18 Nisan 2025 Cuma

Faizle İmtihanımız

Bu ülkenin ekonomisi yalancı baharlar dışında her daim sorunlu olmuştur.

Döviz karşısında paramızın değerini koruyamıyoruz.

Paramız değerli olunca problem, değeri düşünce problem. Çünkü değerli olunca ihracatçı ihracat yapamıyor. Paramızın değeri düşünce alım gücü zayıflıyor, maliyetler artıyor, bu da hayat pahalılığı olarak bize geri dönüyor.

Enflasyonla başımız dertte.

Hayat pahalılığı belimizi bükmeye devam ediyor.
Ülkemizde uygulanmakta olan faiz oranları başlı başına bir sorun. Bunda yanlış ve zamansız faiz oranlarının etkisi büyük.

Covid 19 salgınının ardından, dünya faiz oranlarını yükseltirken, sebebi hikmeti bilinmez, biz indirdik. Şimdi dünya faiz oranlarını düşürürken biz yükseltmeye devam ediyoruz.
Faiz oranı en yüksek ülke olan Venezuela'nın (59) ardından, nisan ayı itibariyle dünyada % 46 ile faizi yüksek ikinci ülkeyiz.

Güya faizi sıfırlamak için epey uğraşmıştık. Bu politika yanlış diyenlere büyük çoğunluk, faizle mücadele ediliyor, faiz belasından kurtulacağız savunması yapmıştı. Bunların sesleri de yüksek çıkınca her ay faizi indirdik.


Geldiğimiz nokta itibariyle her ay indirdiğimiz faizi kendi elimizle yükselttik. Bir ara yüzde elliyi bulmuştu.

Sonuçta faizi yok edemedik. Üstelik içimizde faizden beslenen büyük bir kitle oluştu. Çünkü yüksek faizi gören parasını mevduata yatırdı. Risk yok nasılsa. Ana parasına dokunmadan faiziyle geçinmek çok cazip olsa gerek. Köşede kenarda parası olanın çalışmasına hiç gerek yok.
Bugüne kadar mevduata para yatırmamış biri olarak bu yüksek faiz oranı bana da cazip gelmiyor değil. Ne kadar cazip gelse de bugüne kadar işim olmadı, inşallah bundan sonra da olmaz.

Uygulanan faiz politikasına ne umduk ne bulduk denir. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk denir. Bir beladan kurtulacağız derken bu belanın daha fazla kucağına düştük denir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk denir. Çünkü ceremesini bir avuç paradan para kazanan dışında toplum olarak bizler çekiyoruz, çekmeye de devam edeceğiz.

Rasim Hutbesi

Ergenekon operasyonlarında tetikçi bir gazetede yazarlık yaparak sonradan "Ergenekon diye bir şey yokmuş, milli ordumuza kumpas kurulmuş" denip dava düşse de o sürece katkısı küçümsenemez.

Halk TV yetkilileri büyük bir başarıya imza atarak kendisiyle röportaj yapınca, Halk TV'den altı gazeteci birden istifa etti.

Spor programlarında yaptığı bilimsel skor tahminleri görülmeye değer.

Tartışma programlarında ortamı germede, sesini yükseltmede üstüne tanımam.

Bildim bileli bir şöhrete sahip. Şöhretinden hiç eksilme olmadı. Şöhretinde bir düşme sezdiği zaman yeniden gündeme gelmeyi de çok iyi becermekte.

En sonunda da "CHP'ye kayyum atanacak" paylaşımıyla gündeme oturdu. Bu haberle borsa yüzde 6 değer kaybetti.

Görünen o ki yaptığı iş ne ise ağırlığı olan biri. Siyaset, spor her alanda var. On parmağında on marifet.

Sayesinde gazeteciler işini kaybediyor, borsa düşüyor, ses getiriyor, infiale sebebiyet veriyor. Kısaca hep ses getiriyor.

Sonunda kayyum iddiasından dolayı yalan haberi alenen yaydığı için savcılık resen soruşturma başlattı. Göz altına alındı. Ama yapacak çok işi olmalı ki tutuklamaya gerek görülmedi. İfadesinin ardından adli kontrol şartı ile salıverildi. Sadece yurtdışı yasağı kondu kendisine.

