19 Kasım 2024 Salı

Telefonumun Kılıfı

Bugünlerde yeni mi aldınız hayırlı olsun diyen diyene.

Aldığım yeni bir şey yok aslında. 

Tek yaptığım, kaç senedir kullandığım cep telefonunun mevcut kılıfını değiştirip yenisini takmak. 

Sağ olun da telefonum eski. Yeni olan sadece kılıf diyorum.

Kısaca yeni olan telefon değil, kılıfıdır. 

Telefonu ne zaman aldığımı hatırlamıyorum. Sanırım pandemi döneminde almış olmam lazım. 

Mevcut telefonum işimi görüyordu aslında. Ben bu telefonla giderim diyordum. Beni yeni telefon almayan iten sebep telefonun yeni güncelleme kabul etmemesiydi. EBA'yı indiremiyorum. Aynı şekilde Hayat Eve Sığar uygulamasını telefonuma indirmeme izin vermiyordu telefonun sürümü. “Ne indirmeye kalksam, “Telefonunuz bu sürümü indirmeye uygun değil” uyarısı alıyordum. Mecbur kalmıştım yeni telefon almaya.

Pandemiden beri kullandığım telefonun kılıfı ne şekil olmuştu elimde tuta tuta. Sapsarı idi kılıf.

Hatta bir defasında bir telefoncuya girmiştim de "kılıfın kötü olmuş. Normalde ben bu telefonu ve kılıfını satmıyorum. Biri için getirtmiştim. Elimde bir tane kılıf var. Vereyim" dedi. Teşekkür ederim. Evde var. Onu takayım dedim.

Bugün yarın evde yeni kılıfı sordum. Aşağıda izbede dendi. İyi de izbeye kim gidecekti. Herhalde bir sene daha geçti üzerinden.

Bir gün aile efradından biri bir ihtiyaç için izbeye inince kılıfı da getirmiş. Öyle değiştirmiştim.

Yeni kılıf öncekine göre daha ince ve kibar idi. Yeni kılıfla beraber telefonum inceliverdi. Görenlere göre telefon yenilenmişti. Bir kılıf telefonu yeniler mi, yeniliyor. 

Merak ettiğim, cebimde, zaman zaman elimde taşıdığım bu telefonun insanlar nezdinde dikkat çekmesi. Zamanın ruhu olsa gerek. Belki de elbise, ayakkabı değiştirsen insanların o kadar dikkatini çekmiyor. Bu da dervişin fikri ne ise zikri de odur sözünü akla getiriyor. 

Zamanın ruhunu yakalayamadığımdan olsa gerek. İnsanların ne yeni ne de eski telefonu dikkatimi çeker. Hele ki kılıfı dikkatimi çeksin. Benim için telefon, konuşma, mesajlaşma, video ve fotoğraf çekmekten ibarettir. Bu özellikler varsa daha ne isterim. 

17 Kasım 2024 Pazar

Eden Bulur (2)

Nihayet gelen iki muhakkik basın özgürlüğünün gereğini yapar. Yazara bu sen misin bile demezler. Çünkü ben değilim dese inceleme ve soruşturma biter. Suç delilleri ortaya konmaz. O kadar yolu da boşu boşuna tepmiş olurlardı. 

Kendi halinde müstear isimle yazı yazan mütevazı yazarı genel idare hizmetleri sınıfından eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfına tenzili rütbe olarak teklif ederler. Bakan da kanunun kendine verdiği yetkiyi kullanarak 71 ve 76.maddelere göre ilgili kişiyi yönetici görevinden alarak asli görevi öğretmenliğe döndürür. 

Bereket, mülki amir terör örgütleriyle bağlantısı var şeklinde bir şikayette bulunmamış. Öyle olsaydı, öğretmenliği bile mumla arardı ilgili yazar. Çünkü işin içine terör iddiası girerse yandı demektir. Öyle ya bugüne kadar terör haftasından kim kurtulmuş ki o kurtulacak. Bu da mülki amirin merhametini gösterir. 

Ama bu merhameti daha mülki amirliğin başında bir kelle aldığı havasını atmasına engel değil. Öyle ya hangi kula nasip olur daha görevinin başında iken kelle almak.

