25 Nisan 2025 Cuma
Yan Gel Yat Osman Dönemi
Eve Lazım Olan Camiye Haramdır
Ömrü boyunca doğru dürüst ne yemiş ne de yedirmiştir.
Ucuz ve adi şeylerle yetinmiştir. Çünkü onun için en uygun olanı kaliteden ziyade bir şeyin ucuz olmasıdır.
Çocuklarına doğru dürüst harçlık bile vermemiştir. Torunlarını söylemeye gerek yok. Onlara da eli pek cebine gitmez. Ne normal zamanda ne de bayram ve seyranda.
Torunlar içerisinde oğlandan olma torunları ile kızdan doğma torunları arasında ayrım yapar. Çünkü ona göre ne de olsa oğlandan olma torunların yeri bir başka. Belki onlara harçlığı nasip oluyordur. Kıskandığım yok. En azından oğlan torunlarının cebi para görmüş olur.
Adam kendi harcamıyor ki çocuklarına ve torunlarına harcasın. Ayrıca torunlarına zırnık koklatmamasında "Nasılsa babalarının işi var. Harçlığı babalarından alsın" diye düşünüyor olmalı.
Harçlığı nasip olmasa da torunlarından sevgi ve saygı bekler. Gelip ziyaret etmelerini ister. Vermeden almak Allah'a mahsus ise de bu muhterem de vermeden alma üzerine hayatını kurmuş. Böyle geldi, böyle gidiyor.
Böyle böyle yaşı kemale erdi. Her ne kadar yaşlılığı kabul etmese de dizleri sıkıntılı. Yürümekte zorlanıyor. Hanımı da bakıma muhtaç hale geldi.
Yatalak durumundaki annelerine sırası ile beş yıldır çocukları bakıyor. Çocuklarına "nöbetçi" diye hitap ediyormuş duyduğuma göre.
Annelerine bakıma giden çocukları babalarını da ihmal etmezler. Onun da yemeğini yaparlar, sofrasını hazır ederler.
Vermeden alma üzerine hayatını deruhte etmesine rağmen çocukları babalarına kıyamazlar. Annelerinden çok babalarını düşünürler. Şunu pişirelim, bunu yedirelim der dururlar. Böyle vermeden almayı ben de becermek isterdim. Kıskanmıyor değilim kendisini.
Çocukları annelerinin bakımında babalarına sorumluluk vermediler. Çünkü çocuklarına göre babaları yürümede zorlanıyor. Ama babaları o ayaklarla camiye gidip geliyor. Çarşıya çıkıp maaşını çekiyor. Köye gidip geliyor.
Bu arada ehlikeyif biri. Yemesi de iyi. Akşamın kaçı olursa olsun kendine özel çayını da demletir.
Yedirmemesine, harçlık vermemesine rağmen maaşını ne yapıyor dersiniz? Hakkını yemeyelim. Beşinci senesinde annelerine ve ev işlerine bakan çocuklarına ayda üç yüz, beş yüz vermeye başlamış.
Evin zaruri ihtiyaçlarını aldırdıktan sonra geri kalan maaşını ne yapıyor? Duyduğuma göre altın biriktiriyormuş. Bir ayağı çukurda zaten. Ne yapacak altını demeyin. Yoksa çocuklarına mı biriktiriyor demeyin. Sağlığında zırnık koklatmayan öldükten sonra çocuklarına niye bir şey bıraksın.
Çocuk ve torunları dahil kimseye göstermediği parasından arta kalanla hayırseverliğe soyunduğunu işittim. Çocukları pek razı olmasa da köyündeki kuşun ve kervanın pek geçmediği bir yere çeşme yaptırmayı kafaya koymuş. Yapacağım da yapacağım diyor. Yapılacak çeşme kaça mal olur, buna parası yeter mi, çeşme yapıldıktan sonra bu çeşmeye birileri gelip de bu çeşmeden su içer mi bilinmez ama görünen o ki çeşme yaptırmak suretiyle sadakayı cariye işlemeyi, öldükten sonra da amel defterinin kapanmamasını niyetine almış. Para onun değil mi? İstediğini yapar.
