17 Şubat 2025 Pazartesi

Adaleti Yabancıdan Beklemek *

Dünyanın, özellikle bir İslam dünyasının herhangi bir yerinde, bir iç karışıklık veya savaş olur.

İç karışıklığı veya savaşı durdurmayı süper güçlerden, özellikle ABD'den bekleriz.

"Burada petrol yok da ondan müdahale etmiyor. Ölenler nasılsa Müslüman. Müslüman'ın Müslüman'dan başka dostu yoktur" gibi serzenişlerimiz olur.

Kendi sağlayamadığımız barışı bitimi kadar sevmediğimiz ABD'den bekliyoruz.

Süper Lig kulüplerimiz hemen hemen her maçında, hakemler tarafından korunup kollanmasına rağmen takımlarının aleyhine bir düdük çalsa, o hakemi yerin dibine batırıyorlar. İstenmeyen kişi ilan ediyorlar.

Büyük kulüplerden özellikle GS ve FB kendi maçlarındaki pozisyonlardan ziyade ezeli rakibinin pozisyonlarını masaya yatırıyor. "Yok penaltı idi, değildi, öncesinde faul vardı. Pozisyon sarı kart idi, göstermedi, kırmızı karttan atılmalıydı. İkinci sarıyı veremedi. Bu hakemlerle olmaz. Bu lig bitmez. Biz kendi lehimize bir şey istemiyoruz. Sadece adalet istiyoruz" gibi açıklamalar yapıyorlar.

Sonunda olmayacak bu hakemlerle deyip yabancı VAR'da karar kıldılar.

Bunun ardından orta hakemler de yabancı olsun şeklinde şimdiden dillendirmeye başladılar.
Bu ağlama, sızlama böyle devam ederse büyük ihtimalle orta hakemler de yabancı olur.

Kendi hakemlerimizle sağlayamadığımız adaleti yabancı hakemlerden bekliyoruz.

Kendi futbolcularımızı beğenmiyoruz. Beğendiklerimize de fazla para vermiyoruz. Futbol hayatının son demlerini yaşayan yabancı futbolculara dünya kadar para vererek bunlarla maç kazanmayı, şampiyon olmayı, takımı kurtarmayı bekliyoruz.

Aynı şekilde çoğu kulüplerin teknik heyeti de yabancı.

İster futbolcu ister futbolcu olsun bu yabancılar öyle bir sözleşme yapıyorlar ki iyi oynasalar da kötü oynasalar da son kuruşuna kadar paralarını alıp öyle gidiyorlar.

Verdiğim örneklerden anlaşılacağı gibi barış için ABD'den, adalet için yabancı hakemden, iyi futbol için yine yabancıdan, aynı şekilde iyi oyun oynatmadı ve şampiyon yapması için yabancı teknik direktörden medet bekliyoruz.

ABD kaostan besleniyorsa niye akan kanı durdursun?

Kendi hakeminle sağlayamadığın adaleti, yabancı hakem niye ve nasıl sağlasın?

Kendi futbolcundan ve teknik heyetinden alamadığın verimi, yabancı futbolcu ve teknik heyet niyet versin?

Burada el elin eşeğini türkü çağırarak arar sözünü tam hatırlamanın zamanı.

Bizim bir defa bu kafa yapısından kurtulmamız gerekir.

Bir diğer husus, bizim bu her şeyi başkasından bekleme, onları kurtarıcı görme durumumuz şuna benzer: Görücü usulü evlenmenin yaygın olduğu eski zamanlarda, oğluna gelin arayan anne, mahallesindeki komşu kızını beğenmez, burun kıvırır. Oğluna uzak mahallelerden kız arar ve bulur. Bu annenin niyeti halis. İstedi ki ailemize ve oğlumuza yakışan bir gelin olsun. Uyum ve geçim olursa ne âlâ. Şayet olmazsa, annenin ömrü pişmanlıkla geçer. Mahallemdeki gül gibi kızı kaçırdım diye. Teşbih oldu veya olmadı. Ama şu var ki biz her şeyi uzaktan, yaban ellerden ve yabancılardan bekliyoruz. Şu var ki kendi ülkesinde kendi insanıyla adaleti sağlayamayan, başkasıyla özellikle yabancıyla asla sağlayamaz.