İdari yönden öğretmenliğe döndürülen ilgili kişiye, disiplin yönden teklif edilen cezayı vermek için son savunması istenir. Öyle ya hukuk devleti burası. Savunması alınmadan ceza verilir miydi. Savunmanın da şikayet eden kişiye verilmesi istenir.

Savunmanın yedi günlük süresi bitmeden mülki amirin şürekası günbegün öğretmenin kurumunu arar. Bizim bir kardeşimize bir şey yapanın savunması geldi mi diye. Ne yaptıysa artık. Cezayı vermek için dört gözle bekliyorlar. 

Meslek dayanışması denilen şey bu olsa gerek. Öyle ya bugün bir kardeşlerine bunu yapanın yani eserini ortaya koyanın başı ezilmezse ve hak ettiği ceza verilmezse, yarın bir başkası da kendilerine dair bir şeyler yazıp çizebilirdi. Bakmayın siz öğretmenin kurumunun sarı öküzü verdiğine. Çünkü onlarda verilecek sarı öküz çoktu. Yeter ki istesinler. Önemli olan mülki idarenin gönlünü almak değil mi? 

Başından büyük ve vazifesi olmayan işlere burnunu sokan müstear isimli yazar büyükşehirde tekrar öğretmenliğe döner. 

Her ne kadar tenzili rütbe olsa da mütevazı yazarın keyfine diyecek yoktur. Her gün o kadar yolu tepmeye devam etmeyecek. 8-5 mesaisi yapmayacak. Daha çocuk denecek yaştaki kişilerin oyuncağı olmayacak. 

İlgili kişi idarecilik defterini kapatmış, öğretmenliğe yeniden dönmüş. Emeklilik öncesi emeklilik hali yaşıyormuş. 

Bir gün kendisine bir mesaj gelmiş. Yazılardan suç delili tespit ederek şikayette bulunan mülki amirin de tayini çıkmış. Gittiği yerde mevcut köyden bozma ilçenin daha küçüğü bir ilçe imiş. 

Ardından meslek dayanışması gereği meslektaşını milli eğitime yedirmeyen ve kırmızıya dokunana hak ettiği cezayı onaylatan mülki amir de bir nevi tenzili rütbe gibi daha küçük bir yere nakil gider. 

Fazla vakit geçmez, daha küçük yere giden mülki amir gittiği yerde bir altı ayını doldurmadan merkeze çekilir ve mülki amirliği sona erer. Bir daha mülki amir olur mu, olursa yeni eserler vermeye devam eder mi bilinmez. Yine bir bilinemeyen var ki mülki amirlikten geri çekilmek, nasıl bir duygu? İşte bu da bilinmez. Ancak yaşayan bilir. Yalnız şu var ki kelle alanın kellesi alınır. Ama öyle ama böyle. Çünkü eden bulur. 

Eden Bulur (1)

En büyük hayali bir mülki amir olmakmış. Önce küçük yerlerden başlayıp büyük yerlerde çalışmayı kafasına koyar. Niçin böyle bir hedef koyar? Çünkü ülkeyi ilçelerden başlayarak düzeltecek, bir de düzeltirken kimseden emir ve talimat almayacak. Birinin göbeğini kesmesi gerekiyorsa o kesecek.

Mülki amir olmaması için hiçbir neden yok. Yazılıdan yüksek puan almış. Boy pos yerinde. Vizyon ve misyon sahibi. Mülakattan da geçer puan alırsa niye olmasın. Ki yüksek puan almaması için bir sebep de yok. 

Fakat gel gör ki yüreği hizmet aşkı ile dolu kişi iki mülakattan elenir. 

Nihayet üçüncüde mülakatı başarıyla geçer ve köyden bozma bir yere atanır. 

Mülakattan kaynaklı gecikmeyi de telafi etmek için işe hızlı girer. İlk başta yapması gereken kediyi bacağından ayıracak ki herkes geldiğinden haberdar olacak. 

Kısa zamanda yaptıklarıyla, hakkında kitap yazılacak kadar icraata imza atar. 

Garibin bir tanesi de böylesi bir daha gelmez. Şunun yaptıklarını yazayım da gelecek nesillere yol haritası olsun diye yapıp ettiklerini yazar. 

Kısa zamanda hakkında kalem oynatılması insanın hoşuna gitmez mi? Normal şartlarda evet, ben bunları bunları yaptım. Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır der. Ben neymişim diyerek kendisiyle gurur duyar. 

