21 Nisan 2025 Pazartesi

Merinos Halı'ya İtibar Suikastı mı Yapılıyor?

Ne zamandır Merinos Halı ile ilgili bu paylaşım sosyal medyada dolaşımda. Bazen paylaşımlara bir ara verilir, sonra yeniden paylaşımlar yapılır.

Genelde bu tür paylaşımları dindar, mütedeyyin, dini eğitim almış, dini hassasiyeti yüksek kişiler paylaşıyor. İçlerinde din görevlileri ve ilahiyat eğitimi almış kişiler de çoğunlukta.

Güya, Merinos Halı'nın sahibi, fabrikasında çalışan personelin cumaya bile gitmesine izin vermiyormuş. İşyerinde de mescit açılmasına izin vermemiş.

Merinos Halı ile ilgili iyice kabak tadı veren bu tür paylaşımların aslı astarı var mı diye o değilden sanal aleme göz gezdirdim.

Yaptığım araştırmada hem namaz yasağına dair hem de bırakın yasağı, fabrikada mescit olduğu gibi civar camilere cuma için işçi taşıyan servis konduğuna dair haberlere rastladım.

Aşağıda kısa kısa bu açıklamalara ve parantez içinde de kaynağına yer vereceğim.

"Merinos halının sahibi İbrahim Erdemoğlu, işçilerin ibadet hassasiyetine sağduyulu bir şekilde yaklaşarak, fabrikada 11 mescit açtı. Fabrikanın çeşitli bölümlerinde bulunan işçi sayılarına göre büyük ve küçük mescitler açan Erdemoğlu, ayrıca Cuma günleri işçilere özel olarak en yakın camiye servis kaldırıyor. İşçiler artık rahat bir şekilde vakit ve Cuma namazlarını kılabiliyor". (Yeni Akit, Risale Haber)

Dün Merinos Halı’nın sahibi, Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın İbrahim Erdemoğlu’nun “Biz inançlı ve dini bütün insanlarız. Kesinlikle çalışanlarımıza namaz kılmayı yasaklamadık. Değil bir işçinin inançlarından ötürü ibadetini engellemek, dilini, dinini, mezhebini, ırkını, siyasi görüşüne hayatta ayrıcalık yapılmamıştır. Bir tane çalışanım da bize böyle bir saygısızlık yapıldı derse işletmenin tamamını kapatırım” şeklinde yapmış olduğu açıklama yine her türlü izahtan varestedir. (Adıyaman Ses)

Erdemoğlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Erdemoğlu, kurumda cumaya gitmenin yasaklandığı ile ilgili olarak da şunları kaydediyor: “Merinos ülkemize camiler, okullar, yurtlar, sağlık ocakları yaptırmış bir kurumdur. Merinos kurumunda kesinlikle cuma namazına yasak koymamız söz konusu olamaz. Tüm çalışan arkadaşlarımızın cuma namazı ibadetlerini sağlıklı ifa edebilmeleri için fabrikamızdan servis konulmuştur. Tüm inançlara saygılıyız.” (Yenişafak)

Gaziantep'te 20 sivil toplum örgütü, işçilerine namaz yasağı koyduğu için Merinos Halı'nın merkez fabrikasının önünde basın açıklaması yaptı. (Habername)

Merinos Halı'ya dair dört kaynağa yer verdim. Verdiğim dört kaynak da 2010 yılına ait.

Üç tanesinde işçilerin cumaya gitmesinin engellenmesi bir tarafa, fabrikada mescitler açıldığından, civar camilere cuma için servis kaldırıldığından bahsederken bir haber sitesi cumaya yasak konduğundan bahsediyor.

Yıl 2025 olmasına rağmen 2010 yılında belki de bir yanlış anlaşılmadan kaynaklı haberlere, hala günümüzde sosyal medyada yer verilmesi ilginç. Üstelik Yenişafak hariç diğerleri küçük siteler. Merinos'a ait olumlu ve olumsuz haberler dijital ortamda varken araştırılmadan firmaya itibar suikastı yapılması ya cehalet ya da kasıt ve art niyetin bir göstergesidir.

