24 Ocak 2025 Cuma

Basit Horlamaymış Bendeki (1)

Burun ameliyatı öncesi konsültasyon için göğüs polikliniğine görünmem önerilmişti Haziran 2024'ün ortalarında.

Doktor muayene etti. Bir şikayetin görünmüyor. Var mı bir şikayetin dedi. Bildiğim bir şikayetim yok. Horladığım söylenir dedim. Aklımda kaldığı kadarıyla EKG, kan tahlili, akciğer filmi bir de SFT (Solunum Fonksiyon Testi) yaptırmamızı istemişti. Horlama için de 6.kat uyku ünitesinden randevu alın demişti.

SFT beni biraz uğraştırmıştı. Kaç defa uğraştı görevli. Şöyle böyle yapacaksın diye tane tane anlattı. Olmayınca olmamıştı. Sonunda olmuyor amca deyip beni göndermişti. Diğer istekleri yaptırdıktan sonra tekrar gidip bir kere daha deneyelim dedim. Bu sefer becerebilmiştim.

Göğüsün talep ettiği tahliller sonucuna göre konsültasyon hazırlanmıştı. Temmuzun 2.gününde burundan ameliyat olup rahatlamıştım.

2025 Ocak ayının ortası geçtikten sonra oğlan hatırlattı. Baba, 20'sinde uyku testin var, unutma dedi.

6 aydan fazla bekledim. Bari gidip şu testi yaptırayım dedim.

Belirtilen günün 20.30 sularında uyku ünitesine giriş yaptım.

Görevli kaydımı yaparken biraz lafladık. Hem işinin ehli hem de kültürlü biri idi.

21.00'i geçerekten beni yatağa oturtup her yerimi kablolar ile donatırken de sohbete devam ettik. Resmimi çekmedim ama bir nevi üzerine canlı bomba geçirilmiş biri gibi hissettim kendimi.

Öğretmen olduğumu, hala aktif çalıştığımı öğrenince babasının da öğretmen olduğunu, sınıf öğretmeni olarak görev yaptığını, emekli olalı çok olduğunu, babam emekli olduğunda emekli parasına bir ev ve bir araba aldıklarını, o zamanki emekli ile çalışanın arasında fazla fark olmadığını, şimdiki emekli parası ile ne araba ne de ev alındığını, çalışanla emekli arasında büyük uçurumun olduğunu söyledi.

Tüm bunları ve daha fazlasını hem anlattı hem de yapa yapa ezberlediği uykuya yatırma işlemini bir çırpıda bitirdi. Yani iki işi birden yaptı. Birini yaparken diğerini ihmal etmedi.

Horlamayı ölçmesi dışında bu taktığın aletin başka faydası var mı diye sordum. Her şeyi ölçer, kalp ve göğüs hastalıklarını erken teşhis eder, ne var ne yok ortaya çıkarır dedi.

Sarıp sarmalaması bittikten sonra uzan amca. Sağa, sola dönüp yatabilirsin. Bir ihtiyaç olursa şu numaradan beni ara. Sabah 04.00'de gelir, üzerindekileri çıkarırım. İster gider ister burada yatarsın deyip gitti. (Devam edecek) 

23 Ocak 2025 Perşembe

Doğu İnsanının Dünyası *

Bu dünyalı, anasından doğduğu andan itibaren kısa süreli yalancı baharlar dışında enflasyona maruz kalır, hayat pahalılığıyla mücadele eder.

Bu dünyalı da kendi içinde iki dünyalı olarak yaşar. Çünkü bu dünyada,

Sosyal adalet dengesi yoktur. Fakiri çok fakir, zengini de zengindir.

Fakiri enflasyona maruz kalarak hep iki ayağını bir pabuca sokar. Zengini de enflasyondan kazanır.

Adı konmamış bir kast sistemi vardır bu dünyada.

İşleyen ve oturmuş bir sistem yoktur. Kişilerin oluşturduğu sistem vardır.

Kişilerin yaşamı tesadüflere bağlıdır, ölümü de.
Ya dünyanın parasını vererek gittiği bir otelde yanarak can verir.