Sözü uzatmadan, adalet arayan bizler gerçekten adaleti istiyor muyuz? İstediğimizi sanmıyorum. İstesek şu âna kadar sağlardık. İstemiyoruz ki beklenen adalet bir türlü gelmiyor. Biz ne istiyoruz? Bizi koruyup kollayan, istediğimizin gerçekleşeceği kendi adaletimizi istiyoruz. Buna da adalet denmez zaten.

*21.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

16 Şubat 2025 Pazar

Din Eğitiminin En Sakıncalı Kısmı

"Din eğitiminin, benim gördüğüm en sakıncalı kısmı, yetkin olmayan ellerde hazırlanıp yetkin olmayan eller tarafından verildiğinde; bizler metafiziksel varlıklarız. Bizlerin ruhsal dediğimiz bir yanımız var. Büyük sorulara, büyük konulara meraklıyız. Bu meraklarımızı öldürüyor daha erken yaşta. Çocuğa daha erken yaşta uyuşturucu nev’inden bir dini formülasyon yüklendiği zaman 50-60 yaşına kadar hiçbir sorun yaşamadan zararsız bir vatandaş yetiştirebiliyorsun. Demek ki sistem bunu istiyor"(https://youtube.com/shorts/wK0IDpdT0Ew?si=_o2wQfKEPmbgLLIf)

Bu alıntı, Sinan Canan'a ait. Sinan Canan, "Gerek öğrenme, lisan, zihinsel performans, yaratıcılık, sanat, inançlar, eğitim, ebeveynlik gibi temel konuların nörobiyoloji açısından açıklamaları üzerine, gerekse kaos teorisi, karmaşıklık, fraktal geometri, doğadaki biçimler gibi genel bilimsel konular üzerine verdiği eğitimler, konuşmalar ve Youtube yayınları ile tanımıştır". (Wikipedia).

Sinan Canan'ın bu kısa videosundan siz ne anladınız ya da bu görüşüne katılıyor musunuz? Tespitini ne derece objektif bulursunuz bilmem. Ben hem ilginç buldum hem de tespitini yerinde buldum.

Canan'ın bu kısa videosundan, sistemin ya da yerleşik düzenin, uslu çocuk uslu vatandaş uslu insan yetiştirmek istediğini bunun için de din eğitiminden yararlandığını anlıyorum. Bu amaca ulaşmak için sistemin;

Yetkin olmayan ellere din eğitimini hazırlattığı,

Yine yetkin olmayan kişiler eliyle din eğitimini verdirdiği,

Çocuklara, uyuşturucu nev’inden bir dini formülasyon yüklendiği,

Yüklenen bu etkinin insandaki fiziksel ve ruhsal merak duygusunu yok ettiği,

Bunun da 50-60 yaşına kadar sürdüğü,

Böylece zararsız vatandaş yetiştirmiş olduğu,

Anlaşılıyor.

Canan’ın bu tespitini test için din eğitimi alanların yaşantısını göz önüne getirmek gerektiğini düşünüyorum. Din eğitimi alanların sosyal medya paylaşımları bile bize bazı ipuçları verebilir.

Videoda geçen din eğitimi derken sadece İslam dini eğitimi anlaşılmamalı. Sistemler tarafından dinlerin bu şekilde kullanıldığı düşünülmelidir.

Burada İŞİT, DAİŞ, el Kaide, Taliban türü örgütlerin uslu çocuktan ziyade zararlı ve yaramaz çocuk yetiştirdiği söylenebilir. Buna da şöyle cevap vermek mümkün. Uluslararası sistem, bir yerdeki emellerine ulaşabilmek için bu tür örgütleri öne sürdüğü, bu örgütlerin, gerçekleştirdiği terör eylemleri o ülkeyi işgali beraberinde getirdiği düşünülürse, bu örgütlerin de sistemin bir parçası olduğu anlaşılır.

Sonuç olarak, adı din eğitimi veya herhangi bir ideoloji olsun, çocuk veya genç yaşta boş veya sıfır beyinlere fazlaca enjekte edilirse, hepsi uyuşturucu etkisi yapar sonucu çıkarılabilir. Bu da birçok şeyi insana sorgulatmaz. Çünkü hayata tek pencereden baktırır. Sadece o pencereyi doğru diye dayatır. Uyuşturucular da böyle değil mi? O yüzden din eğitimi veya herhangi bir ideoloji; alınacak, öğrenilecek veya öğretilecekse; zamanında, kıvamınca, yeterince, ehlinden, doğruca alınmalı. Çoğu zarar, azı karar babından ne eksik ne de fazla.