Durum bu iken "bir fâsık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın" ayetini iyi bilenlerin, firmaya ait bu paylaşımları ne Müslümanlığa sığar ne de insanlığa. Bu konularda dikkatli olmak lazım. Önümüze düşen her şeyi doğru diye paylaşmayalım. Her gördüğümüzü ve önümüze düşeni paylaşmak bize günah olarak yeter.

Aslı astarı olmayan bu paylaşımları görünce şu anekdot aklıma geldi. Bir arkadaş bir vaizin FETÖ'cü şikayeti üzerine uzun süre açıkta kaldı. Sonunda mahkemeye çıktı. Hakim mahkemede "Bu arkadaşın FETÖ'cü olduğunu nereden biliyorsun" diye şikayetçiye sorar. Şikayetçi, "Ben bunun FETÖ'cü olduğunu duydum. Başka da hakkında bir şey bilmiyorum" deyince, şikayetçiye ne iş yaptığını sorar hakim. Vaizlik yaptığını öğrenince, "Sen Hucurat süresi 6.ayeti kürsüde nasıl açıklıyorsun? Ayıp bu yaptığın diyerek vaizi azarlar ve arkadaşın göreve iradesine hükmeder. Burada duyularla iftira atanın bir vaiz olduğu gerçekten düşündürücü değil mi? 

Gördüğüm ve anladığım kadarıyla Merinos Halı'ya ait paylaşımlar da birer duyumdan ibaret ve bu duyum 2010 yılından beri dolaşımda. Tek kelimeyle sözün bittiği noktadayız. Vah yazık bize. 

Not: İlgi gösterenler için alıntı yaptığım sitelerin adresini yazıyorum:

https://www.risalehaber.com/merinos-namaz-kilmak-isteyen-isciyi-duydu-124123h.htm

https://www.yenisafak.com/gundem/5-bin-calisana-patronluk-firsati-326099

https://adiyamanses.com.tr/rPJTepzi

https://www.habername.com/haber-gaziantepten-merinosa-sert-tepki-50201.htm

20 Nisan 2025 Pazar

Devletin Tüketim Lütfu

Elektrik ve doğal gaz tüketim bedeli bu ay farklı geldi. Gelen mesaj ilginç idi. Ödemem gereken elektrik bedeli 865 lira imiş. 485 lirasını devlet karşılamış. Benim ödemem gereken ise 380 lira imiş. 

Doğal gazda da 770 lira ödemem gerekirken 433 lirasını devlet karşılamış. Ben ise 340 lirasını ödeyeceğim nisanda. 

Görünen o ki devlet tüketimin, doğal gazda yüzde 65'ini, elektrikte ise yüzde 60'ını karşılıyor. Devlet destek vermese vay halimize dedim bu mesajları görünce. 

Önceki aylarda ne kadar doğal gaz ödemişim diye mart itibariyle üç aylık faturaya geriye dönük baktım. 390, 340, 310 şeklinde devam ediyor. 

Devlet ne zamandır bu desteği veriyor bilmiyorum. Yeni mi başlattı bunu da bilmiyorum. Devlet desteği şeklinde gelen mesajla, gelmeyen ayları karşılaştırınca arada fazla bir farkın olmadığı görülmekte. Doğal gaza yeni zam gelmediğine göre öyle zannediyorum, bu devlet desteği önceden beri var. 

Önceki aylarda da devlet desteği olduğuna göre ilgili firma niçin önceki aylarda da tüketiminin şu kadarında devlet desteği var şeklinde bir mesaj göndermiyordu da nisan ayından itibaren devlet desteğini belirtmek zorunda kaldı? 

Devlet desteğini belirtme gereği, firmanın tasarrufu mu yoksa devletin bir isteği mi? Aynı devlet desteği yüzde 25 yapılan zam yapılan elektrik tüketim bedellerinde de belirtildiğine göre devlet desteğini belirtme gereğini devlet istemiş görünüyor. 

