18 Mart 2025 Salı

Tanıdık Senaryo

Bir tek su uyur, düşman uyumaz bilirdim. Görüyorum ki bir de devlet uyumuyor. Her şeyi arşivliyormuş. Sanırsın ki devlet uyudu. Değilmiş meğer. Sadece zamanı varmış bazı şeyleri arşivlerden çıkarmak için. Uyur taklidi yapıyormuş.

Tüm olup bitenlerden anlıyorum ki devlet bizden çok merhametli. Kişinin diplomasını kurumlar eliyle iptal ettirirken üniversite diplomasıyla yetiniyor. Bir de bu iptali çok önceden yapıyor ki mağdur olanlar ya da kendini mağdur sayanlar tedbirini alsın. Süresi içinde herkese açık olan üniversiteyi okusun diye.

Ya bir de ilk, orta veya lise diplomasını iptal etse, bu durumda insanımız ne yapardı? Ana, baba olduktan sonra bir de ilkokul çocuklarının arasında okumak vardı. Yani uzun iş.

Tüm bu olup bitenlerden edindiğim tecrübe şudur ki:

Devlete ve devlet ricaline meydan okumayacaksın.

Kimsenin özellikle etkili ve yetkili kişilerin suyunu bulandırmayacaksın.

Aşık atacaksan, kiminle aşık atacağını iyi bileceksin.

Kimsenin tavuğuna kış demeyeceksin.

Uslu çocuk olacaksın.

Söz dinleyeceksin.

Gözünü yukarılara dikmeyeceksin.

Yerini ve haddini iyi bileceksin.

Üniversite okurken kazandığın üniversiteye razı olacaksın. Yatay geçişle başka üniversiteye geçmeye kalkmayacaksın.

Etim ne budum ne diyeceksin.

Dağdan gelip bayırdakini kovmaya kalkmayacaksın.

Herkesin okuduğu şiiri okumaya kalkmayacaksın.

Böyle yapmayıp da bir yerlere çomak sokmaya kalkarsan, bil ki devletin o şefkatli tokadı karşısında muhtar bile olamayacak duruma düşersin.

Düşünce de bir süre yanında kimseyi bulamazsın.

Sonra mağdur sayılıp önün açılırmış, tüm makamlar önüne serilirmiş. Bu kadarını bilmem.

Yalnız bilmen gereken bir şey var. Hazırlanan senaryonun dışına çıkmayacaksın. Sabredeceksin. Ben bu senaryoyu bir yerden hatırlıyorum diyeceksin. Çünkü bu tür senaryoların sonu hep mutlu biter.

Yeter ki sabretmesini bilesin.

Sana biçilen senaryoya razı gelmezsen, bir kaşık suda boğarlar. Bu durumda seni ben bile kurtaramam.

Ben de Yatay Geçiş Yapmıştım

Dostlar!

Bir düşüncedir aldı beni.

Moralim bozuk.

Benim moralim bozuk olmasın da kimin morali bozuk olsun.

Derdin ne derseniz?

Şu diploma iptali iyi olmadı. Zira bu iptal şu ya da bu şekilde beni de ilgilendiriyor. Çünkü 1988 yılında ben de Erciyes Üniversitesinden Selçuk Üniversitesine yatay geçişle gelmiştim.

Devlet 90 yıllarındaki yatay geçişleri didik didik incelediğine göre öyle zannediyorum, 90 öncesi diplomaları da inceleyecek.

Acaba bu incelemede benim yatay geçişte de bir usulsüzlük tespit edilebilir mi?

Eğer öyle olursa bilin ki yandım demektir. Çünkü 91 yılında aldığım ve 34 yıldır kullandığım diplomam çöpe gidecek demektir.

Diyelim ki eğitim ve öğretimin düze çıkması ve eğitimin şahlanması için bu tür yanlışlıklardan kurtulmamız gerekiyor. Bunun için değer diyelim.