Ama öyle olmuyor. Çünkü yapıp ettikleri, kırıp döktükleri, söz ve eylemleri kaleme alınınca iyi bir görüntü vermiyor. Öyle ya kişi ne olursa olsun, kendisini ne şekilde anlatırsa anlatsın, kişi insanların anladığı kadardır. 

Yazıyı okuyan mülki amirin morali bozulur. Nasıl bozulmasın ki. Çünkü en moral bozucu olan isabet eden gerçeklermiş. Halbuki ne ummuştu ne bulmuştu. 

Yatsa da tadı yok, kalksa da görevine devam etse de. Çünkü hakkında yazılan yazıyı bir türlü hazmedemez. Bir mülki amir olarak hakkında yazı yazanla kavga etse şanına yakışmaz. Hakkımda yazı yazmış diye şikayet etse, bu yazıdaki sen misin? Sen bunları yaptın mı diyecekler? Bu da olmaz. Çünkü karizmayı çizdirir. 

Üstelik hakkında yazılan yazı da ülkede çoğu kimse tarafından okunmuş. İmajını yerle bir etmiş.  

Yazı yazan kişiyi de her gün görüyor ve görevine devam ediyor. Zaman zaman ismi önüne düşüyor. Kendisinden nefret ettiği gibi isminden de nefret eder. Bu burada durduğu müddetçe bu yazı kendini içten içe bitirecek. 

O zaman ne yapmalıydı? Bu yazıyı yazanın geçmiş yazılarını okumalıydı. O yazılardan suç unsuru bulmalıydı. Çünkü hakkında yazılan yazıda ne yer ne şahıs ne kişi ismine yer verilmişti. 

Geriye dönük yazılarının çoğunu okur. Her birini not ederek suç delillerini tespit eder. 

Yalnız ortada bir sorun vardı. Çünkü yazıyı yazan kişi müstear isimle yazıyormuş. Önce bunu itiraf ettirmeliydi. 

Bunun için bir kumpas kurmaya karar verir. Belki de kumpas onun işiydi. Tüm daire amirlerini makamında toplar. Yazıyı yazanı da çağırır. Herkesin huzurunda yazıyı yazanın kendisi olduğunu önce itiraf ettirip onları şahit tutacak. 

Tüm daire amirlerinin olduğu ortamda yazıyı yazana, bu yazıyı yazan sen misin diye sorar. O kişi de evet benim, ben yazdım der. Ardından herkesin huzurunda yazıyı okur. Daha önce yazıdan haberi olmayan ve yazıyı okumayanlar da bu vesileyle haberdar olur. Yazıyı bölüm bölüm okur. Her okuduğu bölüm için yorum ve değerlendirme yapar. 

Ardından, basın özgürlüğü var. Herhangi bir şey yapmayacağım der ve toplantıyı sonlandırır. 

Daha doğrusu herkes öyle sanır. Yazarın önceki yazılarını ilgi tutarak bir dilekçe yazar: “Bu kişi devlet düşmanlığı yapıyor, siyasi yazılar yazıyor, devlet kurumlarını kötülüyor, yazdığı gazeteden para alıyor. Suç delilleri de şunlar” gibi. (Devam edecek) 

16 Kasım 2024 Cumartesi

Evlilikten Maksat Bilek Güreşi midir? *

Evlenmek niyetiyle görüşmeye gelmişlerdi.

Delikanlı, genç kızı, şöyle bir süzdü ve sessizce düşündü: 

"Güzel kız fena değil. Ama biraz kendini beğenmiş. Acaba bu hali devam eder mi? Ya ederse? O zaman bununla yaşanmaz. Kadın dediğin biraz uysal olmalı... Neyse canım, hele bir evlenmeyi kabul etsin. Ben onu değiştirmeyi bilirim."

Genç kız da simasının ortasına sinsi bir tebessüm kondurdu. 

"Fena çocuk değil. İşi de yerinde. Rahat bir hayat yaşarım. Lâkin biraz' dediğim dedik' gibi. 

Acaba buna, sözümü dinletebilir miyim? 

Aman canım, düşündüğüm şeye bak. Evlenelim de ben onu mum gibi yapmasını bilirim”.

Ve değişim savaşının imzaları alkışlar arasında atılır. Ayaklar birbirini ezmek için yarışır.

 "Bal/ayının" tatlı meltemi yerini yavaş yavaş kuzey rüzgârlarına bırakır. 