Yalnız bana kalırsa, yapacağı çeşmeyi şehir merkezindeki bir okul bahçesine yapsın. Böylece daha fazla öğrenci bundan faydalanmış olur. Torunlarına harçlık verebilir. Beş yıldır annelerine yani hanımına bakan çocuklarını gönülleyebilir. Her ne kadar çocuklarının bir beklentisi olmasa da annelerine karşılıksız baksalar da çocuklarını gönüllemesi daha elzemdir. Üstelik çocuklarını durumu o kadar da iyi değil. Çocukları, babamızın hatırası dese fena mı olur? Ama olmaz. Çünkü bugüne kadar vermeden geldi, vermeden gidecek. Yalnız şunu unutmasın ki vermeden almak, Allah'a mahsustur. Bir de eve lazım olan camiye haramdır. Aman ne yaparsa yapsın. Tasası bana düşmez. Para onu değil mi? İstediği şekilde, istediği yere harcar.
Şu var ki yemeyenin parasını yerler. Bildiğim kadarıyla emekli olduktan sonra tüm emekli ikramiyesini altın üzerinden yüzde otuz kâr veren bir holdinge yaptırmıştı da o holding de diğer holdingler gibi batınca emekli ikramiyesinin üzerine bir bardak su içmişti.
24 Nisan 2025 Perşembe
Deprem Gerçek Yüzümüzü Gösteriyor *
6.2 şiddetindeki İstanbul depremini İstanbul ucuz atlattı. Bunda, deprem merkez üssünün İstanbul'a uzaklığı ve sarsıntının 13 saniye gibi kısa süreli olmasının payı büyük.
Herhalde bu şiddetteki depreme milletçe hiçbir zaman sevinmemişizdir. İnşallah tüm depremlerimiz bu şekil yıkıcı olmaz, binalarımız yıkılmaz, enkaz kurtarma çalışmalarına gereksinim duyulmaz.
![]() |
Kartalkaya'da Çıkan Yangının Ardından |
Sevindiğimiz bu depremin üzücü yanları da vardı. Mesela fırsatçılığımız ortaya çıktı. Ajansların haberine göre deprem öncesi ve deprem sonrasında fiyatlardaki astronomik yükseliş dikkat çekti.
Daha önce 800-1000 fiyat aralığındaki İstanbul-Ankara tek yön uçak fiyatları 8.859 liraya kadar çıkmış.
İki odalı, on kişilik çadırlar, depremden önce 8.711 lira iken deprem sonrası 9.480 liraya yükselmiş.
Rakamlara boğmayayım. Deprem çantasından tutun da deprem esnasında ihtiyaç olan ne varsa hepsinin fiyatı uçmuş.
Ulaşım ve çadıra dair verdiğim rakamlarda arz talep durumuna göre makul yükselişi bir yere kadar normal görürüm. Ama verdiğim örneklerdeki rakamlar normal değil. Kazığın kazığı fiyatlar.
Yıkıcı olmayan bir depremde bile gereksinim duyulan fiyatlar bu şekil uçuyorsa, bir de yıkıcı deprem sonrası ihtiyaç maddelerinin oluşabilecek fiyatlarını düşünmek bile istemiyorum. Gerçi Kızılay bile 6 Şubat depreminde depremzedenin çadır beklediği bir ortamda çadır satıyorsa vatandaşa ne diyeceksin.
Fiyatlardaki bu ani yükseliş tek kelimeyle fırsatçılığımızı gösteriyor. Belki de gerçek yüzümüzü ortaya koyuyor. Bu demektir ki mutluluğumuz başkasının mutsuzluğu ve mecbur kalmasına bağlı.
Fiyatlardaki bu ani değişiklik sadece depremle sınırlı değil. Bir öğretmen anlatmıştı. "Millet olarak fırsatçıyız. Ben bile yaptım bunu. Öğretmenlik öncesi pazarlarda sebze sattım. Pazara varırken domatesi kaçtan satacağımız belli iken pazara vardıktan sonra bizim gibi sebze satan pazarcının gelmediğini görünce aniden fiyatı yükseltir, yüksek fiyata satmaya başlardık. Az sonra sebze satan diğer esnaf gelince tekrar fiyatı aşağıya çekerdik" dedi bir konuşmasında.