Uzatmalara Oynamanın Yolları

"Bir işte ulaşılan en üst aşamaya" zirve deniyor. Doruk demektir.

Zirve, bir dağın en üst tepesi olduğu gibi makam, mevki, şöhret, zenginlik, itibar, güç, iktidar vs. de olabilir. Çünkü her biri merhale ve mertebedir.

Neyin zirvesi olursa olsun. Zirvelere çıkmak zordur. Çünkü efor gerektirir. Aynı zamanda zirvede tutunmak ve kalıcı olmak da zordur. Çünkü zirvenin gereklerini yerine getirmek, bu konuda istikrarı yakalamak, değişmeyen tek şey değişimdir sözünün gereği olarak olumlu yönde sürekli yenilenmek de hiç kolay değildir.

Zirve bazen göz kamaştırır, insanı ne oldum delisi yapar, kibre sevk eder. Bu özellikler zirveden inişi hızlandırır. Çünkü kibir gerçekleri perdeler.

Zirveye çıkanın veya zirvede olanın alternatifi varsa zirvedekinin ayağı yere sağlam basar. Hata yapma lüksüm yok. Zira alternatifim var diyerek yoğurdu üfleyerek yer. Hatayı minimuma indirmeye çalışır. Rakibin nefesini arkasında hissettiği için zirvede tutunmanın gereklerini yerine getirir.

Zirvedekinin alternatifi yoksa güç zehirlenmesi yaşar. Nasılsa alternatifim yok diyerek hata üstüne hata yapar. Kişiyi tembelleştirir. Yerinde saydırır. Bu da yıpranmayı beraberinde getirir. Zirvede tutunmayı zorlaştırır.

Bu durumda yani alternatifsizlik durumunda, zirvede kalmam için alternatif bulmak gerek deneceği yerde işin kolayına kaçılır. Pansuman tedbirlere başvurulur, tüm güç devreye sokulur ve uzatmalara oynama tercih edilir:

Çıkan alternatifleri veya alternatif ihtimali olanlar yok edilir ya da yok edilmeye çalışılır.
Terör estirilir.

Kelime oyunlarına başvurulur.

Mazeret ve bahanenin arkasına sığındırır.

Düşman ya da düşmanlar üretilir.

Sakın ha sakın denersek aba altından sopa gösterilir.

Süreti haktan tavrı sergilenir.

Eleştiriye tahammül gösterilmez. Kazara eleştirmeye kalkan olursa değişik yollara başvurmak suretiyle bir şekilde had bildirilir. Böylece diğer insanlara gözdağı verilir ve susturulur.

Bu suskunluğu gören zirve sahipleri, hah şöyle. Dinsizin hakkından imansız gelir. Bak nasıl kuzu gibi oldu, öbürleri de sesini kesti. Demek ki doğru yoldayız zehabına kapılır.

Aslında salınan bu korku zirveyi sağlamlaştırmaz. Sadece belli bir süre uzatır. Bu uzatma ise sonun başlangıcıdır. Çünkü zirve alttan alta çürümeye, fokurdamaya başlar. Zirve sahipleri bu çürümeyi göremez. Çünkü zirve, zirvenin altını göremez, Görse de ellerinde bildik pansuman tedbirlerinden başka malzemeleri de yoktur.

Sözün özü, siz olsanız zirvede kalmanın gereklerini mi yerine getirirsiniz ya da zirvede tutunabilmek için uzatmalara mı oynamayı tercih edersiniz? Herhalde zirvede kalacak yüzü olmayanların başvuracağı tek yol, uzatmalara oynamak olur. Başka da ellerinden bir şey gelmez. Ama her uzatmanın kaçınılmaz bir sonu vardır. Çünkü düşmez kalkmaz bir Allah'tır sadece. 

15 Şubat 2025 Cumartesi

Kabartma Tozunun Başıma Açtığı İş

Gözüme masada alınacaklar listesi ilişti. Daha doğrusu çarptı. 10-15 kalem vardı. Alışveriş olur da çarpmaz mı değil mi?

Akşam alırım. Nasılsa akşam 22.30 sularında işim vardı. O zamana kadar marketler kapanmadan alışverişimi yapar, oradan gitmek istediğim yere geçerim. Markette işim erken biter, 10.30'a biraz zamanım kalır ama gerekirse bir çay ocağı bulur, orada oyalanır, vakit geçiririm dedim.

