9 Şubat 2025 Pazar

Farkımız Besmele

"Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız" sözü 70'li, 80'li yıllarda televizyonda herkesin belleğine yerleşen bir reklam idi. Bu söz sadece reklamlarda kalmadı. Herkes birbirine 'Biz Osmanlı Bankasıyız" derdi.
Bu reklam bugünlerde hiç gündemde kalmasa da ben hatırlatmış olayım. Hatırlatmakla da kalmayayım, biraz deşeleyeyim.

Deşelemeye geçmeden önce bir tespitte bulunayım. Bu ülkede fikri, zikri, düşüncesi, cinsiyeti, milliyeti, zürriyeti ne olursa olsun, hangi kesimden olursa olsun her kesimde dürüst insanlar var. Ama bu sayının çok olmadığını söyleyebilirim. Bugün bu tespit çok istisnadır.

Genelimiz ise ister solcu ister sağcı ister İslamcı ister milliyetçi ister liberal ister dindar ister ateist ister Sünni ister Alevi ister kapitalist ister liberal ister komünist ister sosyalist ister laik ve seküler ister Atatürkçü her ne isek, kendimizi ne olarak tanım ve tarif edersek edelim, birbirimizden pek farklı değiliz. Çünkü yapıp ettiklerimiz, çalıp çırptıklarımız, adam ayırmamız, kendimize doğru yontmamız, yediğimiz içtiğimiz ortada ve her ne ise hepsi aynı. Belki de tek farkımız, herkes bulunduğu zihniyet ve ideolojinin sosunu veriyor. Sonuç aynı kapıya çıkıyor. Çünkü bu ülkede düşüncesi, fikri, ideolojisi ne olursa olsun her birimiz yek diğerinin aynısıdır.

Tek farkımız, herkes kendi zihniyetinin sosunu veriyor derken bunu şöyle açmak isterim.

Dinci ve İslamcı bir kişi veya zihniyet referansını ayet ve hadisten alıyor.

Laik ve seküler bir kişi veya zihniyeti referansını Atatürk ve Kemalist düşünceden veriyor.
Milliyetçi bir kişi veya zihniyeti referansını, vatan, millet, Sakarya üzerinden alıyor. Vatan bölünmez türünden sloganların arkasına sığınıyor.

Ülkemizde neşvünema bulmuş üç kesime dair örnek verdim. Diğer kesimler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.

Sonuçta musluğun başına hangi zihniyet geçerse geçsin, hangisi güç olursa olsun, bu ülkede yapılan her şey birbirinin aynısı. Halkın şikayet ettikleri de aynı. Çözüm bekleyen problemler de aynı.

Nasıl oluyor da farklı zihniyet aynı sonucu bulabiliyor? Belki de sormamız ve sorgulamamız gereken budur.

İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber farklı renk ve zihniyetler hep aynı problemi üretiyorsa bu durumda hepimiz Osmanlı Bankasıyız demek lazım.

Bunu da ne derece yerinde olur bilmem ama teşbihte hata olmaz sözünün arkasına sığınarak şöyle bir teşbihte bulunmak isterim:

“Yok aslında birbirimizden farkımız. Tek farkımız birimiz bu işi besmeleli yapıyor, diğerimiz ise besmelesiz”. Sonuçta besmeleli de aynı sonucu çıkarıyor, besmelesiz de.

8 Şubat 2025 Cumartesi

Ağızlara Fermuar

Bir zamanların vazgeçilmez haber kaynağı radyoların kapama düğmesi var. Dinlemek istemezsen veya kafanı ağrıtmaya başlayınca düğmeyi kapatarak kurtulursun, oh be dünya varmış dersin.

Televizyonların da açma, kapama düğmesi var. Hem de uzaktan kumandalı. İzliyorsun. Yeter artık deyip oturduğun yerden uzaktan kapatıyorsun.

Elektrikli süpürgelerin, çamaşır ve bulaşık makinelerinin, cep telefonlarının, başka akla gelecek her türlü elektronik vs. aletin açma ve kapama düğmeleri var. İhtiyacın kadar kullanıyorsun, işin bitince kapatıyorsun.

Bildiğim kadarıyla sadece insanın ağzının düğmesi yok. Dilde düğmeye ne gerek var? İhtiyaç olursa konuşur, yoksa iki dudak zaten kapatıyor diyebilirsiniz.