Genç adam, sabah işe gitmeden eşini uyandırmaya çalışır: "Ben hazırlanırken sen de kahvaltı hazırlayabilir misin?" 

Genç kadın uyumaya devam eder. "Hayatım, geç kalıyorum haydi uyan." 

Genç kadın sağından soluna dönerek, "Sabahın bu saatinde de kalkılmaz ki? İşyerinde bir tostla çay alırsın." der. 

"Allah! Allah! Ben akşama kadar çalışacağım, sen bir kahvaltı hazırlamaya zorlanıyorsun." 

"Ama çok uykum var."

 "Benim de uykum var ama kalkıp işe gitmek zorundayım."

Kadın istifini bozmaz, kapıyı çarpıp çıkarken "Can çıkmayınca huy değişmezmiş." diye söylenerek işe gider genç adam. 

Başka bir gün. "Hayatım, bugün yemek yapamadım. Dışarıya çıksak diyorum." 

"Yine mi? Ama çok yorgunum, şöyle evimde dinlenmek istiyorum. Dışarıya hafta sonu gideriz." 

"Annem haklıymış. 'Bu adamı değiştiremezsin' demişti de inanmamıştım."

Evlilik, "Ben seni adam ederim" yerine "ben seni mutlu ederim" düşüncesi üzerine kurulduğu zaman evin pencerelerinde mutluluk meltemi eser. 

Odalarında şen kahkahalar çınlar. Eşler, birbirini mutlu etmek için yarışır, Planlar, “onu nasıl değiştiririm" yerine "onu nasıl mutlu ederim" üzerine yapılır.

Mürebbiye gibi değil, psikolog gibi davranılır. "Değişim savaşı" vererek ne kendisini tüketir ne de eşini. 

Aksi halde kadın "dırdırcı", erkek "baskıcı", mutluluksa "toz-duman" olur.

Bu sebeple, evlenecek gençler, ruhen uyum sağlayabilecekleri kişileri seçmelidir. 

"Ben onu değiştiririm" diye düşünerek başlıyorlarsa, boşuna evlerini dayayıp döşemesinler. 

Gelin arabasının arkasına da “Evleniyoruz mutluyuz" yerine, 

"Evleniyoruz savaşa gidiyoruz" diye yazmayı unutmasınlar. (Başlık hariç Kişisel Gelişim Hikayelerinden alıntıdır.)

*26.03.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Paha Biçilmez Öğütler *

Dostuna borç verirken dikkatli ol. Aksi halde her ikisini de kaybedebilirsin.

Hafızana güvenme. Her şeyi kağıda yaz. 

Bir ev satın almak istediğinde üç önemli şeyi düşün: Mevki, mevki mevki... 

Hiç kimseye işini tamamlamadan önce ücretini verme. 

Hayat arkadaşını özenle seç. Çünkü hayatının saadeti de, sefaleti de yüzde doksan ona bağlıdır.

Yarınki işini iyi yapmayı düşünüyorsan geç uyuma.

Ödünç şeyler almaya kendini alıştırma.

Telefonun hayatının güzel anlarını alıp götürmesine müsaade etme. Zira telefon senin kendi rahatın içindir, telefon ettiğin kişinin rahatı için değil.

Eğer annen sen bu işi yaparsan pişman olacaksın diyorsa, çoğunlukla bu gerçekleşir.

Cesur ol. Olamazsan, bari cesurmuş gibi görün. Çoğu kimseler aradaki farkı göremez.

İyi bir kitaba rast gelirsen, okuyamazsan dahi onu satın al.

Üç kez başarısız kalmış birine ortak olma.

Çocukların akıl baliğ olunca onları çalışmaya teşvik et. Hatta daha küçük yaşlarda da “Bunu  yapabilirsin” diyerek onları cesaretlendir.

Her duyduğunu tasdik etme. Her elindeki malı hemen harcama. Ve ihtiyaçtan fazla uyuma.

Harcamalarında dengeyi kaybeden, diğer işlerinde de başarılı olamaz.

Üç şeyi bozma: Asabını, güvenini, ahlakını. 

Kendin yapmadığın şeyleri çocuklarından bekleme.

Eşin için en iyi arkadaş ol.

"Bunu yapmaya asla vaktim yetmez" deme. Bütün başarılı insanların sahip olduğu vakit 24 saatten fazla değildi.