Yalnız diplomam iptal edilince görevimi yapamayacağım. Buna da şeriatın kestiği parmak acımaz diyelim.

Ya benden, bu diplomadan yediğim ekmeğim parası yasal faizi ile birlikte istenirse işte o zaman ben ne yapacağım? Kendimi satsam ödeyemem devlete olan borcumu.

Devlete borçlu da gitmek istemiyorum.

Çocuklarımın hepsi bir araya gelse onlar da bu borcu ödeyemez.

Büyük ihtimalle çocuklarım reddi mirasa başvururlar. Yani borcumu üstlenmezler.

Bu şekil diplomasız ve borçlu ölürsem, eş dost bunun devlete borcu vardı. Bunun cenaze namazı kılınmaz derse bilin ki cenazem ortada kalır.

Bir de yıllar yılı sahte diploma ile öğretmenlik yapmış diye ardımdan konuşacaklar.

Ya bir de devlet "Bunun okuttuğu ve verdiği notları da iptal edeceğim” derse, okuttuğum öğrenciler de mağdur olacak.

Çocuklarım sahte diplomalı bir babanın evladı oldukları için milletin yüzüne bakamayacak. Hele bir de başkalarının babası gibi miras bırakacağı yerde bizim babamız bize borç bıraktı derlerse mezarda da rahat yatamam.

Gördüğünüz gibi durum bildiğiniz gibi değil. Çok vahim çok. Çünkü bunun zararı sadece beni değil, herkesi etkileyecek.

17 Mart 2025 Pazartesi

Hayata Dair Sözler *

Hayatın Bana Öğrettiklerinden *

Bir kimse iki kuşu birden yakalayayım derse her ikisini de kaybeder.

Çalışmaktan kaçan kimse rahatını kaçırır.

Aceleyle cevap veren kimse doğru cevap veremez.

Fikirlerin senin içindir, sözlerin ise başkaları için.

Mütekebbir adam, yüksek bir dağın zirvesinde oturan gibidir. Kendisi insanları, insanlar da onu küçük görür.

Biriyle olan alakanı kestiysen, onun hakkında konuşmayı da kes.

Hikmet ehlinden sözler

* Söz ilaç gibidir. Az kullanırsan fayda sağlar. Çok kullandın mı ya öldürür veya ağır hasta eder.

* İştahın olunca sofraya otur. Ve hâlâ iştahın varken yemeyi bırak.

* Dostun; sana sadık kalandır, her yaptığını onaylayıp kafa sallayan değildir.

*Bazen faydalı bir öğüt bir mecnunun diliyle de gelebilir.

* Suyunu içtiğin kuyuya taş atma.

*Müflis; malını değil, edebini kaybeden kişidir.

 
Hz İmam Ali'den

İnsanın cevheri şu üç şeyde saklıdır:

*Fakirliğini öyle bir saklar ki insanlar onu zengin sanır.

* Öfkesini öyle saklar ki insanlar onu neşeli sanır.

*Yaşadığı zorlukları öyle bir saklar ki görenler onun nimetler içinde yüzdüğünü sanır.

*Bu alıntılar Mehmet Cömert’e ait. Kendisi Arapçası iyi bir din görevlisi. Zaman zaman Arapçadan çeviriler yaparak WhatsAppındaki kayıtlı bazı numaralara gönderir.

*02.04.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Ne Hasbi İnsanlarmış!

"Kurucu Önder”e, PKK'ye şartsız silah bırak çağrısı yap deniyor.

"Kurucu Önder", emriniz olur diyor ve örgütüne bir mektup yazarak silah çağrısı yapıyor. Bu çağrı için hiçbir şart ileri sürmüyor.

Çok geçmeden örgütün dağ kadrosu Kandil, bu emre uyacağız deyip önce ateşkes ilan ediyor. En kısa zamanda örgütü toplayıp bu çağrıyı değerlendireceğiz diyor ve çağrıya olumlu cevap veriyor. Bunun için hiçbir şart ileri sürmüyor. Şu olsun, bu olsun demiyor.