Deprem sonrası fiyatlardaki bu ani yükselişi gören vatandaş, denetim yok serzenişinde bulunuyor. Elbette denetim şart. Ama her bir esnafın yanına bir maliyeci koyamazsın ki.
Sattığı ürünü makul fiyata satması esnafın vicdanına da bırakılamaz.
Fırsatçılığımız önüne geçmek için ne yapılabilir? Her yıl bir hafta kutladığımız ve yere göğe sığdıramadığımız esnaf kuruluşu ahilik pekala işlevsel hale getirilebilir. İlla ahiliği yeniden diriltmemiz gerekmiyor. Bugün her meslek grubunun meslek odası var. Odalara ahiliğin görevi verilebilir. Böylece her meslekte bir iç denetim olmuş olur. Odalar sadece üst fiyat sınırı belirleyen ve üyesinden aidat alan, birilerinin keyif çattığı yerler olmamalı. Her oda hile, hurda ile satış yapan, ürününe tağşiş yapan ve fahiş fiyata satan meslek üyesini tebdili kıyafet ile denetleyebilmeli, tüketicinin şikayetlerini yerinde inceleyip ağır müeyyideler verebilmeli. Kısaca odalara sorumluluk ve yetki verilerek bu işe başlanabilir.
Bunun dışında satışa sunulan hangi ürün olursa olsun, her ürünün üzerine ikinci, üçüncü etiket yapıştırmadan perakende satış fiyatı yazılabilir. O ürüne zam gelse bile o posta ürün bitinceye kadar üzerindeki fiyatla satılır. Bu, zorunlu olmalıdır. Deprem de olsa vatandaş çadır alacaksa üzerinde yazılı fiyat ne ise onu öder. Yeni posta çadırın fiyatı ile eski ürünün fiyatı farklı farklı satılır. Bunun uygulamasını Turgut Özal tekel ürünlerinde bir ara uygulamıştı. Bu uygulama ile çoğu esnaf zarar etti. Tanıdığım biri, sigaraya zam gelecek diye arabasını satarak sigara stoku yaptı. Sigaraya zam geldi ama esnaf sevinemedi. Çünkü eski ürünler üzerindeki fiyatla satılacak dendi. Esnaf mecburen stok ettiği sigaraların üzerinde yazan eski fiyatla sigarasını sattı. O zaman bakkallarda eski ürün, yeni ürün farklı farklı fiyatlarla satıldı. Bence Özal'ın bir dönem uyguladığı bu sistemi bugün uygulamamızda hiç sakınca olmaz. Bu şekil satış denetimden de odaların takibinden de daha etkilidir.
Sözün özü, ürünlerin üzerine fiyat yazmakla ve ürünü, üzerinde yazılı fiyatla sattırarak fırsatçılığımızın önüne geçebiliriz.
*28.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Depremi Meteorolojiden Almak
TV100 kanalında 6.2 olarak ölçülen İstanbul depremi konuşuluyor. İşin uzmanları davet edilmiş. Ekranda bir Japon deprem uzmanı bir de Kocaeli Üniversitesinden yine deprem uzmanı bir akademisyenin görüşlerine başvuruldu. Gazeteciler soru sordu. Uzmanlar da açıkladılar. Konuşulanları burada paylaşacak değilim.
Bir ara inşaat mühendisi olarak Japonya'da bulunan bir insanımızı da bağladılar. Japonya'da bulunan inşaat mühendisinin şu konuşması dikkatimi çekti. "Japonya'da depremle ilgili bilgileri meteoroloji haber veriyor. Çünkü burada deprem afet olarak görülmez. Tıpkı yağmur ve kar gibi bir doğa olayı olarak görülür. Biz de depremleri afet olarak görmekten vazgeçmemiz lazım" türünden bir şeyler söyledi. Programın sonrasını izlemedim.
İnşaat mühendisinin bu açıklamasını değerli buldum. Üzerinde düşünmeye değer. Belki de Japonlarla bizim aramızdaki en büyük fark bu. Çünkü Japonlar depremi bir doğa olayı görürken bizler bir afet olarak görüyoruz.
Kim haklı? Japonlar mı, biz mi?