Akşam 8'i geçerekten evden çıkıp markete geldim.

Markete girmeden bir market arabası buldum. Az portakal alayım dedim. Seçmeye başladım. Ben portakalı seçerken, baktım, başkası benim tezgaha yanaştırdığım market arabasına seçtiği narları koyuyor. O koyduğun narları alırım dedim. "Al" dedi. Şakam yok, alırım dedim. Yine "Tamam, al" dedi. Baktım, bu araba benim. Kendine bir araba bul demek istediğimi anlamadı. Bir uyum örneği göstererek gidip kendime bir araba daha alıp geldim. Portakalı seçip içeri girdim.

Şu reyon, bu reyon, şu marka ürün, bu marka ürün derken markası belli alacaklarımı aldım. Listede olmayan birkaç kalem daha aldım. Sıvı el sabununun hangi markasını, ne tür kokulusunu almak için biraz oyalandım. En fazla da banyo için kireç çözücü almaya vakit ayırdım. Bunun için sonradan terapist olduklarını öğrendiğim yanımdan geçen iki kız çocuğundan yardım aldım. Çünkü hangisinin ne işe yaradığını en iyi kadınlar bilir. Sağ olsunlar üşenmeyip şunu al, bunu al, şunun üzerinde şu yazıyor diye epey yardımcı oldular. Epey bir uğraştan sonra kireç çözücüyü de aldım.

Geriye ne kaldı diye listeye tekrar göz attım. Tüm alınacakları fazlaca almışım. Market arabasını da baya doldurmuşum. Başka ne alabilirim diye reyonlara girerek göz ucuyla baktım. Eve başka alınacak var mı diye mesaj yazdım. Hazır bekliyorlarmış. Şunu da al, bunu da al, bir de kabartma tozu siparişi aldım.

Kabartma tozu dışındaki ilave siparişleri de aldım. Kasaya yakın uygun bir yere arabayı koyup marketin öbür ucundaki sote yerden kabartma tozu almaya gittim. Birden fazla marka vardı. Şunu mu alayım, bunu mu alayım kararını veremedim. En iyisi eve sorayım dedim. Fotoğrafını gönderdim. Sen böyle her alacağının fotosunu çekip gönderiyor musun demeyin. Yarın kabarmazsa, "Aldığın marka iyi değilmiş. Bak kek kabarmadı. Bir daha bu markayı alma" sözünü daha doğrusu azarını işitmektense sormak iyidir. Tavsiye ederim.

Nihayet seçenekler arasında kabartma tozunun en iyi kabartanını emir-demir ilişkisine riayet ederek seçtim. Bir on dakikamı aldı ama olsun.

Hemen market arabasını koyduğum yere geldim. Yerinde yoktu. Acaba koyduğum yeri yanlış mı hatırlıyorum deyip tüm reyonları dolaştım. Benim market arabası uçmuştu sanki. Şuraya koymuş olabilir miyim, yok buraya mı derken sayısını unuttum turumun. Baktığım reyon koridorlarına bir daha bir daha baktım. Kapanmaya yakın olduğu için içerideki müşteriler de seyrekleşmeye başladı. Acaba biri yanlışlıkla kasaya götürmüş olabilir mi deyip kasa önlerine baktım. Birkaç görevliye arabamı bulamıyorum dedim. Görmedik dediler. Herhalde bir tanıdık, benim arabayı sakladı. Benimle oyun oynuyor dedim. Ha şimdi getirir, getirirse de kızayım tanıdığıma. Şakanın sırası değil diyeyim dedim. Yine de bir umut reyonların her birini bir kez daha dolaştım. Görünen o ki şaka maka yoktu. Benim arayıp seçip beğendiğim onca alışveriş listem yoktu. Belli ki bir çalışan, biri aldığını ödemeden bırakıp gitti diye benim alışveriş arabamı boşaltmış olmalı.