PYD lideri Salih Müslim, çağrıyı olumlu buluyoruz. Bu emre uyacağız diyor. Bu da hiçbir şart ileri sürmüyor.

İmralı ile devlet arasında aracılık eden siyasi parti temsilcileri de bir şey istemiyor.

SDG, Suriye yönetimi ile anlaşma yapıyor. Ortada ne özerlik var ne başka bir istek.

Kırk yıldır bizi uğraştıran, uğruna binlerce insanımızı teröre kurban ettiğimiz bu kanlı sürecin tere yağından kıl çeker gibi şartsız, şurtsuz bitecek görünmesi, tarafların hiçbir şey istememek için sıraya girmesini görünce, taraflar ne hasbi insanlarmış diyesi geliyor insanın.

Bu iş bu kadar kolay mıydı zaten hiç içimizden çıkmıyor.

Kaç nesli terörle uğraştıran terör örgütünün beklenmeyen bu hareketini görünce, terör örgütü deyip de geçmemek lazım dedirtiyor insana. Terörist ama o kadar da kötü değillermiş diyesi geliyor insanın.

Zamanında terörist başı, katil, bebek katili türünden dediğimiz şeylerden dolayı utanası geliyor insanın.

Hele hiçbir şart ileri sürmemeleri ne hasbi insanlarmış bunlar. Ama biz bu cevheri tanıyamamışız noktasına geldik.

Ama bir hakkı teslim edelim. Terör örgütünün, başıyla kuyruğuyla süreci devam ettirmesini görünce biz de içimizdeki cevheri çıkarıverdik. Artık onlara terörist demiyoruz. "Kurucu Önder" diyoruz.

Öyle ya bu işler karşılıklı. Onlar bir adım atarsa biz de on adım atmalıyız. Hatta örgüt bize yaşattıklarından dolayı özür dilemese bile bizim, "Sizi tanımadan biz size terörist dedik. Hakkınızı helal edin. Siz gerçekten vatan aşığı imişsiniz. Gerçek ülke sevdalısı siz imişsiniz" demek lazım.

Hasılı, aktörlerin problemi çözmek için taşın altına ellerini koyması, gözleri yaşatan bir gelişme. Böyle hasbi insanlar oldukça bu ülkenin çözülmedik hiçbir meselesi kalmaz.
İyi ki varlar...

Algıyı Basite Almamak Lazım

Gerçeğe aykırı beyana yalan denir. Yalancının mumu da yatsıya kadar yanar. Çünkü gerçek er veya geç ortaya çıkar.

İftira da kişide olmadığı halde olumsuz bir şeyi kişinin üzerine atmaktır. Bu da yalan beyanıdır ama yalandan daha tehlikelidir. İftira için de çamur at izi kalsın denir. Kişiyi olumsuz yönde etkiler ise de atılan çamurun bir müddet sonra aslının olmadığı ortaya çıkınca kişi temize çıkar.

Yalan ve iftiranın dışında bu ikisinden daha tehlikeli olan ve bu ikisine rahmet okutan bir üçüncüsü var ki bu da algıdır. Çünkü yalan ve iftiranın gerçekliği bir gün ortaya çıkar ve ilgili kişi ve kurumları temize çıkarır. Her ne kadar "Gerçeklerin bir gün ortaya çıkma gibi bir huyu var" dense de bizim ülke için gerçeklerin ortaya çıkmama ve çıkarılmama gibi kötü bir yönü vardır ve bu algılar ilanihaye devam edebiliyor. Kişi, kurum ve zümrelere belden aşağı vurma olduğu için Bizans oyunlarının çok oynandığı bu topraklarda algılar hep geçer akçedir.