İşin içine yalan haberi alenen yaymak girince Diyanet de topa girdi. Bu konuda bana da söz düşer dedi. Bu haftanın konusunu bu şöhret sahibine ayırdı. Hucurat süresinden bahsetti. Kısaca ahlak süresi olarak da bilinen süre özetlendi. Ayetlerin hem orijinali hem de mealine yer verildi. "Ey iman edenler! Size bir fâsık haber getirirse onun doğruluğunu araştırın…” emridir. Ayet-i kerime, bizleri; yalan haber ve yanıltıcı bilgilere karşı dikkatli olmaya çağırmaktadır. Zira ister gerçek hayatta isterse dijital mecralarda yalan haberleri yaymak, doğruluğu teyit edilmeyen bilgileri paylaşmak; insanlar arasında fitne ve fesadın ortaya çıkmasına, toplumda huzur ve güven ortamının zedelenmesine sebep olmaktadır. Nice insanların hayattan kopmasına, nice yuvaların dağılmasına, nice dostlukların bozulmasına yol açmaktadır. Asla unutmayalım ki, doğruluğundan emin olunmayan bir bilgiyi ve haberi paylaşmak, büyük bir günah, ağır bir vebaldir." kısmıyla adeta adına hutbe okundu. Yaptığın fasıklık dendi. Bize de bir fâsık bir haber getirirse doğruluğunu araştırın mesajı verildi.

Hasılı bu haftanın hutbesine Rasim hutbesi dense yeridir. 

Bu durumda Rasim Ozan Kütahyalı'yı kıskanmaktan başka bir yol kalmadı bana. Öyle ya adıma bugüne kadar bir hutbe irat edilmedi. Kimsenin ekmeği ile oynayamadım. O kadar yıldır yazıp paylaşım yaparım. Rasim Ozan Kütahyalı kadar yazı ve paylaşımlarım ses getirmedi. Savcılık harekete geçmedi ve hiç gündeme oturmadım.

Not:Dikkatimi çeken hatibin hutbeyi bağıra bağıra okumasıydı. Hep mi böyle okur yoksa Rasim'e kızgınlığından mıydı bilemedim. 

KKTC'de Neler Oluyor? *

Laikliğin sert ve tavizsiz uygulanması sonucunda, Türkiye uzun yıllar başörtüsü ve kılık kıyafet sorunu, laik ve anti laik gerilimi yaşadı. Partiler ve halk kutuplaştı. Başörtüsü gericilik, başı açıklık ise ilericilik gösterildi.

Başörtüsü dini bir simgedir. Okullara bu simge ile girilemez. Kamusal alanda başörtüsü takılamaz dendi. Üniversitelere başı örtülü kız çocukları alınmadı. Kayıt dönemlerinde başı örtülü çocuklar ikna odalarına alındı.

İkna olmayan kız çocukları okulunu bıraktı. Kimi başını açıp derslere girdi kimi de peruk vb. şeyler takmak suretiyle derslerine devam etti.

İnancın önündeki bu engelin kaldırılması için ülke çapında başörtüsüne özgürlük mitingleri, yürüyüşleri ve protesto eylemleri yapıldı.

Kamusal alanda başörtüsü ile görünen çalışanlara 28 Şubat sürecinde disiplin işlemleri yapıldı. Başını açmamakta direnenler görevden el çektirildi.

Partiler de ikiye bölündü. Eğitim ve öğretim engellenmesin diye üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir türünden bir madde ile Anayasada yapılan değişiklik "411 el kaosa kalktı" şeklinde duyuruldu. Bu değişikliğe öncülük eden partiye kapatma davası açıldı. Anayasa Mahkemesi üyeleri oy çokluğu ile partinin kapatılmasına karar verdi. Nitelikli çoğunluk olmadığı için parti kapatma uygulamaya geçmedi.

Seçimlere başörtüsü damgasını vurdu. Kimi başörtüsüne özgürlüğü savundu kimi de yasağı. Hem yasağı savunanlar hem de yasağa karşı çıkanlar bu süreçten ekmek yedi.

Yargı ve kurumlar da yasaktan yana tavır aldı.

Kısaca bu süreçte başı örtülü olan yandı, başörtüsünü savunan da yandı.