Devletin bu desteğine, eksik olmasın devlet derim. Yükümüzü alıp bize destek olmuş. Yalnız bu mesajları pek sıcak karşılamadığımı belirtmek isterim. Çünkü yapılan bir iyiliği başa kakmak gibi geldi bana. Sanki devlet bu mesajlarla şunu demek istiyor: "Gelen bu tüketim bedelleri sana yüksek gelmesin. Benim desteğim olmasaydı, sen şu kadar ödeyecektin. Desteğim sayesinde ödemen gereken miktar düştü geldi. Sakın devlet bir iş yapmıyor diye düşünme. Gördüğün gibi ısınma ve aydınlanma desteği veriyorum. Yoksa halin haraptı. Bu iyiliğimi unutma". 

Devletin bu yaptığı, tanıdık bir esnaftan alışveriş yapınca, iş ödemeye gelince, esnafın, "Normalde şu kadar ama sen bu kadar ver" demesine benzer. 

Devletin elektrik ve doğal gaza bu şekilde destek vermesi doğru mu? Devletin borcu olmaz. Fazladan parası olur. Bu fazla parayla vatandaşına destek olur. Buna kimse bir şey diyemez. 

Yalnız bildiğimiz kadarıyla devlet borçlu. Bu borcu daima faizle ödüyor. Nakit ihtiyacı için sürekli borçlanıyor. Durum bu iken yani borç paçadan akarken devletin bu yaptığı ağalığı anlamak zor. Şayet devletin elinde bize destek olacak fazla parası varsa önceliği borcunu ödemek olmalıdır. Böylece fazladan faiz ödemiş olmaz. 

Bir diğer husus, devletin en önemli gelir kaynağı vergilerdir. Madem böyle destek olacak. Destek yerine vergileri düşük tutabilir. Mesela doğal gaz ve elektrikten aldığı KDV'yi sıfırlayabilir ya da oranı düşürebilir. Vergileri yüksek alıp bu şekilde destek vermesi, kepçeyle alıp kaşıkla vermesine benzer. 

Bir diğer husus, öyle zannediyorum devlet zengin, fakir her tüketiciye aynı desteği veriyor. Devletin bu yaptığı eşitlikçi anlayıştır. Devlet illa destek verecekse, geliri giderini karşılamayan ihtiyaç sahiplerine yapmalıdır. Geliri yüksek olana destek vermemelidir. Unutmayalım ki eşit davranmak adil değildir. Adil olmak, gelire göre vergi almak, gelire göre destek olmaktır. 

18 Nisan 2025 Cuma

Faizle İmtihanımız

Bu ülkenin ekonomisi yalancı baharlar dışında her daim sorunlu olmuştur.

Döviz karşısında paramızın değerini koruyamıyoruz.

Paramız değerli olunca problem, değeri düşünce problem. Çünkü değerli olunca ihracatçı ihracat yapamıyor. Paramızın değeri düşünce alım gücü zayıflıyor, maliyetler artıyor, bu da hayat pahalılığı olarak bize geri dönüyor.

Enflasyonla başımız dertte.

Hayat pahalılığı belimizi bükmeye devam ediyor.
Ülkemizde uygulanmakta olan faiz oranları başlı başına bir sorun. Bunda yanlış ve zamansız faiz oranlarının etkisi büyük.

Covid 19 salgınının ardından, dünya faiz oranlarını yükseltirken, sebebi hikmeti bilinmez, biz indirdik. Şimdi dünya faiz oranlarını düşürürken biz yükseltmeye devam ediyoruz.
Faiz oranı en yüksek ülke olan Venezuela'nın (59) ardından, nisan ayı itibariyle dünyada % 46 ile faizi yüksek ikinci ülkeyiz.

Güya faizi sıfırlamak için epey uğraşmıştık. Bu politika yanlış diyenlere büyük çoğunluk, faizle mücadele ediliyor, faiz belasından kurtulacağız savunması yapmıştı. Bunların sesleri de yüksek çıkınca her ay faizi indirdik.


Geldiğimiz nokta itibariyle her ay indirdiğimiz faizi kendi elimizle yükselttik. Bir ara yüzde elliyi bulmuştu.