Ya dünyanın parasını vererek satın aldığı evi depremde yıkılarak evi kendisine mezarı olur.

Ya grizu patlamasında hayatını kaybeder.

Ya okusun, adam olsun diyerek verildiği yurtta tacize uğrayarak hayatı kararır ya da kaldığı öğrenci yurdunda yangın çıkarak yangında can verir.

Sel baskınında boğularak ölür.

Teröre ve canlı bombaya kurban gider.

Trafik kazasında ölür.

Düğün konvoyunda, bir maçta vs. bir maganda kurşunu isabet ederek kim vurduya gider.

Kısaca bu dünyalının yaşamı da ölümü de tesadüflere bağlı. Tesadüfen yaşar, tesadüfen ölür.

Vadesi yeterek yatağında ölenlerin haricindeki kahir ekseriyetin ölümü;

Yapıp ettiklerimizdir. İşimizi düzgün yapmamanın bir sonucudur. Rantımızın, tamahkarlık ve hırsımızın bir kurbanıdır. Bir şey olmaz aymazlığımızın rahatlığıdır.

Suçluyu, üzerine suç bulaşanlardan bulmasını istememizdir. Bulunan günah keçisiyle yetinmemizdir. Hesap sormayışımızdır.

Sessiz çoğunluk olmamızdandır. Günü kurtarmak istememizdendir.

Koruyup kollamamızdandır. Görmezden gelmemizdendir.

Gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmamızdır.

Olgulardan ziyade algılarla yaşamamızdandır.

Hamaset ve slogana boynumuzun kıldan ince olmasındandır.

Bir türlü sadede gelmek istemeyişimizdendir.

Suç ve suçlu tespitinden ziyade tüm suçu kadere yüklememizdendir...