Sonuçta başörtüsüne özgürlük diyenler büyük zafere imza attı. Yasağı savunanlar ise kaybetti. Bugün ülkede başörtüsü üzerinden bir tartışma yok. İsteyen, kamusal alanda başını örtebiliyor.

Kaybedenler sadece yasağı savunanlar değildi. Ülke de kaybetti. Çünkü Türkiye'nin uzun yıllarını alan, mağduriyetlere sebep olan bu gereksiz mücadele, ülkeye çok şeyler kaybettirdi. İnsanımız yok yere kutuplaştırıldı. Bugün bu yönde bir kutuplaşma olmasa da çoğumuzun bilinçaltında bu kutuplaşmanın izleri var. Yeter ki birileri yeniden deşelesin. Bu hastalığımız yeniden depreşir.

Niyetim, uzun yıllarımızı heba ettiğimiz başörtüsüne değinmek, bu süreci anlatmak değildi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti okullarında yaşanan başörtüsü yasağı haberlere konu olunca, ister istemez Türkiye'de bir zamanlar yaşanan bu yasağa dikkat çektim ve kendi kendime dedim ki bizim yıllarımıza mal olan başörtüsü yasağını şimdi KKTC yaşıyor. Belli ki KKTC yetkilileri ve insanı, ana vatan Türkiye'nin yaşadığı bir süreçten ibret almamış ve yeni yaşamaya karar vermiş. Belli ki KKTC bizi çok gerilerde takip ediyor. Belli ki bizi bu konuda hocası olarak görüyor. Halbuki bu yasağın faydası olsaydı, bu ülke görürdü bu faydayı. Gel de bunu Kıbrıslı soydaşlarımıza anlat.

KKTC'nin etkili ve yetkili kişileri! Yanlış yoldasınız. Bizim dünümüzü değil, bugünümüzü örnek alın. Çünkü bu yasağın kimseye faydası yok. Yok yere gerilimi tırmandırmayın. Bilin ki bu yasak ülkenizin huzur ve mutluluğunu kaçırır. Gelin vazgeçin bu yasakçı zihniyetten. İyi bir laik, iyi bir dindar olmayı değil, iyi bir insan olun. Aranızda empati yapın. Birbirinizin giyim ve kuşamına saygı duyun. Birlik olun. Birbirinizin mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmayın. Yoksa kaybeden sizler olursunuz.

Ki sizin birlik olma zamanınız. Kılık kıyafet yasağı ve bu tartışmalar üzerinden yıllarınızı yok yere heba etmeyin. Sizin bu gereksiz tartışmadan ziyade yapacağınız çok şey var. Daha devlet bile olamadınız. Dünyada sizi tanıyan ülke yok. Türkî Cumhuriyetleri bile Güney Kıbrıs'ta büyükelçilik açarken sizin bu işleri bırakıp bir araya gelip iyi bir diplomasi yürütmeniz ve ülkenizin tanınması için çaba sarf etmeniz gerekir. Sizin elzem konunuz budur. Gerisi, birbirinizi alt edemeyeceğiniz zaman kaybıdır.

*23.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Neden?

18 Nisan 2011 tarihli sosyal medya profilimde, birbiri ile alakalı olmayan paylaşımlar yapmışım. Sözlerin sahibi vardır belki. Ama nedense kimden alıntı yaptığıma yer vermemişim. Sözlerin sahipleri haklarını helal etsinler.

Aşağıda bu alıntılara yer veriyorum.

“Neden ilanlarda "doktordan temiz araba" diye yazılır? Hipokrat yemininde, ‘arabamı temiz kullanacağım’ şeklinde bir madde mi vardır?”

“Neden futbol takımı olan Ajax, Ayaks diye okunur da temizlik ürünü Ajax, Ajaks diye okunur?”

“İpana 7 reklamındaki kıza, "Ne zamandan beri İpana 7 kullanıyorsun?" diye soran doktor, İpana 7'nin yeni bir ürün olduğunu ve reklamdan sadece birkaç gün önce piyasaya çıktığını bilmemekte midir?”

“Bulmacalarda, boru sesinin karşılığı neden hep "ti"dir? Bulmacaları hazırlayan arkadaşlar, hiç "ti" diye ses çıkaran boru görmüşler midir?”