Sonuçta faizi yok edemedik. Üstelik içimizde faizden beslenen büyük bir kitle oluştu. Çünkü yüksek faizi gören parasını mevduata yatırdı. Risk yok nasılsa. Ana parasına dokunmadan faiziyle geçinmek çok cazip olsa gerek. Köşede kenarda parası olanın çalışmasına hiç gerek yok.
Bugüne kadar mevduata para yatırmamış biri olarak bu yüksek faiz oranı bana da cazip gelmiyor değil. Ne kadar cazip gelse de bugüne kadar işim olmadı, inşallah bundan sonra da olmaz.

Uygulanan faiz politikasına ne umduk ne bulduk denir. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk denir. Bir beladan kurtulacağız derken bu belanın daha fazla kucağına düştük denir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk denir. Çünkü ceremesini bir avuç paradan para kazanan dışında toplum olarak bizler çekiyoruz, çekmeye de devam edeceğiz.

Rasim Hutbesi

Ergenekon operasyonlarında tetikçi bir gazetede yazarlık yaparak sonradan "Ergenekon diye bir şey yokmuş, milli ordumuza kumpas kurulmuş" denip dava düşse de o sürece katkısı küçümsenemez.

Halk TV yetkilileri büyük bir başarıya imza atarak kendisiyle röportaj yapınca, Halk TV'den altı gazeteci birden istifa etti.

Spor programlarında yaptığı bilimsel skor tahminleri görülmeye değer.

Tartışma programlarında ortamı germede, sesini yükseltmede üstüne tanımam.

Bildim bileli bir şöhrete sahip. Şöhretinden hiç eksilme olmadı. Şöhretinde bir düşme sezdiği zaman yeniden gündeme gelmeyi de çok iyi becermekte.

En sonunda da "CHP'ye kayyum atanacak" paylaşımıyla gündeme oturdu. Bu haberle borsa yüzde 6 değer kaybetti.

Görünen o ki yaptığı iş ne ise ağırlığı olan biri. Siyaset, spor her alanda var. On parmağında on marifet.

Sayesinde gazeteciler işini kaybediyor, borsa düşüyor, ses getiriyor, infiale sebebiyet veriyor. Kısaca hep ses getiriyor.

Sonunda kayyum iddiasından dolayı yalan haberi alenen yaydığı için savcılık resen soruşturma başlattı. Göz altına alındı. Ama yapacak çok işi olmalı ki tutuklamaya gerek görülmedi. İfadesinin ardından adli kontrol şartı ile salıverildi. Sadece yurtdışı yasağı kondu kendisine.

İşin içine yalan haberi alenen yaymak girince Diyanet de topa girdi. Bu konuda bana da söz düşer dedi. Bu haftanın konusunu bu şöhret sahibine ayırdı. Hucurat süresinden bahsetti. Kısaca ahlak süresi olarak da bilinen süre özetlendi. Ayetlerin hem orijinali hem de mealine yer verildi. "Ey iman edenler! Size bir fâsık haber getirirse onun doğruluğunu araştırın…” emridir. Ayet-i kerime, bizleri; yalan haber ve yanıltıcı bilgilere karşı dikkatli olmaya çağırmaktadır. Zira ister gerçek hayatta isterse dijital mecralarda yalan haberleri yaymak, doğruluğu teyit edilmeyen bilgileri paylaşmak; insanlar arasında fitne ve fesadın ortaya çıkmasına, toplumda huzur ve güven ortamının zedelenmesine sebep olmaktadır. Nice insanların hayattan kopmasına, nice yuvaların dağılmasına, nice dostlukların bozulmasına yol açmaktadır. Asla unutmayalım ki, doğruluğundan emin olunmayan bir bilgiyi ve haberi paylaşmak, büyük bir günah, ağır bir vebaldir." kısmıyla adeta adına hutbe okundu. Yaptığın fasıklık dendi. Bize de bir fâsık bir haber getirirse doğruluğunu araştırın mesajı verildi.

Hasılı bu haftanın hutbesine Rasim hutbesi dense yeridir. 

Bu durumda Rasim Ozan Kütahyalı'yı kıskanmaktan başka bir yol kalmadı bana. Öyle ya adıma bugüne kadar bir hutbe irat edilmedi. Kimsenin ekmeği ile oynayamadım. O kadar yıldır yazıp paylaşım yaparım. Rasim Ozan Kütahyalı kadar yazı ve paylaşımlarım ses getirmedi. Savcılık harekete geçmedi ve hiç gündeme oturmadım.