Japonlar haklı. Çünkü bizden daha şiddetli depremlere maruz kalmalarına rağmen Japonya'da ne ev yıkılıyor ne can kaybı oluyor ne de mal kaybı. Deprem hayatlarını etkilemiyor, işlerini aksatmıyor. Hepsi deprem anını evinde ve işinde geçirmeye devam ediyor. Panik yok, pencereden atlama yok, binayı boşaltma ve geceyi günlerce dışarıda geçirme yok. Çünkü her Japon bilir ki oturduğu bina yıkılmayacak. Enkazında kalmayacak ve depremden dolayı ölmeyecek. Anlık bir doğa olayı geçip gidiyor. Bu durumda telaşa da gerek yok. Belki deprem sonrası oluşacak tsunami hayatlarını biraz olumsuz etkiliyor, hepsi bu kadar.
Bizde ise bakmayın son İstanbul depreminden ucuz kurtulduğumuza. Son Maraş depreminde olduğu gibi bizde depremler can ve mal almaya devam ediyor. Yıllarca yaralarını sarmaya devam ediyoruz. Bizde depremler binlerce evin yıkılmasına ve göçük altında insanlarımızın can vermesine mal olduğu için depremleri afet olarak görmemiz normal.
Ne zaman ki depreme dayanıklı evlerimiz olur, depremlerde evlerimiz yıkılmaz, insanımız enkaz altında kalmaz ise bizim için de depremler bir doğa olayı olur. Deprem haberlerini meteoroloji vermeye başlar.
Bu mümkün mü? Maalesef depreme hazırlıklı olmamız için milletçe daha çok fırın ekmek yememiz gerekir. Ekmeği çok severiz. O kadar fırın ekmeğini yeriz ama biz depremlere insanımızı kurban vermeye devam ederiz. Çünkü bizim için depremler "asrın felaketi"dir. İşimizi tam ve düzgün yapmadıkça her bir yıkıcı deprem bizim için asrın depremi olmaya devam edecek. Bu doğa olayını gözümüzde büyütmeye devam edeceğiz.
Japonlar doğa olayı demiş. O doğa olayına uygun bir yaşam geliştirmişler. Gül gibi yaşayıp gidiyorlar. Biz ise depremleri felaket ve afet gördükçe depreme uygun bir yaşam geliştirememişiz. Çünkü felaketlerle başa çıkılmaz. Ölen ölür, kalan sağlar bizim olur.
Biraz birbirimizi suçlar, birkaç kişiyi içeriye atarız. Sonra doğru dürüst ceza alan olmaz. Bizler de bir müddet sonra unutur gideriz. Bu Depremi atlattık. Bir sonrakine Allah kerim deriz. Kurbanlık koyun gibi can vermeyi bekleriz.
Deprem İstanbul'u Yokladı *
23 Nisan 2025 günü öğle saatlerinde merkez üssü Marmara Denizi ve Silivri olan, yerin 6.92 km derinliğinde, 6.2 şiddetinde bir deprem meydana geldi. 127 artçı deprem ölçüldü.
Depremin 13 saniye sürdüğü belirtiliyor.
Depremin ardından İstanbul halkı sokaklara döküldü. Park ve bahçeleri mesken edindi. Deprem riski ortadan kalkıncaya kadar İstanbul halkı daha kaç gün dışarıda sabahlar, bekleyip göreceğiz.
Yetkililerin bildirdiğine göre Fatih'te üç katlı metruk bir bina dışında yıkılan bir meskenin olmadığı, panik nedeniyle yüksekten atlamalar sonucu 151 kişinin hafif yaralandığı belirtiliyor.
6.2 şiddetindeki deprem küçük bir deprem değil. Yıkıcı etkiye sahip. Buna rağmen yıkılan binanın olmaması, can kaybının olmaması bu depremin sevindirici yanı.
Depremin yıkıcı, mal ve can kaybına sebep olmamasında, depremin merkez üssünün Silivri'ye 24 km uzakta olmasının ve depremin 13 saniye sürmesinin payı büyük. Öyle zannediyorum, Merkez üssü meskûn mahallere daha yakın olsaydı ve depremin süresi de daha fazla olsaydı, bugün enkazda kalan insanları kurtarmak için uğraşacaktık.