*27.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

İki Tip Dünyalı

Tecrübeme dayanarak söylüyorum. Nazarımda iki tip dünyalı var. Biri tüm kurum ve kurallarıyla oturmuş, bir sistemi olan, yaşayan herkesin bir hayat standardı olan ülkelerde yaşayanlar. Diğeri de oturmuş bir sistemi olmayan, hayat standardı olmayan, hayatta kalabilmesi tesadüflere bağlı olan ülkelerde yaşayanlar.
İlkinde devlet her şeydir. Bu her şey vatandaşı içindir. İnsanının hayat standardını yükseltmek ve geliştirmek için bir devlet kültürü vardır.
İkincide kişiler içindir devlet. Bir grup azınlıktır buradaki kişiler. Vatandaş ve devlet bunlar için yaşar. Bunları ayakta tutar. Bunları söz sahibi yapar.
İlkinde yönetenler hesap verir. Layüsel değildir. İkincide yönetenler hesap vermez. Çünkü layüseldir.
İlkinde devleti yönetenler kişisel hareket edemez. Çünkü işleyen sistem onları da kontrol eder.
İkincide devleti yönetenler kişisel hareket eder. Çünkü işleyen bir sistem ve yöneteni kontrol edecek ve denetleyecek bir sistem yoktur.
İlkinde kurumlar vardır. İkincide kişiler.
İlkinde kurumlar insanının rahatı ve konforu için vardır. İkincide kurumlar kişileri ayakta tutmak için vardır.
İlkinde at ve sahibi birbirine uyum içindedir. Karşılıklı birbirlerini denetler. Her birinin yapması gereken belli görevleri vardır. İkincide at sahibine göre işler.
İlkinde kurum kültürü kadar eleştiri kültürü de vardır. Yanlış yapan yönetici eleştirilir, protesto edilir. İkincide kurum kültürü olmadığı gibi eleştiri kültürü de yoktur, protesto da edilmez.
İlkinde her şey usulüne uygun yürütülür. İkincide her şey formaliteyi yerine getirmek veya kitabına uydurmak için yapılır.
İlkinde en ufak bir hatada istifa mekanizması işler. İkincide istifa asla düşünülmez. Çünkü kimse kendini suçlu görmez.
İlkinde suç varsa suçlu da olur. İkincide suç olur ama kimse suçu üstlenmez. Birileri günah keçisi ilan edilir ya da karşılıklı suçlamalarla suçun sahibi olmaz, suç ortada kalır. Siyasi malzeme olarak kullanılır.
İlkinde suç varsa suçlu da vardır. Sonucuna katlanır. İkincide tüm yetkililer yunmuş yıkanmış olduğu için suçu asla üzerlerine almaz. Kimse de suçlusun demez. Hatta destek verir.
İlkinde akıl, mantık, sağduyu, soğukkanlılık ve gerçekler vardır. İkincide hamaset, slogan ve algı oluşturma vardır.
İlkinde plan, program, öngörü ve denetim vardır. İkincide günübirlik yaşanır. Yarına dair bir plan yoktur. Denetim mekanizması rakibin kellesini almak, kendisinden olanı korumak için yapılır.
İlkinde lider kültü yoktur. İkincide lider kültü vardır.
İlkinde devletler bakidir. Zirvedeki yerini korumaya devam eder. Çünkü devlet olmanın gerekleri yerine getirilmektedir. İkincide devlet ebet müddet dense de devletlerini kendi elleriyle yıkarlar, yerine farklı isimle yenisini kurarlar.
İlkinde devlet halkındır. İkincide devleti yönetenlerindir.
İlkinde üretim vardır. Fazlasını ihraç vardır. Bütçeleri ya denktir ya da fazla verir. İkincide üretim öylesinedir. İthal ürünlerin tüketicisidir. Kendi kendine yetmez. Hep cari açık verir, borçla yaşar.
İlkinde yönetenler için insanı bireydir ve değerlidir. İkincide yönetenler için sürüdür ve değersizdir.
İlkinde rant yoktur. Hayatın gerçekleri vardır. İkincide insanın dışında her şey ranttır.
İlkinde yapılan her şey insanı yaşatmak içindir. Her şey onların güvenlik ve güvenilirliği içindir. İkincide yapılan her şey insanını öldürmek içindir. Yapılan her hizmet vatandaşına mezarı olarak döner.
İlkinde vatandaşın hayatı tesadüflere bağlı değildir. Yerleşik düzene göre hayatını yaşar. Hayatta kalması mucize değildir. İkincide tesadüf kabul edilmez, tevafuk vardır dense de vatandaşın yaşaması tesadüflere bağlıdır. Yaşaması ve nefes alması mucizedir.
Aynı dünyada yaşayan iki tip dünyalıya dair örneklere yer verdim. Herhalde bu iki dünyanın hangileri olduğu verdiğim örneklerden anlaşılmıştır. İlki Batı dünyası, ikincisi Doğu dünyası.
Bu dünyanın ilkinde mi yaşamak istersiniz yoksa ikincisinde mi bilmem ama tekrar söyleyeyim. İlkinde tesadüflere yer yoktur. İkincide her şey tesadüflere bağlıdır. Yaşaman da ölümün de.
Yazıyı okuyan, objektif gözle değerlendirirse doğru, bu dünyada böyle iki tip dünya ve dünyalı var. Ne yazık ki biz ikinci dünyalıyız diyerek bir hakkı teslim eder. Yok, bu yazıda Batıya özenti var diyorsa, bilin ki bu kişi ikinci tip dünya insanıdır ve halinden memnundur. Halinden memnun insan için ise bu yazı gereksiz bir yazıdır. 

Şehir Planlamamız *

İyi bir şehir planlamamızın olmadığını düşünüyorum.

Ne geniş caddelerimiz var ne de geniş sokaklarımız.

O kadar geniş toprağımız olmasına rağmen yatay mimariden ziyade dikey mimari yapmaya devam ediyoruz.

Birbirine yakın veya bitişik binalardan dolayı ne evlerimiz doğru dürüst güneş alır ne de nefes.

Dip dibe ve karşılıklı binalar yüzünden tüm pencereler sabahtan akşama tül perde ile kapalı. Balkonlar da karşılıklı. Komşu balkona çıksa sen çıkamıyorsun. Sen çıksan komşu çıkamıyor. Kimse kimseyi tanımıyor da.