Not:Dikkatimi çeken hatibin hutbeyi bağıra bağıra okumasıydı. Hep mi böyle okur yoksa Rasim'e kızgınlığından mıydı bilemedim. 

KKTC'de Neler Oluyor? *

Laikliğin sert ve tavizsiz uygulanması sonucunda, Türkiye uzun yıllar başörtüsü ve kılık kıyafet sorunu, laik ve anti laik gerilimi yaşadı. Partiler ve halk kutuplaştı. Başörtüsü gericilik, başı açıklık ise ilericilik gösterildi.

Başörtüsü dini bir simgedir. Okullara bu simge ile girilemez. Kamusal alanda başörtüsü takılamaz dendi. Üniversitelere başı örtülü kız çocukları alınmadı. Kayıt dönemlerinde başı örtülü çocuklar ikna odalarına alındı.

İkna olmayan kız çocukları okulunu bıraktı. Kimi başını açıp derslere girdi kimi de peruk vb. şeyler takmak suretiyle derslerine devam etti.

İnancın önündeki bu engelin kaldırılması için ülke çapında başörtüsüne özgürlük mitingleri, yürüyüşleri ve protesto eylemleri yapıldı.

Kamusal alanda başörtüsü ile görünen çalışanlara 28 Şubat sürecinde disiplin işlemleri yapıldı. Başını açmamakta direnenler görevden el çektirildi.

Partiler de ikiye bölündü. Eğitim ve öğretim engellenmesin diye üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir türünden bir madde ile Anayasada yapılan değişiklik "411 el kaosa kalktı" şeklinde duyuruldu. Bu değişikliğe öncülük eden partiye kapatma davası açıldı. Anayasa Mahkemesi üyeleri oy çokluğu ile partinin kapatılmasına karar verdi. Nitelikli çoğunluk olmadığı için parti kapatma uygulamaya geçmedi.

Seçimlere başörtüsü damgasını vurdu. Kimi başörtüsüne özgürlüğü savundu kimi de yasağı. Hem yasağı savunanlar hem de yasağa karşı çıkanlar bu süreçten ekmek yedi.

Yargı ve kurumlar da yasaktan yana tavır aldı.

Kısaca bu süreçte başı örtülü olan yandı, başörtüsünü savunan da yandı.

Sonuçta başörtüsüne özgürlük diyenler büyük zafere imza attı. Yasağı savunanlar ise kaybetti. Bugün ülkede başörtüsü üzerinden bir tartışma yok. İsteyen, kamusal alanda başını örtebiliyor.

Kaybedenler sadece yasağı savunanlar değildi. Ülke de kaybetti. Çünkü Türkiye'nin uzun yıllarını alan, mağduriyetlere sebep olan bu gereksiz mücadele, ülkeye çok şeyler kaybettirdi. İnsanımız yok yere kutuplaştırıldı. Bugün bu yönde bir kutuplaşma olmasa da çoğumuzun bilinçaltında bu kutuplaşmanın izleri var. Yeter ki birileri yeniden deşelesin. Bu hastalığımız yeniden depreşir.

Niyetim, uzun yıllarımızı heba ettiğimiz başörtüsüne değinmek, bu süreci anlatmak değildi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti okullarında yaşanan başörtüsü yasağı haberlere konu olunca, ister istemez Türkiye'de bir zamanlar yaşanan bu yasağa dikkat çektim ve kendi kendime dedim ki bizim yıllarımıza mal olan başörtüsü yasağını şimdi KKTC yaşıyor. Belli ki KKTC yetkilileri ve insanı, ana vatan Türkiye'nin yaşadığı bir süreçten ibret almamış ve yeni yaşamaya karar vermiş. Belli ki KKTC bizi çok gerilerde takip ediyor. Belli ki bizi bu konuda hocası olarak görüyor. Halbuki bu yasağın faydası olsaydı, bu ülke görürdü bu faydayı. Gel de bunu Kıbrıslı soydaşlarımıza anlat.