Bu işler hiç öyle olmuyor. İki dudakla kapaması olsa da ağız daha baskın çıkıyor. Dil konuşmak isteyince dudak buyur deyip ipin ucunu salıveriyor.

Ağza düğme veya fermuar niçin istiyorum? Çünkü başta ben olmak üzere toplumda o kadar boş ve çok konuşan insan var ki susturabilene aşk olsun. Boş teneke gibi ses çıkarıp duruyor. Ne kafa kalıyor ne beyin.

Yerinde ve zamanında ihtiyaç kadar konuşulsa problem değil. Öyle insanlar var ki sabahtan akşama hatta bir ömür konuştukları bir incir çekirdeğini doldurmuyor.

Özellikle okur yazar olmayan, televizyon izlemeyen, yaşı itibariyle çalışmaya mecali kalmamış, yapacak bir meşgalesi olmayan öyle yaşlılar var ki sırf çene. Hep çene, sadece çene. Ne çeneymiş. Yorulmak bilmiyor. Dağarcıklarına ne kadar boş bilgi varsa yerleştirmişler. Döndürüp döndürüp içindekini bulduğuna boşaltıyor. Bu, papazın seyise tüm vaazı anlatmasına falan benzemiyor. Böylelerine yakalanıp da bunları dinleyen direk cennetliktir. Çünkü dünya kuruldu kurulalı böyle eziyete maruz kalmaz bir insan.

Bol konuşan, sadece konuşan, hep konuşan bu tiplerden insanlığı kurtarmak lazım. O yüzden ne yapıp ne edip insanlık kendi selameti için buna bir çözüm bulması gerekir.

Hazır teknoloji, bu kadar ilerlemişken bu şekil kafa ütüleyenlerin çenesini kapatacak bir düğme mi icat eder, fermuar mı üretir, uzaktan kumandalı bir alet mi yapar, bilmiyorum. Eğer teknoloji böyle bir çözüm bulmazsa bu kadar ilerlemiş teknoloji ne işe yarar? Bu teknolojiye bilin ki ben teknoloji falan demem.

Hem öyle bir icat yapsın ki konuşan farkına bile aramasın. Biz oturduğumuz yerden ona sus demeden hafif bir hareketle onu sessize alalım. O kendi kendine konuşmaya devam etsin. Sessize alındığını bilemesin.

Şayet teknoloji geveze insanların ağzını kapatacak bir düğme veya fermuar hatta uzaktan kapatacak bir kumanda aleti icat ederse, bu teknolojiye minnettar kalacağımı şimdiden cümle aleme buradan ilan ediyorum.

Kar Niye Yağsın?

Sarı kod verildi. Şu illere dikkat!
Kar, fırtına bu sefer fena geliyor. Hayatı durduracak.
Beyaz kabus kapıda.
Meteoroloji yetkilileri uyardı.
Kar hayatı durdurdu.
Olumsuz hava şartları trafik kazalarına sebebiyet verdi.
Kar geçit vermiyor.
Olumsuz hava muhalefeti yolları kapattı. Sürücüler mahsur kaldı. Mahsur kalan sürücülerin imdadına köylüler yetişti.
Eğitime kar engeli.
Fırtına ve buzlu havaya dikkat!
Yağan karın ardından dükkanının önündeki kardan kurtulmak için esnaf, karı kürekle ya yola ya da komşusunun dükkanının önüne yığar. Az sonra da kapı komşusu esnaf, önüne yığılan karı komşusuna doğru kürür.
Kardan dükkanı açamıyoruz. Evimizin önündeki sokak açılmadı. Cadde ve sokaklarda belediye yoktu. Belediye buzlanan yolları tuzlamadı. Nerede bu belediye serzenişleri de eksik olmaz.
İl hıfzıssıhha okulları tatil yapmadı. Servis araçları yollarda kaldı.
Yağan kar dolayısıyla taşıma yoluyla okula gelen öğrenciler okullarına gidemedi.
Kar tatili bu saatte mi verilir? Yetkililer uyuyor mu? Çoğu öğrenci okuluna gitmişti zaten.
Bu yazdıklarım ve daha fazlası ne zaman kar yağdığında gazete ve TV'lerde ilk haber olarak verilir.
Bu kadar serzeniş, felaket tellallığına kar yağar mı? Yağmaz. Niye yağsın.
Karın dili olsa: “Hiç kusura bakmayın. İstenmediğim yere yağmam. Daha yağmadan korku başlıyor, korku pompalanıyor. Okullar tatil beklentisine giriyor. Yerler ağarır ağarmaz il ve ilçeler tatil kararı alıyor. Bir gün tatil yapıldı mı, yağan karın ardından soğuk ve buzlanma riski sebebiyle yine tatil kararı veriyorlar.
Allah var, karın yağdığına bir okullar seviniyor. Öğrencinin sevinmesini anlarım da öğretmenin ve idarecilerin sevinmesini hiç anlamıyorum. Koca koca adamlar. Bu sevinenler de karın yağmasına değil, okulların tatil olacağına seviniyorlar. Belli ki bunların da derste gözü yok.
Elhasıl kelam, her geçen yıl yağmayı kestim. Çünkü belli ki istenmiyorum. Ondan sonra da rahmet yok, sular gittikçe çekiliyor, barajlar boşaldı, içecek suya hasret kalacağız. Çünkü havalar kurak geçiyor diyorlar.
İnanın ne yapacağımı şaşırdım. Yağayım mı, yağmayayım mı karar veremedim. Görünen o ki istenmiyorum. Sudan kırılacaklarmış. Çok da tın”.