Yaşanabilir bir şehirden ziyade rant ekonomisinin revaçta olduğu ve para ettiği şehir yapılanmasını yeğliyoruz.

Ana caddelerde yüksek kat, arka taraflara daha düşük katlar veriyoruz.

Ne kadar büyük arsamız varsa o kadar daire hesabı yapıyoruz.

Belediye de aynı kafada, insanımız da devlet de.

Yaşanabilir ve nefes alınabilir bir yaşamdan ziyade birbirimize ve kendimize hayatı zindan etmek için yarışıyoruz.

Bir yeri imara açarken veya yüksek kat verirken bu tasarrufun bu şehrin sirkülasyonuna zararı olur mu diye bir düşünce olmuyor. Varsa yoksa rant. Dinimiz de rant, imanımız da rant, hayatımız da rant, hayat felsefemiz de rant.

O kadar yaptığımız yüksek katların sağlamlığı bir tarafa, çok kullanışlı da değil. Aşağıdaki ses yukarıya, yukarıdaki ses aşağıya duyuluyor. Estetik zaten yok. Sadece beton yığını. Bu beton yığınlarının ömrü de uzun değil. 20-30 yılı buldu mu o ev, o bina eski sayılıyor, yıkılmak için gün sayıyor. Kendi elimizle yıkmasak da orta şiddetinde bir depremde yerle bir olmak suretiyle bu rant evler mezarımız oluyor.

Her şehrimize özgü bir mimari anlayışımız da yok. Hepsi birbirinin tıpkısının aynısı.

Deprem olur, sel felaketi olur. O devasa binalar yerle bir olur. Ana caddelerdeki yüksek binalar caddeye devrilir, yollar kapanır. Ne ambulans geçebilir ne yardım götürülür. Buna rağmen yıkılan yüksek binaların yerine yine yüksek katlar yapmaya devam ediyoruz.

Bir yerde ne kadar yüksek kat varsa orada trafik felç oluyor. Park sorunu baş gösteriyor. Gürültü eksik olmuyor. Adeta zehir soluyoruz.

İyi, kötü hizmet şehir merkezlerine geldiği için bir de iş imkanı şehirde olduğu için köyleri boşalttık, şehirlerin nüfusunu katladık.

Hasılı, üç beş kuruş rant uğruna, kendi kendimize ve birbirimize hayatı zindan ediyoruz.

Şehir planlaması için ne yapılabilir? Yatay mimari, müstakil evler hedefimiz olmalı, vakit geçirmeden uygulamaya geçmeliyiz.

Yüksek kat yapılacaksa ana caddelere tek kat, arka sokaklara ise birer kat ilave edilmek suretiyle yapılmalı. Bir sinema salonundaki koltuklar gibi. Yani önden arkaya doğru binalar yükselmeli.

Hiçbir bina, diğer binanın güneşini ve cephesini engellemeyecek şekilde bina ve evler mesafeli yapılmalı.

Binalar öyle sağlam ve kullanışlı yapılmalı ki bu binalar evladiyelik olsun. Yazın serin, kışın sıcak tutsun.

*31.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

21 Ocak 2025 Salı

Otel Yangınının Düşündürdükleri *

21.01.2025 tarihinde güne, Bolu Kartalkaya'da 12 katlı bir otelde çıkan yangınla uyandık.

Otel küle dönmüş.

Saat 22.00 sularında İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya'nın verdiği bilgiye göre çıkan yangında 79 kişi öldü, 51 de yaralımız var.

Yaralıların büyük çoğunluğu, yüksek katlardan atlamak suretiyle yaralanmış olması ihtimal dahilindedir.

Yine Bakan'ın açıklamasına göre yangınla ilgili, içlerinde işletme sahibinin de olduğu 11 kişinin gözaltına alındığını, konuyu incelemek üzere 6 savcının ve yangının çıkış sebebinin araştırılması için bilirkişilerin görevlendirildiğini öğrenmiş olduk.

Ölü sayısı artabilir de.

Bırakın 79 kişinin ölmesini bir kişinin bile ölmesi üzücü.