KKTC'nin etkili ve yetkili kişileri! Yanlış yoldasınız. Bizim dünümüzü değil, bugünümüzü örnek alın. Çünkü bu yasağın kimseye faydası yok. Yok yere gerilimi tırmandırmayın. Bilin ki bu yasak ülkenizin huzur ve mutluluğunu kaçırır. Gelin vazgeçin bu yasakçı zihniyetten. İyi bir laik, iyi bir dindar olmayı değil, iyi bir insan olun. Aranızda empati yapın. Birbirinizin giyim ve kuşamına saygı duyun. Birlik olun. Birbirinizin mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmayın. Yoksa kaybeden sizler olursunuz.

Ki sizin birlik olma zamanınız. Kılık kıyafet yasağı ve bu tartışmalar üzerinden yıllarınızı yok yere heba etmeyin. Sizin bu gereksiz tartışmadan ziyade yapacağınız çok şey var. Daha devlet bile olamadınız. Dünyada sizi tanıyan ülke yok. Türkî Cumhuriyetleri bile Güney Kıbrıs'ta büyükelçilik açarken sizin bu işleri bırakıp bir araya gelip iyi bir diplomasi yürütmeniz ve ülkenizin tanınması için çaba sarf etmeniz gerekir. Sizin elzem konunuz budur. Gerisi, birbirinizi alt edemeyeceğiniz zaman kaybıdır.

*23.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Neden?

18 Nisan 2011 tarihli sosyal medya profilimde, birbiri ile alakalı olmayan paylaşımlar yapmışım. Sözlerin sahibi vardır belki. Ama nedense kimden alıntı yaptığıma yer vermemişim. Sözlerin sahipleri haklarını helal etsinler.

Aşağıda bu alıntılara yer veriyorum.

“Neden ilanlarda "doktordan temiz araba" diye yazılır? Hipokrat yemininde, ‘arabamı temiz kullanacağım’ şeklinde bir madde mi vardır?”

“Neden futbol takımı olan Ajax, Ayaks diye okunur da temizlik ürünü Ajax, Ajaks diye okunur?”

“İpana 7 reklamındaki kıza, "Ne zamandan beri İpana 7 kullanıyorsun?" diye soran doktor, İpana 7'nin yeni bir ürün olduğunu ve reklamdan sadece birkaç gün önce piyasaya çıktığını bilmemekte midir?”

“Bulmacalarda, boru sesinin karşılığı neden hep "ti"dir? Bulmacaları hazırlayan arkadaşlar, hiç "ti" diye ses çıkaran boru görmüşler midir?”

“Bir programı kurarken neden "kabul ediyorum" ya da "kabul etmiyorum" seçenekleri vardır? O kadar parayı bayılıp bir bilgisayar programı satın aldıktan sonra “kabul etmiyorum" seçeneğini işaretleyen bir takım saf kişiler mevcut mudur?”

“Dolmuşlardaki fiyat arifesinde, "en kısa mesafe", neden "indi-bindi" olarak tabir edilir? Önce inilip sonra mı binilir? Bir terslik yok mudur?”

“Cumartesi ve pazartesinin neden kendi isimleri yoktur?”

“Düğünlerde, neden "Dom Dom Kurşunu" ile göbek atılmaktadır? "Bir avcı vurdu beni, bin avcı beni yedi" gibi sözler eşliğinde kendinden geçen başka milletler var mıdır?”

“Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki bütün insanların izlediğini sanırlar? Örnek: Şu anda 70 milyon kişi bizi izliyor.”

“Neden dükkanını kapatıp giden esnaf, kapıya "10 dakika sonra döneceğim" yazar? Ne zaman gittiğini nasıl anlarız?”

“Neden sınavlarda "4 yanlış bir doğruyu götürür" şeklinde bir uygulama ile öğrenciler cezalandırılırlar da "4 doğru bil, bir doğru da bizden" şeklinde bir uygulama başlatılıp zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?”

“Neden öğrenciler, ilköğretimin besinci sınıfına kadar öğretmene, ‘öğretmenim’ diye seslenirken altıncı sınıfta bir anda "hocam" diye seslenmeye başlarlar?”

Neden insanlar birbirlerine sarılınca sağa-sola sallanırlar?