Cebinde daima bir küçük defter ve kalem olsun. Bazı değerli düşünceler aklına gelir de yazmazsan onları kaybedebilirsin.

Herkes övülmeyi sever. Övmek konusunda cimrilik etme. Ancak iki yüzlülükten de sakın.

Çocuklarınla oyun oynarsan, seni yenmelerine imkan tanı. 

Ve şunu asla unutma ki, yarınki başarın, bugünkü çalışmana bağlıdır.

Her ne olursa olsun çocuklarının yanında eşini eleştirme.

Bir yemeğe davetli olduğunda ev sahibinin gücünü aşan bir şey isteme.

*Mehmet Cömert’in Arapça çevirilerinden.

**04.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

İmralı Kartı *

İmralı'daki aktör bir zamanlar kendisine lider payesi verilmiş bir figürandı. Dağda iken dağa hakim idi.

Ne zaman ki dağdaki görevi bitip derdest edilip asmamak şartıyla paketlenerek bize teslim edildi. 

Beslemek için İmralı'ya koyduk.

Terörü bitirmek için biz her ne kadar İmralı'yı muhatap alsak da İmralı artık aktör değil. Onun yerine başkasını buldukları için o görevi başkası yapıyor.

Hoş dağda iken de aktör ve lider değildi. Olsa olsa emri başkasından alan lider görünümlü bir maşa olabilir. 

Çünkü nerede bir terör örgütü varsa o örgütün elebaşısı, dış güçlerin bir piyonudur.

Türkiye terörün kökünü kurutmak istiyorsa, İmralı’yı muhatap almaktan ziyade o terör örgütüne destek veren, koruyup kollayan dış gücün desteğini kesmesi gerekir. Çünkü terör örgütleri dış destek almadan yaşayamaz.

Türkiye bu dış desteği kesemediği için yıllardır terörle boğuşuyor. Operasyon düzenliyor, öldürüyor ve şehit veriyor. Yani bataklığı kurutamıyor. Bataklık kurutulmadıkça o bataklık terörü beslemeye ve üretmeye devam ediyor.

Kısaca terörün kökünü kurutmanın yolu İmralı değildir. Hele terör örgütü, sınırın ötesinde devletleşme yolunda hızla mesafe kat ederken Suriye'deki yapı İmralı’yı dinlemeyecektir. En azından özgürlüğü yok. Özgür olmayan kişi baskı altında diyecektir.

Biz Türkiye'de terör örgütünün belini kırdık, operasyon yapamaz noktaya getirdik diyeduralım. Terör örgütü ABD desteğinde Suriye'de devlet olma yolunda ilerliyor. Yani terör örgütü daha büyük oynuyor. Kobani olaylarıyla birlikte terör örgütü Irak’taki ve Türkiye’deki bütün güçlerini Suriye’ye kaydırdı. İki yüz bin kişilik düzenli bir ordusu olduğundan bahsediliyor. Biz ise yıllardır terörü bitirme noktasına geldik. Ülkedeki terörist sayısı belli. Ayakkabı numaralarına varıncaya kadar biliyoruz sözleriyle kendimizi avuttuk. 

Bu örgüt şimdilik devlet olmasa da fiili olarak ABD destekli bölgede varlığını sürdürüyor. İleride Kuzey Irak’ta olduğu gibi önce içişlerinde özerk bir devlet olur. Daha ilerisinde de bağımsızlığını ilan ederek tanınmayı bekler. 

Dünyaya ve bölgeye yön veren güçler Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve İran içinden de benzeri bir oluşum içine girdikten sonra bu yapı, Türkiye’nin üç cephesinde bizim komşumuz olacak. Yani Türkiye bizim terör örgütü diye tanımladığımız bu örgütün başka ismiyle kuşatılacak. 

Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike, kuzeyimizde ABD tarafından oluşturulan bu oluşumdur. 

Anlatmak istediğim burnumuzun ucunda oyunlar oynanıyor. Buna dair tedbir ve önlemler almak yerine sembolik değerinden öte bir ağırlığı kalmayan İmralı kartını öne sürüyoruz. Bu da çevremizde ve sınırımızda olup biteni okuyamadığımız anlamına geliyor.

*20.11.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Kişişelleştiriyor muyum?