Bir gerçek var ki lüks otele dünya kadar para ödeyerek tatilini geçirmek isteyen bu kadar kişiye bu tatil merkezindeki otel mezarları oldu.
12 katlı otelde yangın merdiveni var mıydı, yangın alarmı verildi mi, otel standartlara uygun muydu demeyeceğim. Ki Bakan'ın açıklamasına göre iki tane yangın merdiveni varmış.

Görgü şahitlerinin verdiği bilgiye göre yangın alarmı verilmemiş. Büyük ihtimalle yangın alarmı ve her odada olması gereken yangın sensörleri de çalışmıyor olabilir.

Otel ne zamandır faal olduğuna göre belli ki otelin her şeyi mevzuata uygundur. Uygun değilse bile bu ülkede kağıt üzerinde her şeyi tam şeklinde evrakı alınır.

Buralar denetlenir. Denetimlerden de geçer not alır.

Merak ediyorum, yangından kurtulan kaç kişi bu yangın merdivenlerini kullandı? Sanmıyorum. Çünkü bizde yangın merdivenleri genelde kilitli olur ya da başka amaçlı kullanılır.

Denetimlerde de yangın merdiveni var mı denirse, işte diye gösterilir ve var diye çentik atılır. Başka da bir işe yaramaz.

Bu yangında kim suçlu? Belediye mi, itfaiye mi, Kültür Bakanlığı mı demeyeceğim. Şu suçlu olsa ne olur, bu suçlu olsa ne olur? Bu ülkede her yerde her zaman böyle veya benzer yangın, deprem, sel felaketi, grizu patlaması, heyelan, toprak kayması vs. afetler olur. Her birinde de azımsanmayacak insanımız ölür. Hepsinde de sorumlulara hesap sorulacak denir. Bir daha olmayacak denir. Hepsinde de doğru dürüst hesap sorulmaz, sorumlular istifa etmez. Yine bu tür facialar olmaya devam eder. Suç birkaç kişinin üzerinde kalır. Onlar da olay soğuduktan sonra bir şekilde dışarı çıkar. Ölen öldüğüyle kalır. Çünkü bu ülkede insandan ucuz bir şey yoktur.

Tek yaptığımız, ölenlere rahmet, yaralılara şifa dilemek, düzenlenen cenaze törenlerine katılmak olur.

Şu var ki bu ülkede tesadüfen yaşıyoruz, tesadüfen nefes alıyoruz. Bu kadar tedbirsizlik, ihmal ve formaliteye rağmen iyi ayakta kalıyoruz. Çünkü dünya para vererek kafa dinlendirmek için gittiğimiz turistik yerimiz bile böyle ise varın öbür tarafları siz düşünün.

Hasılı, biz, bırakın yatakta yanarak ölmeyi, ayakta iken bile yanmışız da haberimiz yokmuş. Çünkü yaşamamız ve hayatta kalmamız tesadüflere bağlı.

*24.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Bu Z Nesli Bir Başka

Toplum olarak yatıp kalkıp Z kuşağından dert yanıyoruz. Vay efendim, çok ilgisizler. Gündemi takip etmiyorlar. Ruh gibiler. Gece sabaha kadar dijital ortamda oyun oynuyorlar, çetleşiyorlar. Gece yatmıyorlar, gündüz kalkmıyorlar. Hiç sorumluluk almıyorlar deyip duruyoruz.

Gece sabahladıkları doğrudur. İnternet ve oyunla vakit geçirdikleri de doğrudur. Ama gündemi takip etmedikleri, duyarsız oldukları külliyen yalandır.

Ülkenin ve dünyanın gidişatına dair çok iyimser olmadıkları bir gerçektir.

İş beğenmedikleri de bir gerçektir. İş buldularsa parayı da beğenmiyorlar.

Niye beğenmiyorlar? Çoğu okumuş bu gençlerin ya alanında iş yok. Olsa da hakkının tam verilmediği de bir gerçektir. Çünkü teklif edilen para ile bu gençlerin ev bark kurmaları ve ev geçindirmeleri mümkün değil.