Görünen o ki deprem İstanbul'u yokladı ve metropol şehir depremi ucuz atlattı. Verilmiş sadakamız varmış demek lazım. Herhalde toplum olarak 6.2 şiddetindeki bir depreme bugüne kadar böyle hiç sevinmedik. Keşke tüm depremlerimiz böyle olsa.
Bu deprem, deprem uzmanlarının yıllardır dikkat çektiği gelmekte olan büyük deprem mi? Dinlediğim deprem uzmanlarının kahir ekseriyeti, beklenen depremin bu olmadığını, 7'nin üzerinde bir deprem beklendiğini ifade ediyorlar.
Bu demektir ki bu deprem atlatıldıktan sonra İstanbul halkı yine rahatlamayacak. Hep gelmekte olan ve yıkıcı etkisinin olacağı depremi beklemeye devam edecek.
Peki, geleceği dikkat çekilen büyük İstanbul depremine İstanbul hazır mı? Maalesef hiç kimse buna evet diyemiyor. İstanbul'daki binaların yüzde otuzunun 99 öncesine ait olduğu, bu binaların risk oluşturduğu ifade ediliyor.
Deprem uzmanları bu eski binaların yenilenmesi için kentsel dönüşüme dikkat çekiyor. Nedense bugüne kadar kentsel dönüşüm ne İstanbul'da ne de Anadolu şehirlerinde gerçekleştirilebildi. Sadece İstanbul'a kentsel dönüşüm için 25 milyar dolara ihtiyaç olduğundan bahsediliyor. Bu para da olmayınca kentsel dönüşüm sadece dillerde kalıyor. Merkezi idarenin desteği olmadan bir belediyenin de bu parayı bulabilmesi mümkün değil.
Bu demektir ki bu deprem, "Ey İstanbul halkı! Bu deprem, gelmekte olan depremin bir provasıydı. Bakalım büyük bir depreme hazır mısınız uyarısıydı. Ucuz atlattık diye sevinmeyin, rehavete kapılmayın, lütfen tedbirlerinizi alın. Şakam yok, bilesiniz" dedi.
Ahmet Ercan'ı dinledim. "İstanbul'un variyet sahibi insanları depreme dayanıklı evler satın aldı ya da sağlam evlere kiraya çıktı. Depreme dayanıklı olmayan evlerde fakir insanlar kalıyor. Yıkıcı bir depremde ölecek olanlar da onlar. Bir ara kameralar eşliğinde İstanbul mahallelerini dolaşırken dışarıda oturan yaşlı bir teyze gördüm. Teyze, evine bakabilir miyiz dedim. "Evladım, evime bakmanıza gerek yok. Çünkü bir depremde evimin yıkılacağını ve enkazında kalacağımı biliyorum ama elimden gelen bir şey yok. Çünkü ben akşam eve ekmek alabilme hesabı yapıyorum" demiş. Öyle ya eve girecek ekmeği alıp alamayacağını düşünmek zorunda kalan biri evini nasıl yenilesin, öyle değil mi?
Can, mal ve yıkıcı etkisi olmayan bu depremden dolayı İstanbul'a ve tüm Türkiye'ye geçmiş olsun derken, yazımı, depremin ardından beş saat sonra bize dönüş yapan, İstanbul'da yaşayan bir arkadaşın şu yazısıyla noktalama istiyorum:
“Arkadaşlar! Kusura bakmayın. Hemen geri dönemedim. Merak eden arkadaşlar için biz iyiyiz. Hem aile hem iş arkadaşları olarak bina ve insanlarda sorun yok.
Okulumuzun binasını ve bahçeyi toplanma alanı olarak vatandaşa açık hale getirdik.
Hiçbir yıkım ve can kaybı olmamasına rağmen 2,3 km’lik yolu 22 dakikada aldım. Üstelik okula gelmeden dışarda uygun bir yere (aracımı) park ettim.
Allah korusun, biraz daha uzun süreli ve şiddetli bir deprem olursa, İstanbul’daki depremin etkisinden, daha çok insan kaynaklı bir yıkım olacağı kesin.
Bu kadar plansız bir topluluk bir araya toplanmaz. Buraya şehir denmez maalesef.