Algılar, sonuç alan bir aparat olduğu için hemen hemen her alanda kullanılmaya devam ediyor. Üzerinde bir algı oluşturulursa sen istediğin kadar ben öyle değilim de. İstersen bilimsel ispat yap. Mümkün değil, üzerindeki algıyı kaldırmak. Seninle mezara gider. O yüzden algıların öldürücü yönü var. Ama algıcılar öldürmekten ziyade komada kalman için uğraşır ki o çamur daima alnında kalsın. Kendileri de daima ekmek yesinler.

Oluşturulan algılara dair birkaç örnek vereyim ki ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın.

Mesela tarihi bir şahsiyet olan 2.Abdülhamit için şehir efsanesi olmuş algılar vardır. Bir kesimin gözünde Ulu Hakan, Cennet mekan, döneminde bir karış toprak kaybetmemiş bir padişah iken diğer kesimin gözünde Kızıl Sultan, pinti, istibdatçı vs.

Bildiğim kadarıyla Osmanlı'da en çok toprak II. Abdülhamit zamanında kaybedildi. Tarihi bir gerçeklik olmasına rağmen "Bir karış toprak kaybedilmedi" demek bir gerçeği örtbas etmektir. Bu algı ile büyüyen, ortamında bundan bahseden az değil bu ülkede. Halkın en alt tabanından en üstüne varıncaya kadar Abdülhamit döneminde toprak kaybedilmediğine inanan milyonlar var bu ülkede.

Okuyan, araştıran ve sorgulayan bir toplum olmadığımız için tarihi bilgimiz şehir efsanesi haline gelen kulaktan dolma bilgilerden ibaret.

Bir başka örnek verelim. Yıllardır şampiyon olamadığı için şampiyonluğa susayan FB, şampiyon olmanın kriterlerini yerine getireceği yerde iki senedir bir "yapı" tutturdular gidiyorlar. Yapıdan dolayı şampiyon olamıyoruz sözünü o kadar dillendirdiler ki buna inanan milyonlarca FB taraftarı var. Hala yapıyı yıkacağız diyorlar. Böylece şampiyon olamama suçunu başka gerekçelere dayandırıyorlar.

İnönü dönemi de oluşturulan algılardan. Aradan 75 yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu döneme ait oluşturulan algılar üzerinden birileri ekmek yemeye devam ediyor.

Burada olup bitenlerin hepsi gerçek dışı algı demek istemiyorum. Algılarda gerçeklik payı vardır. Doğru ile yanlış karıştırılarak ve abartılarak servis edilir. Algının ne kadarı doğru ne kadarı yanlış, hangi kısmı doğru hangi kısmı yanlış, bunu bilmek mümkün değil. Gerçek de ortaya çıkmaz. Sadece rakibi susturmak, onu savunmaya geçirmek için kullanılır.

Hasılı algının karşısında ne yalan dayanır ne iftira. Birilerinin ekmek yediği ekmek teknesidir. Oturmuş bir sistemi olmayan ülkelerde her şey algılarla yürütülür. Birileri algı yönetimini çok iyi biliyor. Basite almamak lazım.

16 Mart 2025 Pazar

Bir Bankadan Öte Her Şey (2)

Bu banka ülkemizde ne kadardır faaliyette bilmiyorum. Böyle bir banka olduğunu da maaş hesabı açtıracağımda öğrenmiş oldum. Adı, sanı duyulmamış bu bankayı da kurumum nereden buldu demişliğim bile var. 

Gel gör ki benim bu hayretim bir önyargıdan ibaretmiş. Çalışmadan bilinemezmiş işletme ve insanlar. 

9 aydır bu banka ile çalışıyorum. Bankaya ilk defa hesap açtırmak için gittim. Bir de bir şubesine gittim. Hesap açtırırken banka ile ilgili kanaatim olumlu idi. Sonra merkez şubesine gittiğimde işleyişinden pek memnun kalmadım. 