İlgisiz ve sorumsuz gibi durduklarına bakmayın. Hem ilgileri var hem de sorumlulukları. Çoğu şeye sessiz tepki veriyorlar. Bizim gibi bağırıp çağırmıyorlar. Sorumluluk verilirse de kaçınacaklarını sanmıyorum. Yeter ki sorumluluk vermeyi, sorumluluk verirken yol, yordam usul bilelim.

Bu gençleri bizden farklı kılan, bu neslin şeytanının bizden fazla olması. Bizim Bir şeytanınız vardı, bunların çok. O kadar şeytanın içinden kendilerini kurtarması çok zor.

Biz istiyoruz ki bizim yetiştiğimiz gibi yetişsinler. Anlaşmazlık da burada ortaya çıkıyor. Halbuki her nesil kendini çağının ruhuna uygun yetişmek zorunda. Değilse çağı yakalaması mümkün değil.

Dine biraz mesafeli oldukları da doğrudur. Bu konuda bu gençleri suçlamaktan ziyade biz din adına ne yaptık ki bu gençler dine bu kadar mesafeli demek lazım.

Sıkı sık eleştirdiğimiz bu gençleri iyi gözlemlemek, dinlemek ve anlamak lazım. Yoksa körler ve sağırlara oynarız. Biz onları, onlar bizi anlamadan yolumuza devam ederiz.

Neyse geleyim sadede. Siz ne kadar giyim, kuşamına ve yaptıklarından dolayı bu Z neslini eleştirseniz de ben o kadar değil diyorum.

Gece yatmıyorlar mı diyorsunuz?

Evet gece yatmıyorlar ama bu yatmadıklarının faydası var. Mesela dün akşam ben gördüm bunun faydasını. Şöyle ki;

Temmuz 2024 idi sanırım. Burundan ameliyat olacağım. Öncesinde konsültasyon hazırlanması gerekiyor. Göğüsten de görüş alalım dendi. Göğüs doktoruna görünmüştüm. Muayene etti. Şikayetin var mı dedi. Yok dedim. Şu şu tahlil ve tetkikleri yapalım dedi. Horlama şikayetim var dedim bir de. Onun için uyku testi randevusu alalım dedi.

Uyku testi için 20 Ocak yani altı ay sonraya gün verildi.

Diğer tahlil ve tetkikleri yaptırdıktan sonra burun ameliyatı oldum.

Uyku testinin tarihini bile unutmuştum ki benim Y nesil oğlum haber verdi. Sağ olsun. Gideyim bari dedim.

20 Ocakta otobüse atlayıp akşam 08.30 sularında uyku ünitesine giriş yaptım.

İlgili görevli işlemleri yaptıktan sonra uyuyacağım odayı gösterdi. Az sonra gelip yatıracağım dedi.

O gelinceye kadar pijamamı giyip dişlerimi fırçaladım.

Görevli beni yatağa oturttu. Kafama, yüzüme, göğsüme ve parmaklarıma gerekli aletleri yerleştirdi. Yerinde durması için her birini yapıştırdı. Yüzüm ve başım mantar tarlası gibi oldu. Başıma yerleştirilen kabloları saymam mümkün değil. Vücudumdaki kabloları da. Kendimi bir an için vücuduna bomba yerleştirilmiş bir kişi zannettim.

İş bittikten sonra uzanabilirsin. Odamda olacağım. İhtiyaç olursa bu numaradan ararsın. Telefon yanında. Sabah dörtte üzerindekileri sökmeye gelirim. Ondan sonra gidebilirsin. İstersen burada uyumaya devam edebilirsin dedi.

Yatağa uzandım. İyi de sabah dörtte hastaneden çıkınca ne yapacaktım. Sabah gün ağarıncaya kadar yatırırlar diye arabayla da gelmemiştim.