Durum benim penceremden budur.
Selametle.
Not: Gece 03.00'de daha şedit bir deprem olur ve biz evimizin altında kalırsak veya bir yakınınız (enkazda kalırsa), oradan yola çıkmanıza gerek yok. Sakince oturun ve gönülden bir Fatiha’yı bize, böyle saçma bir şehir planlayanlara da okkalı bir kunut (duasını) yöneticilere gönderin. Arkanıza yaslanın. Elinizdeki kumandayla bir o kanal bir bu kanalda haberleri izleyin."
*25.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
23 Nisan 2025 Çarşamba
Trump Bizim Yolda
Hep ABD ve Batı'yı kıskanır. Ne zaman onları taklit etmekten kurtulup lider ülke olacağız dedim durdum.
ABD başkanının FED başkanına faizi indir sözünü görünce keyfim yerine geldi. Hah şöyle dedim. Arkaya yaslandım.
Hayıflanmadım da değil. Nasıl hayıflanmam. Boşuna hep Batı'yı taklit ediyor bu ülke diye suçlamışım.
Geldiğimiz nokta itibariyle bırakın Batı'yı taklit etmeyi, dünyaya meydan okuyan koskoca Trump faizi indir. Ekonomi kötüye gider bak diye talimatla faizi indirmeye çalışıyor. Hem de bunu kaç defa tekrarladı.
Görüyorum ki Trump bizi taklit ediyor.
Böyle derken de hiç olmadığı kadar ciddi. İnadım inat diyor. Çünkü inandırmış kendisini buna. Faiz inerse ekonomisi düze çıkacak. Bir bildiği var belli ki. Belki de ekonominin kitabını yazdı Bay Trump. Değilse durduk yere niye faizleri indir desin. Öyle ya kendisi gayrimenkul zengini. Yıllar yılı emlakçılık yapmış. Piyasanın içinden geliyor. Bu konuda kendisine özgüveni tam.
Yalnız dünyayı titreten Trump'ın talimatını FED başkanı dinlemiyor. Sanırım Trump inat. FED başkanı ondan inat. İndirmedi hala faizi.
FED başkanı söz dinlemediği gibi istifa etmeyi de düşünmüyor.
Bu durumda söz dinlemeyen bu asiyi görevden almaktan başka yol kalmıyor. Fakat Trump görevden alamıyor. Çünkü ABD Merkez Bankası bağımsızmış. Bakalım bu iki inadın inatlaşmasından nasıl bir sonuç çıkacak?
Trump'ın emri altındaki bir memuruna söz geçirememesine hayret ettim. Düştüğü duruma üzüldüm. Koskoca Trump dünyaya ayar versin. Bir sözüyle borsa çöksün, diğer bir sözüyle borsa uçsun. Çin ile girdiği ekonomi savaşı dolayısıyla altın tarihi rekor kırsın. Rusya ve Ukrayna'yı barış masasına oturtmasına ramak kalsın. Akşam sabah şu ülkeye bu kadar vergi koydum desin. Dünya bu işin sonu nereye varacak diye endişeli bir bekleyiş içerisine girsin. Böyle bir figür ülkesindeki merkez bankası başkanına sözünü geçiremesin.
Diyeceğim şu ki Trump dünyaya hükmediyorum. Bir FED başkanına sözüm geçmiyor diye üzülmesin ve pes etmesin. Yapacağı tek şey bizi izlemeye ve bizi taklit etmeye devam etsin. Çünkü biz o yollardan geçtik.
Ne yapabilir Trump? Başkanlık sistemine geçsin diyemiyorum. Zaten başkanlık sistemi var ABD'de. Pekala bir anayasa değişikliği ile FED başkanını görevden alma yetkisini elde edebilir. Şayet bunu yaparsa, FED başkanı sözünü dinlemesin de göreyim. Baktı söz dinlemedi mi? Alır görevden sözünü dinleyecek bir merkez başkanı atar. O da dinlemezse onu alır, bir başkasını getirir. Herhalde Trump için bu zor olmasa gerektir.
Aman neyse ne. Ne halleri varsa görsün. Sadece kayda geçsin diye söylüyorum. Görüyorum ki Trump bu konularda acemi. Böyle böyle pişecek. Çünkü o gelirken biz gidiyorduk.