Bankayı daha çok gönderdiği mesajlarla tanıyorum. Günlük birkaç defa mesaj gönderir. Gönderilen mesajlar da bugüne kadar çalıştığım onca bankanın mesajından çok farklı idi. Bunu daha önce "Bir Bankadan Öte Her Şey" başlıklı yazımda (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/10/bankadan-ote-her-sey.html) değinmiştim. 

Beni yeniden bu yazıyı yazmaya sevk eden ise bankanın gönderdiği farklı mesajlar. Böyle mesajları daha önce ne gördüm ne de duydum. Gelen mesajlardan anladım ki bankam kendini daha da geliştirmiş ve emsallerine fark atmış. Beni benden fazla düşünüyor. Gönderilen mesajları birkaç kişiye gösterdim. Onlar da şaşırdılar. 

Resimdeki mesaj her şeyi anlatıyor, başka söze gerek olmasa da yine de duygularımı ifade etmek isterim. 

Resim formatında koyduğum mesaj maaşımı aldığım bankanın mesajı. Oğluma bir ay önce gönderdiğim harçlığın günü gelir gelmez, "Fehmi Yüce'ye henüz para göndermedik. Ödemenizi sizin için hazırladım" mesajı gönderiyor. Pes doğrusu mu diyeyim. Helal olsun mu diyeyim bilemedim. Görünen o ki oğlumun arkasında banka var. Bu banka olduğu müddetçe oğlumun sırtı yere gelmez. Adeta "Çocuğu harçlıksız bırakma" diyor. 

Bununla kalsa iyi. İzleyen günlerde başka mesajları da geldi. Bu sefer ay başında gönderdiğim tüm EFT'leri yazıp göndermiş. 

Bu banka olduğu müddetçe para benden çıkacak olsa da benim de sırtım yere gelmez. Olur ya unutursam diye hatırlatıyor ve beni benden fazla düşünüyor. 

Hele "Maaşınız yattı. Sizi rahatsız etmemek için geç vakitte haber vermedim" demesi de takdire şayan. Gördüğünüz gibi gece gece mesaj göndermiyor. Bu da bankanız görgü kurallarına da önem göstermesi dikkatlerden kaçmıyor.

Hasılı, bankam bir bankadan öte her şey. İşin garibi geç de olsa bulduğum, daha önce görmediğim, her geçen gün iyice ısındığım, görgü ve nezaket timsali bu banka ile iki ay sonra belki de yollarımız ayrılacak. Çünkü mayıs ayında kurumun anlaşması sona eriyormuş. Kurum aynı banka ile anlaşır mı bekleyip göreceğiz. Çünkü ne kadar memnun olsam da kurumların ilk ve tek kriteri hangi bankanın ne kadar promosyon vermesi üzerine. Bir başka banka mevcut bankadan fazla verirse, o bankaya gideceğiz.

Eğer bu banka en yüksek promosyonu vermez de başka bankaya gidersek, bilin ki en fazla üzülen ben olacağım. Öyle ya bir bankadan öte her şey olan bu banka bırakılır da gidilir mi? 

15 Mart 2025 Cumartesi

Kefaret Orucu

Bir zamanlar sakız çiğnemek orucu bozar mı soruları geride kaldı. Şimdi öğrenciler, "Bile bile orucu bozarsak 61 gerekir mi" diye soru soruyor, hem de birçok öğrenci birden.

Bu yazımda bile bile oruç bozmanın kefaret gerekip gerekmediğini ele almak istiyorum.

İlmihal kitaplarımızda orucu bile bile bozmanın cezası olarak "İki ay peşi sıra oruç tutmak ve bozduğumuz gün kadar oruç gerekir" yazılı.

Halkımız da böyle biliyor. Daha doğrusu 61 gün oruç tutmak gerekir şeklinde.