7 Şubat 2025 Cuma

Namaz ve Mesai *

Fi tarihinde bir kurumdan aradılar. Bir imzan gerekiyor. Şu bölüme gelebilir misin dediler. Olur uğrayayım dedim.

Öğleden sonra imzamı atmak için o kuruma uğradım. Girişte bir tanıdığım denk geldi. Hayırdır dedi. Şu bölüme gideceğim. İmzam lazımmış dedim. O bölüme şu arkadaş bakıyor. Gel yanına girelim. Hem tanışırsın hem de çayını içeriz dedi. Olur dedim. Birlikte girdik.

İçeri girdikten sonra o bölümün sorumlusunu görünce onun da tanıdığım olduğunu gördüm.

Çayımızı söyledi. Hal hatır, sağdan soldan lafladık. Sizi daha fazla tutmayayım. Ben bölümünüze gidip oradan evrakı imzalayayım dedim. “Dur hocam, imzalayacağın evrakı buraya getirteyim, oraya kadar zahmet etme” dedi.

Bölümünü dahili hattan aradı. Cevap veren olmadı. Bunu birkaç defa denedi. Açan olmadı. İlgili elemanlarını sırayla cep numaralarından aradı. Cevap veren olmadı. Az sonra tekrar denedi, yine cevap veren yok. En son o bölümde çalışan engelli bir çalışanını cepten aradı. "X hanım, arkadaşlar nerede" diye sordu. "Hocam, kimse yok. Hepsi namaz için camiye gittiler" cevabını aldı. “Allah Allah, hepsi mi gider” diye mırıldandı ama başka da elinden gelen bir şey yoktu.

İkindi namazını camide cemaatle kılmak için camiye giden bölüm çalışanlarının namazdan gelmesini mecburen bekledik. Onlar cemaatle namazlarını kılmak suretiyle 25-27 derece daha fazla sevap kazanırlarken biz ilave lafladık. Haliyle sevaptan faydalanamadık.
*
Bir ara yaz dönemi bir okul müdürünü okulunda ziyaret ettik birkaç arkadaş. Saat 16.30 sularında müdürün yardımcısını, yanında iki yardımcı olduğu halde diğer çalışanlarla beraber okuldan çıkarlarken gördüm. Müdüre, bunlar nereye gidiyor dedim. O esnada okula 300 metre mesafedeki bir camiden ezan sesi yükselmeye başladı. “Belli değil mi nereye gittikleri, namaza” dedi. Namaz kaçmıyor ya. Niye beşten sonra kılıyorlar dedim. Müdür sessiz kaldı.

Namazdan sonra geri okula dönmediler. Çünkü mesai 17.00’de bittiği için oradan evlerine dağıldılar.

