31 Ocak 2025 Cuma
Niçin Dışa Yansımıyor? *
30 Ocak 2025 Perşembe
Niçin Böyle Olduğumuzun Fotoğrafı *
Sırplar Hem Öğretmenim Hem Değil *
Sırbistan, Yugoslavya'nın dağılmasının ardından 2006 yılında kurulan devletlerden bir tanesi.
Yüzölçümü 77.500 km²
Daha 19 yıllık genç bir cumhuriyet olmasına rağmen 6.700 bin nüfuslu bu ülkenin, fert başına düşen milli geliri, 20.545 dolarmış. Geçim kaynakları neyse artık. Şapka çıkarıyorum.
Bu yazımda Sırbistan’ı konu edinmemin sebebi, başbakanlarının istifası. Başbakanı istifaya götüren sebep ise “Novi Sad kentindeki tren istasyonunun beton sundurmasının çökmesi sonucu 15 kişinin ölmesi”.
Ne olmuş öldüyse. Adı üzerinde kaza. Bizde de 78 kişi otel yangınında yanarak öldü demeyin.
1 Kasım 2024 günü meydana gelen bu ölümlü kazanın ardından, üniversite ve lise öğrencilerinin, “Dur Sırbistan” sloganıyla başlattıkları protesto eylemleri, ülke geneline yayılır.
Protestocu gençler hükümetten;
1.Tren istasyonundaki ölümlü kazaya ilişkin sorumluların cezalandırılmasını,
2.İhmal şüphesi bulunan istasyonun yapım onarım çalışmalarına ilişkin tüm belgelerin yayımlanmasını,
3.Önceki gösterilerde gözaltına alınan öğrenci ve akademisyenlerin serbest kalmasını,
Talep eder.
Sırbistan hükümeti, öğrencileri bu isteklerini yerine getirdi mi, getirmedi mi bilmiyoruz. Yalnız başbakan istifa etmeden önce iki bakan istifa eder. Kendisinin istifasının ardından belediye başkanının da görevi bırakacağı açıklamasını yapar.
1 Kasım 2024 gününden bugüne devam eden protesto gösterilerinin başbakanı istifaya götürmesinde, protestocu gençlerden bir grubun saldırıya uğramasını ve bir öğrencinin yaralanmasını kabul edilemez bulması etkili olur.
Kısaca, 15 kişinin ölümü sonucunda iki bakan, şehrin belediye başkanı ve başbakan istifa eder. Gençlerin tüm istekleri de yerine getirilerek gençlerin eylemleri üç ay gibi kısa bir zaman diliminde sonuç verir.
Bu duruma siz ne dersiniz bilmiyorum ama Sırp ismi bana itici gelse de ben bu ülkenin demokrasi anlayışını, hak arama mücadelesini, eyleme katılan gençleri, eylemlere destek veren ülke insanını, eylemlere sessiz kalmayıp gereğini yapan Sırp hükümetini pek sevdim.
Bu mücadeleye demokrasinin zaferi diyorum. Özellikle koltuğuna yapışıp kalmayan, ben sandıkla geldim sandıkla giderim demeyen Sırp hükümet ve başbakanını tebrik ediyorum.
Ve diyorum ki bu Sırplar örnek alınır. Zira ben bu Sırpları öğretmenim kabul ederim.
Abartma bu kadar da demeyin. Bu ülkede 78 insan bir ihmalin sonucu ya yanarak ya da yüksek katlardan atlayarak can verdi. Ölenlerin yarısı da çocuk üstelik. Bu acı olay sonrası bu ülke, büyük veya küçük, etkili ve yetkili ve de sorumlu bir kimsenin istifasını duymadı.
Nedense bu istifa denen tek taraflı mekanizma bizde pek değil, hiç işlemiyor. Çünkü bizde istifa demek mevcut statüyü kaybetmek, suçu kabul etmek ve kaçmak olarak değerlendirilir. Artık şu kanaate vardım. Bu ülke elden çıksa, bela üzerine belaya uğrasa, hepimiz yanıp kül olsak, olmayacak istifa edeyim diyen çıkmaz. Niye çıksın? Sırplardaki hak arama mücadelesi, demokratik hakkı kullanma bizim insanımızda yok.
Niye olmadığını da bugünlerde önüme düşen Habertürk spikeri Mehmet Akif’in şu videosuyla daha iyi anladım: “Bir üniversiteye konferansa gittim. 700 dinleyici vardı. Bu ülkede kendinizi ifade edebiliyor, düşündüğünüzü söyleyebiliyor musunuz diye sordum. Üç kişi evet dedi. İfade edemiyoruz diyenler el kaldırsın dedim. 600 kişi el kaldırdı. Burada bir sorun var. Bu sorun yetkililer tarafından görülmeli ve gereği yapılmalı. İlla bu sorunun olması gerekmiyor. İnsanlar böyle algılıyorsa, bu bile bir sorundur” diyor.