“Bir programı kurarken neden "kabul ediyorum" ya da "kabul etmiyorum" seçenekleri vardır? O kadar parayı bayılıp bir bilgisayar programı satın aldıktan sonra “kabul etmiyorum" seçeneğini işaretleyen bir takım saf kişiler mevcut mudur?”

“Dolmuşlardaki fiyat arifesinde, "en kısa mesafe", neden "indi-bindi" olarak tabir edilir? Önce inilip sonra mı binilir? Bir terslik yok mudur?”

“Cumartesi ve pazartesinin neden kendi isimleri yoktur?”

“Düğünlerde, neden "Dom Dom Kurşunu" ile göbek atılmaktadır? "Bir avcı vurdu beni, bin avcı beni yedi" gibi sözler eşliğinde kendinden geçen başka milletler var mıdır?”

“Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki bütün insanların izlediğini sanırlar? Örnek: Şu anda 70 milyon kişi bizi izliyor.”

“Neden dükkanını kapatıp giden esnaf, kapıya "10 dakika sonra döneceğim" yazar? Ne zaman gittiğini nasıl anlarız?”

“Neden sınavlarda "4 yanlış bir doğruyu götürür" şeklinde bir uygulama ile öğrenciler cezalandırılırlar da "4 doğru bil, bir doğru da bizden" şeklinde bir uygulama başlatılıp zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?”

“Neden öğrenciler, ilköğretimin besinci sınıfına kadar öğretmene, ‘öğretmenim’ diye seslenirken altıncı sınıfta bir anda "hocam" diye seslenmeye başlarlar?”

Neden insanlar birbirlerine sarılınca sağa-sola sallanırlar?

“Neden her gördüğümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalışırız? Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardır?”

17 Nisan 2025 Perşembe

Aileye Kibrit Suyu Döken Programlar *

Bugünlerde ne zaman kısa videoları açtığımda önüme hep Esra Erol'un programından kesitler geliyor.

Anladığım kadarıyla durum kısaca şöyle: Kayseri Develi'nin bir köyünden bir genç, Instagram üzerinden tanıştığı zihinsel engelli bir kız ile nişanlanır.

Nişanın ardından damat eve gelip gitmeye devam eder. Bu gidip gelmeler sonucunda damat, nişanlısı kızdan ziyade kızın annesi yani kayınvalidesi ile ilgilenir.

Oynaşıp şakalaştıklarına dair videolar da evdeki diğer kız tarafından çekilmiş. Bir videoda damat, kayınvalidesinin dizine başını koyup uyuyor. Nişanlısı kız, babama söyleyeceğim dediğinde, onu da dövmüşler kızın söylediğine göre.

Sonunda, 21 yaşındaki damat ile 47 yaşındaki kayınvalide evden kaçar. Kayınvalidenin hamile olduğu söyleniyor.

Tüm bu olaylar Esra Erol'un programında anlatılıyor. Ekranlarda engelli nişanlı kız, kayınvalide ve damat var. Oğlanın babası da telefonla bağlanıyor, komşularından biri de.

Esra Hanım, kayınvalidesiyle dini nikah kıyan oğlana, utanmıyor musun diye soruyor. Hayır abla, niye utanayım cevabı veriyor (öyle ya utanacak bir şey mi yaptı sanki).

Engelli kızın babası yani eşi kaçan koca çobanlık yapıyor. Yüklü bir tazminat olmadıkça eşini boşamayacağını söylüyor.

Develi'nin köyünde kayınvalidesiyle yaşayan genç damat ile kayınvalidesinin nikahını damadın babasının dediğine göre köyün imamı kıyıyor.

Toplumda büyük infiale sebep olan bu program RTÜK tarafından incelemeye alınmış. Bakalım ne ceza verilecek? Bekleyip göreceğiz.

Esra Erol, bildiğim kadarıyla değişik isimler adı altında ATV adlı televizyonda bu tür programlar yapıyor. Belki de bu tür programların öncüsü. Sanırım gündüz kuşağında yayımlanıyor. Esra Hanım'ın bu programına benzer başka programlar da var. Bu tür programlar değişik isimler adı altında yıllardır yayımlandığına göre belli ki bu programların izleyeni çok. Değilse bu programlar yıllar yılı devam etmezdi.