Bir yazımdan nem kapan bir nemci, nem kaptığı yazıdan bir şey çıkmayacağını anlayınca, geçmiş yazılarıma bel bağlamış. Suç unsuru bulabilir miyim diye aramış taramış. Sonunda bazı yazıları tespit ederek üzerine bir dilekçe yazmak suretiyle hakkımda şikayette bulunmuş.
İki eli çantalı gelmiş suç unsuru bulmaya. 
Gelen çantalılar ilk önce şikayetçinin huzuruna çıkarlar. Ne de olsa büyük makam ve güç sahibi. Dediklerini bir bir dinlerler ama kayda geçirmezler.
Ardından bir başkasının, sonra benim ifademe başvurdular. 
Önce hal hatır sordular. Sen mi yazdın bunları dediler. Yaz yaz güzel yazıyorsun, her konuda yazmışsın dediler. 
Sonra sadede geldiler. 
Niçin yazı yazdığıma, bu kadar çeşit yazı konusunu nereden bulduğuma, nasıl vakit ayırdığıma, işlerimi aksatıp aksatmadığıma, şu yazıda şöyle diyorsun, burada ne kastettiğime, şu şu kurumları niçin kötülediğime, maksadımın ne olduğuna, eleştirerek elime ne geçtiğine dair sorular sordular.
Hepsine kendimce cevap verdim. Bir soruları çok ilgincime gitti. Niçin kişiselleştiriyorsun, kişileri niçin hedef gösteriyorsun dediler? Niye kişiselleştireyim niye hedef göstereyim ki. Kişiselleştirsem ve hedef göstersem yazılarımda yer ve şahıstan bahsederim. Hiçbir yazımda kişilere yer olmaz. Yapılanlara yer veririm. Daha doğrusu kişilerin eylemlerine yer veririm. Yapılan hareket iyi de olabilir, kötü de. Över gibi yaparken eleştiririm. Eleştirir gibi yaparken överim. Gözlemlere dayanan toplumsal olaylara yer veririm. Daha doğrusu eleştiri konularım kişiler değil, eylemleridir. Kişilerin yapıp ettiklerini ortaya koyarım. Yapıp ettiklerin bunlar. Bunlar senin ürünün. Ürününü beğendi isen bu ürünü üretmeye devam et. Yok, beğenmedi isen bundan vazgeç demek isterim. Bu tür makamlara talip olanlara da bak, bu kişinin verdiği imaj bu. Sakın ola ki böyle yapma. Yoksa karizmayı çizdirirsin demek isterim. 
Gel gör ki ürününü ya da eserini ortaya koyduğum kişiler ortaya konan bu eserlerinden pek memnun kalmıyor. Koyduğum bu eserin görüntüsü hiç iyi değil, dost acı söyler. En iyisi ben bundan vazgeçeyim diyeceği yerde, acaba bunun kalemini nasıl kırarım hesabını yapmaya kalkıyor. Güçlü ise kalemi kırmak çok kolay. Bulursun iki tane kelle avcısı. Onlar da minareyi çalarak kılıfı hazırlar. Bu gerekçeyi hazırlamaktan da büyük zevk alırlar. Çünkü gücün yanında durmak, gücün emrine girmek bir şereftir onlar için. Öyle ya zayıfın yanında niye yer alsınlar. Ne karın doyurur ne de yükseltir insanı. 
Sadede gelirsem, yazılarımda kişiselleştirme yapmam. Zira hiç işim olmaz. Çünkü kişiselleştirme küçük insanların işidir. Büyük insan olmasam da küçük insanla işim olmaz. 
O yüzden yazılarım okunurken kimi kastediyordan ziyade yapılıp edilene bakmak ve buradan hisse kapmak gerek. Hala da nem kapılacaksa o zaman amme hizmeti yapmayacaksın. Yapacaksan da işini düzgün yapacaksın. Makamının hakkını vereceksin. Emanet edilen makamdan gücünü almayacaksın. Makama güç vereceksin. Makama oturarak ne oldum delisi olmayacaksın. Bu makam benim, istediğimi yaparım demeyeceksin. Alttakilere tepeden bakmayacaksın. Yapıp ettiklerini ortaya koyanlara tavır almayacaksın. Çünkü esas kişiselleştirme seni anlatana daha doğrusu ürününü yani eserini ortaya koyana had bildirmeye kalkmaktır.