Bile bile oruç bozmanın cezası bir defa 61 gün değildir. Oruç bozan biri hangi ayda oruç tutacaksa, o aylar hicri takvime göre kaç çekiyorsa, o kadar ve bozduğu gün kadar tutulmalıdır. 61 galatı meşhur olmuştur.

Kefaret orucuna başlayan kişi o ayın ve takip eden ayın kaç çektiğine bakar. Diyelim ki bu aylar 29+29 çeksin. Bu durumda 58+1= 59 gün oruç tutması gerekir. Bu aylar 30+30 çekerse, 60+1 olmak üzere 61 gün tutacaktır. Kişi birden fazla oruç bozmuşsa, mesela 5 gün oruç bozdu diyelim. Bu durumda 30+30+5 olmak üzere 65 gün oruç tutmalı. İki ayı hiç ara vermeden arka arkaya tutmalı. Bozduğu günleri diğer günlerde ayrı ayrı tutabilir.

Bu anlattığım ilmihallerde yazan kefaret orucunun açıklamasıdır.

Bu kefaret orucu yani bile bile oruç bozmanın cezası Kur'an-ı Kerim'de yazmıyor. Zıhar ayetindeki kefaret orucu bile bile oruç tutmaya kıyas yapılmıştır fıkıhçılar tarafından.

Katılır veya katılmazsınız, ben bu kefaret cezasını çok ağır buluyorum. Bile bile oruç bozmanın cezasının bu derece ağır olmaması gerektiğini düşünüyorum. Fıkıhçıların, insanımız orucunu bozmasın diye böyle bir kıyası tercih ettiklerini zannediyorum.

İyi niyetle ve insanımızı sakındırma amacıyla böyle bir ceza takdir edilse de insan psikolojisini göz ardı eden bir fetva olarak görüyorum. Bir gün orucunu tutamayan bir kimseye peşi sıra iki ay oruç tutturmaya çalışmanın uygulanabilirliği çok zordur. Bunu çok az insan yerine getirebilir. Öyle ya bir gün oruç tutmada zorlanan ve orucu bozan insandan iki ay oruç tutmasını beklemek insana gününü göstermek demektir.

Bir diğer husus, bir şeyin cezası misliyle olmalıdır. Kısasta bile durum böyledir. Cana can, dişe diş dedikleri ne eksik ne fazla, misliyle demektir. Bir kişi bile bile orucunu bozarsa bozduğu gün kadar yani güne gün oruç tutmalıdır. Doğrusu da budur.

Bir diğer husus, yine ilmihal kitaplarında yazdığına göre niyetlenmeyip oruç tutmayan kimse için güne gün oruç tutar denilirken, niyetlenip ardından oruç bozana iki ay ceza bana göre bir çelişkidir. Biri belki de keyfi olarak oruca niyetlenmiyor, diğeri tutacağım deyip iyi niyet gösteriyor ve oruca başlıyor. Nefsine ağır geldiği için dayanamayıp bozuyor. Bence oruca niyetlenen, iyi niyetli ama sözünde duramamış ve bozmuş. Bu iyi niyetin cezası 60 kat ceza olmamalı. Eğer kat kat ceza verilecekse niyetlenmeyen kişi için düşünülmelidir.

Burada, bile bile niyetlenmeyen iki ay tutmalı demiyorum. Çünkü bu da güne gün tutar. Sadece iyi niyet gösterene takdir edilen cezaya dikkat çekmek için böyle dedim. Mantık da böyle olmalıdır. 

Sözün özü, cezalar anlaşılabilir olmalı, orantılı olmalı, kat be kat ceza olmamalı. Niyetlenen de niyetlenmeyen de güne gün oruç tutmalı. Kısaca insafı elden bırakmayalım. İnsanımıza hayatı zorlaştırmayalım, kolaylaştıralım demek istiyorum.

Not: Kendimi fetva vermeye haiz görmüyorum. Sadece bu konudaki görüşümü açıkladım.