Esra Erol ve diğer meslektaşlarının hazırlayıp sunduğu bu tür programlar ne kadar çok izlense de bu tür programlara sıcak bakan biri değilim. Hatta bu programlar aracılığıyla, pamuk ipliğine bağlı aile yapımızın köküne kibrit suyu döküldüğünü düşünüyorum. Çünkü bu tür programlar, toplumda infiale sebebiyet veren aile facialarını meşrulaştırdığı, tabir yerinde olursa, eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürdüğü bir gerçek. Program sunucuların böyle bir niyeti olmasa bile ne kadar ensest, garip ve sıra dışı aile faciası ve ilişkisi varsa bu programlarda işlenen işlene bu tür vakalar toplumda sıradanlaşıyor. Böyle ilişkiler bu toplumda az veya çok oluyor. Tüm bunları izleyen birileri de niye ben de yapmayayım, varsın bir rezil de ben olayım cesaretini kendinde bulabiliyor.

RTÜK’ün ensest ilişkilerin yer aldığı bu tür programlara izin vermemesi gerekir. Yetkisi yoksa şöyle bir mevzuat eksikliği var diye Meclis'e veya yürütmeye bildirebilir.

Esra Erol ve benzer programları yapan sunucuların bu tür programları yapmaması lazım.

Kanallar da izleyicisi ne kadar çok olursa olsun bu tür programlara ekranlarında yer vermemeli.

Kayınvalidesiyle evlenen, baldızıyla kaçan, eşini aldatan türünden; din, toplum ve ahlak yapımıza uymayan fiilleri işleyenlerin hiç suçu yok mu? Bu tür fiillerin haber değeri var denebilir. Tarih boyunca bu tür mide bulandırıcı fiiller gizli, kapaklı olmuştur. Yine de olmaya devam edecek. Çünkü sapık ilişkiyi kafaya koyanlar bunu bir şekilde yapacak. Ama bu tür nahoş olaylar tüm kamuoyuna kanallar vasıtasıyla ifşa edilmemeli. Zaten toplum bu tür ilişkileri onaylamadığı için mahallindeki insanlar da bu kişileri dışlayacaktır. Çünkü bu tiplerle selamı sabahı keserek en iyi cezayı mahallindeki insanlar verir. Ahlaka mugayir bu tür ilişkilerde suç varsa suçlular adliyede hesabını versin ve sonucuna katlansın.

Damadıyla kaçan kayınvalide olayı başta olmak üzere bu tür sapık ilişkiler, sunucuların, izleyici çekmek amacıyla uydurduğu bir kurgu olabilir mi? Pekala para karşılığı bazı kişiler bu rolü oynayabilir. Olayın gerçek olması da vahim, kurgu olması da.

İnsanlar bu tür sapık ve ensest ilişkiden sonra niçin programa konuk olur? Gördüğüm kadarıyla tüm taraflar ya ekranlarda ya da ekrana telefonla bağlanıyor. Hiçbiri de ilk defa ekrana çıkmasına rağmen ekran acemiliği çekmiyor. Hepsi güzel bir şekilde giyinip çıkmış. Orada sorular sorulara cevap veriyor. Hakikaten nasıl iş bu. Kayınvalidenle evlenmeye utanmıyor musun sorusuna, hayır, niye utanayım abla dendiğine göre belli ki yaptıklarından utanmıyorlar. Utanmayan kişiler ise ne yapsa yeridir. Çünkü onlar için ne din ne ahlak ne örf bir şey ifade eder. Belli ki yaptık bir iş. Bu yaptığımızı cümle alem duysun. Bu vesileyle televizyona çıkalım. Reklamın kötüsü olmaz. Reklam reklamdır diye düşünüyor olabilirler. Bir de bu rezilliğin üzerine ekrana çıktıkları için para verilirse kısa günün kârı. Niye çıkmasınlar değil mi? Hem para kazanacaklar hem de rezilliğin zirvesine çıkmış olacaklar.