Size iki tane örnek verdim. Siz bu durumu nasıl görürsünüz bilmiyorum. Ama ben bu durumları garipsediğimi söylemeliyim. Neden derseniz, ister kurum ister okul olsun burada çalışanlar sabah 08.00 ila 17.00 arası öğle arası hariç kurum ve okulu beklemek zorundalar. İş olsun veya olmasın. Görevleri bu. Namaz kaçacak değil. Üstelik her iki karşılaştığım durum yaz dönemindeydi. Bu dönemler gündüzün uzun olduğu, akşam ezanının 20.00’yi geçtiği günler. Pekala namazlarını mesai bitimi 17.00’den sonra kılabilirler. Hatta birden fazla kişi oldukları için mesai bitimi camiye geçip cemaatle namaz kılabilirler. Oradan evlerine dağılabilirler. İlla ezan okununca ben cemaatle kılacağım diye kurum ya da okul boşaltılıp camiye gidilmez.

Kimsenin kıldığı namazında falan değilim. Namazlarını kılsınlar ama bunu mesaiden sonra yapsınlar. Bir şeyi yapacağız diye diğer şeyi ihmal etmemek ve yıkmamak lazım. Bu yapılan düpedüz zamandan çalmak ve zaman hırsızlığı demektir. Bu idareci ve memurların öncelikli görevi mesaiyi tam tamamlamaktır. Kimseyi bekletmek zorunda değiller.

Ha kıldıkları namaz cuma namazı olsa eyvallah diyeceğim. Çünkü mesaiye denk gelse dahi kimsenin cumaya gitmesinde bir sakınca yok. Mesai bırakılır, camiye gidilir.

Yine mevsim kış mevsimi olur. Haliyle kışın gündüzleri kısa olur. İkindi namazı her halükarda mesai içinde kılınması gerekir. Çünkü mesaiden sonraya kalsa akşam ezanı okunmuş olur. Bunu da kurumda veya okulda uygun bir yerde veya odasında kılar. Buna da kimsenin diyeceği bir şey olamaz.

Unutmayalım ki namaza ve cemaatle kıldığımız namaza verdiğimiz önemi mesaiye de vermek lazım. Cemaatle namazın hükmü sünneti müekkede ise mesaiye riayet farz olmalı.

Yazımı bir fıkra ile tamamlayayım ki kıssadan hisse alalım. Bir Fransız bir İngiliz bir Türk çocuğu, kendi aralarında kimin babası daha hızlı konuşması yapar. O benimki, diğeri benimki, öbürü benimki babından.

Fransız, “Benimki daha hızlı. Çünkü 100 metreyi 10 saniyede koşar” der.

İngiliz, “Benimki daha hızlı. Silahı ateşler. Mermi hedefine varmadan diğer eliyle yakalar” der.

Türk, “Sizin babalarınızın hızı da hız mı? Esas benim babam daha hızlı. Benim babam devlet hastanesinde çalışır. Mesai beşte biter. Ama babam üçte evde olur” der.

*10.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

6 Şubat 2025 Perşembe

Huzur ve Huzursuzluğu Seçmenin Yolu

İnanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek kadar güzel bir şey olamaz. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek insana huzur verir.

Huzur bulunca insan, herhangi bir şeyde Çapanoğlu var demez, öküzün altında buzağı aramaz, var bunda bir hinoğlu hinlik demez. Ağlayıp sızlamaz. Niçin böyle diye sormaz, sorgulamaz, kafasını zorlamaz. Üç maymuna oynamasına gerek kalmaz.

Olmaz da içine acaba şüphesi düşerse bundan dolayı şeytandan Allah'a sığınır. Var bir hikmeti der. Niçin böyle düşündüm diye aklını, fikrini, beynini sorgular. İçine gelen bu iğvadan dolayı nasuh tövbesi ile tövbe eder. Çünkü onun için her şey kontrol altında ve sütlimandır.

Böyle bir kafa yapısı için böyle tiplerin kendini bir güce yaslaması gerek. Yapanın, dökenin, kıranın kendinden olması gerek. Böyle biri ya da birileri için bu dünyada çiğ tavuk bile yenir.

Bu tiplerin çoğu tuzu kuru insanlardır. Çünkü mevcut hayat ve düzen onların menfaatinedir. Çıkar devam ettiği müddetçe yapılan her şeyi savunmayı bir görev telakki ederler. Çünkü inanmak, ikna olmak, hazmetmek ve tasdiklemek böyle bir şey.