Sabah dörtte kim hastaneden alabilirdi beni. Alsalar da kimi uyandırırsın o saatte? Hemen aklıma benim gece kuşu Z nesli oğlan geldi. Dedim bu uyumaz o saatte. Mesaj yazdım. Evlat sabah dörtte işim bitiyor. O saate uyumazsan beni alabilir misin dedim. Ne cevap vereceğine bakmadan telefonu bıraktım. Kah sağa, kah sola kah sırtüstü dönerek uyumaya çalıştım. Zaman zaman uyandım. Üzerimi de örtmeden yattığım için bir iyi üşümüşüm. Örtmeye kalksam da yatakta nevresim yoktu.

Bir ara uyandım. Saat kaç olmuş diye baktım. Üçe çeyrek vardı. Çalışan klima beni ısıtacağı yerde dondurmuştu. Bu hastaneye sağlam geldim ama çıkışım hastalanarak olacak demeye başladım. Ne yapayım derken hafifçe kafamı kaldırdım. Ayaklarımın altında ince bir nevresim gördüm. Hemen onu ayak yardımıyla kendime çektim. Üzerime geçirdim. İnce de olsa ısındığımı hissettim.

Gelen görevlinin sesiyle uyandım. Gözümden uyku akıyordu. Üzerime nevresimi geçirinceye kadar üşüdüğüm için uyuyup uyumadığımı pek anlamamıştım. Keşke önce görseydim de bu nevresimi üzerime örtseydim. Bir güzel uyku çekmiş olurdum. Geçen geçti artık.

Görevli gitse de vurup kafayı, bir güzel uyku çeksem dedim. Üzerimdeki kablolar çıkarıldıktan sonra oğlan ne yazmış. Bakayım da görmediyse mesajı silip yatayım. O da gelmesin dedim.

Gördüm ki oğlan evden yola çıkmış, yolu yarılamış.

Mecburen uykulu uykulu elimi yüzümü yıkadım. Görevlinin bıraktığı bantları da çıkardım. Üzerimi giyinip hastaneden çıktım. Bu arada yüzümdeki bantların sayısı az değildi.

Sağ olsun ben hastaneden çıkmadan gelmiş oğlan. Uyumamış o saate kadar. Birlikte eve döndük. Geri kalan uykuyu evde devam ettirdik.

Gördünüz değil mi Z neslini. Bir de beğenmezsiniz. Bu Z nesli şöyle böyle dersiniz. Kim alırdı beni o sabahın dördünde? Kim beklerdi beni o saate kadar uyanık?

Bu demektir ki geceyi bilgisayar başında geçirmenin bazen böyle faydası oluyor.

Sağ olasın, var olasın benim Z nesli oğlum.

Bu arada Y nesli olan evlatlarım da beni alırdı. Ama onlara haber vermedim. Z nesli olmasaydı da yine onlara haber vermezdim. Çünkü sabah işe gidecekler. Gece uykuları bölünecekti. Beni almaya geldikleri zaman uykum var dercesine esneyeceklerdi. Onlar esnedikçe ben mahcup olacaktım. Vara çağırmayı hastanede sabahlasaydım pişmanlığı duyacaktım. Ama Z neslinin hiç uykusu yoktu. Yanımda esnemedi de. 

Hem Geri Alınmaz Hem de Değiştirilmez Mal (2)

Bir önceki yazımda hem toptan hem de perakende ev tekstil işi yapan bir esnaftan, yaptığım alışverişe ve o esnada şahit olduklarıma değinmiştim. Bu yazımda da soyu tükenmeye yüz tutmuş ama yok olmamak için direnen bu esnaf türüne değineceğimi söylemiştim.

Koca dükkanda bir estetik yok. Görsellikten eser yok. Adam sadece mal yığmış dükkanına.

Dükkanda sahibi ve yıllardır yanında çalışan bir çalışanı var.

Dükkanı mal ile dolu olduğuna göre belli ki zengin. Zengin olduğu kadar tok satıcı.

İlk havlu alırken hangi renk olsun diye evi aradığıma garipsemiş. Biz niye böyle olduk demişti. Ona göre gözün kapalı havlu alıp işte havlu diyeceksin. Eve falan sormayacaksın. Müşteriyi birden başından savma düşüncesi var. Alırken de tepeden bakıyor.

