla birlikte büyük çoğunluğunda ne kapasite var ne de etik değerler. Geleceğin esnafı, imalatçısı bunlar olacak.

Çilingiri mi Tercih Edersin, Oteli mi?

Evinizin dış kapısı bir şekilde kapandı. Elinizi cebinize attınız. Cepte anahtar da yok. Belli ki evde kaldı.

Bu durumda ne yapacaksınız? Maharetiniz varsa kendiniz açmaya çalışırsınız. Eviniz alçak ise balkondan girmeyi denersiniz. Böyle bir imkan da yok ise evde olmayan evin bir ferdinin gelmesini beklersiniz. Bekleyecek tahammülünüz yok ise ya gidip anahtarı alırsınız ya da onu eve çağırırsınız.

Bir de anahtar kapının arkasında ise başka anahtar da işinizi görmez.

Bu durumda yapmanız gereken çilingir çağırmak. Biliyorsunuz, çilingir anahtarcı demek. Sair zamanlarda pek işimiz olmasa da böyle zamanlarda çilingire ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaçtan dolayı bina girişlerinde değişik çilingirlerin iletişim numaralarının yapıştırılmış olduğunu görürsünüz.

Çilingirle muhatap olduğun zaman istenilen rakama şaşırmaman mümkün değil. Çünkü dudak uçuklatır cinsten. O yüzden Allah eksikliklerini vermesin ama ellerine de düşürmesin.

İşte size bir örnek. Bir öğretmen anlattı. Ankara'da yaşayan çocuğu anahtarı evde unutur. Çilingiri arar. 2500 liraya gelirim demiş çilingir. Bu parayı vermektense gider otelde kalırım der çocuğu. Nasılsa babam yarın Ankara’ya gelecek. Ondaki anahtarla eve girerim diye düşünür. Geceyi otelde geçirir. Otelde kaça kaldı bilmiyorum. Çünkü babası da bilmiyor. Öyle zannediyorum, Çilingire vereceği paradan daha aza kalmıştır. Ertesi günü babası Konya'dan gelince evine girebilmiş.

Bu arada akıllı çocukmuş. Oteli düşünmeyip akşamın bir vaktinde evine girmek isteseydi, çilingire 2500'ü bayılacaktı.

Eski evimde de anahtar içeride kaldığı için çilingir çağrılmış. Ödeme yapılmıştı. Ama kaça geldiğini hatırlamıyorum. Herhalde parası cebimden çıkmadığı içindir. Bildiğim kadarıyla bu kadar yüksek değildi. Demek ki her şey uçunca çilingir fiyatları da uçmuş.

Bir ara çarşıya giderken rüzgardan kapısı kapandığı için yaşlı bir teyze dışarıda kalmış. Yoldan geçerken "Kuzum, çilingir numarası var mı" diye sormuştu. Teyze, bende yok ama apartmanın girişinde bir çilingir numarası vardır deyip apartman kapısına baktım. İki çilingir irtibat numarası vardı. "Ara kuzum, gelsin" dedi. Dedim teyze, çilingir yüksek para ister. Evin yedek anahtarının olduğu kimse yok mu dedim. "Var ama işte. İşyeri de uzak. Gelemez. Sen bir zahmet çilingir çağır" dedi. Bir tanesinin numarasını çevirdim. Kaça gelirsiniz dedim. Mevkii söyledim. Çilingir, "Kapı kilitli mi, arkasında anahtar var mı" diye sordu. Kilitli değilmiş dedim. İki ayrı fiyat söyledi. Ama rakamlar aklımda kalmadı. Kilitlinin fiyatı daha yüksekti. Kilitsiz halinin fiyatı da teyzeye yüksek geldi. "Kalsın. Oğlanın işten gelmesini beklerim. Komşuya gireyim" dedi. Nasıl demesin. Çünkü duyduğu rakam hiç hoşuna gitmemişti.

Burada çilingir fazla para alıyor akla gelmesin. İçlerinde fırsatçılar vardır ama öyle zannediyorum, oturmuş çilingir fiyatları vardır.

Siz siz olun, kapınız bir şekilde kapalı kaldığında çilingire bayılmak istemiyorsanız, mutlaka bir B planınız olsun. Evin yedek anahtarına ulaşabileceğiniz bir seçeneğiniz olsun.