“Neden her gördüğümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalışırız? Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardır?”

17 Nisan 2025 Perşembe

Aileye Kibrit Suyu Döken Programlar *

Bugünlerde ne zaman kısa videoları açtığımda önüme hep Esra Erol'un programından kesitler geliyor.

Anladığım kadarıyla durum kısaca şöyle: Kayseri Develi'nin bir köyünden bir genç, Instagram üzerinden tanıştığı zihinsel engelli bir kız ile nişanlanır.

Nişanın ardından damat eve gelip gitmeye devam eder. Bu gidip gelmeler sonucunda damat, nişanlısı kızdan ziyade kızın annesi yani kayınvalidesi ile ilgilenir.

Oynaşıp şakalaştıklarına dair videolar da evdeki diğer kız tarafından çekilmiş. Bir videoda damat, kayınvalidesinin dizine başını koyup uyuyor. Nişanlısı kız, babama söyleyeceğim dediğinde, onu da dövmüşler kızın söylediğine göre.

Sonunda, 21 yaşındaki damat ile 47 yaşındaki kayınvalide evden kaçar. Kayınvalidenin hamile olduğu söyleniyor.

Tüm bu olaylar Esra Erol'un programında anlatılıyor. Ekranlarda engelli nişanlı kız, kayınvalide ve damat var. Oğlanın babası da telefonla bağlanıyor, komşularından biri de.

Esra Hanım, kayınvalidesiyle dini nikah kıyan oğlana, utanmıyor musun diye soruyor. Hayır abla, niye utanayım cevabı veriyor (öyle ya utanacak bir şey mi yaptı sanki).

Engelli kızın babası yani eşi kaçan koca çobanlık yapıyor. Yüklü bir tazminat olmadıkça eşini boşamayacağını söylüyor.

Develi'nin köyünde kayınvalidesiyle yaşayan genç damat ile kayınvalidesinin nikahını damadın babasının dediğine göre köyün imamı kıyıyor.

Toplumda büyük infiale sebep olan bu program RTÜK tarafından incelemeye alınmış. Bakalım ne ceza verilecek? Bekleyip göreceğiz.

Esra Erol, bildiğim kadarıyla değişik isimler adı altında ATV adlı televizyonda bu tür programlar yapıyor. Belki de bu tür programların öncüsü. Sanırım gündüz kuşağında yayımlanıyor. Esra Hanım'ın bu programına benzer başka programlar da var. Bu tür programlar değişik isimler adı altında yıllardır yayımlandığına göre belli ki bu programların izleyeni çok. Değilse bu programlar yıllar yılı devam etmezdi.

Esra Erol ve diğer meslektaşlarının hazırlayıp sunduğu bu tür programlar ne kadar çok izlense de bu tür programlara sıcak bakan biri değilim. Hatta bu programlar aracılığıyla, pamuk ipliğine bağlı aile yapımızın köküne kibrit suyu döküldüğünü düşünüyorum. Çünkü bu tür programlar, toplumda infiale sebebiyet veren aile facialarını meşrulaştırdığı, tabir yerinde olursa, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürdüğü bir gerçek. Program sunucuların böyle bir niyeti olmasa bile ne kadar ensest, garip ve sıra dışı aile faciası ve ilişkisi varsa bu programlarda işlenen işlene bu tür vakalar toplumda sıradanlaşıyor. Böyle ilişkiler bu toplumda az veya çok oluyor. Tüm bunları izleyen birileri de niye ben de yapmayayım, varsın bir rezil de ben olayım cesaretini kendinde bulabiliyor.

RTÜK’ün ensest ilişkilerin yer aldığı bu tür programlara izin vermemesi gerekir. Yetkisi yoksa şöyle bir mevzuat eksikliği var diye Meclis'e veya yürütmeye bildirebilir.

Esra Erol ve benzer programları yapan sunucuların bu tür programları yapmaması lazım.

Kanallar da izleyicisi ne kadar çok olursa olsun bu tür programlara ekranlarında yer vermemeli.