Mehmet Akif’in bir üniversiteden verdiği bu örnek genele teşmil edilemez ise de bize bir veri verir. Belki de tepkisiz toplum olmamızın bir sonucudur istifa mekanizmasının işlememesi.
Bir gün biz de Sırplar gibi oluruz temennisinde bulunuyorum. En azından bu konuda.
Sırpları öğretmenim kabul ediyorum derken Sırpları her yönüyle öğretmen kabul ettiğim anlaşılmasın. Buna da Bilge Kral Aliya Izzetbegoviç’in sözüyle cevap vereyim:
"Sırplarla savaşırken bir komutan Aliya’ya gelir ve şöyle der: 'Efendim, Sırplar bizim kadınlarımıza tecavüz etti. Çocuklarımızı öldürdü. Köylerimizi yaktı. Şimdi biz de Sırpların bir köyünü kuşatma altına aldık. Biz de onlara bize yaptıklarının benzerini yapacağız.'
Aliya şöyle cevap verir: 'Onlar gibi davranamayız. Çünkü onlar bizim öğretmenimiz değildir”.
*03.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
29 Ocak 2025 Çarşamba
Futbolda Kaht-ı Rical *
Tarihi Buğday Pazarındaki Bir Çay Ocağının Duvarından (2)
Bir önceki yazımda, Tarihi Buğday Pazarındaki Bir Çay Ocağının duvarında bulunan yazılara yer vereceğimi söylemiştim. Bu yazımda bu duvar yazılarından okuyabildiklerime sayfamda yer vereceğim:
"Kavga yok. Çay var"."Bana gönül koyma. Çay koy".
"Çaysız bir hayat düşünsene. Tövbeeee bismillah".
"Zabağnan zor uyanıyozzz".
"Hayat, hesapla değil, nasiple yaşanır".
"Papatya çayının beni sakinleştirmesi için bardağıyla beraber birinin KAFASINA VURMAM LAZIM".
"Sahi, sevgi neydi?". (Bu yazının altında "Selvi boylum, al yazmalım" filminden bir fotoğraf. Türkay Şoray'ın kucağına başını koymuş Kadir İnanır'ın bir resmine yer verilmiş.
"Oksijeni bilmem ama yaşamak için çay şart!".
"Hayat kaç dakika nefes aldığınız değildir. Aslında hayat, nefesinizi kesen kaç dakika yaşadığınızdır"."Dobarlan, bırakma kendini".
"Herkesin acısı sevgisi kadar!" (Müslim Gürses)
“Bugün de bitti. Gram akıllandık mı? HAYIR”.
“Seni seviyorum cümlesinden daha güzel bir cümle var elbette. Gel, ÇAY Koydum, içelim”.
“Gözlerimin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatrına sen kalayım..”.
“MÜSLÜMAN;
Nimetle buluşunca "Elhamdülillah"
Enteresanlıkla karşılaşınca; "Sübhanallah"
Hata edince; "Estağfurullah"
Darılınca ; "Hasbunallah"
Tevekkül anında; "Tevekkeltüalellah"
Zorlukla karşılaşınca; "La havle vela kuvvete illa billah"
Musibet anında; "İnna lillahi ve inna raciün" der..”.
“Çay içiyorsak sebebi var”.
“Gönül kimi severse aşk onda güzeldir”. Neşat Ertaş
“Çay neredeyse mutluluk oradadır”.
“Hiçbir zaman doğru insan çıkmaz karşına; ya zaman yanlıştır ya da insan”. Dostoyevski
“Her şeyden biraz kalır diyor birileri,
çoğulluk haklılıktır
kavanozda biraz kahve
kutuda biraz ekmek
insanda biraz acı
insanda biraz mutluluk...”. Turgut Uyar
“Çünkü sen ölüme yağmur oldun”. (Müslim Gürses’in resmi)
“Garibanın yüzü gülür mü?“.
“Kaybettiğim her şeyin sonunda kendimi kazandım”.
“Yaz dostum, güzel sevmeyene adam denir mi?” Barış Manço
“Çay, lav yuuu”. (çay bardağı resmi)
“Bize üç çay bir de wifi şifresi”.
“Sen benim ne çektiğimi biliyor musun?”.
“Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler”. (Sezen Aksu’nun resmi)
“Senin sesin güzeldir”. (çay resmi)
“DEVAMKE”.
“Sonra çay bize bir gerçeği daha öğretti. Bekleyen her şey soğur, acır ve bayatlar”. (çay resmi)
“Mars’ta su bulsam, önce bi çay koyarım. Çay önemli!”.