Bu kafa yapısına sahip insanları gütmek çok kolay. Nereye sürersen oraya giderler. Tek sorunları, kullanmadıkları akılları ve beyinleridir. Çünkü kullanmayınca ister istemez ağırlık yapıyor. Bu da gülü sevenin dikenine katlanması gibi bir şey.

Böyle olunca, dünyada bunlardan huzurlusu yok. İnsanda huzur varsa başka ne ister değil mi? Hepimizin tek istediği huzur değil mi zaten.

Kızıp eleştirsem de bu tipleri takdir ediyorum. Belki de kıskandığım için bunlara kızıyorum. Belki de onlar gibi oh oh diyemediğim için her şey bende hazımsızlık yapıyor. Her hazımsızlık karnımı şişiriyor.

Son pişmanlık fayda vermez ama ah, keşke bunlar gibi olabilseydim. Şayet böyle bir kafa yapısına sahip olsaydım;

"İşçi, memuru ve emekliyi bugüne kadar enflasyona ezdirmedik, yine ezdirmeyeceğiz" siyasi vecizeleri hazmederdim. Çünkü tüm iş hazım meselesi.

"Mülakat ve alımlarda zerre miktarı; torpil, adam kayırma, iltimas, ahbap çavuş ilişkisi, kul hakkı yemek ve adaletsizlik söz konusu değil. Her bir şeyi Ömer adaletiyle yaptık. Bizde her şey şeffaf" sözlerine ikna olurdum. Bu da ağrımaz başım demektir.

"Bugüne kadar boğazımdan haram lokma geçmedi" diyene şu helal lokmandan biraz ver de midem temizlensin derdim.

Herhangi bir doğal afette, insanımız enkaz altında can verdiğinde, bir yangında yanarak öldüğünde, sel felaketinde boğulduğunda, "Sorumlularından hesap soracağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın" dendiğinde, bundan ne şüphe, aha adalet geldi. Bundan sonra suçlular kaçacak delik arasın dediğimde, bilin ki benden huzurlusu olmazdı.

"Cebimizden beş kuruş çıkmayacak" dendiğinde, oh be yine beleşe konduk diyebilseydim, bende mutlusu olmazdı. 

Ama gel gör ki inanmayı, ikna olmayı, hazmetmeyi ve tasdiklemeyi seçmedim. Daha doğrusu seçemedim. Bu da huzuru ve huzurlu olmayı tepmek demektir. Ne diyeyim, kendi düşen ağlamaz.

Sizin için koca bir sayfayı doldurdum. Artık huzuru seçmek de elinizde, huzursuzluğu da. Tercih sizin. Aklınız varsa huzuru seçin. Yoksa huzursuzluğu mu seçersiniz? Eyvah ki eyvah... 

Çay Ocaklarının Sevdiği Müşteri Tipleri

Çay ocaklarının sevdiği müşteri tipleri:
Açık ve normal çay içeni,
Normal getirdiği çayı içeni,
Çayına şeker atmayanı,
Arka arkaya çay içeni,
Kalabalık gelen müşteriyi,
Çaycı, masaya çay getir diyeni,
Çayını içip kalkanı,
Çayın ardından çayları tazeleyelim diyeni,
Bozuk para vereni,
İçtiği çayın hesabını yapmayanı,
Masayı fazla işgal etmeyeni,
Kalkıp giderken yüklü çay parası ödeyenini,
Çayın dışında kahve içenini,
Masa ve sandalyeye düzgün oturanını, sandalyenin ön iki ayağını havaya kaldırmayanı,
İçtiği çay üzerine yorum yapmayanını, çiğdi, bayattı, açıktı, demliydi demeyenini, 
Ustam, eline sağlık, çayın çok güzel diyeni,
Yanında çocuk getireni, çocuğuna meşrubat türünden içecek isteyeni,
Az sonra içeyim demeyeni, 
Çay içmek için arkadaşını beklemeyeni, 
Çay ocağını söğüt gölgesi gibi kullanmayanı, 
Bir çayla yetinmeyeni, 
Çay içer misin dediğinde getir ustam diyeni, 
Ustam, bu çayların ardından beş dakika sonra çayları tazeleyelim diyeni, 
Arkadaşlar ne isterse ver diyeni, 
Bizim hesabı şuradan al diyeni... 

Zafer Otobüs Durağı *

Konya'nın Zafer semti hem araç trafiği hem de yaya yönünden çoğu kimsenin uğrak yeri.