Kayınvalidesiyle evlenen, baldızıyla kaçan, eşini aldatan türünden; din, toplum ve ahlak yapımıza uymayan fiilleri işleyenlerin hiç suçu yok mu? Bu tür fiillerin haber değeri var denebilir. Tarih boyunca bu tür mide bulandırıcı fiiller gizli, kapaklı olmuştur. Yine de olmaya devam edecek. Çünkü sapık ilişkiyi kafaya koyanlar bunu bir şekilde yapacak. Ama bu tür nahoş olaylar tüm kamuoyuna kanallar vasıtasıyla ifşa edilmemeli. Zaten toplum bu tür ilişkileri onaylamadığı için mahallindeki insanlar da bu kişileri dışlayacaktır. Çünkü bu tiplerle selamı sabahı keserek en iyi cezayı mahallindeki insanlar verir. Ahlaka mugayir bu tür ilişkilerde suç varsa suçlular adliyede hesabını versin ve sonucuna katlansın.

Damadıyla kaçan kayınvalide olayı başta olmak üzere bu tür sapık ilişkiler, sunucuların, izleyici çekmek amacıyla uydurduğu bir kurgu olabilir mi? Pekala para karşılığı bazı kişiler bu rolü oynayabilir. Olayın gerçek olması da vahim, kurgu olması da.

İnsanlar bu tür sapık ve ensest ilişkiden sonra niçin programa konuk olur? Gördüğüm kadarıyla tüm taraflar ya ekranlarda ya da ekrana telefonla bağlanıyor. Hiçbiri de ilk defa ekrana çıkmasına rağmen ekran acemiliği çekmiyor. Hepsi güzel bir şekilde giyinip çıkmış. Orada sorular sorulara cevap veriyor. Hakikaten nasıl iş bu. Kayınvalidenle evlenmeye utanmıyor musun sorusuna, hayır, niye utanayım abla dendiğine göre belli ki yaptıklarından utanmıyorlar. Utanmayan kişiler ise ne yapsa yeridir. Çünkü onlar için ne din ne ahlak ne örf bir şey ifade eder. Belli ki yaptık bir iş. Bu yaptığımızı cümle alem duysun. Bu vesileyle televizyona çıkalım. Reklamın kötüsü olmaz. Reklam reklamdır diye düşünüyor olabilirler. Bir de bu rezilliğin üzerine ekrana çıktıkları için para verilirse kısa günün kârı. Niye çıkmasınlar değil mi? Hem para kazanacaklar hem de rezilliğin zirvesine çıkmış olacaklar.

Sözün özü, Anayasa gereği, aileyi ve gençliği korumakla görevli bakanlıklarımız, bu olup bitenler hakkında ne yapıyorlar acaba? Hiçbir şey yapmadılarsa daha kaç ailenin ve gencin heba olmasını bekliyorlar acaba? Bence bir şeyler yapmalı ilgili bakanlıklar. Hiç unutmam. 1983-1985 yıllarında Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakan'ı olarak görev yapan Vehbi Dinçerler, televizyonda "Efes Pilsen bu kapağın altındadır" reklamını, "Bu reklam içkiyi özendiriyor. Anayasa gereği gençliği korumam lazım" gerekçesiyle bira reklamının televizyonda yayımlanmasının yasaklanmasını istemiş ve bu reklamın kaldırılmasını sağlamıştı. Bugün ilgili bakanlıklar da bu tür sapık ilişkilerin yer aldığı ve toplumda ayyuka çıkan programlara yasak getirilmesine öncülük edebilirler.

Unutmayalım ki aile yapımıza dinamit koyan bu tür programlarla dünyaya da rezil oluyoruz. 29.03.2016 akşamı Zindankale’de bir konferans dinlemiştim. Konuşmacılardan biri de İngiliz eski başbakanlarından Tony Blair’in baldızı olduğunu öğrendiğim gazeteci Lauren BOOTH hanımefendiye, soru faslında, “İngiltere’de Türkiye nasıl tanınıyor” diye bir soru sorulmuştu. Verdiği cevap fazla uzun değildi: “Türkiye İngiltere’de iki yönüyle tanınıyor. Biri ensest ilişkiler, diğeri de -sanırım- kadına şiddet. (veya taciz idi) Buranın imajı bizim oralarda maalesef bu şekilde” demişti.

*21.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.