“Benim sana verebileceğim pek bir şey yok aslında. Çay var içersen, ben var seversen”.
“Mutluluğu bulan konum atsın”.
“Kendimi seviyorum. Çünkü bu işi biri yapması lazım”.
“Herkesi mutlu edemezsin. Çünkü sen kahve değilsin”.
“İyi şeyler zaman alır”.
“Oldu oldu. Olmadı, çay içeriz”.“Kahve neredeyse mutluluk oradadır”.
“Çayın demsizini, insanın denizini sevmem”.
“Olursa olur. Olmazsa sanki bir bize mi olmuyooo”.
“Biz keyifçi insanlarız. Her türlü güleriz”.
“Kahven’den bir yudum bile almamışsın. Korktun mu beni kırk yıl sevmekten? “.
“Seni seviyorum cümlesinden daha güzel bir cümle var elbette
Gel, oralet koydum içelim”.
“Üzülme param, ben de bittim”.
“Çay veren insan kötü olur mu hiç? “.
“Kahvesiz bir hayat düşünsene
Tövbeee bismillah”.
“Bir kahve içsek de
Kırk yıl kitlesem”.
Şükür ki bitti. Ben yaz yaz yoruldum. Çaycı ise tüm bunları ayrı ayrı duvara iliştirmekten üşenmemiş.
Not: Yazım hataları var. Halk ağzı var. Bir kısmını düzeltmekle beraber çoğunun yazımına sadık kaldım.
Tarihi Buğday Pazarındaki Bir Çay Ocağının Duvarından (1)
İşim olmadığı zaman çarşıya yürür, Aziziye civarında bir çay ocağına oturur, arkadaşlarla laflarız.
Bazen de kimseye haber vermeden çay ocağına gidip bir başıma oturduğum olur. Otururken bir, iki, bazen üç yazı yazdığım olur.
Havanın güneşli olduğu zamanlarda da Tarihi Buğday Pazarının içinde çaylarımızı yudumlar, ardından dağılırız.
Adı Tarihi Buğday Pazarı olsa da buğday namına bir şey yok burada. Buğday yerine bol çay ocağı açılmış. Bu tarihi yerin içinde ve dışında kaç esnaf var saymadım ama içinde 7-8 adet çay ocağı var.
Bu kadar çay ocağı burası için fazla mı fazla. Çünkü esnafa çay vermekten ziyade dışarıdan gelen müşterilere çay satışı yapılıyor.
Oturma yerleri de müsait olunca hem oturmak hem çay içmek hem de eşiyle dostuyla buluşmak isteyenlerin uğrak yeri oluyor burası.
Tarihi Buğday Pazarında oturmak istediğimizde genelde tercihimiz, Doğu kapısının sağındaki çay ocağının önü olur.
Bugün biraz erken çıktım.
Hava da yaz günlerinden kalma olunca, Buğday Pazarına yöneldim.
Arkadaşlar çıkıncaya kadar hem çayımı yudumlayayım hem de bir şeyler yazayım istedim.
Boş masa yoktu. Nereye oturayım derken çay ocağının önündeki masa boşaldı.
Yüzüm çay ocağına dönük oturunca, çay ocağının duvarlarındaki yazılar dikkatimi çekti.
Neler yoktu neler. Adeta her şey yazılmış. Yazılar çay ocağı sahibinin nelere ilgi gösterdiğini de ortaya koyuyor.Daha önceki oturmalarımızda çay ocağına uzak masalarda oturduğumuz için çay ocağının duvarı bu şekilde dikkatimi çekmemişti. Çay parasını vermek için içeriye girince de hesabı ödeyip çıkar gideriz.
Hiçbir çay ocağının duvarını bu şekil süslemeli ve yazılı görmemiştim. Adeta ilmek ilmek işlenmiş. Bu işi yaparken de hiç üşenilmemiş.Yazmak da canım istemeyince, camdan görünen yazıları üşenmeden okumaya başladım.
Dedim bu duvar yazılarından bir yazı çıkar.Çayı getiren görevliye, içerinin fotoğraflarını çekebilir miyim dedim. Elbette dedi.
Az sonra masama gelen bir arkadaşla oturup çayımızı içtikten sonra hesap ödemek için içeri girdiğimde, sahibinden tekrar izin aldım. Duvarın fotoğrafını çekebilir miyim dedim.
İzin çıkınca sizler için fotoğrafladım.
Sadece fotoğrafları koymakla da kalmayacağım.
Fotoğraftan okuyabildiğim yazıları da sizler için aktaracağım. Yalnız gevezeliğim bir sayfayı duvar yazılarına diğer sayfamda yer vereyim.