Sözün özü, Anayasa gereği, aileyi ve gençliği korumakla görevli bakanlıklarımız, bu olup bitenler hakkında ne yapıyorlar acaba? Hiçbir şey yapmadılarsa daha kaç ailenin ve gencin heba olmasını bekliyorlar acaba? Bence bir şeyler yapmalı ilgili bakanlıklar. Hiç unutmam. 1983-1985 yıllarında Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakan'ı olarak görev yapan Vehbi Dinçerler, televizyonda "Efes Pilsen bu kapağın altındadır" reklamını, "Bu reklam içkiyi özendiriyor. Anayasa gereği gençliği korumam lazım" gerekçesiyle bira reklamının televizyonda yayımlanmasının yasaklanmasını istemiş ve bu reklamın kaldırılmasını sağlamıştı. Bugün ilgili bakanlıklar da bu tür sapık ilişkilerin yer aldığı ve toplumda ayyuka çıkan programlara yasak getirilmesine öncülük edebilirler.

Unutmayalım ki aile yapımıza dinamit koyan bu tür programlarla dünyaya da rezil oluyoruz. 29.03.2016 akşamı Zindankale’de bir konferans dinlemiştim. Konuşmacılardan biri de İngiliz eski başbakanlarından Tony Blair’in baldızı olduğunu öğrendiğim gazeteci Lauren BOOTH hanımefendiye, soru faslında, “İngiltere’de Türkiye nasıl tanınıyor” diye bir soru sorulmuştu. Verdiği cevap fazla uzun değildi: “Türkiye İngiltere’de iki yönüyle tanınıyor. Biri ensest ilişkiler, diğeri de -sanırım- kadına şiddet. (veya taciz idi) Buranın imajı bizim oralarda maalesef bu şekilde” demişti.

*21.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

14 Nisan 2025 Pazartesi

Trolün Önde Gideni

Belli ki eli boş ve avare.

Vermiş kendini sosyal medyaya.

Adamış kendini davasına.

Durmadan inandığı davasını savunuyor.

Davasını savunan kişilerin yazılarını paylaşıyor.

Bu kadar hizmet yeter mi?

Yetmez. Daha fazla çalışmalı.

Başka paylaşımları da takip ediyor. Özellikle davasına muhalif gördüğü kişilerin paylaşımlarını, o paylaşımlara yazılan yorumlara varıncaya kadar dikkatli bir şekilde okuyor. Onlara cevap yazıyor. İster tanısın ister tanımasın. Bir kavgaya tutuşuyor. Görülmeye değer.

Yeter mi? Yetmez. Çünkü davası için kelle koltukta mücadele etmeliydi. Ne de olsa sosyal medya mücahidi.

Muhalif gördüğü kişilerin paylaşımlarında, inandığı davasına bir eleştiri olmasa bile niyet okumaya başlıyor. Ha sen şunu kastediyorsun diyor. İşin garibi böyle bir anlam çıkarmak için çok uğraşması gerek. Ama onun için çocuk oyuncağı bu. Çünkü bu adam bu yazıyı yazmışsa bu yazıda mutlaka bir hinlik var diyor. Buna nem kapma mı dersiniz, niyet okuma mı dersiniz bilmem. Çünkü ben adını koyamadım.

Davasına muhalif olanları trol olarak görüyor ama kendisinin trol olduğundan haberi yok.

Gören de dava diye gördüğü zihniyetin sosyal medyadan sorumlu genel başkan yardımcısı sanır.

İnandığı davasına hizmet edenlerin övünülecek bir faaliyeti olsa gözü yine muhalif olanların ve eleştiri getirenlerin sayfasına bakar. Bu konuda niye övücü bir paylaşım yapmıyorsun yazıyor. Bunu da hiç alakası olmayan bir paylaşımının altına yazıyor. İstiyor ki herkes kendisinin gördüğünü görsün, takdir etsin, görmezlikten gelmesin, nankörlük yapmasın.

Böylesini daha önce ne gördüm ne de duydum. Gerçekten garip. Bir insan bu kadar boş bu kadar fanatik bu kadar niyet okuyucusu olur mu? Hiç mi işi gücü yok bu kişinin? Başkasının paylaşımlarındaki yorumlara varıncaya kadar iz takip ediyorsa, varın nasıl bir kafa yapısıyla karşı karşıya olduğunuzu düşünün.

İstiyor ki herkes kendisinin gördüğünü görsün, takdir etsin, hep övsün. Aykırı görüşe ve eleştiriye asla tahammülü yok. Sahi bu tipler böyle bir kafa yapısına sahip olmak için neyle besleniyor, ne yiyor ne içiyor? Merak ettim doğrusu.