Toptan fiyatla perakende fiyat farklı olmasına rağmen perakende aldığında, sana toptan fiyattan yazayım diyor. Arada fark da sadece 10 lira. Takdir edersiniz ki toptan alışveriş yapan on lira ilavesiyle perakendecilik yapmaz.

Kadın müşteriye az önce 160 lira dediğine az sonra 170 yazması ilginç.

Değiştirmek istediğim havlulara kaçtan yazmıştık, bu öncekileri de kaçtan almıştın demesi de bir o kadar ilginç. Demek ki oturmuş bir fiyat yok. Tutturabildiğine. Hakkını yemeyeyim. Kaçtan aldığımı söylediğime o fiyata hiç vermedik demedi. İnandı. Buna da şükür.

Kadın müşterinin sizde kredi kartı yoktu değil mi sorusuna evet, yok demişti. Halbuki cumartesi ben kredi kartı ile ödeme yapmıştım. Post makinesi varken yok demesi, müdavimi olan müşterilerinin gözünün içine baka baka yalan söylemesi hiç hoş değil. Daha önceki alışverişlerimde sahibi olduğunu düşündüğüm yaşlı biri vardı. Ona kart dediğimde, var ama nakidin varsa iyi olur demişti. Ben de hep nakit vermiştim.

Bugün küçük iş yapan esnafta bile post cihazı varken koca toptan işi yapanda post cihazının olmaması mümkün değil. Belli ki devletten vergi kaçırıyor. Hem de bu kadar zenginliğin içerisinde. Tek kelimeyle ayıp.

Esnafın bir diğer ve en önemli ayıbı, “Satılan mal geri alınmaz ve değiştirilmez” yazısı. Hala bu devirde böyle esnaf kalmış mı demeyin. Var maalesef.

Bu esnaf zengin ve büyük de olsa hala küçük kalmaya mahkum belli ki. Eskiden çoktu çoğu dükkanların girişinde böyle yazı. Çoğu bu hastalığı terk ederken türünün son örneği olarak bu büyük esnaf küçük kalmaya devam ediyor.

Bu tür küçük esnaf, satılan mal geri iade alınmaz ve değiştirilmez yazarken sonra da müşterimin niçin büyük firmalara yöneldiğinden dert yanar. Halbuki o dert yandıkları büyük esnaflarda hem kredi kartı var hem aldığın ürüne göre taksit imkanı var hem de beğenmediğin zaman geri iade edebiliyorsun. İade ederken de surat asma falan yok. Sadece beyefendi, niçin geri iade ediyorsunuz şeklinde bir soru soruyor. Bunu da iade evrakına iade sebebini yazmak için soruyor. İhtiyaç fazlası desen bile sesini çıkarmıyor, geri iade alıyor. Bizim büyümeye niyeti olmayan küçük esnaf ise baştan kestirip atıyor. İade almam ve değiştiremem diyor. Halbuki günübirlik esnaflıktan ve ne satarsam kâr mantığından ziyade müşteri memnuniyeti esas alınmalı. Gerçi bizim bu tür küçük kalmaya mahkum esnafımıza ne desen boş. Hatta bu huylarından vazgeçmedikleri gibi yazdığınız yazıya “Değiştirilmesi dahi teklif edilemez” önerisi götürsen, hiç utanmadan bunu da eklerler.

Hasılı, dükkan ve işletmesinde “Satılan mal geri alınmaz, değiştirilir”, “Satılan mal geri alınmaz ve değiştirilmez”, “Satılan mal geri alınmaz ve değiştirilmez. Lütfen ısrar etmeyin” yazan esnaftan hiç alışveriş yapmamak lazım. Alışveriş yapmadığın gibi uğramayacaksın. Uğramadığın gibi selam vermeyeceksin. Selam verse de almayacaksın vesselam.

Ha üründe değişiklik yapılmışsa, üzerinden epey bir zaman geçmişse elbette geri alınmaz ve değiştirilmez. Kastım da bunlar değil. Ki böyle yapanlara da selam verip selamını almayacaksın. Hatta dükkana koymayacaksın.