En iyisi yeni bir pazar arabası bulup aldıklarımı yeniden almak deyip alışverişe baştan başladım. Bu sefer neyi, nereden alacağıma tecrübeliyim. Her birini elimle koymuş gibi gidip aldım. Çünkü aldıklarımı boşaltan iğreti koymuş. Arabayı bir hızla yeniden doldurdum. Ödeme için kasaya yanaştım. Kasadaki kızımıza, marketin sorumlusu ile görüşebilir miyim dedim. "Ne için?" dedi. Durumu izah ettim. "Beyefendi, burada bu durum çok oluyor. Sahipsiz arabaları elemanlar boşaltır" dedi. Kızım, siz yine de sorumlunuzu çağırın, görüşeceğim dedim. Israrım üzerine marketin sorumlusuna telefon açtı. Biri geldi. "Buyur, sorumlu benim" dedi. Durum böyle böyle dedim. O da "Burada böyle arabayı doldurup bırakıp gidenler oluyor. Elemanlar da boşaltıyor. Biz nelerle karşılaşıyoruz burada" dedi. Kardeşim, sahipsiz arabadan bahsediyorsun. Arabayı bırakıp arka tarafa kabartma tozu almaya gittim. Elemanın ne kadar hızlıymış böyle. Çağır şu elemanını tanıyayım bir. Böyle hızlı ve pratik eleman kolay kolay bulunmaz" dedim. "O arkadaş adına ben özür dilerim. Kusura bakmayın" dedi. Dedim, o arkadaşla tanışmadan gitmeyeceğim.

Bu arada aldıklarım kasadan tek tek geçti. 1300 lira tutmuş hepsi.

Arabayla dışarı çıkıp moralim bozuk beklemeye başladım. Beklediğimi gören sorumlu yanıma geldi. Haydi şu arkadaşı çağır, bir tanışayım dedim. İçeri girip o arkadaşı getirdi. Arabayı boşaltan görevli, "Abi, özür dilerim. Boşaltmadan önce birkaç defa seslendim. Kimse sahiplenmeyince boşalttım" dedi. Be kardeşim, ta arka tarafa sesin nasıl gelsin. Bir on dakika geçti diye emek emek doldurduğum bu araba boşaltılır mı, akşam akşam yordun beni. Bu kadar kısa zamanda boşaltacağınızı hiç hesaba katmadım. Bu arada hızın için seni tebrik ederim ama o hızla, çoğu ürünü yanlış yere koymuşsun. Bir de ben o kadar yana yakıla reyon reyon dolaşırken seni kaç defa gördüm. Üzerinde görevli elbisesi yoktu. Abi, ne ararsın diye niye bir şey demedin dedim. "Doğrudur" dedi. Hem sorumlunun hem arabamı iç eden çalışanın efendilikleri ve samimiyetleri hem de "Biz burada ne arabalar boşalttık, nelerle karşılaştık" demeleri sinirimi geçirdi. Yumuşadım. Arabayı bulamayınca, koyduğum yeri bulamadım, galiba beynim sulanmaya başladı demeye başlamıştım dedim. Gülüştük. Çalışan, "Abi sizin için ne yapabilirim" dedi. Hiçbir şey yapmana gerek yok. İçimdekini boşaltıp rahatladım dedim. "Araban nerede? Oraya kadar götürüvereyim" dedi. Olmaz dedim ise de arabayı aldı, sürmeye başladı. Arabanın yanına varınca, aldıklarımı da poşetledi. Bu esnada kimsin, necisin, nerelisin türünden lafladık. Daha doğrusu o sordu, ben cevapladım.

Vedalaşıp ayrılırken marketin iki ötesi esnafta çalışan biri "Ramazan Hocam" diyerek yanıma geldi. Halimi hatırımı sordu. Karanlık olunca yüz hattından çıkaramadım. Adını sordum. "Hocam, hatırlamazsın falan okuldan A sınıfındandım" dedi. Soyadını söyle dedim. Söyleyince şimdi hatırladım seni dedim.

Velhasılıkelam kelam, hiç yaşamadığım bir alışveriş anım oldu. Gerilimi yüksek bir alışverişti. Aynı zamanda yorucu idi.

Senin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmez demeyin. Her şeyde bir hayır var demek lazım. Aynı zamanda faydası da oldu bu sıra dışı alışverişin:

Alışverişim erken bitecekti. 22.30'da gideceğim yer için erken olacaktı. O vakti bekleyecektim. Baktım, saat 22.20 olmuş. Böylece gerilimi yüksek olsa da vakti geçirmişim.

Gündüzünde 6 bin adım atıp yürüyüşüm eksik kalmıştı. Marketin içinde bir 2000 depar daha atıp 8 bini bulmuş yürüyüşüm.

Marketin sorumlusu ve arabamı boşaltan görevliyi tanıdım. Saf Anadolu insanı idi ikisi de.
Yıllardır görmediğim bir öğrencimle bu vesileyle karşılaştım.