Ha talimatla faiz indirmenin sonu faiz yükseltmek olurmuş. Olsun. Faiz değil mi? İner de çıkar da. Dünyanın sonu değil ya. Baksın bize. Çünkü biz faizler indiğinde de ayaktaydık. Çıktığında da ayaktayız.
Suda Belediye Desteği
Nisan ayında gelen su faturam 605,50 TL geldi. 33 günde 16 ton su kullanmışım.
Faturayı yüksek görünce bir önceki ayın tüketim miktarına ve fatura bedeline baktım. 27 günde 13 ton kullanmışım. Fatura bedeli de 458 lira gelmiş.
İkinci kademeye geçmiş olabilir miyim diye göz attım. Her iki ayda da ikinci kademeye geçmemişim.
Nisan ayı itibariyle suya zam geldi mi bilmiyorum. Yalnız nisan ayında kullandığım sarfiyatın tonu 37,84 TL iken mart ayı sarfiyatın tonu ise 35,23 lira. Başka bir hesap yoksa öyle görünüyor ki suyun tonunda 2,61 TL bir fark ortaya çıkıyor.
Gelen yüksek su faturasının üzüntüsünü paylaşmak için faturayı edi, büdü ve tekne kazıntısından ibaret grubumuza gönderdim. Bilinçaltımda da fazla kullanmışsınız. Eserinizle gurur duyun demek vardı. Hiç oralı olan olmadı. Nice sonra içişleri bakanı, "çok fazla gelmiş. Her zamanki gibi kullandığımız" yazarak ne üzerine aldı ne de kimseyi suçladı. İçişleri bakanı üzerine almayınca belki halı saha maçına ve spora giderken bir banyo bir de dönüşte banyo yapan tekne kazıntısı sorumluluğu üzerine alan bir şeyler yazar dedim. Tek kelime yazmadı. Vay be, bu ne demedi. Eve girdikten sonra da bu ay çok gelmiş demedi. Belli ki baba olarak işin ne? Bir zahmet ödeyiver. Babalar bugünler için var diye düşündü.
Son kez bir umut faturaya bir kez daha göz attım. Acaba belediye de MEDAŞ ve Enerya'nın yaptığı gibi "Sayın abonemiz, bu ay kullandığınız su sarfiyatının bedeli şu kadar. Bunun şu kadarını belediyemiz karşılayacak. Sizin payınıza düşen pay bu kadar" şeklinde bir not yazarak belediye desteği vermiş olabilir mi dedim. Böyle bir nota rastlamadım. Haliyle sevincim kursağımda kaldı.
Halbuki devlette devamlılık esastır. Devlet nasıl ki elektrik ve doğal gazda yüzde 60-65 devlet desteği veriyorsa devletin bir kurumu olan belediye de bir "belediye desteği" verebilirdi. bu Böyle bir mesaj görmediğime göre belli ki belediyeler ayrı birer cumhuriyet.
Burada, yağış yok, barajlar boşaldı. Zaten susuzluk ve su kesintisi kapıda. Bunu düşüneceğine senin dert edindiğine bak denebilir. Haklısınız. Yalnız ben de bütçemi düşünmek zorundayım.
Belediye de sudan tasarruf edin diye su fiyatlarını yüksek tutuyoruz diyebilir. Elbette kuraklıktan kaynaklı su sıkıntısından herkes gibi ben de bu endişeyi taşıyorum. Sudan tasarruf etmeye gelince, ne kadar özen göstersek de sudan tasarruf etmek mümkün değil. Çünkü su da tıpkı doğal gaz ve elektrik gibi ihtiyaç. Ne kadar ihtiyaç duyuluyorsa o kadar kullanılacak.
Yine de bu su sarfiyatını aşağıya çekmek için düşünmeye başladım. Ama şu ana kadar aklıma bir şey gelmedi.
Sakın ola. Sana yine az gelmiş. Bize şu kadar geldi demeyin. Kırarım. Çünkü hiç havamda değilim. Şunu derseniz, gönlümde ayrı bir yeriniz olur: "Bu fatura bedeli benden".