En fazla araç yoğunluğu da Zafer Otobüs Durağında.

Bu durak hiç boş kalmaz. Hemen hemen her üç dört dakikada körüklü bir otobüs bu durağa durarak hem yolcu alır hem de yolcu indirir.

Yalnız çoğu zaman otobüsler durağına yanaşamaz. İki şeritli yolun solunda yolcu indirir ve bindirir. Haliyle yol da kapanır.

Otobüsler durağına niçin yanaşamaz? Çünkü kendi durağı özel araçlar tarafından işgal altında olur hep. Bedava park bulmuş benim insanım. Aracını bir güzel koyuyor.

Durmak ve park etmek yasak yazılı levhasına rağmen araçların otobüs durağına park etmesi belli gün ve zamanlarda değil. Hemen hemen sabahtan akşama ve gece vaktine kadar bu otobüs durağı kendine Müslüman insanımız tarafından park yeri olarak kullanılıyor.

Durağına giremeyen ve yanaşamayan otobüsler geriye kalan tek şeritte indi bindi yaptığı için trafik kilitleniyor. Otobüsün arkasındaki araçlar Konya Lisesine kadar durmak zorunda kalıyor.

Evimden çarşıya doğru giderken bu durağın karşısındaki yaya yolunu kullanarak geçerim. Her geçtiğimde de araçlarınızı kaldırın anonsu yapan zabıta aracı veya polis arabası görürüm.

Zabıta veya polisin buraya park edilmiş araçları kaldırmaları birden mümkün olmuyor. Çünkü aracını park edip işyerlerine alışverişe dağılan araç sahiplerinin o gürültülü ortamda anonsu duyması mümkün değil. Hoş, anonsu duysa da araç sahipleri tınmıyor.

Anons ve silecek kaldırma bir süre devam eder. Polis ya da zabıta tüm araçları kaldırıncaya kadar epey bir uğraşıyor. Durak boşaltılınca, yol açıldığı için trafik iki şerit birden güzel bir şekilde akmaya devam ediyor. Otobüsler durağına yanaşabiliyor. Trafik kilitlenmiyor.

Yolun rahatlaması uzun sürmüyor. Çünkü polis ya da zabıta gidince iki üç dakika içinde araçlar tekrar durağa park yapıyor. Yeni gelen otobüsler de mecburen yolda yolcu indirip bindiriyor.

Sabahtan akşama buranın trafiğinin kilitlenmesi böyle. Ben bir türlü bu işi anlamadım. Benim Müslüman kardeşim, iki adım yürümemek için tüm trafiği kitleme uğruna buraya niçin aracını park ediyor? Zabıta veya polis bu araç sahiplerine ceza yazmıyor mu? Yazıyorsa cezalar mı caydırıcı değil? Millet cezayı tınmıyor mu? İnanın, anlamış değilim.

Sabahtan akşama polis ve zabıtanın hiç görevi yok da bu durağa park eden araçları kaldırmak, Alâeddin Tepesinin etrafını turlamak zorunda mı?

Polis ve zabıtanın amirlerinin bu konuda yapacakları yok mu? Bu durum hep böyle mi olacak? Konya'nın huzurunu sağlamakla görevli kişiler bu durak hakkında ne düşünüyor acaba? Acaba kendilerine böyle bir derdimiz var, biz bu durağı bir türlü boşaltamıyoruz. Sizin bir öneriniz var mı diye hiç sormadılar mı? Polis ya da zabıta, bu durağın yanına gelip hep anons etmek zorundalar mı? Durağa aracını park eden sürücünün plakasına cezayı yazın geçin. Yoksa bu sürücüler otobüs durağına park etmenin yasak olduğunu bilmiyorlar mı? Eğer bilmiyorlarsa yetkileri var mı bilmiyorum ama gerekirse ehliyetlerine el konulsun. Sahibi aracın başında olsa hatta aracı çekiyorum dese dahi çekici çağırıp aracın, park sorunu olmayan rahat bir yere çekilmesi çok iyi olur. Bu da herkesin kulağına küpe olur.

Otobüs durağına park eden kendine Müslüman kardeşim, tek kelimeyle ayıp ediyorsun. Bir diğer ayıbı da burada kesin çözüm üretmeyenler yapıyor. Öyle ya yetkililer be için varlar? Çözüm üretmek için değil mi?

*26.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.