İkinci kez alışverişim hız ve gerilimden ibaret olunca, gündüzü ve gecesi bugünlerde ayaz olan Konya'nın soğuğu bana vız geldi. Çünkü ısınıverdim. Üşürseniz, hız ve gerilim sizi ısıtır, unutmayın. Burada tecrübe konuşuyor.

Sinir patlamasının ardından sinirlendiğin insanlarla kızıp bağırmadan, hakaret etmeden medeni bir şekilde konuşup içini dökünce rahatlıyorsun.

Yorulunca eve gelip bir güzel uyku çekiyorsun. Uyuyamıyorum diyenlere şiddetle öneririm. Vücudunuzu yoracaksınız. Yattığınız yeri beğenirsiniz.

Bundan sonra market alışverişlerinde ben nereye gidersem market arabasının da benimle beraber gitmesi gerektiğini bu tecrübeyle öğrenmiş oldum. Efendim, arabayı dolaştırmayayım. Aldıklarım şurada dursun. Ben gidip şu alacağımı alıp geleyim demek yok. Bu tecrübe de yabana atılmamalı.

Arabamı boşaltan görevli, market arabasını arabanın yanına kadar götürdü. Poşetleyip arabama yerleştirdi. Hangi market çalışanı yapar bunu? Mesela siz alışveriş yaptığınız zaman çalışan, aldıklarınızı arabanıza yerleştirdi mi hiç?

Hasılı bu alışveriş bana 1300'e patladı ama çok şey kazandırdı. Market arabam boşaltıldıktan sonra listeye ve ilave siparişlere bakmadan hepsini gözüm kapalı almışım. Bir tek portakal almayı unutmuşum. Bunu da ödemeyi yapıp çıkarken hatırladım. Bu kadar da olsun. Zaten listede ve ilave siparişte yoktu. Bu da alışverişimin nazar boncuğu olsun.

Bir diğeri de aldığım sıvı el sabunlarından bir tanesinin kapağı açılmış. Aka aka arabanın bagajı güzelce sabunlanmış. O sabunu silinceye kadar kaç bez bitirdim. Ama arabamın bagajından uzun süre sabun kokusu gelecek. Sabun kokusunu severseniz, beklerim.

Bu arada alacağını alıp da ödeme yapmadan ve aldığını boşaltmadan marketin içinde bırakıp gidenler neyin kafasını taşıyor, hiç anlamış değilim. Mübarek, alacaklarından vazgeçti isen aldıklarını yerine koy, arabayı boşalt, çık git. Babanızın hamalı mı var burada? Ki zaman zaman ben de vazgeçersem, gidip yerine koyuyorum. 

14 Şubat 2025 Cuma

Meğer Hava ve Civaymış!

Hava,

Civa,

Balon,

Boş transfer,

Haybeye para harcayan,

Büyük borç batağı içinde olan,

Hovarda oyun,

Kişilik ve kimliksiz oyun,

Rezil oyun,

Şımarıklık,

Oyunu okuyamayan ve kötü gidişe çözüm üretemeyen bir teknik direktör,

Ruhsuz futbol,

Acziyet,

Hayal kırıklığı,

Gözde büyütülen,

Koyunun olmadığı yerde keçi rolüne giren...

Bu özelliklere haiz bir takım mı arıyorsunuz?

Sakın bu hangi takım demeyin.

Hiç düşünmeden Az Alkmaar karşısındaki Galatasaray deyin.

Futbolcusundan teknik heyetine ve yönetime koca bir sıfır.  

13 Şubat 2025 Perşembe

Mezar Evlere Doğru *

Karar gazetesinde bir habere rastladım. Üzüldüm. Üzülmekle kalmadım. İnsanlığımdan utandım ve ne ara böyle bir toplum olduk dedim.
Haber kısaca şöyle. İzmir'de bir apartmanın çatı katında tek başına yaşayan 80 yaşındaki bir kadının, yatak odasında iskeletine rastlanılmış. Yani kadın ölmüş. Ölmekle de kalmamış. Etleri çürümüş, sadece kemikleri kalmış.

Pandemiden bu yana kendisiyle hiç iletişime geçmemiş üvey oğlunun polise haber vermesiyle, polisin de kapıyı çilingir yardımıyla açtırması ile bu feci ve dramatik ölüm ortaya çıkarılıyor.