Yok yok. Bu kişi olsa olsa sadece benden sorumlu genel başkan yardımcısı olabilir.

Evin Direği Baba

Erkek, kadın evlenerek karı, koca olur. Çekirdek ailenin temelleri atılmış olur.

Ailenin çocukları olur. Kadın anne, erkek de baba olur.

Eşlerin birbirine karşı görevleri vardır. Günümüzde görevler değişse de biri diğerinin görevini yapsa da kadın, çocuğun yetiştirilmesinde ve ev işlerinde, baba ise çoluk ve çocuklarının ibate ve iaşesini karşılamada bir görev taksimi vardı bir zamanlar.

Eskiden kadınların çoğu çalışmaz. Ev kadını olurdu. Evin geçimi ise tamamen erkeğe ait idi.

Günümüzde ise kadınların büyük çoğunluğu çalışıyor. Bir zamanlar çalışmayan ev kadınları da hayat şartlarından dolayı çalışmak zorunda kalıyor.

Kısaca günümüzde eşlerin büyük çoğunluğu çalışıyor. Evin idare ve ekonomisi de ortaklaşa gideriliyor. Eskisi gibi evin tüm yükü erkekte değil.

Günümüzde durum bu ise de kocası öldüğü halde yaşayan yaşlı kadınlar var. Bu kadınların çoğu ev sahibi olduğu için bir sosyal güvencesi yok. Vefat eden kocasının sosyal güvencesi varsa emekli maaşı olarak onu almaya ve kocasından kalma bir evi varsa o evde kalmaya devam ediyor.

Ev hanımı olduğu halde kocasının vefatıyla birlikte emekli maaşı alamayan kadınlar da var. Bunlara da devlet dul ya da yaşlılık maaşı veriyor ama bu maaşla günümüzde geçinebilmeleri mümkün değil.

Çalışan eşle veya çalışmayan eşle evlilik kişilerin tercihi olsa da kişi eğer çalışmayan bir eşi tercih etmişse, kadınların erkeklerden daha uzun yaşadığı göz önüne alınırsa, bu kocaya düşen, vefatının ardından eşini mağdur etmemek olmalıdır. En azından kendisinden sonra kadın ele avuca bakmamalı. Kadın, kocasının emekli maaşını almalı. Aynı zamanda başını sokabileceği bir evi de olmalı. Çalışmayan eşi tercih eden kocanın eşine maaş ve ev bırakması olmazsa olmazdır. Değilse kadın, oğlan ve kızın evinde dolaşır durur.

Erkeğin görevi bundan ibaret değil. Çünkü koca aynı zamanda babadır. Baba ise evin direğidir ve her şeydir. Baba çocuklarına karşı da görevlerini yerine getirmelidir. Onları namerde muhtaç etmemeli. Orta seviyede geçimlerini sağlamalıdır.

Baba, çocuklarına miras olarak illa mal mülk, ev bark bırakmak zorunda değil. Ama onları okutmalı ya da bir meslek sahibi yapmalıdır. Çocuklarını evlendirebilmeli, onların düğünlerini yapabilmeli. Hiç olmazsa katkı sunmalı. Onları bir başkasına muhtaç etmemeli.

Okutma, asgari seviyede geçimlerini sağlayamıyorsa, düğünlerine katkı sunamıyorsa, bu baba babalık görevini yapamamış demektir.

Baba, babalık görevini yapamayacaksa, çocuklarının ibate, iaşe ve düğünlerinde varlık gösteremeyecekse bakabileceği kadar çocuğa sahip olmalıdır. Rızkı veren Allah'tır deyip aman ne halleri varsa görsün dememeli. Evini, barkını geçindirmek için çalışıp çabalamalı. İş yok diye evin bir köşesinde yan gelip yan yatmamalı. Çünkü iş evden camiye, camiden eve ya da kahvehaneye gitmekten ibaret değil. Allah'a karşı görevin yanında asla evini ihmal etmemeli. İkisini birlikte götürmeli. Değilse Allah'a karşı görevini yaparken evine karşı görevini yapmamış olur.

Kısaca aile olmak zordur. Baba olmak daha bir zordur. Babalık görevini hakkıyla yerine getirenlere ne mutlu. Çocukları babalarıyla gurur duyuyordur. Ardından hayır dua ediyordur.