Mahalleli, yaşlı kadınla yedi yıldır görüşmediklerini, huzurevinde kaldığını sandıklarını söylemiş.

Apartmanda oturanlar ise evden gelen kokunun evde biriken çöplerden kaynaklandığını düşündüklerini ifade etmişler.

Belli ki bir zamanların hemşiresi yaşlı kadın, kimsesiz ve bu çatı katında tek başına yaşıyor. Üvey oğlundan başka kimsesi yok. Üvey oğlu da Covit-19'dan beri görüşmüyormuş.

Mahallelinin, kadından haberdar olmamasını anlarım da apartman sakinleri nasıl anlamaz? Bu kadın günlerce inip çıkmaz demez. Ceset kokusuyla çöp kokusunu nasıl birbirine karıştırır? Belli ki apartman sakinlerinin burnu da benimki gibi koku almıyormuş diyeceğim ama çöp kokusunu aldıklarına göre ceset kokusunu hayli hayli almış olmaları lazım.

Bu kadın ölümle burun buruna geldiğinde öyle zannediyorum, ağrı ve sızısından dolayı acı acı inlemiştir. Belli ki ses de duymamışlar. Duydularsa da aman bize ne demiş olmalılar. Belli ki şu çatı katında yaşlı bir teyze var. Kendi başına ne yer ne içer? Şuna bir tas çorba verelim diyen de olmamış. Belli ki bu apartmanda kalanlar birbirini bulmuşlar. Hepsi kendine Müslüman sakinlerden ibaret.

Komşu komşunun külüne muhtaç atasözümüzden bu yana köprünün altından çok sular aktığını, komşuluk ilişkilerinin eskiye oranla yozlaştığını biliyoruz da bu derece yozlaştığımızı hiç düşünmemiştim. Apartman komşuları uyumuş, ben de bu değişimden haberdar olmayarak ayakta uyumuşum.

Haberi okuyunca, üzülüp utanmakla beraber aha şimdi Avrupalı olduk dedim. Çünkü bu tür ölümlere Avrupa’da çok rastlanıyor. Yaşlı Avrupa nüfusunun önemli bir kısmı evlerde tek başına yaşıyor. Bir başına ölüyor. Ama herhalde etleri yok oluncaya kadar cesetler evde bekletilmezdir. Çünkü bu şekil tek yaşayan yaşlıları polis veya belediye görevlisi telefonla ara ara arayarak hakkında bilgi sahibi oluyor. Telefona cevap verilmeyince öldüğüne kanaat getirilip eve giriliyor, ceset çıkarılarak evdeki eşyalar ihale yoluyla satılıyormuş diye işitmiştim.

Bu tür ölümlerin Avrupa'da yaygın olduğunu duyardım da bizim ülkemize bu kadar çabuk geleceğini hiç düşünmemiştim. Yalnız bu ölümle Avrupa’yı solladık. Çünkü evde ölen, cesedi çürümüş sadece kemikleri kalan bu kadından yıllar yılı kimsenin haberi olmamış. Ev olmuş bir mezar ev. Bu utanç bize yeter de artar bile.

Güya yaşlılar günümüz var. 1 Ekimde bazı il ve ilçelerde belediye ve mülki amirler, yaşlıları evlerinde ziyaret ettik diye boy boy fotoğraf paylaşırlar. Belli ki bu kadına ziyaret için giden olmamış. Şayet gidilseydi, bu teyzenin ölümünden daha erken haberdar olunabilirdi. Demek ki muhtarlar da mahallesinden bihaber. Belli ki bu ülke insanının sahibi yok. Kötü ve zor gününde sahipsiz ve bir başına.

Oldu olacak, bu teyze, öldüğü yere yani bu çatı kata gömülsün. Ev olsun bir mezar ev. Zaten yıllardır bu çatı katı mezar görevi görmüş. Nasılsa kokusu da gelmez bundan sonra.

İlk incelemeye göre polis ölüme dair bir şüpheye rastlamamış. Yine de incelenmesi için adli tıpa gönderilmiş.

Ölümü normal ve makul görünmeyen bu teyzenin normal görünen ölümüne dair önce maaşına bakılmalı. Maaşı hiç çekilmedi ise ölüm anormal olsa da normal ölümdür. Maaşı çekilmiş ise işte burası düşündürücüdür. Çünkü birileri emekli maaşını aylık çekip çekip harcamıştır. Bu gizemli ve ibretamiz ölümün araştırılmasına buradan başlanmalı.

Yalnız yaşama konusunda Avrupa’yı daha tam yakalayamasak da giderekten yalnız yaşama bizde de çoğalacak. Bu ölüm bize ibret olmalı. Devlet bu tür yaşlılar için tedbir almalıdır. Çünkü adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre kimin, nerede kaldığı, nasıl yaşadığı belli. En azından bu şekil yalnız yaşayan ve huzurevine gitmeyen kimsesizleri kontrol etmek için bu görev; nüfus idareleri, muhtarlar, belediye, kaymakamlıklar veya polislere verilir. Bu tür yaşlılar belli aralıkla telefonla aranır.

Velhasılıkelam, bu ölümle, komşuluğumuz da insanlığımız da sınıfta kaldı. Tekrar etmemesini temenni ediyorum.

*14.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

11 Şubat 2025 Salı

Kovboy Yine İşbaşında *

"Kanada'nın ABD'den istifade ettiğini, bu ülkenin ABD'nin eyaleti olması gerektiğini" söylüyor.

"Gazze'yi devralacağını, yeniden inşa edeceğini, Filistinlilerin geri dönme hakkının olmayacağını, Gazze'nin sahibinin kendisi olacağını, Gazzelilerin Mısır ve Ürdün'e gideceğini, bu ülke başkalarıyla görüşeceğini" söylüyor.

"İran'a maksimum baskı politikasını hayata geçireceğini" söylüyor.

Bilmem şu ülkeye şunu yapacağım, bu ülkeye bunu yapacağım. Şu ülke ürünlerine şu kadar vergi koyacağım gibi tehditleri de eksik değil.

Bu sözler ve daha fazlası ABD başkanı Trump'a ait. Yarın ne tür bir herze yumurtlar, belirsiz.

Bunları söyleyenin söyledikleri kendi ülkesiyle sınırlı olsa, seçen ABD halkı. Ne halleri varsa görsün. Alan razı, veren razı dersin. Gel gör ki dünyaya hükmediyor. Dedikleri her şeyi etkiliyor. Ceremesini dünya çekiyor.

Herze diyorum. Çünkü ne diplomatik dil var ne de muhatabına saygı. Bir büyüklük paranoyasına tutulduğu belli. Şımarıklığı da bundan. Nasılsa dur diyen de yok. Meydanı boş bulunca, orman kanununa göre egosunu tatmin ediyor, kovboyluk yapıyor.

Normal ve sağlıklı bir kafa yapısına sahip bir insan olmadığı aşikar.

Görünen o ki dünya bir deliye bir dengesize bir ne oldu delisine bir meczuba bir şımarığa emanet.

Bundan ne dost olur ne fayda gelir. Ancak zarar gelir. Dost edinenlerin muhabbetleri bol olsun. Gücün yetiyorsa dur diyeceksin. Değilse çalıyı dolanacaksın. Aslında yeri Beyaz Saray falan değil. Neresi derseniz? Yeri Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi. Ama biz orayı kapattık maalesef.

Belli ki ABD halkı, beyni sulanmışı seçtik. Çekilecek gibi değildi. Bari deli yönetsin dedi. Maceralarından çok hoşnut olmalılar ki ikinci defa seçtiler. Nasılsa dünyayı yönetiyor. Biz değil, dünya düşünsün diye seçmiş olmalılar. Çünkü dünya, delidir, ne yapsa yeridir deyip sesini çıkarmayacak, sonuçta yine biz kazanacağız demiş olmalılar.

Belki de birçok ülkede olduğu gibi ABD halkı da kaht-ı rical yaşıyor. Alternatifi olmayınca bulunmaz Hint kumaşı oluyor nasılsa.

Belki de dünyaya yön veren ve vermeye devam eden para babaları, yapamayacakları muhal şeyleri bir deli eliyle yaptırmayı yeğlediler.

Sebep her ne ise dünyanın çekeceği var bu kabadayı ağzıyla konuşan deliden. Ne laftan anlar ne sözden ne de efendilikten. Ancak güçten anlar ama dünyanın bu parçalanmışlığında, karşısında duracak bir güç de yok. Velhasılıkelam, dünya bir deliye emanet. Deliden ise edep ve insaf beklenmez. Nezaket zaten olmaz.

Yine de biz edep ya hu diyelim.

*17.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.